Sevginin bulunmadığı yerde us da arama. -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Serdar, Mustafa, Ali ve Ahmet’ di adları. Belki de birbirlerini hiç tanımıyorlardı. Onların en önemli ortak yanları, Adana’da bir idam sehpasında can vermeleri oldu. Döneminin daha güzel, refah içinde mutlu bir yurt ve dünya kurma özleminin yansıması olarak; onların da ütopyaları, daha yaşanılası bir ülkeydi. Dördünün de umutları, hayalleri, beklentileri vardı. Ortak düşünceleri; barış içinde, kardeşçe, eşit, özgür, adil, insana yakışan bir düzendi belki de. Ancak gençliklerinin verdiği coşku, heyacan, ve içinde bulunulan ortamın etkisiyle; ölüm, yaralama gibi çeşitli suçlar işledikleri ve yasadışı olaylara karıştıkları iddiasıyla Sıkıyönetim mahkemesinde yargılanırlar. Çok hızlı ve kısa süren mahkeme duruşmaları, idam kararıyla sonuçlanır Böylece hayatları darağaçlarında noktalanır. Bu dört genç hayatlarının en güzel yıllarında sabah vakitlerinde alacakaranlıkta, sonsuz bir yolculuğa uğrulandılar. Uğurlayanlardan biri yıllar sonra yaşadıklarını, gördüklerini gazeteci Akın Bodur’a anlattı, elinde ki belgeleri mektupları verdi. O’da bu anlatılanların ve belgelerin doğrultusunda araştırdı, inceledi, yazdı ve bir ağıt çıktı ortaya. 2010 yılı Eylül ayında Doğan Kitap tarafından yayınlanan, kitabın adı: “12 Eylül Karanlığında ‘Dört İdam Bir Tanık’” Kitabın önsözüne gazeteci Nail Güreli; “Acılı bir dönemden ibret dolu kesitler sunan bu kitap tarihe tanıklık ediyor.” diye yazmış. Kitabın yazarı Akın Bodur’da sunuş yazısında, “Belki de ilkokula giden küçük bir öğrenci olmanın avantajını yaşadım; ezilen bir kuşağa dahil olmamak adına…” demiş. Bu ifade bana, J. Mauro De Vasconcelos’un çok okunan ve sevilen kitabı “Şeker Portakalı” isimli kitabındaki; “Bir çocuk yüreği unutur ama asla affetmez…” cümlesini hatırlattı. Kenan Evren, o yıllar da demişti ki; “Yaptığımız bu müdahalenin etkisini 25 yıl sonra göreceksiniz .” İdam edilenlerden Sedar Soyergin, ailesine yazdığı son mektubunun bir yerinde: “…cuntanın amacı devrimci mücadeleyi söndürmek ve cunta yönetimini ABD’nin seçtiği sivil yönetime devretmektir…” diyor. O dönemde yaşanılanlar ve olup bitenler ve bugün yaşanılanlar 12 Eylül düzeninin kendisini yeniden üreterek ve pekiştirerek devam ettiği savını doğrular niteliktedir. Kitap 12 Eylül 1980 sonrası dönemde Adana’da idam edilen; Serdar Soyergin, Mustafa Özenç, Ali Aktaş ve Ahmet Kerse’nin, hücrelerinden alınıp idam sehpasına götürülüşlerini, ailelerine yazdıkları son mektupları, son istekleri, ailelerinin ve arkadaşlarının anıları, infaz tutanakları ve mezarlarını anlatmakta. 80 sonrası, 517 kişi idama mahkum edilmiş, bunlardan 50’sinin cezası infaz edilmiş. İşkenceler, fena muameleler, acılar, hüzünler,korkular, idamlar kitap okundukça, sayfalarını çevirdikçe sanki yeniden canlanıyor. Kitap bir döneme ayna tutuyor, tanıklık ediyor, yarınlara taşıyor. 12 Eylül dönemini anlatan pek çok kitap yayınlandı. Bunlar ya bu acıları yaşayanlar ya da yapanlar tarafından dile getirildi. İlk defa ortada duran, taraflardan biri olmayan, ancak olaylara tanıklık eden, gözlemleyen bir görevlinin açıklamaları ve muhafaza ettiği belgeler doğrultusunda; nesnel, gerçek belgelere dayanarak bir kitap olarak ortaya çıktı. Kitabın yazarı Akın Bodur, tarafsız, bir gazeteci titizliğiyle, ideolojik ve duygu sömürüsü yapmadan, arı duru bir şekilde salt gerçeği olduğu gibi tanığın anlatımları doğrultusunda ortaya koymuş. Okuyucuyu ağlatmadan, kahretmeden, sızlatmadan; “ne ise o” demiş, konuşmuş, araştırmış, yazmış, derlemiş, toplamış ve zamana tanıklık eden bu eser ortaya çıkmış.12 Eylül infazları bugün günümüz Türkiye gerçeğine de ışık tutuyor büyük ölçüde. O dönemi yaşayan sayısız insan, şöyle veya böyle o dönemde yaşanılanlardan nasibini aldı ve almakta. Kimi idam edildi, kimi tüm kamu haklarından mahrum edildi. Kimi fişlendi, damgalandı. O dönemde işkence görenler ve yakınları, acı çekenler günümüzde de bir şekilde yön ve biçim değiştirmiş bir acının girdabında çalkalanmaktadırlar. 1980 - 83 sürecinde Adana 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinin kararıyla idam edilen bu dört genç insandan üçü sol, biri sağ görüşlü mahkumun infaz öyküsü, tarihin bilinmeyen kuytu köşelerinden çıkarılıp gün yüzüne çıkarıldı. Gerçekler ortaya çıktıkça tarih yeniden yazılacaktır. 20 Ağustos 1981’de gecenin üçünde Adana Cezaevinde idam edilen Mustafa Özenç’in “O Büyük Gün Geldiğinde” isimli cezaevinde yazdığı şiirin bir bölümünü aşağıya alıyorum: "O büyük gün geldiğinde ben kimbilir kaç yıldan beri ebedi yatağımda toprağın derinliklerinde sonsuz bir uykuda uyuyor olacağım fakat alınca ne zamandır beklediğim haberi uyanıp, sesimi kimse duymadan o büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla kara toprağın altından, ben de haykıracağım. unutup geçmişte kalan acı dünü ….. adımın yazıldığı taş bile yıkılsa da kalmamış ta olsa şu dünyada mezarım hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma o müjdeyi ben doğadan alacağım
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © kemal düz, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |