"Bana ev hikayesinden söz açmayın. Artık benim oraya gideceğim yok!" Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Evine girdiğimiz an kısa bir ‘hoş geldin’ merasiminden hemen sonra suratımdaki yara bere ile ilgilenmeye başladı. “Kim yaptı bunları, böyle?” “Babam!” “İnanmam…” “Vallahi!” “Elleri kırılsın inşallah!” Ecza dolabından getirdiği sıvılar ve kremlerle detaylı bir pansuman yapmaya başladı. Annem, kocasını kayırmak için, “bu kardeşin olacak serseri daha beterini hak ettiydi ya, dua etsin çabuk yoruldu adam,” diyerek lafa karıştı. Ablam, ona da kızdı. “Ne demekmiş o, öyle? Daha beteri kemiklerinden bir kaçını kırmaktır bunun. Babam bu kadar vicdansız mıydı yahu, benim?” Annem, “vicdansız olan kardeşin!” diye atıldı. “Biz onu öğretmen olsun diye yolladık, o ise bombalı pankart asmış insanların tepesine. Ya patlayaydı da, insanlar öleydi.” Hemen, “esas bomba değildi, sahteydi,” diye müdahale ettim. Ablam, “sebep ne olursa olsun, bir insanı bu şekilde dövemezsiniz, efendim!” diyerek çıkışırken, çenemin alt tarafındaki yarayı önemseyerek, “buna dikiş atılması şart, kalk, gidiyoruz!” diyerek ayaklandı. Beni çekiştire çekiştire çalıştığı sağlık ocağına götürdü. Yol boyunca, önce pankart olayının detaylarını anlattırdı ve hiç ummadığım bir biçimde beni onore etti. “Bir genç olarak ülkemizin sorunlarına ilgisiz kalmamış olman beni gururlandırdı. Tebrik ederim Ergin’ciğim! Benim senden tek bir istirhamım olacak; lütfen illegal örgütlerden uzak dur, emi! TİP gençlik kollarıyla ilişkin iyi olmuş, onlar yasal örgüt. Üstelik TİP’in ülke için hayırlı bir parti olduğuna ben de inanıyorum, Behice Boran’ın hayranıyım.” ‘İllegal örgüt’ten neyi kastettiğini anlamamıştım, ama konuşmasının tadını kaçırmamak için, biraz da cahilliğim anlaşılmasın diye, bunu ona sormamıştım. Sağlık ocağında girdiğimiz muayene odasında bizi genç, hoş sohbet bir doktor karşıladı. Ablama sataşarak, “izin gününde bile uzak duramıyorsun bizden,” dedi. Ablam ona gülümsedi. “Beyefendi kardeşim olurlar,” diyerek beni tanıttı. “Çene altında derin bir yırtık mevcut. Dikiş atmak isteyebilirsiniz, diye düşündüm.” Genç doktor suratımdaki tüm yara bereyi sırayla gözden geçirirken, “nasıl oldu bunlar?” diye sordu. Ablam, cevap vermeme fırsat bırakmadan, “arkadaşlarıyla kavga etmiş,” dedi. Arkadaşlarıyla mı? Bir an için şaşırdımsa da, ablamın, babamı deşifre etmek istememesini anlayışla karşıladım. Doktor, “ah o arkadaşlıklar, ah! İlla ki kavgayla biter, nedense…” diye bir şeyler konuşarak, ablamın evde pansuman ettiği yerleri yeniden baştan sona renkli bir sıvıyla sildi. Çene altını da silerken, “Haklısın ebe hanım,” dedi; “buraya dikiş atılmalı.” Bu önerme canımı sıktı. Korkumu belli etmemeye çalışarak sessiz kaldım. Oysa, korkmaya hiç değmezmiş, dikiş atılacak yeri ufak iğneli bir enjektörle uyuşturduktan sonra yapılanların farkına bile varmamıştım. Suratımın dört yanında dört bandajlanmış tamponla döndüm eve. İlk şaşıran annem oldu. “Ne bu suratının hali?” Ablam, gülmesi mi gerekli, ağlaması mı gerekli, bir karar veremeyerek, garipseyerek baktı ona. “Sebep olanlar utansın,” diye söylenerek oturdu. “E? Babam boykotta değil mi, neden gelmedi?” Ana kızın sohbeti başlarken, ben yediğim dayağın vücudumdaki yorgunluğunu atabilme umuduyla diğer odaya geçip ablamın yatağına uzandım. … Uyuyakalmışım. Saatler sonra Ersin’in sesiyle uyandım. Sevinç çığlıkları atıyordu. “Anne! Ne zaman geldiniz?” Aynı evin iki çocuğundan biri tekmeyle tokatla karşılanırken diğeriyle kucaklaşılarak buluşuluyordu; bu nasıl bir adaletti böyle! Bu vesileyle bir kez daha Ersin’e duyduğum nefreti hatırladım. Duyduğum bu nefretten dolayı, kendi kendime olmadık küfürleri mırıldanmaktayken kapı açıldı, içeri suratında müthiş bir sevecenlik taşıyarak Ersin girdi. Son gördüğüm Ersin ile şu gördüğüm arasında neredeyse iki katı fark vardı; o hastalıklı, tıfıl oğlan irileşivermişti. “Hoş geldiniz abiciğim!” diyerek geldi, benimle kucaklaştı. Yemin ederim ki, doğduğu günden beri, ilk kez, bana ‘abiciğim’ diye hitap ediyordu ve dahası benimle kucaklaşıyordu. Hiç yapmazdı bunları. Hatta defalarca, ‘abi de ulan!” diye sıkıştırmış olmama rağmen, bana sadece ‘Ergin’ diye hitap ederdi. Bu gerçekler dururken, onun birdenbire gösterdiği içtenliğe güvenemeyerek, benimle kucaklaşmasına karşılık veremedim. Soğuk bir sesle, “hoş bulduk!” demekle yetindim. Ersin, “Yüzüne ne oldu böyle, geçmiş olsun abiciğim!” deyince, Kendi kendime, ‘hah, şimdi açığa çıkar gerçek yüzü!’ diye düşünerek, “Babam olacak o şerefsiz yaptı!” diye söylendim. Ersin’in en zayıf tarafıydı babamız, üst seviyelerde bir bağımlılıkları vardı birbirlerine ve birbirleri aleyhinde hiçbir tavıra hoş görüleri olmazdı. Önce, “dövdü mü?” diye sorarak bir şaşkınlık geçirdi ve ardından yüzümü inceleyerek, “manyak mı bu adam yahu!” diye söylendi. “Nasıl bir insan evladına bu kadar gaddarca zarar verebilir?” Ağzım açık kala kaldı, bir an rüyada mıyım, değil miyim, diye bile düşündüm. Benimle barışık bir abla ve kardeşle buluşma, beni sarhoş gibi yapmıştı, ayıkmak istemiyordum. *
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |