Düşünce dilden, dil düşünceden doğar. -Platon |
|
||||||||||
|
Üstelik onların mutsuz olduğunu düşünürken bir de çeşitli senaryolarla o yaşama çözüm üretmeye çalışıyormuşum. Önümde yürüyen kedinin, o köpeğin mutsuzluğundan bananeymiş. Havada uçan martıların, diğer kuşların açlığından sana ne diyordu doktor. Kamyonu kullanan o insana niye ayı gözüyle bakıyormuşum, o da bir insanmış. Dediğine göre bütün bunlar hayatın olağan akışıymış. Sen de kendini o akışa bırak, sal gitsin, nereye gidecekse gitsin be kardeşim, bu ilaçları kullandığımda da sorunlar yavaş yavaş azalırmış" diyordu. O gün kendimi çok mutlu hissettim.... Koskoca bir ayın sonunda nihayet evden çıktım. Semtte birkaç tur attıktan sonra şehir merkezinde dolaşmak iyi bir fikirdi. Aksaray, Sultanahmet, Eminönü falan filan diye düşündüm. Bu arada Sahafların kutsal kitap çarşısında birkaç dergi, roman almak da iyi bir fikirdi. Neşe içinde yürüyordum. Herkes gibi gökyüzünün maviliğine sevinçle bakıyordum. Ağaçlara, apartmanlara, balkonlara, asılı çamaşırları bir süre seyrettim. İşte martılar yine çatılarda uçuyordu. Haliç'ten buralara bazen dinlenmek için gelir zavallı martılar. Bazende gagalarında ki ekmek parçaları, simit artıkları küçük bir yağmur gibi sokağa, üstümüze yağar, durur... Sokağın bir köşesinde duran çöp konteynırlarının başında üşüşen kedilere, köpeklere büyük bir sevgiyle baktım. İşte hayat yine devam ediyordu. Sokağın arasında fırlayan belediyenin çöp kamyonunu görünce durdum. Zavallı adamlar telaş içerisinde koşturuyordu. Hırpani tipli, kirli sakallı, fırça bıyıklı çöpçülerin görüntüsü hiçte iç açıcı değildi. İşte emekçiler diye düşünürken bir ay sonra taksim meydanındaki yerimi kesinlikle almaya karar verdim.... İnsan gerçekten dikkatli bakarsa yaşama çok şey görebiliyormuş. Çöpçülerin gayretli mücadelesini görünce de gerçekten önemli bir mesleği icra ettiklerinin farkına ancak varabildim. Üstelik kırk yaşından sonra. İnsanların pisliğini temizlemek gerçekten kutsal ve yüce bir görevdi. Semtin ana çarşısında yürürken gülümsüyordum. Kahvehanenin kapısından içeri girdiğimde bizim serseri Selim'i kağıt oynarken gördüm. Yanına oturduğumda morali çok bozuktu. Çayımı içerken bana dert yanıyordu. "Yüz liradan fazla kaybettim, harbiden işim çok zor, yandık anasını satayım. Sen ne iş he uzun süredir gözükmüyorsun?" diyordu. Kızgınlıkla ayağa kalktım. "Bozuk plak gibi yaşamımız var Selim, tekrar tekrar çal dur.Benden uzak durun" derken ayağa kalktım yürüdüm. Selim arkamdan tuhaf bir şekilde bakarken kirli sakallarını karıştırıyordu. Semtimizin en büyük marketinin önünden geçerken onu gördüm. Bana el sallıyordu. İlk sevgilim sayılırdı Muazzez. El işaretiyle sonra uğrayacağımı belirtsem de ısrarları karşısında içeri girdim. "Hayrola gözükmüyorsun" derken bir eliyle bana personel panosunu gösterdi. Bak bu ay da ay'ın en iyi elemanı ben seçildim diyordu. Kendisini öperek bu haklı başarısını tebrik ettim. Takıldığı sevgilileri arkadaşları olsa da onunla belli zamanlarda yine görüşürüz. Bu buluşmalarda da onu, ara sıra becerirdim. Tabii ki karşılıklı sevgiliye dayanan bir ilişkimizdir bu durumlar. Yine yakın bir tarih belirledikten sonra minibüs durağına geldim. Birkaç minibüsü es geçtim. İnsanlar sanki ayakta yolculuk yapmak için çırpınıyordu. Karamsar birkaç düşünce belki de buhranımı tetikliyordu. Uzun yılların minibüs yolculuğunun tecrübesi, üstelik çilesi belki de yıldırmıştı. Sakin, temiz bir minibüs geldiğinde adımlarımı attım. Arka dörtlüde üç bayan, diğer koltuklarda tek tük yolcu arasında bir bayanın yanına oturdum. Minibüs şoförü de eskilerin psikopatlarına benzemiyordu. Orta yaşlı tombul, pembe yanaklı şoför gaza basarken dahi itinalıydı. Arka koltuğunda oturan iri yarı adamın ara sıra öksürükleri rahatsız etse de bu yolculuk, iyi bir yolculuk sayılırdı. Yanımda oturan genç bayan ile haliyle karşılıklı tebessümde bulundum. Boyu posu güzeldi. Şanslı sayılırdım. Bayan da çok mutluydu. Bir koltukta böyle uyumlu iki yolcu bulmak hele bu günlerde gerçekten bir mucizeydi. Bunun etkisinde olacakki o sağa ben sola bakarken farkında olmadan birbirimize bakıyorduk. Ben onun saçlarını incelerken, o da benim yeni aldığım ayakkabıya bakıyordu. Kılık kıyafet, görüntü uygundu. Arkadaş olma şansımız acaba olabilir miydi? Neden olmasın ki? Bu konularda tabii ki medeni cesaret sayılırdı. Bir yakınımız bunun en güzel örneği olmuştu. Belediye otobüsünde tanıştığı bayanla evlenmişti. Bu minibüste Allah göstermesin bir kaza olsa beraber ölmek varken madem beraber evlenmek neden olmasın ki? İkisi de sonuçta kader gibi diye düşündüm. Sadece uyum meselesi. Gönül bu... Ara sıra ensemi tükürüğe boğan o insan, o hayvan herif ister istemez mutlu sahnemizi bozuyordu. Vatan caddesinde minibüs durduğunda çok yaşlı bir teyze iki yakının yardımıyla yürürken trafik kilitlendi.Bir karınca misali yürüyordu zavallı teyze. Yolcuların nefreti gözlerinden okunuyordu. Bir dakika sonunda üç dakikayı bulduğunda arkadaki onlarca araç da son gücüyle kornaya basıyordu. Zavallı teyze bu yaşlı haliyle bu ilkel toplumda hızlı giden yaşamı farkında olmadan sabote mi ediyordu?Farkında değil miydi? Birden kendime geldim. Başımı çevirdiğimde göz göze geldik. Yine o güzellik. Arkadaşlık teklif etsem mi acaba diye yeniden düşündüm. Kesinlikle emindim o da bunu bekliyordu.Acaba onuda bir yerde becerebilirmiydim... Tüm cesaretimle düşünürken belki de korkudan titriyordum. "Beyefendi müsaade ederseniz inmek istiyorum" dediğinde yüz ifadesi sanki bir dramı yansıtıyordu. Adeta yirmi yıl süren bir aşkın acısını okudum yüzünden. Niye o teklifi yapmadım diye benimi suçluyordu? Ayağını ayağıma sertçe sürterken vücut dili de konuşuyordu. Üzgündüm tabii ki. Aksaray minibüs durağından indiğimde şok geçirmiş bir haldeydim. Demek ki mutluluk, sevinç, hüzün, keder hemen her şey insanın elinde, bilakis hayallerindeymiş. Ama bunların gerçekleşmesi için de mutlaka bir insan gerekiyormuş. Hele de bir erkek için böyle mükemmel bir dişi şartmış. Minibüs durağının yanında duran gazete bayisinin önünde dergileri inceledim bir süre. Spor, oto, pop, top 10 dergileri arasında bir türlü bulamıyordum. Adam "Ne arıyon gardaş?" diye sorduğunda, "Edebiyat dergileri yok mu Notos falan filan" dedim. "Yok hemşerim Notos motos" derken kızgındı. Meydana yaklaşırken birkaç bayiye daha sordum. Yoktu. Koskoca Aksaray meydanında hiçbir bayide edebiyat dergisi yoktu. Meydanda bir grup gördüm. Kırmızı, sarı bayraklı filamalar vardı. Özgürlük, eşitlik pankartları sağa sola, direklere, ağaçlara asılıyordu. Çeşitli sol örgütlerdi anladığım kadarıyla. Büyük bir pankartın önünde durduğumda yüzlerce isim okumaya başladım. Çeşitli F tipi cezaevlerinde yatan siyasi mahkumların hastalık durumları, açlık grevleri ve yaşadıkları kötü şartlar, rakam olarak bir liste halinde yazılıydı. Yoldan geçen insanlar ise değil pankartlara bakmak, adeta yangından kaçarcasına uzaklaşıyordu. İstanbul'un eski Topkapı Otogarı haline dönüşen Aksaray meydanındaki insanların görüntüsü de bir vahimdi.Geçmiş yıllarda eski bir şarapçı abimiz söylemişti...Aksaray da Beyoğlunda dolaşan har iki insandan biri mutlaka hırsızdır diye uyarıda bulunmuştu... Her zaman olduğu gibi seyyar satıcılar, hamallar, yankesiciler, faili meçhul tipler karınca misali kaynıyordu. Bu sefil yığınlar için bir diğerleri F tipinde ölmek üzere ama diğerlerinin umurunda bile değildi...Üzüldüm... Kimin için devrim, kimin için mücadele yapılıyordu bu meydanda. Nataşalar her zamanki halleriyle öğle uykusundan kalkmış otellerinden çıkıyordu. Akşam üzeride herhalde birçoğu bu azgın kalabalığa hizmette bulunacaktı. Fen, Edebiyat fakültesinden öğrenciler çıkıyordu.Uzun saçlı, keçi sakallı tipler... Belki de bu F tiplerinde yatanları belkide, bu maganda yığınlarını kurtaracak olan nesildi bunlar.Neden olmasın? Bir anda gurur duydum...Maganda abilerinin yapamadıklarını bunlar neden yapmasın ki? İnşallah birbirlerinden, barlardan fırsat bulurlar da bu memleketi kurtarırlar diye birkaç dua okudum. Nihayet üniversite önüne geldim. Kuşlar simitçiler, tek tük satıcılar ile ortalık sakin sayılırdı. Sahaflarda birkaç dükkan dolaştım. Ders kitaplarının yanı sıra dini kitapların arasında bazı bilim kurgu, polisiye romanları vardı. Bir öykü kitabı yoktu. Bir tezgahtar "Ömer Seyfettin uyar mı?" diye sordu. Bir üniversiteli fiyat sorunca adam kaç tane diye sorarken çevresini kontrol ediyordu. Bir tanesi on lira olur derken tezgah altından kitabı çıkardı. Yılların meşhur kitapçılar çarşısı şimdilerde korsan kitap pazarına dönmüştü. Sultanahmet'e doğru yürüdüm. Geçmiş yıllarda bir kitapevi vardı. Önünde durduğumda meşhur kebapçı tabelasını ve vitrindeki kebap çeşitlerini gördüm. Turist yığınları ise vitrin önünde bir hazineye bakarcasına gözleri açık bir şekilde et parçalarının resimlerini çekiyordu. Cağaloğlu dedim. Bab-ı Ali'de bulabilirim diye düşündüm. Buralarda terk edilmişti. Diyanet kitapevleri ve dini kitapevleri ortalığa hakimdi. Sonunda vazgeçtim. Bir turistten beter bir halde, hala İstanbul'da bir şeyler arıyordum. Dönüş için tramvaya bindiğimde o koku yine çarptı. İnsan yığınlarının kokusu. Güçlükle bir yere tutunurken birkaç turistin burunlarını tuttuğunu gördüm. Suratları, yüz ifadeleri çok acı bir şekilde ekşiyordu... Haliç'in bir zamanlar yarattığı dehşet koku şimdi toplu taşıma araçlarında hakimdi. Aksaray meydanına indiğimde polis yığınlarını gördüğümde şaşırdım. Az önceki grup Dtp'li vatandaşlarmış. Seçim kurulu protestosu varmış da haberimiz yokmuş. Çevit kuvvet iki kordon halinde onları ablukaya almış. Az önceki grubun sayısı da binleri aşmıştı. Yaşlı köylü kadınlar, 12 Eylül döneminin azılı militanlardan beter bir halde bağırırken, poşulu kar maskeli gençler de sahnede yerini almıştı. Büyükleri onları sakinleştirmeye çalışırken kralın askerleri de kalkanlarını, miğferlerini takmaya çabalıyordu. Minibüs durağı meğerse miting alanı olmuş. Az önce yürüdüğümüz kaldırım ise yasak bölge ilan edilmiş. İnsanlar panik halinde yine yangından kaçarcasına uzaklaşıyordu. Mitingcilerden bir grup kendi arasında tartışıyordu. Biri arkadaşına talimat verirken öfkeli. "Ara ulan şu korkak şerefsizi ara,bak buraya da gelmedi. Şimdi de işim var der." diyordu. Sanki bir haber kanalında canlı yayınına katılmıştık... Minibüse kazasız belasız binerken az da olsa rahatladım. Minibüs şoförü orta yaşlı, hacı sakallı bir adam. Başka sakallı bir yolcuya dert yanıyordu. "Yahu görüyorsun bunların yaptığı da iş mi? Ben de kürtüm kardeşim bana niye kimse bir şey demiyor." Minibüs hareket ederken güzelim varoş semtimizi düşünüyordum...Yanımda oturan ayı dikkatimi çekti...Ona tüm sevgimle bakmaya başladım...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |