Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
Köşe yazmak zor iş aslında biliyor musunuz ? Neden zor olduğunu açıklayayım size: Bulursunuz yazacak bir konu, orası kolay. Oturursunuz bilgisayarın başına ya da kalemi alırsınız elinize, başlarsınız yazmaya; derken , çorap söküğü gibi gelir arkası. Bu, işin kolay tarafıdır. Çünkü, zaten nefesinize güvenmeseydiniz borazancıbaşı olmazdınız. Hatta çoğu zaman sözü fazla uzatmamaya gayret bile edersiniz. Yazacağınız öyle çok şey vardır ki başladığınız yazıyı bitiremezsiniz bir türlü. Dur şunu da yazayım, birazcık bunu da yazayım derken uzar gider konu. “ Eee, o zaman zorluk bunun neresinde ? ” diyeceksiniz. Zorluk, yazmakta değildir zaten; yazdıktan sonra yaşayacaklarınıza katlanmaktadır. Örneğin, bir sağlık biriminde yaşadığınız sorundan söz etmişsinizdir yazınızda. Diyelim ki bir doktorun ilgisizliğinden yakınmışsınızdır. Sanki siz bütün doktorları, sağlık çalışanlarını suçlamışsınız gibi - muhtemelen - bir sağlık çalışanından e- posta alırsınız: “ O kadar keyfine düşkünsen git o zaman kendine özel hastane yaptır.” “ Bizden bu kadar, beğenmiyorsan gelme sosyete güzeli.”…….( Buyurun burdan yakın deme de dur şimdi. ) Başka bir gün, Sayın Erdoğan’ ın sinirli, kavgacı tutumundan yakınırsınız. Hakaret yok, sadece eleştirirsiniz. Yazıyı okuyan ve kendisini seven birileri ileti gönderirler size. “ Erdoğan kadar başına taş düşsün inşallah ! ”…( Sanki Allah’ın başka işi yok da. ) “ Sen kim oluyorsun da koskoca başbakanı eleştiriyorsun ! Sen git entel takıl biraz. Yürrrüüüü ! Anca gidersin.”… ( Şu kabalığa bir bakın hele. ) “ Tayyip geldi, asla gitmeyecek . İşte sizin gibilerin sıkıntısı bu. Kıskançlıktan çatlayın patlayın inşallah.”…..( Oysa ki gelen er- geç gider; ağaca konan kuş , an gelir elbet uçar.) Bir yazınızda, toplum olarak yaptığımız yanlışları sıralarsınız. Yükselen değerlerden, anlayıştan, hoşgörüden dem vurursunuz. Bir eğitimci ve ayrıca sorumluluğunun bilincinde bir vatandaş olarak okuyucuyu uyarma görevinizi yerine getirirsiniz... Hemen yanıt gelir: “ Eee ! Sıktın ama ! ” “ Senin hiç mi kusurun yok ? “ “ Baktım takvime; 19 Mayıs değil, 23 Nisan değil. Eniştem beni niye öpüyor ki …Bırak hocam kafa ütülemeyi. Sen git çocuklarına terbiye ver.” “ Tıraşı bırakalım tıraşı, düdük makarnası ! ”…..( Gördünüz mü? ) Başka bir yazınızda sosyal demokratları eleştirirsiniz. Nasıl bir sosyal demokrat olduklarına şaşırdığınız, eleştiriye hiç açık olmayan sosyal demokratlardan şöyle e- postalar alırsınız: “ İyi o zaman, sen de git oyunu AKP’ ye ver. Zaten senin gibiler yüzünden AKP % 47 oy aldı. Bu yazıyı herkese okut da, AKP’nin oyları % 60’a çıksın. Sen de zil takar oynarsın o zaman. Hadi İran’a İran’a ! Örümcek kafalı!” “ Senin gibi ne idüğü belirsiz biri, sosyal demokratlara akıl veremez.” “ Kelin ilâcı olsa önce kendi kafasına sürermiş. Sen kendi keline bak.”….( Ya sabır ! ) Başka bir gün dindar birinin menfaatçi davranışlarını yazarsınız; sanki siz bu konuda bir genelleme yapmışsınız gibi, birkaç dindar yüklenir size: “ Senin derdin türban. Çatlasan da patlasan da türban serbest kalacak. Hatta sen bile - çünkü başın açık- türban takacaksın. Kihhh kih kih ! Din düşmanı ! ”….. ( Allahallah ! Aslında türbanı ağzıma bile almadım. ) “ Yüreğinde Allah korkusu olmadığı nasıl da belli. Dinsiz karı.”...( Daha da fazlası var aslında yazmadığım. ) İyi de ben ne yazayım, kimi yazayım ? Nereye el atsam, mutlaka birine dokunacağım. Ya bir sağ görüşlüye, ya bir sol görüşlüye, belki bir doktora, belki bir öğretmene olacak dokunuşlarım. Yemek tarifi mi yapayım ? Ya da, magazin turuna mı çıkayım ? Kim kiminle nerede ne yapmış, nerde nasıl yakalanmış, kimin göğüs çatalı görünmüş; bunları mı yazayım ? Elbette eleştiriye açığım ama hakarete hayır ! Normal eleştiri yapanlar, zaten yazılarımın altına ( gazetede veya edebiyat sitelerinde) yazarlar. Başım üstüne….Küfür ve hakaret etmek isteyenler ise ileti gönderirler; görünmemek, bilinmemek için. Çünkü onlar, kimlik sorunu olan kişilerdir.…Atalarımız, “ Serçeden korkan, darı ekmez.” demişler. Bir köşe yazarı da, bu zorlukları göze almıştır zaten işin başında. Ben de göze aldım. Şimdi soruyorum size: Başbakanı yazmayım, muhalefeti yazmayım, doktoru – öğretmeni – bakkalı – kasabı – hemşireyi – tamirciyi – polisi yazmayım… Eee, ben neyi, kimi yazayım be kardeşim ? İsterseniz, kimseyi eleştirmeden yazalım bir paragraf. Bakalım nasıl olacak. Ama yalnızca parantez dışı olan cümleleri okuyacaksınız: Bugün kar yağıyor. ( Üç santim kar yağınca, büyük şehirlerde hayatın nasıl cehenneme döndüğünden tek satır bahsetmiyorum dikkat ederseniz.) Sabahleyin erkenden kalktım. Ayaküstü kahvaltı edip yürüyüşe çıktım. Yaklaşık gidiş- dönüş beş kilometre yürüdüm. ( Fabrikanın çıkardığı ağır koku ve dumandan; bunun , insanın ciğerlerine nasıl dolduğundan asla söz etmiyorum. Saygısız sürücülerin yanımdan geçerken , nasıl üstümü başımı batırdıklarını ağzıma bile almıyorum. ) Her taraf çamur, çökek . ( Bakın; karayollarına, belediyeye hiç lâf ediyor muyum ? Asla.) Yürüyüşten dönüşte bir baktım; paçalarım, eşofmanım çamur içinde. ( Yolda mı yürüdüm, yoksa çeltik tarlasına mı girdim diye şikâyet ediyor muyum ? Hayır , etmiyorum. Kimseye bulaşmıyorum.) Terim soğumadan duşa girdim. ( Duş yaparken, çamur gibi akan suyun kazara ağzıma girmemesi için dudaklarımı nasıl sıkı sıkıya kapattığımı hiç söylemiyorum.) Televizyonu açtım. ( Televizyonun üç – beş kez tamirciye gidip gelmesine rağmen arızasının hâlâ duruyor olmasından asla söz etmiyorum. Halı yıkama makinemin, benden çok tamircide durduğundan, iki karılı( afedersiniz) erkekler gibi tamirciyle evim arasında mekik dokuduğundan söz ediyor muyum ? Etmiyorum. Elektrikli eşyaların sık sık arızalandığından ve bunları - güya - onaran servis elemanlarından illallah dediğimden söz ediyor muyum ? Hayır ! ) Haberleri dinledim, bir polisimiz şehit olmuş. ( Son zamanlarda ülkemizde yaşanan terör olaylarından ve bu olaylara sebebiyet verenlerin kimler olduğundan, hangi dış güçlerden destek aldıklarından da söz etmedim ağzımın ucuyla bile…Hele hele, bazı tv kanallarının nasıl da hükümet yanlısı haber yaptıklarını bahis konusu bile etmiyorum. ) Devam edeyim mi ? Okumayın parantez içlerini, alın size yağsız çorba gibi bir anlatım. Ya da, köfteleri içinden düşmüş bir hamburger. Böyle mi yazayım yani ? Kalemi ona buna - mecburen – dokundurmadan nasıl yazayım ? Böyle köşe yazarlığı mı olur ? İsteyen desin diyeceğini, göndersinler hakaret dolu iletilerini. Boşvermeyi öğrendim artık. Kavak ağacına konan bir sivrisinek, kavağın canını ne kadar yakabilir ki ! Öyle de derler, böyle de derler. Hakaret de ederler. “ Elin ağzı torba değil ki, büzeyim.” Atalarımız; “ Beş yüz karga umurumda değil, uçurur da seyrine bakarım.” demişler. Ben de aynen öyle yapıyorum. Kargaları uçurup uçurup, seyrine bakıyorum. Oh ! Sefam olsun. Kâmuran Esen
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |