Yok Bu Aşkın Sonu
"vallahi kim ne derse desin gücü yetmez ayırmaya aşkımıza inanmaya aşkımıza inanmaya herkes mecbur"
"Her yeni gün, hayatın içine gizlenmiş bir şiir; onu bulmak için sadece kalbini aç ve düşlemeye cesaret et."
"Her yeni gün, hayatın içine gizlenmiş bir şiir; onu bulmak için sadece kalbini aç ve düşlemeye cesaret et."
"vallahi kim ne derse desin gücü yetmez ayırmaya aşkımıza inanmaya aşkımıza inanmaya herkes mecbur"
Bıraktığın minik kedicik büyümüş, kendi ayaklarıyla koşturur olmuştu dilediği yöne. Gitmek istediği yönde sen yoktun. Yağmurlar da bitmişti zaten. Şimşekler çakmıyor, onu korkutmuyordu. Islak da değildi tüyleri. Çoktan vazgeçmişti bulduğu her sıcaklığı dost sanıp sarmalanmaktan. İnsanlar olgunlaşır, kediler büyürdü.
İnsanlar bazen yaşayacakları şeyleri önceden hissederlermiş , bedenleri ve ruhları o yaşayacakları olaya kendini hazırlarmış. Bunu bugün sen gittikten sonra ancak anlıyorum ve anlamlandırıyorum sevgilim ,bedenim ve ruhum sana hazırlanıyormuş
İçimde bir bahar ötesi hüzün
Mecnun’a Leyla’dan haber mi bilmem
Hangi gurbet sende bu hangi yüzün?
Meryemce düşlerin hazan mı bilmem
Sadece bir nefeslik ömrüm olsun sende,
Sadece bir hasretlik yerim olsun yüreğinde
Eskiden,çok eskiden kızıl güller açarmış her yerde.Uçsuz bucaksız ovaların,gökyüzüne uzanan kibirli dağların en güzel süsüymüş güzeller güzeli kırmızı güller.
Erkekler neden ‘huysuz ve tatlı’ kadınları hiç unutamadıklarını söylerler ve bu söylemlerinde ne kadar inandırıcıdırlar?
Yaşama merhaba denildiğinde her bebek ağlar;aslında insanoğlunun mendile ihtiyacı ilk doğduğu gün başlar ve herkes elleri tutmaya başladığı andan itibaren bebeklik gözyaşlarını silebilecek bir mendil bulabilme çabasıyla başlar hayat.
Aşkla dolar ve yine aşkla asilleşir insan kalıpları, sevdası çekildiğinde geriye kalan yalnızca bir ‘dara’ dır ...
Gözleri parkın girişinde, düşünceleri çıkmaz sokaklarda dolaşırken, serseri kurşun gibiydi yolunu bulamayan.
Belki sevinç götürmüşsündür gittiğin yerlere; oysa ben sensizken dönüş yolunu kaybetmiş yolcu ,denize veda etmiş balıkçı, rengini kaybetmiş kır çiçeği, her düğünde nişanlı, her cenazede ölü, her yağmurda sokakta gibiyim...
İşte…
Saat yine gece yarısını devirdi…
Yüreğimin acılarını mantığımın duvarları arasına hapsetmeye götüren kara trenim bugünkü seferine kalkmak üzere… Şöyle bir bakıyorum da; seni tanıdığım günden bu yana birkaç vagon daha arttı bu kara trenin uzunluğu. Daha bir yavaş gitmeye başladı üzerindeki yükün muazzam
Bir hayalin gerçekleşmesi... Ben İzmir’e geldim geleli yollara vurdum kendimi. Sokak sokak dolaşıyorum. Dilini çözmeye, ruhunu anlamaya, insanlarını tanımaya, huyunu suyunu öğrenmeye çalışıyorum.
Hani bayramlar yaşardık küçükken,yeni ayakkabılarımız olur başucumuzda dururdu,en sevdiğim renk kırmızıydı benim,seni o zamanları sevdiğim gibi seviyorum...
Ayaklar iğrençtir aslında bazı zamanlarda. İnsanı hatalara götüren, akılsız başın derdini çeken et yığını ucu bir beşlik edilmiş ama değeri yerine göre bin beşlik eden ayaklar. Ayrılık zamanlarında insanları taşıyan, o anda bir kere olsun yolunu şaşırmayan, o anda dünyanın en gereksiz beden uzuvlarından biridir işte.