Osmanlı - Türk Halk Anlatmaları\*
1890 tarihli bir yazı. Türk Halk anlatıları üzerine bir değerlendirmeyi içermektedir.
1890 tarihli bir yazı. Türk Halk anlatıları üzerine bir değerlendirmeyi içermektedir.
İLYAS ALİ DAŞTAN IN HAYATA CAN SUYU ADLI KİTABI ÜZERİNE
Abdullah Çağrı ELGÜN
KİTAP HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ:
Editörlüğünü Faruk DEMİRELin yaptığı Kitap: Ubuntu Yayınları: 64 tarafından numaralı eser olarak yayınlanıyor. Basımı: Bizim Büro, Matbaa, Ankara; Sertifika Numarası: 49059, olan kitap Birinci Basımı:
O dönemde Kesikkeli Köyünde yaşayan Çerkez Kerim Ağa vardı. Yaşadığı konağı, tam bu Ceyhan Nehrinin kenarındaydı.
Yaşı ilerleyen Kerim Ağa felç geçirerek hasta olmuştu. Tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürüyordu. Yanında da işçi olarak çalışan, halk arasında tutma veya yanaşma denilen işçi Ömer vardı. Ömere halk ağzıyla ona
Erdal GEÇER/çirroka kolé&keçi masalı
(koçgiri halk hikayesi)
kürtçe-türkçe çeviri
kaynak kişi:zekiye geçer
Bir karı koca ölümsüz köy arıyorlardı. Buldular mı dersiniz? Var mıdır, ölümün olmadığı yer.
Çok uzak ülkelerden birinin ücra bir köşesinde eşeklerin yaşadığı, adı üstünde Eşekistan diye bir memleket varmış...
Bir varmış bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde çok yakınımızda ama bilmediğimiz bir yerde, küçük bir deniz kasabasında yalnız bir balıkçı yaşarmış.
Kızlar sinisi Efsanesi
Yurdumuz efsaneler konusunda çok zengindir. Bir dolaşmaya çıkıverin, hangi çeşme başında oturup yorgunluk gidermeye kalksanız etrafınızı çevreler efsaneler. ..
Bizim toplumumuzu tanımak için öyle derin derin araştırma yapmaya, büyük büyük sözler söylemeye hiç gerek yok. Bunun için fıkra gibi yaşanmış olaylar yeterli. Buyrun aklıma geliveren iki tanesine:
Çarıkdan soğukuyu, gıslavet den iskarpin ayakkabılara geçilmeye başlanmıştır.
Tabiki bu geçişler belli bir sancılı süreçlerin ürünüdürler, hele de köyde iseniz.
Köyde belli insanlar vardır ki o köyleri onlarsız düşünmek mümkün değildir.
Öykümüzdeki kişide bunlardan birisidir. Olay 60'lı yılların ortasında geçen gerçek bir
OKUMAYA ÇALIŞAN İKİ ÖĞRENCİNİN ZEYTİNLİ PİLAV HİKÂYESİ
Son baharın soğuk bir günü idi Ali okuldan eve gelmişti. Ev kerpiçten yapılmış eski köhne sıvaları dökülmüş kerpiçler dışarı çıkmış ahşap kapısı ayakta zor duruyordu. Ali esmer tenli saçları düz ve siyah kaşları hafif kalın ve siyah esmer ve
Onlar oradaydı. Güneş tozlarının yer yer erittiği, öbek öbek serpiştirilmiş kar kümelerinin arasından kara toprağın içerisinden fışkırmış kardelenlerdi. Öyle güzel öyle muhteşem.
Daha bir sarılıyor bana başını kaldırıyor ve gözlerimde gözleri..Hüzün gölgeleri,belki de anlıyor Gül terk edileceğini
Manjhi, öyle bir köyde yaşıyordu ki, hastaneye ulaşacak bir yol yoktu. Arada bizim Beşparmakdağları’na benzer bir dağ vardı. Ve en az 71 km bu dağı tırmanıp aşması gerekiyordu.
Manjhi, bu dağı bir türlü aşamadı.
...Kültürümüzden hızla uzaklaşıyoruz. Her saniye bir adım daha atıyoruz. Geçmişi anlamadan, yorumlamadan. Şimdiki nesil bir başka ya sonraki? Toplum olarak değerlermizin farkına varmamız şart.
Dışarıdan bakıldığında abartılı bir soğuktan gizlenmişliğin yünlü ev sahipliğinde kuşanılmış kıyafetleri ,sarı deriden eski moda botları ,turuncu yüzlü her baktığında içinden dallar fışkıracakmış gibi duran kısık yeşil gözlü adam;yanındakine ağzı açık gümüş rengi kirişleri sarı pas atmış tütün tabakasını işaret edip: