Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman |
|
||||||||||
|
Ben bir kenar mahalle yazarıyım. Fildişi kulelerinize başımı kaldırır da bakarım. Bir gün sonsuza dek terk etmek üzere çıktığınız o makamlardan öylesine uzağım. Bu uzaklıktansa bahtiyarım. İnfilaktır yüreğimin sesi. Unuttuğunuz bir infilakı bekleyiştir her göz kırpışım. Ve ondandır gözümün etrafındaki halkalar. Ve ondan pek metro-seksüel gözükmüyorum. Göz kırpışlarımın arasından sızan kızıl damlalar, yürek yağmurlarıdır.. Ve ondandır her gece ruhuma inen bu hafakanlar.. Savulun dertlerimden. Bırakın beni yalnızlığıma. Çığlıklarıma bırakın beni. Öz dehamın karanlık sokaklarına uğurlayın bencilliğimi. Ya beni böyle sevin, ya da itin uçurumlara. Ya yas tutun ardımdan, ya da halay çekin. Ne acı ki sihirbazlara yutturamadık hakikati! Ne acı ki anlatamadık uykusuz gecelerin kundaklarında büyüyen öz derdimizi! Ama ya sen Brütüs, ya sen! Sen neden anlamadın beni? Sen neden kovdun beni kapından? Samimiydi sesimiz kısık da olsa. Gerçekti söylediklerimiz hayallerle bezenseler de. Aşk içindi, hem de bir sonsuz aşk içindi kalemsi çırpınışlarımız eksik de olsalar. Yakalandık madde ağlarınıza. Ağlara dolanmış bir alabalık gibi yakalandık merhametsizliğinize. Yalnızız şimdi ve yalnızız ve bin kere yalnızız. Savulun hayatımın bilinmezliğinden. Ölünce bilin beni. Ölünce duyun bestelediğim notaların ölümsüzlüğünü. Ölünce görün çizdiğim resimlerin ardındaki esrarı. Siz yine de birkaç şey bilin ve bu zavallı adamcağız “Menkıbe Kurgu” diye bir masal tutturmuştu, deyin. 8 yaşından beri hiçbir şeye benzemeyen deneysel şiirler yazardı, deyin. Şu adamcağız, yirmi küsur yaşındayken Türkçe bağının güzelliklerini haddi olmadığı halde dermeye başlamıştı, deyin. Türkçe’nin diğer lisanlar gibi Allah’ın muhteşem bir sanatı olduğunu iddia etmişti, deyin. 26 yaşından beri, herkes karanlık ve kin kusarken, o bahtsız genç adam, edebi değeri olmayan romanlarında geleceğin özgür, müreffeh, sevgi dolu Türkiye’sini resmetmişti, deyin. Bir şeyler deyin de, ne derseniz deyin. Ama adetiniz üzere, ruhum bedenimle el eleyken değil, sonsuzlukta kanat çırpmaya başladığım o anda deyin. Savulun gurbetimin ıssızlıklarından. Ürktüm sizin umarsızlıklarınızdan. Ve korktum görünmezliğimin dehşetinden. Alçaklığıma kaçtım sizin üstünlüklerinizden. Ben basit bir kenar mahalle yazarıyım. Bir babam öldüğünde kaçtım, bir de yüreklerinizde öldüğümde. Ya ben öldüğümde siz nereye gideceksiniz? Mevlana gibi, Yunus gibi ölümsüz olacağınızı nereden biliyorsunuz? Peki ben görünmezim de, madde mumunuz eridiğinde siz ne kadar görüneceksiniz? Siz ne kadar var olacaksınız, hadisat-ı alem devam ettikçe? Siz enelerinizi öldürdünüz ve mükemmelsiniz de ne işiniz var alkışların peşinde? Ne kadar var olacaksınız fani dünyanın sırça sarayları eridiğinde? Ne kadar varsınız sonsuzluğa rağmen? Baksanıza sonsuzluğumu yargılıyorsunuz. Baksanıza tutmuyorsunuz ellerimden. Kovuyorsunuz beni görünmezliğime. Baksanıza yetiştirmiyorsunuz içimdeki o narin çiçeği. Solgunluk kaderin diyorsunuz, ölgünlük bahtın. Baksanıza kapıyorsunuz kapılarınızı hayallerime. Baksanıza, yanı başınızda parıldayan cevheri bile görmüyorsunuz! Savulun üşümelerimden. Bu Şubat da soğuyorum Almanya’da. Yine de vuslat hayali ısıtıyor ruhumu. Yine de hüsn-ü zan besliyorum herkese. Ağlıyorum ve parasızlığın gözü kör olsun, diyorum. İstanbul’umdan uzaktayım, Bandırma’mdan, Erzurum’dan gurbetteyim. Uzaktayım ulaşılmaz gökdelenlerinizden. Tir tir titriyorum üç kuruş için. Dualarımla avunuyorum. Bu da bir hicrettir, geçer diyorum. Saniyelerimi ayetlerle dokuyorum. Anlayabilir misiniz bu firkatin acısını? Anlayabilir misiniz yalnızlığımı? Ah bir anlasanız! Ben yine de saf oğlu saf, o eski Oğuz’um. Mobilyacı Duran Usta’nın oğluyum ben. Hani acile gittiğimde, gözlerimin önünde “lailahe illallahlarla” can veren o tasavvuf meşreb Duran Ustanın oğlu. Hiçbir zaman çok uyanık olamadım. Tek uyanıklığım haramlara. Onlar da kim bilir kaç kere kandırdı beni? Ömrünün hiçbir safhasında doyasıya gülememiş, her zaman gözü yaşlı bir ananın oğluyum ben. Anneannesi, dedesi ve babası gözlerinin önünde can vermiş o yaralı çocuğum hala. Tek başına bütün dertleri kucaklayan, bedeni zap zayıf ama yüreği koskocaman, her zaman gözleri yaşlı, bir sevgi dolu Teyzenin kuzeniyim. En sevdikleri tarafından her zaman arkadan vurulmuş yaralı bir adamcağızım. Kullanılmışım ve harcanmışım. Paçavralarımla tek başımayım. Yani kendimle baş başayım. Kimseye kızamam, hele nefsim için asla kızamam. Zenginliğinize seviniyorum. Başarılarınızı alkışlıyorum. Yine de sizden başka kimsem yok. İçimi size döküyorum. Eserlerimi, yazılarımı yayımlayacak olan sizlersiniz. Yanlış anlamayın beni. Sizden çok aşağılardayım. Hele yazdıklarım hiç okunası değil. Nefsim de kusurlarla dolu. Bunu hakkımda yazdıklarınızdan çok yazmadıklarınızdan, hatta düşünmediklerinizden anlıyorum. Ben bir kenar mahalle yazarıyım ve demek ki sizler en büyük kalem ustalarısınız. Hiçbir cevher yok yazdıklarımda. Yoksa, o yüce ustaların karanlıkları delmek adına, çıraklar yetiştirmesi gibi tutardınız ellerimizden. Kurtarırdınız bizi, dıştan öte içteki gurbetin bu yangın soğuğundan. Fâtih’i yetiştiren Akşemseddinler gibi, bu genç derdiniz işte bu genç, karanlığın surlarında ufak da olsa bir gedik açabilir. Nice canlı Fâtihler yetiştirebilirdiniz köşelerinizden seslenerek. Benim acemi ve hatalarla dolu kalemime bırakmayabilirdiniz bu ulvi vazifeyi. O kadar fakir değil gönlünüz biliyorum. O kadar düşkün değilsiniz servetlerinize. Arabalarınız, yatlarınız ve katlarınız o kadar süslemiyor hayallerinizi biliyorum. Şöhretiniz önüne geçmedi davanızın. Şu karınca sesli cılız adamın sesini yükseltmek için, eski de olsa bir mikrofon bulabilirsiniz. Seslerini duymadığınız, belki de duymak istemediğimiz binlerce karınca sesli adına söylüyorum bunu. Sizler öncekilerin hayallerisiniz ne kadar kısık sesli söylemiş olsalar da. Ve bizler de sizlerin hayalleriyiz. Ya bizim hayallerimiz nasıl kurgulayacak geleceği? Kesilsin mi bu diriliş kervanının sonsuzluk buudlu yolu? Ya bizler de sizlerin ve bizlerin geleceğinden daha muhteşem bir geleceği hediye etmeyelim mi çocuklarımıza? Kitaplarımızda şehveti, büyüyü, yalanı, kısacası hiçbir bâtılı yüceltmediğimiz, aksine barışı, terakkiyi, geleneklerimize, öz medeniyetimize ve inancımıza uygun olan her şeyi terennüm ettiğimiz için mi bu ambargo? Söyleyin Gazze’den ne farkımız kalır öyleyse? Merak etmeyin, çan çalmıyorum köşemde, gururla ezan okuyorum. Merak etmeyin göz dikmedim fenaya, Sonsuzluğa yol alıyorum. Ben bir kenar mahalle yazarıyım. Biliyorum. Öldüğümde anlaşılacak hayallerim. Çocuklarım belki de zengin olacak. Torunlarımın başı göklere erecek. Eşim benimle bilmem kaçıncı kez gurur duyacak. Çok kusurlarım olsa da, eserlerimdeki ilkler cımbızlanacak, hatalarım unutulacak. 8 yaşımın ilk şiiri “Limon Kız” bir şekilde bulunacak ve bestelenecek, 10 yaşımın “zikr-i ilahi ya hû/indi bismillah Allah/ yâ gül yâ hu bânu/ lâilahe illallah” mısraları her ne kadar anlamsız da olsalar poh pohlanacak, “Küstüm Ben Pokemon’a” adlı şiirimden birileri sitayişle bahsedecek. Ben bir kenar mahalle yazarıyım. Allah için yaşayıp sadece O’nun için öleceğim. O isterse, bu cılız sesi sizlere duyuracak. Bu soğuk Almanya gurbetinden öte, sizlerin umursayışlarınızdan uzak kalmamın, evet asıl bu gurbetin beni dondurduğunu bilmenizi istiyorum. Şimdi buzdan bir kozadayım. Boyuna vuslat, boyuna memleket birikiyorum. Ya burada bütün özlemlerimle ve gözyaşlarımla yokluğa çürüyeceğim ya da bir gün, rengârenk bir kelebek gibi, memleketimin bahtına yeniden doğacağım.. Ben bir kenar mahalle yazarıyım. Üç kuruş için gurbetteyim. İliklerime kadar üşüyorum. Ülkemi çok özledim, yazmayı çok özledim. Bu hallere düşmemeliydim biliyorum. Korkarım ki her geçen saniye kapkaça uğruyorum. Koskoca bir ömrü kaybediyorum. Elimde kalanlarsa ümidim ve sabrım. Ey sesimi duyan çok değerli ustalarım! Beni bu soğuk gurbette yalnız bırakmayın. Beni memleketimden tehcir etmeyin. Yeter ki gel deyin bana, yeter ki gel deyin! Yeter ki ölüm gel demeden, siz gel deyin bana! Yeter ki gel deyin! Hemen geliyorum..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |