En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller |
|
||||||||||
|
Geçen hafta 32 canımıza mezar olan ocakta, grizu patlamasına karşı erken uyarı sistemi ile acil tahliye sistemi ve havalandırma sisteminin olmadığı, işçilerin oksijen maskesi takmadığı, özellikle kömür madenlerinde kullanımı zorunlu olan “hidrolik çelik maden direği” yerine hala yüzyıllar öncesinin dandik “tahta direkler”i kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Bu ihmaller ve adamsendeciliğe rağmen meydana gelen felaketi “bu bölgede yaşayanlar bu tür kazalara alışıktır, mesleğin kaderinde bu vardır…” diye geçiştirmeye çalışmak resmen milleti ahmak yerine koymaktır. Denetimsizlik, savsaklama, laubalilik ve kuralsız çalışmanın sonucunda oluşan felaketleri ve kazaları kader inancına bağlayarak işin içinden sıyrılmak, hem Tanrı'ya, hem de insanlara yapılacak en büyük hakarettir. İnsanlığın dinsel gericiliğe ve Yeni Dünya Düzenin insanı yeniden köleleştirmeye, ezmeye, sindirmeye, tevekküle yönlendirmeye yönelik her türlü düzenek ve tuzaklarına tüm gücüyle direnmekten başka çaresi yoktur. İster dinsel söylemlerle, ister güncel ve çağdaş söylemlerle kamufle ederek karanlığı ve ölümü savunanlar er geç kendi kazdıkları kuyuya düşecek, insanlık onuru onları asla bağışlamayacak, günü geldiğinde cezalarını çekeceklerdir. MUTEZİLE OKULU Müslümanlığın ilahiyatı “Kelam İlmi” hicretin ilk yüzyılı (MS 7.ci yüzyıl) sonlarına doğru ortaya çıktığında kader ve elindelik konularında en kapsamlı incelemeye girişen Mutezile Okulu olmuştur. Mutezile’nin başlıca konuları Tanrı’nın özü, özgür irade (elindelik) ve kader sorunsalıydı. Elindelik konusunu ilk inceleyen Mabet El Cahani ile Ata Bin Yasari olmuştur. Her iki düşünür de Hasani Basri okulundandır. Yasari'nin oğlu Vasıl (700-749) önceleri Hasani Basri'nin öğrencisi iken sonraları ondan ayrılmış, itizal etmiş (itizal: İslamlıkta ehli sünnet inancından, dinden ayrılmak) ve Mutezile’yi kurmuştur. Kaza ve kader düşüncesi tamamen siyasal kökenliydi. Kaza ve kaderi savunanlar, insanda özgür istem ve seçme gücünü yadsıyanlar, savaşları ve dökülen kanları Allah’a havale ederek işin içinden çıkanlar genelde hep yönetici konumunda olanlardı. Böylece yönetici ve feodal sınıf kimseye hesap vermiyor, keyif ve zenginlik içinde yaşıyor, işledikleri yolsuzluklar, iğrenç cinayet ve katliamlardan sorumlu tutulmuyor, tutulamıyordu. Kader sanki onların “dokunulmazlık” zırhıydı. Bu görüşe en başta Mutezile akımı karşı çıktı. Mutezile yandaşları Allah’ın her şeyi bildiğini, ancak, “insanı o işi yapması için zorlamadığını” belirterek sorumluluğu ve suçu insana ve en dokunulmaz yerlerde bulunan yöneticilere yüklediler. Kuşkusuz bu Mutezile'nin sonu oldu. TANRI'NIN ÖNCEDEN BİLMESİ Önceden kestiremediği, öngörmediği/öngöremediği, tahmin edemediği olaylar meydana geldiği zaman insan bunları “başkaları üzerine atma”, “başkalarını suçlama”, “başkalarına ihale etme”, “ilahi güçlere yansıtma” eğiliminde olur. Bu travma kader düşüncesinin psişik temelini oluşturur. Oysa, insanın iyi ve kötü eylemlerinde, suça düşmesinde, kaza ve felaketlerde çeşitli sosyal, ekonomik, teknik, bilimsel etmenler devrededir. Bunların Tanrıyla bir ilgisi yoktur. İnsanlar yaptıkları eylemler ve hatalarından yasalar önünde birincil derecede sorumludur ve sudan gerekçelerle sorumluluktan kaçamazlar. Çünkü, her şey insanın elindedir. İnsan yaptığı iyi veya kötü işlerden, söylediklerinden, yol açtığı kazalardan birinci derecede sorumludur. Bu bağlamda, Tanrının önceden bilip bilmemesi önemli değildir. Önceden bilmek başka kaderi çizmek başkadır. Tahmin etmek başkadır, insanın alınyazısını, kaderini çizmek başkadır. Tanrı önceden bilebilir. Ama bu onun insanların kaderini çizdiği anlamına gelmez. İslam ve kader inancına göre insanın öleceği zaman Allah tarafından belirlenir, “hayır ve şer” de Allah'tan gelir. Yani bu işi organize eden odur. Azılı katillerin cezaevlerinde neden “kader kurbanı” diye kendilerini acındırmaya çalıştıklarını anladınız mı? Oysa, insanın nasıl ve ne zaman öleceği Tanrı tarafından belirlenmez: toplumsal-ekonomik koşullar, olaylar, hastalık, genetik yapı gibi karmaşık etmenler bunu belirler. Dinsel korku ve şeriat, şiddet üreten toplumların mayasını, harcını, temelini oluşturur. Şiddet ve dinsel motifli cinayete başvuranlar eylemlerine hep dinsel veya ilahi bir gerekçe göstermeye bu yüzden çalışırlar. Köşeye sıkıştıklarında “ne yapalım kader, alınyazısı” diyerek suçu da Allah’a atarlar. Çünkü zaten inandıkları kitap da bunu savunur. (Enfal Suresi : 17 “Sonra onları siz öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı.”) KADER İNANCININ KÖKENİ Kader inancı putperestlikten gelmedir. İnsanın davranışlarında, eylemlerinde, “kader, alınyazısı, mukadderat, talih, kısmet, nasip” gibi ilahi güçlerin veya cinlerin etkili olduğu öğretisi eski Babil, Sümer ve Yunan paganizminden kaynaklanır. Sofokles’in “Kral Oidipus” trajedisinde Teb kentinde veba salgını başlaması tanrıların gazabıyla açıklanır. Yine Sofokles'in “Oidipus Kolon'da, Antigon” gibi yapıtlarında insanın mukadderat karşısındaki çaresizliği temaları işlenir. Yunan antik tiyatrosunda en önemli tema olan kader, mukadderat ve alınyazısını Platon da savunur. Yunan mitolojisinde her şeyin ve hatta tanrıların bile üzerinde olan Moiras (Moiralar) adı verilen Üç Kader Tanrıçası’nın oluşturduğu “Kader Üçlük”ü tüm tanrıların ve insanların kaderlerini çizerler. Bunlardan Lakhesis geçmişin, Klotho şimdinin, Athropos da geleceğin şarkısını keyiflerince söyleyerek tüm evreni, tanrıları ve canlıları yönlendirirler! Günümüzde deprem, yağmur, sel, kasırga, salgın hastalıklar, felaketler, kazalar gibi doğal ya da sosyo-ekonomik olayları geleneksel din anlayışı kaderciliğe bağlayarak tanrısal bereket, lanet veya cezalar olarak yorumlar. MEVLANA VE GÖLPINARLI Mutezile'nin görüşlerinden etkilendiği anlaşılan Mevlana, Mesnevi’sinde, tevekkülün, boyun eğmenin Tanrı'ya küfür sayılacak bir inanç olan “cebrilik” (kadercilik) anlamına geldiğini açıkça belirtir. Mevlana, eylem ve gelişme taraftarıdır, kaza ve kader yerine elindelik ve isteğe bağlı eylemleri önerir, sürekli bir savaşımı, sevgi ve hoşgörüyü yaşamın özü olarak kabul eder. Abdülbaki Gölpınarlı da, tasavvuf inancının (İslam mistisizmi) geniş bir hoşgörü ve ileri görüşle zamanında topluma hız verdiğini, ancak, vakıf sahibi tekkelerle, atadan kalma şeyhliklerle, “cezbe”nin ters anlaşılmasıyla, bir çok manyakları, ahlaksızları evliya yapmasıyla olumsuz ve kötü etkiler yaratmış olduğunu, halka miskinlik ve kaderci bir uyuşukluk vermiş olduğunu belirtir.. SONUÇ Çok açık ve net bir şekilde görüldüğü gibi kaderciliğin insana kabul ettirilmesini temel nedeni insanın yaşantısına başkaldırmasını, siyasal yetkenin hatalarını, yanlışlıklarını sorgulamasını, araştırmasını, irdelemesini, eleştirmesini, engellemek içindir. Bu itaat ve boyun eğme kültürüdür. Küresel egemenler ve onların yandaşları dünya kurulduğundan beri dört elle bu çağdışı ve utanç verici görüşe sarılmışlar, başta din olmak üzere -günümüzde ise sinema ve medya ile- bu yılgınlık ve boyun eğme kültürünü yüzyıllardır tüm uluslara aşılamışlardır. Gerici inançlar vurmadan, eleştirilmeden yıkılmaz. Bir bilgenin söylediği gibi “süpürgenin değmediği yerde, toz kendiliğinden ortadan kalkmaz.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |