Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Sabah yememiş, içmemiş, beni aileme ihbar etmişti. Annem bir telaş içinde çıkıp geldiğinde henüz uyuyordum. Geldikten sonra öyle bir yaygaraya başlamıştı ki, sağır sultan dahi olsam uykuyu sürdüremezdim; ben de suçüstü olma telaşıyla yataktan fırlayarak uyandım. Annem, “sen delirmiş olmalısın,” diye bağırıyordu. “Nasıl yapabilirsin böyle bir şeyi?” Onun yaygaralarının rahatsız edici tınlamalarından daha çok, Safinaz ablamın bu ihanetinden muzdariptim. Beni bu kadar ucuza satmış olmasına inanasım gelmiyordu; kendi kendime, sürekli, Safinaz ablam nasıl yapar bunu, diye soruyordum. Annemle didişecek değildim. “Safinaz abla, geldiğimi yetiştirdiğine göre, geliş sebebimi de söylemiştir herhalde!” diye çıkıştım ona. “Oğlunun hapishanede yatmasından mutlu mu olacaktın?” Annem, “aman, Allah korusun!” diye inlerken, Safinaz abla, “sen yattıktan sonra, ben sabaha kadar uyuyamadım, ne yapabiliriz, diye düşünmekten. Senin iyiliğin için, en doğru kararı, gene de annen baban verirdi, onlardan kaçarak bir şey hallolmazdı,” diyerek ispiyonculuğunun kendince gerekçesini açıklamaya çalışıyordu. Safinaz ablaya değil de, anneme cevap vermeyi tercih ettim. “Siz korumadıktan sonra, Allah korur mu? Polislerin, beni arayacakları ilk ev, sizinki olacaktır. Annem gene, “aman, Allah korusun!” diye inledi. “Baban boykota katıldı diye açığa alındı zaten, bir de senin hapishanelerde yatmana katlanamazdık.” Safinaz abla da lafa katıldı. “Sana okul mu yok? Buradaki liseler ne güneye duruyor? Oralarda okuyanlar da insan evladı değil mi?” Onun bu pozitif tavırları hiç, ama hiç umurumda değildi; yanımda bir değeri kalmamıştı. Sadece annemle konuşmayı tercih ediyordum. “Aşağıdaki imam bozuntusu, babam için müdürlükten atıldı, diyormuş.” Annem henüz gelmiş olmama karşın bu havadisi nereden almış olabileceğimi bir an kavrayamayarak, “sen nereden duydun?” diye sordu. Elbette ki Safinaz abladan duymuştum; ama, şimdi onun adını anmak istemiyordum, küstüm. Annem, onu işaret eden bakışlarımı yakalayınca haber kaynağını anlamıştı zaten. Sorularını da Safinaz ablaya yöneltmeye başladı. “Öyle mi diyormuş kız, komşu? O nereden duymuş?” “Memleketin başında da, öğretmenlerin başında da onlar yok mu? Duyar elbet…” “Ben de o kadar dedim, bak Ali, iktidardakiler hep yobaz takımından; bu boykota katılanlardan intikamlarını hemen alırlar, diye… Dinlemedi ki! Boykotun daha birinci gününde müdürlükten elini çektiriverdiler.” Safinaz abla benimle laflaşmaktan ümidini kesince, annemle, babam için dertleşmeye başladı. “Açığa aldıkları için maaşlarını da ödemezler onun…” Annem, bu yeni bilgiyle adeta yeni bir şok geçirdi. “Öyle mi? Ödemezler mi?” “Bir subay akrabam vardı, ondan biliyorum. Görevindeki bir hatası nedeniyle mahkemeye verildiydi de, mahkeme bitinceye kadar açığa alınıp maaşı da ödenmediydi.” Annem feryat etmeye başladı. “Eyvah! Eyvah! Eyvah!” “Üzülme kız! Derdi veren Allah, dermanı da düşünmüştür.” “İnşallah, inşallah!” Evin kirası, mutfak giderleri, harçlıklar, hep babamın maaşıyla karşılanıyordu; onun işsiz ve maaşsız kalması bir aile dramı yaratacak kadar önemli bir konuydu. Bu vesileyle ben arada kaynamıştım. “Olmazsa, Seyitgazi’ye, kızın yanına göçersiniz. Ebelerin maşları öğretmenlerden aşağı değil, kızın maaşı geçinmenize yeter de artar bile. Bir ebe akrabam vardı. Kocası da pratisyen hekimdi. Aynı sağlık ocağında çalışıyorlardı. Allah seni inandırsın, kazancı kocasınınkinin neredeyse iki katına geliyordu.” Ebelerin yanlarında çalıştıkları hekimlerden daha çok kazanıyor olabileceğine anemin aklı basmamıştı, anlamak için, “neden?” diye sordu. O sormasa da Safinaz abla nedenini açıklayacaktı zaten. “Dünyaya gelen her çocuk için, çocuğun yakınları bir zarfın içine koydukları bir miktar parayı ebelerin eline tutuşturup teşekkür ederler. Öyle dilenciye Sadaka verir gibi bir kaç lira koymak ayıp karşılanır; onun için konulan para on liradan, yirmi liradan aşağı olmaz. Durumu iyi olanlar, elli lira bile koyar…” “Çok mu?” “Türkiye’de doğum oranı yüzde iki… Seyitgazi’nin nüfusu kaç?” “Esin, köyleriyle beraber on iki bin dediydi…” “Çarp on iki bini yüzde iki ile… İki kere on iki bin yirmi dört bin, sil iki sıfırını, iki yüz kırk… Düşünebiliyor musun? Seyitgazi gibi bir yerde günde iki yüz kırk çocuk peydah oluyor. Bu iki yüz kırk çocuktan kaçının doğumunda senin kız var? İkisinde varsa, diyelim ki yirmişerden kırk lira, ayda en az bin lira… Aylığı ne bu kızın?” “İki yüz yetmiş iki, dediydi.” “Bin lira bi de iki yüz yetmiş iki lira, eder mi bin iki yüz yetmiş iki lira? Doktor maaşı ise ya yedi yüz, ya sekiz yüz… Anladın mı ne dediğimi şimdi?” Öyle bir şey olsaydı annemin haberi olmaz mıydı? Safinaz abla işte! Atıyor… Annem de inanmamıştı zaten. “Yok be komşu! Öyle bir şey olsa Esin söylemez mi?” Benimkiden sonra, babamın derdi de güme gitmişti; şimdi problem ebelerin maaşı olmuştu. Safinaz abla niyeti iyice bozmuştu. Önce benim Ankara’dan kaçıp geldiğimi, sonra babamın açığa alınıp maaşsız kalacağını fişekledikten sonra, şimdi de sıra kızın para sakladığını fişeklemeye gelmişti. “Söylemez, söylemez,” dedi. “Sizden saklı para biriktiriyordur belki!” Yahu, ben bu Safinaz ablayı hiç böyle bilmezdim. En küçük sıkıntımda bile başvurduğum ve verdiği isabetli öğütlerle beni doğru yola sevk etmeye çalışan o bilge kadına ne olmuştu böyle Allah aşkına! Şu görüntüden sonra, artık ağzıyla kuş tutsa, Ankara’dan gelişimi anneme iyi niyetle haber verdiğine beni inandıramazdı. Gözümde öyle ufalıvermişti ki, artık hayatımın bundan sonraki döneminde bir yeri olamazdı. “Ben Akın’a bakmağa gidiyorum!” diyerek ansızın ayaklandım. Bu ani hareketliliğim ikisini de telaşlandırdı. Annemi bu kadar atik olduğunu bilmezdim, ansızın karşıma dikilerek gitmeme engel oldu. “Başlatma Akın’a, beyazına! Benimle eve geleceksin!” “Eve gelirsem, polisler de gelir, elleriyle koymuşlar gibi yakalarlar beni.” Annem elimden tuttu. “Bir şeycik olmaz. Bu gün ikimiz Seyitgazi’ye gideriz. Baban, neyin ne olduğunu araştırıp öğreninceye kadar bir süre orada kalırsın.” Elimi öyle sıkı kavramıştı ki, bir türlü çekip alamıyordum. Bir dostluk barınağı sanarak sığınmak için geldiğim şu ihbar cürufundan bir an önce çıkıp kurtulmak istiyordum. “Haydi! Gidelim madem ki! Ne olacaksa olsun!”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |