Sevginin ölçüsü ölçüsüz sevmektir. -Spinoza |
|
||||||||||
|
Bugün görüyoruz ki vaktiyle düşmanın bile yapamadığı baskılar, Kıbrıs Türk halkına reva görülüyor. İnsanlığın en önemli hakkı olan dinini, inancını öğrenme hakkı, aslında insan hak ve özgürlüklerini savunması gereken bazı Kıbrıslı sendikalar tarafından açıkça gasp ediliyor. İslam dinini doğru bir şekilde öğrenmeleri amacıyla, tamamen yasalara uygun eğitim gören çocuklara, her türlü psikolojik baskı yapılıyor.. Hatta bu özgürlük karşıtı “baskınlar” sırasında, çocukların “abdest” alırken görülmesi bile adeta teröristçe bir faaliyet gibi gösteriliyor. Halbuki bilmiyorlar ki, Kıbrıs’ın gerçek Fâtih’i, okunmasını engellemeye çalıştıkları Kur’an-ı Kerim’in “Alemlere rahmet” olarak tanıttığı Hz. Muhammed’dir… Hz. Muhammed, arkadaşlarından Kıbrıs’ı fethetmelerini istemeseydi, deniz nedir, gemi nedir bilmeyen Müslüman Araplar’ın 3. Halife Hz. Osman zamanında Kıbrıs’ta ne işleri vardı? 649 yılında Kıbrıs’a derme çatma gemilerle çıkan sahabe ordusu, bu adayı kısa bir zamanda iman gücüyle fethetmiş, stratejik öneme sahip bu adayı Müslümanlara kazandırmıştı. Bugün Güney Kıbrıs Rum kesimindeki Hz. Muhammed’in halasına ait Hala Sultan kabri de, Kur’an-ı Kerim’in adadaki silinmeyecek mühürlerinden biri değil midir? Demek ki bugün Kıbrıs’ta Müslümanlar dolayısıyla da Türkler varsa, bunun en önemli sebebi Hz. Muhammed’in Kıbrıs’ın fethedilmesini isteyen tavsiyeleridir. Eyüp Sultan ve diğer sahabeleri İstanbul surlarının dibinde şehit düşmeye sürükleyen kudsi tavsiyeler de Kur’an-ı Kerim’in Peygamberi Hz. Muhammed’e aittir… Bu bakış açısıyla bakıldığında Kıbrıs, Türkler ve Müslümanlar için Mekke gibi, Kudüs ve İstanbul gibi kutsal bir mekan olmaktadır. Ancak, yıllardan beri adada gerçekleştirilen ve bu kutsallığı zedeleyen baskıcı uygulamalar, Kıbrıs davasının da akamete uğramasına sebep olmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Kıbrıslı bazı sendikaların bu tarihsel gerçekleri düşünerek bir yerde varlıklarının sebebi olan Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’e karşı daha saygılı olmaları gerekmez miydi? Peki bu özgürlük karşıtı uygulamaların bir benzerini Rum tarafı yapsaydı ne olacaktı? Hıristiyan Papazlar eşliğinde Türklere saldıran Rumlar’a neden karşı çıkmıştı mücahitler? Dil, din, gelenek ve vatanı korumak için değil mi? Sanırım “mücahit/d” kelimesinin bile “şehit” kelimesi gibi Kur’an-ı Kerim kaynaklı bir kelime olduğunu hatırlatmama gerek yok. Demek ki Kur’an’ı ve dini değerleri reddeden bir KKTC, kendi varoluş temellerini de anlamsızlaştırmış oluyor.. Hadi bırakın bu tarihsel ve inançsal zorunlulukları, bir insan Müslüman ya da Türk olmasa bile, başkasının inançlarına ve ibadetlerine saygılı olmak zorunda değil midir? Bu laikliğin de gereği değil midir? Açık konuşmak gerekirse, KKTC’de göz göre göre büyük bir insanlık suçu işlenmektedir. Rumların yapamadığını içerideki bazı sendikalar yapmaya çalışmaktadır. Hatta bu zulümlerin benzeri tarihte ancak Endülüs’teki Müslüman ve Yahudiler’e uygulanmıştır. İnsanların en temel hakkı olan inanç hürriyeti insanlık dışı saldırılarla engellenmek istenmektedir. Peki soruyorum, aynı saldırılar Yahudiler, Hıristiyanlar ya da Budistler için yapılsaydı dünya bu kadar sessiz kalır mıydı? Bu arada bu insanlık trajedileri KKTC’nin göbeğinde yaşanırken, Müslüman Türk milletinin çocuklarına yapılan bu çirkin saldırılara sessiz kalan (suçluları cezalandırmayan) KKTC hükümetinin suskunluğunun sebebi nedir? Hemen yanı başlarındaki Rum Milli Eğitim Bakanının “başörtülü” Müslüman öğrenciye sahip çıkışı bile kendilerini azıcık da olsa düşündürmeli değil midir? Kendi vatandaşlarının özgürlüklerine sahip çıkamayan bir ülkenin “bağımsız bir devlet” olma iddiasına kim inanır ki? KKTC davasının yıllardan beri savunucusu olan Rauf Denktaş’ın eskiden beri gençlere Kur’an okumayı tavsiye ettiği de bilinen bir gerçektir. Atatürk’ün de dediği gibi “dinsiz bir millet yaşayamaz.” Bir milleti yok etmek için onu değerlerinden, inancından ve dilinden uzak tutmak yeterli olacaktır. Üstelik KKTC, özgür ve bağımsız bir devlet olduğunu daha dünyaya kabul ettirememişken, kendi insanlarının en temel haklarına saldıran sendikaları hoş karşılarsa, Türkiye’deki Türklerin ve bütün İslam dünyasının tepkisini üzerine çekmiş olmaz mı? Yavru Vatan KKTC’nin buna mı ihtiyacı vardır, yoksa kendi insanlarının inanç özgürlüğünü savunarak dahildeki beraberliği sağlayarak İslam dünyasının desteğini almaya mı ihtiyacı vardır? Ne yazık ki KKTC’nin bağımsız bir devlet olma iddiası, özgür bir din eğitimini sağlayamadığı vatandaşlarının gözyaşları ve “ah”ları ile derin bir yara almıştır. Maalesef sendikalar kaş yapayım derken göz çıkartmışlar, KKTC’yi bütün dünyanın gözleri önünde rezil etmişlerdir. Çocuklarına dinlerini öğretmek isteyen KKTC’li aileler, İspanya’dan kaçan Yahudilere destek çıkan Türkiye’nin adaletine sığınmak zorunda kalmışlardır. Kendi ülkelerinde dışlanan aileler, baskı gören çocuklarını Türkiye’deki resmi kurslara gönderme yolunu seçmişlerdir.. Kendi vatanlarında mukaddesatlarını yaşayamaz hale gelmişlerdir. Bu ne kadar acı ve insan haysiyetini inciten bir durumdur.. KKTC yönetiminin, Türk milletinin mukaddesat ve ananelerine yeniden sahip çıkacağı günü Kıbrıs şehitlerinin ruhlarıyla birlikte hasretlerle bekliyoruz… KKTC’nin çocukları kahraman Mücahitlerinin ruhları için özgürce “Yâsin” okuyabildiklerinde, KKTC hak ettiği yere yeniden ulaşacaktır. Mütecaviz düşmanlara karşı koymak için gerekli Mücahit ruhu, ancak inançla ve maneviyatla oluşturulabilir. İnançlarından dolayı adeta ülkelerinden kovulan o çocuklar, KKTC davasının da yeni Mücahitleridir aslında. Bu bakış açısıyla bakıldığında sendikalarca baltalanan o çocukların en temel insani hakları değil, Kıbrıs Türk’ünün özgür geleceğidir.. KKTC Hükümetinin bu insanlık dışı trajediyi acilen durdurması gerekiyor. Özgürlüklerini Mücahitlerinin akıttıkları tertemiz kanlara borçlu olan KKTC’deki sendikalar ve özgürlük karşıtları, kendilerine çeki düzen vermeliler. KKTC davasını büyük bir zarara uğratacak şekilde Avrupa İnsan Hakları mahkemesine gidilmesine gerek kalmadan, kahraman Mücahitler’in ettikleri yemini can-ı gönülden bir kere daha tekrarlayarak mukaddesatlarıyla barışmak zorundalar. Gelin, Kıbrıs Mücahitlerinin yeminlerini bizler de bir kere daha tekrarlayalım! Kendilerine Kur’an okumasının engellenmesiyle incinen aziz ruhlarını bir nebze de olsa şâd edelim: “Kıbrıs Türk’ünün yaşayış ve hürriyetine, canına, malına ve her türlü an’ane ve mukaddesatına, her nereden ve kimden olursa olsun, vaki olacak tecavüzlere karşı koymak için kendimi TÜRK MİLLETİNE ADADIM.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |