Yaþamýn tanýmý yoktur. -Halikarnas Balýkçýsý |
|
||||||||||
|
Çok kültürlülük “… (multiculturalism) kavramý ilk kez 1957 yýlýnda kullanýlmaya baþlanmýþ. Kavramý ilk kullanan New Mexico’lu bir eðitim uzmaný olan Edward A.Medina. Medina, çok kültürcülüðü sonradan anlaþýlacaðý manada baþarýlý bir þekilde bir arada yaþamanýn anahtarý olarak sunuyor ve çok dillilik ile birlikte kullanýyor. Yani çok dilli ve çok kültürlü bir toplumun barýþ içinde bir arada yaþamasý için….” [1] sosyal, akademik ve siyasî plâtformlarda kabul görmüþtür. Dünya’ da eski Sovyetler Birliði, Afganistan, Irak, Lübnan gibi ulus devletler ve bunlarýn benzerleri bir çok ulus devletteki belirleyici zümre, azýnlýk konumundaki diðer gruplara karþý yürüttüðü baskýcý ve asimile edici politikalarla kanlý çatýþma ve uzun savaþlarýn yaþanmasýný ortaya çýkarmýþtýr. Yeryüzünde çok kültürlülüðün en doðru þekilde Osmanlý Devleti sýnýrlarý içinde yaþandýðý gerçeði, uluslararasý akademik ve siyaset plâtformlarýnda ittifakla kabul edilen bir gerçektir. Özellikle Fatih’ in Ýstanbul’ u fethi ile beraber, Ýmparatorluk coðrafyasýnda Müslümanlar, Rum, Ermeni, Yahudi v.d.etnik toplumlarla asýrlar boyu adalet içinde ve kardeþçe yaþarlar. Osmanlý’ nýn, kendisinden farklý olan kimliklere hayat hakký tanýma ve onlarla birlikte yaþama deneyimi, günümüzde de, farklý kültür ve kimlikler arasýnda yaþanan çatýþmalarýn bitirilmesinde hazýr çözümler sunmaktadýr. Batý’ nýn çoðulculuk ( pluralism ) adý verdiði demokratik sistem, modern zamanlarda geliþmiþ bir olgu olmasýna raðmen, hâkim kültürlerin azýnlýk kültürler üzerindeki baský ve dayatmasýný ortadan kaldýrmaya yetmemiþtir. Ne zaman ki, dünya konjonktürü gereði ve geri kalmýþlýktan kurtulmanýn verdiði panik ile birlikte, Ýmpararatorluk’ ta 19. Yüzyýlýn ortalarýna doðru modernizm adýmlarý atýlmaya baþlanýr ve bu büyü bozulur. Ýlerleyen dönemlerde, Ýmparatorluk þemsiyesi altýnda Balkanlar. Ortadoðu ve Kafkas’ larda yaþayan bir çok etnik unsur “ ulus ” culuk adýna Osmanlý’ dan bir bir koparlar. Cumhuriyetle birlikte , Türkiye coðrafyasýnda mevcut etnik ve mezhep yapýlarýnýn, “ millî kimlik “ üst kimliðinde sentezlenme düþüncesinin pek baþarýlý olduðu söylenemez. Bunun en önemli göstergesini, on yýllardýr Türkiye gündemi meþgul etmekte olan “irtica “ ve “ kürt “ sorunlarýnda yaþayarak görüyoruz. Anayasal çerçevede çizilen “ Türk “ kimliðindeki dayatmalar, bu kimliðe uyum saðlayamayan gruplarýn ötekileþtirmesi ile, sosyal, siyasî, ekonomik ve kültürel eþitsizlikler, beraberinde sosyal ve hukuki sorunlar getirecek, bu da toplumda derin çatlaklarýn ortaya çýkmasýna sebep olacaktýr. Ulus-devlet inþa edilirken, Cumhuriyet elitinin hedefi, toplumu tek boyutlu kimlik üzerine temellendirmek olmuþtu. Bunun için de, özellikle Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý oluþturulurken, bu kurumun ekseni, Devletçe törpülenmiþ yekpare, tek parça ( monolitik ) bir sünnî anlayýþ üzerine kurgulanýr. “… Diyanet eliyle bir tür devlet dini yaþatýlmaya çalýþýlýrken bu durum bir müddet sonra dinin kendi doðal ortamýnda açýlýmlarýný, entelektüel verimlerini üretmesini engellenmiþtir. Bugün aslýnda birer tarikat sayýlmasý gereken Alevi-Bektaþiliðin bir mezhep hatta yarý bir din gibi algýlanmasý böylesi bir yapay kültür ve dini hayat ortamýnýn kafa karýþýklýðýndan beslenmektedir. Öte yandan dini deforme etmeye yönelik uygulamalar alabildiðine teþvik edilirken, irtica kampanyalarýna vesile sayýlan kimi dini uygulama ve anlayýþlar ise rejim sorunu sayýlabilmektedir. Din son dönemde olduðu kadar hiçbir zaman bu topraklarda tek boyutluluða indirgenmemiþtir…” [2] Son otuz yýldýr, inanç, mezhep, dil ve etnisite baðlamýnda izlenen devlet politikasýnýn karþýlýðýnda, ülkenin belli bir kesiminde baþlayýp, bu gün neredeyse yurt sathýna yayýlan terör, üniversiteler ve “ kamusal “ olarak belirlenen alanlardaki “baþörtüsü “, sayýsýz partinin kapatýlma gerekçesi olan “ irtica “ gibi hukuk dýþý uygulamalara sebep olur. Bu dayatma sonucunda, toplum genelinde, kendilerini belli bir kültür ile özdeþleþtiren kiþi ve cemaatlerde, kendileri gibi olmayanlara karþý potansiyel bir husumet kültürü oluþur. Öyle ki, günümüzde gerek lâikçi , gerekse lâikçi olmayan kesimler büyük þehirlerde, sadece kendileri gibi giyinip, ayný hayat tarzýný benimseyenlerle bir arada yaþayacaklarý kapalý alanlar oluþturduklarýna þahid oluyoruz. Meselâ; Antalya Lara’da bulunan sitenin giriþine asýlan tabelada burasý : “Atatürkçü, laik demokratik insanlarýn yaþadýðý bir site” olarak tanýmlanmaktadýr. Bu durum da iþin geldiði noktanýn ne kadar trajikomik olduðunu bütün çýplaklýðý ile ortaya koyuyor. Bütün sosyal farklýlýklarýmýza raðmen, millet olarak bir arada, iç içe yaþayamadýðýmýz için de, bunun bedelini, baþta terör olmak üzere çeþitli olumsuzluklarla ödüyor ve her gün bir öncekinden daha fazla olarak birbirimize yabancýlýþýyoruz. Her ne kadar demokrasimizin baþlangýç yýllarý olan 1950-1960 arasýndaki on yýllýk dönemde, devletin kuruluþ döneminde oluþturduðu yeni millî kültür politikasýnýn yol açtýðý rahatsýzlýklar, yeni hükümet tarafýndan giderilmeye çalýþýlmýþtýr. O dönemdeki sosyal hareketlere baktýðýmýzda gerek etnik, gerekse inanç farklýlýklarýný temsil eden kitleler arasýnda kayda deðer her hangi bir olay yaþanmaz. Bunun yerine, cumhuriyetçi – demokrat olarak ifade edebileceðimiz siyasi bir ayrýþma ortaya çýkar. 1957 seçimlerinden sonra bu siyasî rekabet iyiden iyiye bir siyasi savaþa dönüþür. Bunun sonucunda ordu içinde “cumhuriyetçi ” siyasi muhalefet paralelinde oluþan bir bir cunta 27 Mayýs 1960 günü yaptýðý darbe ile ülke yönetimine el koyar. Askeri diktanýn oluþturduðu “ Kurucu Meclis “ ve cuntanýn emrinde oluþturulan sözde mahkeme ve Üniversite Hocalarýna sipariþ edilen “ Anayasa “ ile siyasi ayrýþmalar tam anlamý ile bir düþmanlýða yol açacaktýr. Demokrasiye yeniden geçiþ öncesi hazýrlanan 1961 Anayasasý ile getirilen hükümler sonucunda, toplum kendisine sunulan yeni yeni ideolojik ve siyasî oluþumlarla karþý karþýya kalýr. Toplum önüne gelen siyasî, ideolojik ve dinî akýmlar karþýsýnda ister istemez ayrýþma ve husumetlerle karþý karþýya kalýr. Özellikle de milliyetçi ve komünist düþünceler toplumu tam ortasýndan iki büyük parçaya ayýrýr. 12 Mart 1971’ de yeni bir askeri müdahalenin ana gerekçesi olan bu rekabet artýk “ saðcý- solcu “ etiketleri ile belirlenecektir. 1971-80 yýllarýnda toplumun siyasi yapýsýndaki saðcý-solcu kavgasý, kavga olmaktan çýkarak, neredeyse hergün iki taraftan da onlarca insanýn kayatýný kaybedeceði bir savaþa dönüþür. 12 Eylül darbe cuntasý, ülke yönetimine el koyduðu gün bu savaþ býçakla kesilircesine sona erer. Ancak, darbe yönetimi o günlerde, ülkede “ Kürt “ olarak tanýmlanacak bir ýrk olmadýðý, aslýnda o bölgedeki Türklerin karda yürüken çýkardýðý “ kart-kurt “ seslerinden dolayý , kendilerini “ kürt “ olarak tanýmladýklarý ve “ Vatandaþ Türkçe Konuþ “ gibi saçma argüman ve kampanyalar ile, “ Dersim “ olaylarýndan takriben 40 yýl sonra kapanmýþ bir yarayý yeniden kaþýr. Bu uygulama, iç ve dýþ etkenlerden de güç alan bir grubun ekmeðine yað sürer ve çeyrek asýrdýr ülkenin baþýna belâ olacak bir terör örgütünün yeþermesi ve geliþmesine öncülük eder. Günümüze geldiðinde bu ülkenin 40.000’ e yakýn insaný telef olur. Millet olarak PKK belâsý ile uðraþýrken, bu yetmezmiþ gibi bir de,28 Þubat 1997 postmodern darbesi , o dönemin siyasi aktörlerine milletin önemli bir kesimi üzerine uygulattýðý sindirme politikasý ile lâik-antilâik ayrýþmasýný ortaya çýkarýr. Netice itibariyle ; toplum olarak kültür farklýlaþmalarýndan dolayý , gittikçe erozyona uðrayan toplumsal iliþkilerin yeniden iyileþtirilmesi için, birbirimizi, ýrk, inanç, giyim kuþam , ideolojik kimlikler sebebiyle ötekileþtirmeden tanýmaktan baþka bir çare yoktur. “… Çoðulcu toplum projesinin sanýlanýn aksine farklýlýklarla birlikte olmak, farklýlýklarý tanýmaktan çok farklýlaþtýrmayý önceleyen model oluþuyla öne çýktýðýnýn altýný çizmek gerekir. Farklý olanla bir arada olmak kiþinin/toplumun kendisinin varlýðýný idrak etmesine imkan verir. Ötekileþtirmeden öteki ile bir arada olabilmek onun ve kendisinin varlýðýný idrak etmesine kapý aralayabilir…” [3] Çünkü demokratik bir Cumhuriyetin olmazsa olmaz kuralý , toplum genelinde ýrk, dil, din ve cinsiyet ayrýmýnýn yapýlmamasýdýr. Bu ilkelere uyulmadan toplumsal barýþý tesis etmek de , hayalden baþka bir þey olmayacaktýr. Bu özlemin gerçekleþtirilmesi için de, baþta iktidar olmak üzere bütün siyasetçiler, medya, üniversiteler, sivil toplum kuruluþlarýnýn gündem önceliklerini buna yöneltmeleri gerekiyor. Bunu yaparken de Müslümanlýðýn, bu toplumun ortak kimliðini belirlemede en vazgeçilmez ortak payda olduðunun göz ardý edilmemesi ve toplumun Ýslâm üzerinden geliþtirdiði tarihi birikimden azami derecede yararlanmak, sorunlarýn çözümünü kolaylaþtýracaktýr. DÝ PNOTLAR : 1 A. Nuri YURDUSEV “ Ýflas Eden Çok Kültürcülük mü Yoksa Almanya mý? “ Zaman Gazetesi, 2 Kasým 2010 2 Akif EMRE, Çok Kültürlülük ve ‘ Çok Ýslâmlýlýk ‘, Yeni Þafak Gazetesi, 6 Nisan 2004 3 Akif EMRE, Çoðulculuk: Farklýlýk ya da farklýlaþtýrma, Yeni Þafak Gazetesi, 11 Kasým 2010
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroðlu, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |