Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Cinselliğin veya genç kızların kişilere mükafat olarak sunulması en eski putperest geleneklerinden biridir. Eski Mezopotamya halklarında (Sümer, Babil, Asur) “kutsal tapınak fahişeleri”in işlevi buydu. Bunlar böylece hem genç erkekleri tapınağa gelmeye cezbediyor, onları eğitiyor, hayata hazırlıyor (!), hem de yetişkinlere mükafat olarak sunuluyordu. Seks ve tapınma birlikteydi. Bu iş gönüllü olarak yüksek sınıftan olan kadınlar tarafından da yapılıyordu. Bu durumda kadınlar tanınmamak için örtünüyor veya başörtüsü takıyorlardı. Kutsal fahişelik sonraki devirlerde dönüşüm geçirecek, bu uygulama müminlere sunulacak cennetlerde “huriler” ile sürdürülecektir. Ateşe tapan putperestlerin dini Zerdüştlük'ün kutsal kitaplarında “Cinvat” (Sırat) köprüsünü geçen müminler “iri göğüslü, onbeş yaşlarında” çok güzel kızlarla sonsuza dek sevişmeyi hak ederler. Cennetliklerin her türlü gereksinimleri karşılanır ve orada zevk sefa içinde sonsuza kadar yaşarlar. Zerdüştlük'teki bu inanç Yunan mitolojisinden (nymphialar) kaynaklanır. İslam cenneti ise Yunan mitolojisi ve Zerdüşt cennetinden çok daha görkemli ve abartılıdır. Özellikle erkeksi seksüel fantezileri, fiziksel ve cinsel hezeyanları tatmin etmeye yönelik olarak dizayn edilmiş “memeleri tomurcuklanmış, devekuşu yumurtası renginde tenleri olan ceylan gözlü huriler” ve “ipeğe saçılmış inci gibi gılmanlar” ile “tahtlar, divanlar, döşekler, ipekten yeşil yastıklar, gümüş tepsiler, billur kadehler, balkonlu köşkler, şarap ırmakları, bal ve süt ırmakları, gölgelikler, her türlü yiyecek ve içecekle dolu” bu arabesk cennet eşsizdir. (Rahman Suresi: 54-76, Saffat Suresi: 44-49, Muhammet Suresi: 15, Zümer Suresi: 20, Tevbe Suresi: 72) Böyle bir mitolojik cenneti metafizik, akıl, felsefe ve mantık açısından ciddiye almak mümkün müdür? Ceylan gözlü dilberler ve oğlanların müminlere armağan olarak sunulması etik ve ahlak dışı değil midir? Üstelik, buna inanmayan imansızları derhal “kafir” olarak damgalayıp ölümle cezalandırmaya ne demeli? (Bakara 191). İşte bardağı taşıran damla budur. Bu etik ve ahlak dışı dünyayı reddedenlerin “kafir” olarak görülmesi ve onların derhal öldürülmesi emrinin Kuran'da yer alması ahlak ve insanlığın bittiği yerdir. Korkunç trajedi budur. Nasıl olur da evreni ve insanı yaratan yüce deha insana armağan olarak bir sefahat, seks ve şehvet dünyası sunar? Ve nasıl olur da böyle bir ilkelliği yadsımanın karşılığı kafir olarak damgalanıp öldürülmek olabilir? Asıl kafirlik böyle ahlak dışı bir cennet inancını savunmak değil midir? Böyle bir sapkın inancı ortaya atan zihniyetin, böyle bir inanca inananların günümüz çağdaş toplumunda yeri olabilir mi? Böyle bir inancı benimseyenlerden sağlıklı ve normal bireyler olması nasıl beklenebilir? Bilgelik, erdem, ahlak, dürüstlük, fazilet, hikmet, yücelik bunun neresinde? Bunu tartışmak bile abesle iştigaldir. Bu tür inançların kişilik yapısında psikolojik travmalara, her tür cinsel sapıklığa yol açması, beyinleri ve ruhları dejenere etmesi kaçınılmazdır. Bunu artık görmeliyiz, anlamalıyız. Bu olgu, Kuran'ın tanrısal bir söz olamayacağının en büyük ontolojik kanıtlarından biridir. TEYEMMÜM SORUNU Teyemmüm İslam’ın özündeki şekilciliğin yüceltilmesi, doruk noktasıdır. Buradaki sorunsal aptes, namaz gibi dünyanın ancak belli coğrafi bölgelerinde uygulanabilen yerel, pagan ve şekilci bir tapınmanın Yaratıcıya mal edilmesidir. Kutup bölgesinde yaşayanlar günde nasıl 5 kez aptes alacak? Eller ve ayaklar buzlu suyla yıkanacak ya da buzda teyemmüm mü yapacaklar? Hatta eldivenlerini ve ayakkabılarını çıkartmadan buzda teyemmüm edebilirler mi? Dinen bir sakıncası olmamalı. Çünkü önemli olan “niyet”! Önemli olan temizlenmek değil: O şekilci sıvazlama eylemlerini yapmak. Ha kum, ha toprak, ha buz. Fark etmez. “Allah’a ibadette niyet yeterlidir, ibadet et de nasıl edersen et” diyebilir miyiz? Teyemmümü niyetin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir temizlenme eylemi olarak yorumlarsanız, putperestlerin şekilci tapınmalarını, istavroz çıkarma ve benzer adetlerini de benzer söylemlerle aklayabilirsiniz. KIBLE SORUNU Tapınırken belli bir yöne dönmek şekilciliğin bir başka çeşididir Ancak, Mekke’nin küresel bakışımlığında (simetrisinde) bulunan yerleşim yerleri için için kıble ne taraf olacak? Çünkü ne tarafa dönseler her yön kıble oluyor da. Yeryüzü dümdüz olsaydı bu bir sorun yaratmayacaktı. Ama yeryüzü top gibi yuvarlak olduğundan bu büyük bir fıkıh sorunu olarak önümüzde duruyor ! O devirde bir sorun yoktu çünkü herkes dünyayı tepsi gibi dümdüz zannediyordu. Prof. Dr. Vural Altın’dan öğrenebildiğim kadarıyla bu bölgeyi bulmak için Mekke’nin bulunduğu enlemin güney simetrisini alıp boylamdan 180 derece çıkartmak gerekiyormuş. Mekke “enlem kuzey 20”, “boylam 40” olduğuna göre; 180-40= 140, enlemin simetrisi ise güney 20 oluyor. Enlem güney 20, boylam 140 da bulunan yer ise Avustralya Queensland’da “Mount Isa” kenti. Bu kentte yaşayanlar arasında Müslüman varsa çok şanslılar. Ne tarafa dönseler her yön Kıble oluyor da. KURAN'DAKİ SÖZLER SONSUZA DEK GEÇERLİ Mİ? Asıl sorun Kuran'daki kuralların esnetilmesinin veya değişik uygulamaların “dinen sakıncası olup olmadığı” değildir. Dinen tabi ki hiçbir sakıncası olmayabilir. Kılıf hemen bulunabilir. Ama sorun bu değil. Peki sorun ne? Asıl sorun şu: Önemli olan Kuran'daki emirlerin “tanrısal açıdan” bir sakıncası olup olmadığı, tanrısallıkla bağdaşıp bağdaşmadığıdır. Şunu demek istiyorum: Kuran’daki bu emirler, yaptırımlar, kurallar, yasalar her durumda, her koşulda, her ortamda, dünyanın her yerinde, her coğrafi bölgede geçerli midir? Bunlar yerel mi, yoksa evrensel midir? Geçici mi, yoksa sonsuza dek duracak mıdır? Çünkü insan emirleri geçicidir, günü kurtarmaya yöneliktir ve sürekli değişirler. Kuran’daki emir ve yasakların ahrette de geçerli olması gerektiğini savunmuyorum. Tanrı’nın sözlerinin sonsuza dek durması gerektiği keyfiyetini savunuyorum. Allah emri olarak bildirilen dogmaların, kuralların sonsuzluğa kadar geçerliğini koruyan gerçekler değil, bildirildikleri dönemin toplumsal seviye, anlayış ve yaşam koşullarının zorunlu kıldığı yerel ve geçici emirler olduğu açıktır. Ve artık onlar çoktan işlevlerini tamamlamış, beyin ölümleri gerçekleşmiş, ve üstelik etik, mantık, akıl ve felsefi açıdan kabul edilmeleri mümkün değildir. Bu dogma ve emirleri yapay yöntemlerle, eylem ve söylem cambazlıklarıyla yaşatamayız. Eğer “Kuran’daki emirler ve sözler” ahret yaşamında geçerli değilse, bu durumda, “Kuran’daki sözler”in sonsuz olmadığı, sadece “kısacık ve geçici bir mola yeri” için geçerli olduğu ve dolayısıyla bir gün yok olacağı sonucuna ulaşırız. Çünkü, eğer “Allah kelamı” bir göz kırpmasında yok oluyorsa, o zaman onun insan kelamından ne farkı var? O halde, Kuran nasıl Allah kelamı olur? Oysa, sonsuz, ölümsüz, öncesiz ve sonrasız olan Tanrı’nın sözlerinin sonsuza dek durması ve asla yok olmaması gerekmez mi? Doğrusu ben insanın giyimine kuşamına, yiyeceğine, içeceğine karışan “moda uzmanı” veya “diyetisyen” bir Tanrı düşünemiyorum... Evreni ve insanı yaratmış en büyük deha olan Evrensel Tanrı’yı insanın yiyeceğine, içeceğine ve giyeceğine kadar karışan, etik dışı emirler veren bir kabile ilahı haline getirerek aşağılamaya da kimsenin hakkı olduğunu sanmıyorum. NOT: Bir iki küçük ekleme daha yapmak istiyorum: 1. Kuran'da Yahudiler, Sabiler (Yıldıza tapanlar), Nasraniler (Hristiyanlar), Mecusiler (Zerdüştler) şirk koşan kişiler olarak tanımlanmaz. Şirk koşan kişiler ayrıca belirtilir: “Şüphe yok ki inananlar ve Yahûdi olanlar, Sabiîler, Nasrânîler ve Mecusîlerle bir de şirk koşan kişiler; şüphe yok ki Allah, kıyâmet gününde onların aralarını ayırır; şüphe yok ki Allah, her şeye tanıktır.” (Hac Suresi: 17, Abdülbaki Gölpınarlı) Gölpınarlı'nın bu ayet hakkındaki notu şöyle: “Zerdüşt dinine mensup bulunanlara "Mecusi" denegelmiştir. Hz. Peygamberin, bu din mensuplarına yapılacak muâmeleyi talim ederken, onlarla Kitap Ehli muâmelesinde bulunun dediği rivâyet edilmiştir, Şeyh Şihabeddin Sühreverdî-i Maktul (ölm. 1191), "Hikmet-ül-İşrak" ında Zerdüşt'ün, peygamber olduğunu söyler, bu kitabı şerheden Kutbeddin Şirâzı de aynı inancı taşır (Mevlânâ Ebül-Kelâm Azâd - Prof. Said Nefisi: Zülkarneyn yâ Kuruş-i Kebir, s. 81-83. 2. sûrenin 62. âyetine ait izaha da bakınız).” 2. İleriki yüzyıllarda -uygarlığın küresel bir felaketle yok olmayacağını varsayarsak- ay ya da başka gezegenlerde insanoğlu koloniler ve yerleşim alanları kurduğu takdirde -ayın bir yüzü sürekli karanlık, diğer yüzü sürekli aydınlık olduğuna göre- güneşin doğuş ve batışına endeksli namaz, ezan vakitleri, oruç vs hangi kıstaslara göre ayarlanacaktır? Aydan ve diğer gezegenlerden Kıble yönü nasıl belirlenecektir?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |