|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
Azmi, Bir Kadın, Bir Çocuk, Bir Bebek
İsa Kantarcı
Öykü > Aşk ve Romantizm
AZM, BİR KADIN, BİR ÇOCUK, BİR BEBEK
41 yaşındaki Azmi, hayvan tüccarıydı mutlu hayatında, sığır üretip satardı, bu işlerin içinde büyümüştü, babasının işi buydu, kurbanlık için da et ve et ürünleri üreten şirketler için. Köyde bir çiftliği vardı, tarlaları vardı. Ondan sığır
satın almak için gelen bir baba ve iki oğlu vardı, kamyonla, dört sığır satın almışlardı, asmanın altında çay kahve içmişlerdi,
Azmi müşterisi şişman adamı ve iki gen
[DEVAMI]
|
|
|
• İzEdebiyat > Öykü > Anı |
101
|
|
|
|
Bilirsiniz, kulağı duymasın etmek, diye bir deyim vardır; satılacak ya da kurban edilecek hayvanın yanında konuşulmaz. Hayvan anlar da canına mı kıyarmış, yoksa üzüntüsünden mi ölürmüş bilinmez, sonu iyiye varmazmış.
|
|
102
|
|
|
|
Sanayi Devrimi, yaşlı bir kadının hatıraları, bir icat ve yitik bir koca... Tam size göre! |
|
103
|
|
|
|
Bugünün çocukları yarının büyükleri olacağına göre onlara anılarımızı öyküleştirmenin gereğine inanarak ...!!! |
|
104
|
|
|
|
İncikköy’den Eskişehir’e taşınacaktık, benim için yeniden dünyaya gelmek gibi bir şeydi bu. Eskişehir Sütlüce semtinde ki bir ara cadde üstünde, dört katlı bir kâgir binada ev tuttuk. Köydeki evden eşyaları bir traktör römorkuna doldurduk, yola çıktık. Yolculuk boyunca ben, römorkun arkasında oturdum, gözüm eşyalarda, içlerinden düşen olursa traktör sürücüsüne seslenip durdurmak için. Eşyalar da elle tutulur bir şey olsalar bari…
|
|
105
|
|
|
|
İlkokula başladığım yıl, yeni bir eve taşımıştık. Oturduğumuz evin halk arasında ‘Yatırlı Ev’ diye yaygın bir ünü vardı |
|
106
|
|
|
|
Kimisi onun ikinci dünya savaşı sırasında Hitlerden kaçıp Türkiye sınırına geçtikten sonra İzmir’e gelip elindeki parasıyla bu evi satın alan bir Yahudi olduğunu söylüyordu. Kimisi ise ailesini birinci dünya savaşı sırasında kaybetmiş bir Yörük olduğunu söylüyordu. Kaldığı evde ailesinden miras kalan tek yer olduğu söyleniliyordu. Söylentilerin hiçbiri umurumda bile değildi doğrusu. Çünkü Hasan Dede’nin nereden nasıl geldiği benim için o kadar önemli değildi ben onu insanlığı ve iyi niyetiyle tanıyordum. |
|
107
|
|
|
|
Önce bir ıslık sesi duyuldu, ardından bahçe kapımız gıcırtıyla açıldı. İçeriye düşecek gibi oldu dayımın oğlu Elbeyi. Nefes nefese kalmıştı. Elini tükürüğüyle ıslatıp saçına şekil verdi… |
|
108
|
|
|
|
Deprem anıları acıdır ama... |
|
109
|
|
|
|
Yerde sürünerek yatak odasına doğru devam ediyorum. Yatak odasına girdiğimde masanın üzerinde yarı açık bir şekilde duran kenarları hafif paslanmış olan tütün tabakasını, babasından kaldığını söylediği durmasına ramak kalmış köstekli saatini,yuvarlak çerçeveli okuma gözlüğünü, ve adını hiçbir zaman öğrenemediğim Rusça kitabını sırt çantamın içine attım. Hasan Dede’nin mirasını yaşatmalıydım. Birden dış kapının gıcırdamasını duyuverdim. Belli ki içeri polisler girmişti. Seslerinden iki kişi olduğu anlaşılıyordu. |
|
110
|
|
|
|
Bakışlarımız ana yolun sağ tarafında otostop çeken liseli gençleri gördüler. Toruna ne söylese mantıklı gelecekti? Geçen haftaki nine torun arasında geçen söyleşi bir çırpıda aklından ince ince süzülmüştü:
“Hani sana organ mafyasından bahsetmiştim ya…Hani kaçırılma, falan…”
Çocuk heyecanla anımsadı o konuşmayı:
“Evet, anne anneciğim. “
“İşte şu gençler bile kaçırılabilir oğlum. Kötü niyetli insanlar, araçlarıyla buradan geçerken, onları arabalarına alıp kaçırırlar…” |
|
111
|
|
|
|
Bir yanda gemisiyle,topuyla ve asker sayısıyla bizden kat be kat üstün olan düşman orduları,diğer yanda en önemli silahı göğsündeki imanı ve vatan sevgisi olan Türk Askeri… |
|
112
|
|
|
|
Kuşluk vakti hikâyesi
Seni ezbere anlatabilirim
Kuşların şarkılarını
Notalarına bakmadan
mızıkçılık yapmadan |
|
113
|
|
|
|
Sonbahar hüzünlüdür, insanların son baharları da başka hüzünlerle dolu. Rüzgârlar da sert eser, savrulabilirsin de.
Saygılarımla. |
|
114
|
|
|
|
İlk kez Eyüp Camii’nin duvarına sırtını yaslamış, başını; yere serdiği karton üstüne dizilmiş selpak ve saçılmış madeni paralara bakarken görmüştüm gül yüzünü… İlk görüşüm bir nihayete ulaştırmamıştı belki onu ama sonra her sabah namazı çıkışında görmeye başlamıştım ceylan gözlerini… Öylesine kanıksadım ki o bakışı; içimi yakan ikinci kız olarak belleğimin içine yer edindi. Şimdi hangi vakit gece gezmelerimde direksiyonum Eyüp tarafına dönüverse merkeze giden o yolda komple yüzünü görür olmaya başladım minik Elif’in… Bu hal beni öylesine kuşattı ki hayali artık yanaklarımdan yaş olup süzülmeye başladı…
|
|
115
|
|
|
|
Ramazan geldi. İftarı, sahuru, davulu, teravihiyle... Bilmediğimiz yerlerde, aslında yakınlarda nasıl acaba tüm bunların anlamı... Üç tabağa sığan ümitlerin büyüklüğüne biz şaşırdık, siz de şaşıracaksınız... |
|
116
|
|
|
|
İnce Mehmet tüfeğini genellikle cami önündeki meydana gelmeden önce doldurmuş olurdu. Bazen kırk elli kadar çocuk onun etrafını çevirip tüfeği patlatmasını beklerdik. Dolma tüfeğin namlusunu havaya diker, dipçiğini kemerine dayar cami avlusundan gelecek işareti beklerdi. Tüfeği kendi saatine göre değil cami avlusundan gelen işarete göre patlatırdı. Tüfek patlayınca önce kara barut dumanları havaya yükselir, arkasından da gökyüzünden çaput parçaları yağmaya başlardı.
Bir akşam İnce Mehmet dolma tüfeğin barutunu fazla kaçırınca namlu yerinden fırlayıp kundağı parçalamış, adamcağızın eli yaralanmıştı |
|
117
|
|
|
|
Şehri, kendimi ve onu “bir” olarak gördüm… Ben o, oldum… O şehir oldu. Ben O’na tutuldum.
|
|
118
|
|
|
|
Yer: İzmit. Tarih 17 Ağustos 1997. Saat 03.00 Omuzumda basın çantası varken ve dışarıda bulunduğum bir anda başladı sarsıntı. Depremin ilk fotoğrafı ve enkazda küçük bir kız çocuğu... Adı Merve... "Sesimi duyan var mı?" çığlıkları arasında kayboluverdi her şey... |
|
119
|
|
|
|
Yaşlı amca, markete girdi. Ben de arabada radyoyu açıp müzik dinlemeye başladım. Kendi kendime gülüyordum. “Aldın mı başına belayı?” diyordum.
On dakikadan biraz fazla zaman geçmişti. Yaşlı amca hala görünürde yoktu. Kendi kendime “Söz verdin, çaresiz bekleyeceksin” diyordum. |
|
120
|
|
|
|
....Sonra küçük gözlerimi yavaşça kaldırdım. İşte oradaydı. Uyur gibiydi aynı. Gözleri de elleri de burnu da her şeyi de aynı benimkiler, aynı oradakiler gibiydi. Sadece rengi farklıydı. Osmanın yanakları ne kadarda kırmızıydı, ve soğuktan oradaki herkesi |
|
|
|