Ölümden sonra yeni birşeylerin olduğu konusunda umutluyum. -Platon |
|
||||||||||
|
Kadın kimseyi zorlamadı kıyafetini giymeye, kimseye baskı yapmadı… Sessiz ve sakin bir şekilde yürüdü kumların üzerinde ve adım attı suya. Bu güzel denizi içindeki bütün güzellikleriyle birlikte yaratanı düşündü önce. İnanan, inanmayan, bikinili haşemalı, insan hayvan herkes istifade edebiliyordu bu nimetten. Şükretti Rabbine yüzerken.. Tekrar tekrar şükretti… Ama üzülmüştü birileri.. O kadın denize girdi diye. Kocası, çocuğu, ailesi, ideolojisi, inancı, kıyafeti farklı olan o kadın denize girdi diye çıldırmıştı birileri… Çünkü o kadıncağız diğerlerine göre daha kapalı bir mayo ile girmişti denize. Bu kıyafete de alışıldık şekilde haşema deniyordu. Çünkü o kadın Beyaz Türklerin sevmediği, nefret ettiği Zenci Türkler’dendi. Beyaz Türklere göre yanlış yapmıştı kadın. Hapis olarak kalması gereken evinden çıkmış ve normal bir insan gibi denize girmişti. Zenci Türkler bunu asla yapamazdı. Hayvanların bile denize girmeye hakları vardı ama bu kadının denize girmesi imkânsızdı. Nasıl girebilirdi ki? Bu kadın cahil, gerici, yobaz, örümcek kafalı, soykırımı hak eden Zenci bir kadındı… İyi ki geçenlerde büyük dahi Cemil Meriç’in kızı sayın Prof. Dr. Ümit Meriç’i de haşemasıyla birlikte denize girerken görmüştük. Yoksa denize haşemalı girenlerin her türlü rezil sıfata layık olduklarına neredeyse inanacaktık. Yoksa yeni bir soykırımın fitilini ateşleyecek saldırılarda bulunacaktık haşemalı bayanlara karşı… Sonra da medeni bir insan olarak kalmaya devam edecektik… Halbuki deniz kimsenin malı değildi. Deniz Allah’ın bütün kullarına verdiği ortak kullanılacak bir nimetti. Zenci Türklerin kendileri gibi düşünmeyenlere baskı yaptıklarını iddia eden zihniyet bir kere daha iflas etmişti… Zenci Türkler hiçbir zaman baskı yapan değil, her seferinde beyaz Türkler tarafından aşağılanan, özgürlükleri kısıtlanmaya çalışılan, kıyafetlerine varana kadar her türlü tacize maruz kalmaları normal kabul edilen örümcek-bidon kafalı, göbeklerini kaşıyan garip yaratıklar olarak kabul edilmişlerdi. Örneğin bir bayan yazar, bir haber sitesinde haşemalı bayanlar hakkında her türlü hakaret tohumunu saçmıştı ortalığa… Belki de o haşemalı bayana saldıran kadın da bu yazıdan etkilenmişti, kim bilir? Yazar, haşemalı bir bayanın denizden çıkışını öyle şehvetli ifadelerle resmetmişti ki, erkeklerimiz bile böyle şehvetli tasvir edemezlerdi durumu. Üstelik bu ifadeleri okuyanlar, bir kadının diğer bir kadın hakkında nasıl bu kadar şehvetli düşüncelere sahip olabileceğine ağızları açık bir şekilde, belki de ömürlerinde ilk defa şahit olacaklardı.. Erkeklerin bile aklına gelemezdi bu tür tasvirler. Çünkü bizim namuslu erkeklerimizin denizden çıkan haşemalı kadınların vücutlarına hayvanca heveslerle bakmayacağı belliydi… Hem haşemalı kadın hakkında bunları düşünenler, bikinili ya da mayolu kadınlar hakkında neler düşünmezlerdi ki? O kadının kıyafetinden önce eğer gerçekten varsa, kadınların bedenlerini taciz eden bu sapkın düşünceleri eleştirmeli değil miydi bu bayan yazarımız? Bu magandaları haklı bulmak yerine, onların bakışlarındaki tatminsizliği, sapkınlığı yanlış bulsaydı daha doğru değil miydi? Sanki bikinili ya da mayolu kadınlara hiç kimse bakmıyormuş, bu kıyafetler erkeği, hele maganda tabir edilen erkekleri hiç cezp etmiyormuş gibi, tek suçu kapalı bir kıyafet giymek olan bir hanımı adeta bir porno yıldızıymış gibi resmedebiliyordu yazar… Buna karşılık bikinilileri ise övüyordu. Açık bir inanç, ideoloji, insan, ırk ayrımcılığı örneği değil miydi bu? Holokost öncesi Yahudiler için de benzer davranışlarda bulunmuştu Naziler. Sanki kendilerini, dünyada sadece kendileri gibi düşünen insanların var olduğuna inandırmıştı bu insanlar. Başka düşünce ve kıyafetlere yaşam hakkı olamazdı. Halbuki Türkiye’deki kültür farklılıkları Hindistan’dakine nisbeten yüzde bir bile değildi. Açıkça söyleyeyim ki asla umutsuz değilim. Beyaz Türkler tarafından umarsızca işlenen bütün bu insan hakları ihlalleri bir gün son bulacak. İnsana, insanlığın en güzel meyvesi olan kadınlara yapılan bu hakaretler, aşağılamalar, baskılar bir gün son bulacak… Yaptıkları bu yanlışlardan dönecek bir kısım Beyaz Türkler. Zenci Türklerin de kendileri gibi insan olduklarını anlayacaklar… Zenci Türkler, onların bu gerçeği anlamasını sabırla bekleyecek… Belki de dönüp özür dileyecekler bayanlarımızdan, erkeklerimizden ve çocuklarımızdan. “O günlerde çok yanlış düşünmüşüz. İnsan olmanın ne demek olduğunu anlayamamışız. Kendimizi ise kast sisteminin en üst basamağındaki imtiyazlılar sınıfı olarak görmüşüz… Kendimize, çocuklarımıza, kadınlarımıza layık görmeyeceğimiz her türlü aşağılamayı, hakareti, baskıyı sizler için uygun görmüşüz. Bunu şimdi anladık. Aslında hepimiz eşitmişiz. Çok özür dileriz.” diye haykıracaklar belki de gözyaşları eşliğinde.. Böyle düşünenler ve yaptıkları zulümlerden pişman olanlar elbette maşeri vidanda affedilecekler ve yüreklerimizde güzel bir makam kazanacaklar. Bir daha oradan hiç çıkmamak üzere dualarımızda ve hayallerimizde en tatlı hatıralarla yaşayacaklar. Birbirimizin sevgisiyle, aşkıyla, inancıyla sonsuza dek yaşayacağız. Özgürce, dostça, kardeşçe yaşayacağız birlikte. İnsanca yaşayacağız… Hakaretlerinden, zulümlerinden ve aşağılamalarından dolayı pişman olmayanlar da olabilir elbette. Hâla kendilerini en üstün, kendileri gibi düşünmeyenleri ya da giyinmeyenleri aşağılık birer mahluk gibi kabul edenler olabilir. Kadınlarımızın haşemalarına, iç kıyafetlerine, başörtülerine ya da çarşaflarına halen nefretle ve hakaretle saldıranlar elbette var olabilir. Zenci Türkler sonuna kadar sabretmeye devam edecekler. Bu fevri saldırılara karşı kendileri asla şiddet ya da kuvvetle mukabele etmeyecekler. Sabırla bekleyecekler. Satır satır kaydedecekler kendilerine yapılan haksızlıkları. Asla unutmayacaklar. Belki çok yakında kurulacak bir “Türkiye İnsan Hakları Mahkemesinde” arayacaklar haklarını. İnsanlığın onurunu, şerefini, haysiyetini inciten hangi uygulama, söz, davranış varsa bu mahkemelerde masaya yatırılacak. En ufak insan hakkı ihlallerinin bile karşılığını bulacağı adil mahkemeler olacak. Herkes eteğindeki taşı dökecek ve ak kara ortaya çıkacak… Bikiniliye hakaret edenler de, haşemalıyı aşağılayanlar da yargılanacak bu mahkemede. Beyazlara küfredenler de, zencilere saldıranlar da gerekli cezaya çarptırılacaklar. Adalet ve hukuk bir zümrenin hakkını değil herkesin hakkını koruyacak. Hiçbir yanlış, hiçbir zulüm unutulup es geçilmeyecek… Şimdi ne gerek var bir Hitler, Stalin, Mussolini ya da Firavun gibi “insanlık düşmanı” kabul edilmeye. O gün yargılanmadan, bugün yargılayalım kendimizi vicdanımızda. Empati yaparak, ezdiğimiz, aşağıladığımız ve üzdüğümüz insanların farkına varalım. Onlardan özür dileyelim… Zenci ya da Beyaz herkimse, onların bizim gibi olmak zorunda olmadıklarını anlayalım. Onları oldukları gibi kabul edelim. Eğer bunu yaparsak, çevremizdeki olaylara adaletli bakmayı öğrenirsek, kimseye hakaret etmeyiz ve kimseyi de aşağılamayız. Er geç gideceğimiz sonsuzluk mahkemesine de kul hakkıyla gitmemiş oluruz. Zenci beyaz, hayvan bitki, kadın erkek, anne çocuk, Budist Müslüman, ateist dindar hatta canlı cansız fark etmez. Herkesin ihlal edilmemesi gereken bir hakkı, bir hukuku vardır. Hepimiz demiyor muyuz, Allah her türlü günahı affeder ama kul hakkını asla. Bir düşünün bakalım. Sorumsuzca eleştirdiğiniz, hakaret ettiğiniz, denizde saldırdığınız o haşemalı kadın size hakkını helal etti mi? Peki ya o haşemalı kadın ve onun gibi hakaret edilen, aşağılanan milyonlarca Zenci Türk, haklarını helal etmezlerse, o dönüşü olmayan yolun mahkemesinde ne yapacaksınız? Yargılanacağınız dünyevi İnsan Hakları Mahkemesinden önce bundan korkmanız lazım… Hadi diyelim sonsuzluktaki bu mahkemeye de inanmıyorsunuz. Vicdanınızdaki mahkemede yargılayın kendinizi, korkmadan, kaçmadan iç sesinizden... Empatiniz savcınız olsun, nefis avukatına karşı. Ezdiklerinizin, aşağıladıklarınızın yerine koyun kendinizi. Yanlışlarınızı fark edeceğinize adım gibi eminim o zaman.. Bu da fayda vermezse ve yüreğinizde merhamet namına hiç bir hareket oluşmuyorsa hakaret ettiklerinize karşı ne diyebilirim artık? İnsan olmanın ABC'sini talime yeni baştan başlayın o zaman... Muhakkak bir yerlerde, bir şeyi yanlış öğrendiğinizi fark edeceksiniz...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |