Kötü insan korkuya itaat eder, iyi insan sevgiye. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
HAYRAN Okumaya çok düşkündü. Dört yaşında harflerle ilk tanıştığında ve daha sonrasında yazının sihirli dünyası ile büyülenmişti. Bu büyü ailesinin tüm çabalarına karşın gelişme çağında arkadaş edinmeyi reddetmesine neden olmuş, en iyi arkadaş olarak kitaplarla dertleşmek ona yetmişti. Her dönemde yaşıtlarından çok daha üstün okuma zevki olmuştu. İlkokulda, okuma kitaplarını sökmeye çalışacakken, bulabildiği çocuk klasiklerini bitirmişti bile. Yıllar geçtikçe anne babası oğulları için endişeleniyor, ancak neyin yolunda olmadığını tam olarak bilemiyorlardı. Öyle ya oğulları bir çocuk olarak gayet usluydu. Sabiha Hanım'ın oğlunun eve geç gelmelerinden, kız arkadaşı yüzünden derslerini aksatmasından, hatta bir gece ehliyetsiz içkili araba kullandığı için nezaretten zorla çıkartabildiklerini dinlediğinde, Oğuz'un annesi bir yandan oğulları başlarına böyle dertler açmadığı için şükrederken, derinliklerden bir yerden baş gösteren burukluğu da hayret etti. Evet anne baba olarak oğullarının gençliğini yaşamadığına hayıflanıyorlardı. Oğuz'u dışardan bakan biri dış dünya ile ilişkisini kesmiş olarak algılardı. Halbuki bunun tam tersiydi. Okuma alışkanlığı gözlem yeteneğini geliştirmiş, derin bir dikkat kazandırmıştı. Başkaları kadar çaba sarf etmeden gözlediklerinden sonuç çıkartabilirdi o. Sonuçlarını birleştirip doğru yorumlara ulaşırdı. İnsanlarla ilgilenmediği de doğru değildi. Fakat ilgisi bir deneyin verdiği heyecana benzer heyecanlar nedeniyleydi. İnsanlar neyi neden yapıyorlar ve ne hissediyorlar... Neden seviyorlar, sevdiklerine neden ihanet ediyorlar. Oğuz için yazıya dökülen, sözle ifade edilen ve gözlenen şeyler ilginçti. Herşeyi analiz eden beyni yaşadıklarını, daha yaşarken analiz etmeye başladığında artık kendini yaşadığı dakikalara bırakması mümkün olmuyordu. Yaşından erken gelişmiş duygusal dünyası, yaşamsal heyecanları yaşamasını engelliyordu. İşte anne babasının görüp ifade edemedikleri, bunun için de çözüm bulamadıkları durum bundan ibaretti. Oğuz ise halinden hiç de şikayetçi değildi. Kimselerin bilmediği kadar çok şey biliyordu. Ona göre herşey incelenmesi gereken dünya akvaryumunun elemanından başka birşey değildi. Herşeyi okurdu, bilimsel, bilim kurgu, magazin, her tür roman, bibliyografiler, tarih, coğrafya,... Yaşı ilerledikçe seçiciliği artıyor, hayran olduğu yazarların sayısı azalıyordu. Ancak biri vardı ki... Ne denmek istendiğini anlamadığı çocukluğunda bile onun kitaplarını severdi. İleriki yaşlarda bile insan ilişkilerine bulaşmayan, dünya kiriyle kirlenmeyen Oğuz'un ruhu orada arılık ve duruluğu buluyor, idealizme hayran kalıyordu. Sevgili yazarı gibi kimselerin sayısı artınca yaşam daha güzel olacaktı. Büyüyünce sevgili yazarı gibi olan kimselerden ilki kendi olacaktı. 'Atasal Sorkul' adı, yaşıyla birlikte içinde büyüyordu. Yazarın el atmadığı hangi konu vardı ki? Oğuz'un, okumadığı hangi kitabı? Atasal Sorkul'un kitapları okunmakla bitmeyecek kadar çoktu. Sanki doğarken yazmaya başlamıştı ve elinde bir kalem kağıt hiç durmadan yazıyordu. Oğuz 'Bu kadar çok yazabilmesi için edindiği birikimi ne zaman edindi?' diye merak ediyordu. Oğuz'un duyduğu hayranlık boşa değildi, küçük hayranı onu keşfettikten çok sonra medya yazarı göklere çıkartmıştı. Zaman geçtikçe içinde büyüyüp duran hayranlığı yazarın özel hayatını meraka kadar varınca, onunla ilgili medyada çıkan hiçbir haberi atlamamaya çalışır oldu. Yıllarca kitaplarının ardında resmi neden yayınlanmıyor diye hayıflanmıştı. Masasının üzerinde insan boyu kitapların arasından zorlukla seçilen, gözlüklü, doğruları dünyaya yaymaktan başka hiçbir şey umurunda değilmiş gibi görünen adamın kötülüklerle savaşmaktan zayıflamış sağlıksız bedeninin silüetini yıllarca hayalinde sevmişti. Anne babası oğullarında eleştirdikleri yaşıtlarıyla bağdaşmayan umursamazlığın, yaşıyla bağdaşmayan kendiyle ilgisizliğin hayalinde yaşattığı yazara benzemek adına yaptığını nereden bileceklerdi. Oğuz'a göre dünyayı kurtaracak idealleri, kendisinden ve insanların günlük uğraşlarından daha önemliydi. Ne renk gömleğin, ne renk pantolonla giyilebileceği ya da yüzünde çıkan sivilcelerin ne önemi olabilirdi? Televizyonda çıkacak ilk röportajını onun kadar hevesle bekleyen bir hayranı daha var mıydı acaba? Oğuz, tüm dertlerini paylaştığı, çıkmazlarını anlattığı, onun gibi olmaya özendiğini itiraf ettiği yazarı karşısında görünce, jenerik müziği çalmaya başladığından beri tuttuğu nefesini koyverdi. Spikerin yanında oturan adam o olabilir miydi? Bu atletik yapılı, renkli gözlü, hücrelerinden hayat fışkıran adam Atasal Sorkul olabilir miydi? Hiç de hayal ettiği gibi yemek yemeyi unutacak kadar kendini insanlık idealine kaptırmış biri gibi değildi. Oğuz'a yabancı gelmeyen tek şey gri gözlerdeki bahsettiği konunun derinliğine bakıyor gibi sabitleşen bakışlardı. Ancak Oğuz bu bakışı da sadece zamanın elverdiği ölçüde derinleşilebilen konularda yakalayabiliyordu. Program boyunca, zaman zaman kelimeler yetmiyormuş da daha iyi ifade edebilmek için el işaretlerinden yardım ister gibi arada bir Oğuz'un ona çok yakıştırdığı hareketi ezberlemeye çalıştı, ayakkabılarına kadar her şeyini inceledi. Soru soran dinleyicilere cevap verirken takındığı tavırlarda eleştirilecek hiçbir yön yoktu. Atasal Sorgul yazmayı seviyordu ve yazıyordu, hepsi bu. Onu gördüğü andan itibaren edindiği izlenimler nedeniyle, hayalindeki sevgili dostunu en baştan yapılandırmak zorunda kaldı. Okuduklarının, sıska sağlıksız, loş ve yığınla kitap içinde kendine güçlükle yer açmış hayalinin kaleminden çıkmadığını öğrendiğinden beri yıllarca emekle biriktirdiği ve karakterini oluşturan öz bilgileri sarsıldı. Her şeye yeniden anlam vermek, çocukluğundan beri inandığı çoğu şeyi içinde yeniden şekillenirmek zorunda kaldı. Onunla yüz yüze konuşmaya ihtiyacı vardı. İstanbul'da yaşayan yazarla nasıl tanışabilirdi? Nasıl ki içindeki karmaşayı oluşturmuştu, çözmek de ona düşerdi. Ve tanıdığı Atasal Sorkul'un, Oğuz'un durumundan sorumluluk duyacağı kesindi. Ankara'da imza günü düzenlediğini öğrenince dünyalar onun oldu. İmtihanı olduğu halde fakülteye bile, gitmeden erkenden kitapçıya gidip beklemeye başladı. Elinde de, içlerinden güç bela tercih edebildiği yazarın kitaplarından biri vardı. Yazarın yazma hızına ulaşamamıştı, bunun en büyük nedenlerinden biri de okuduğu bir kitabını iyice içine sindirip, tamamen anladığına emin olana kadar tekrar okumasıydı. Belirlenen saatten tam bir saat sonra geldi yazar. Bu Oğuz'un zor hazmettiği ilk şey oldu. Çünkü yazar çoğu kitabında zamanın mukaddesliğinden bahsediyor, başkalarının zamanına da en az kendimizinki kadar saygı duymamız gerektiğini vurguluyordu. Üstelik beklettiği için bir özür bile dilememişti. Oğuz, yazarın dediği gibi 'ön yargılı olmamak' için bunun üzerinde durmamamayı tercih etti. Onunla nasıl konuşacağını hiç düşünme gereği duymamıştı. Çünkü Atasal Sorkul o gün oraya gelen tüm hayranlarıyla tek tek ilgilenecek, konuşacak, kitapları hakkında tavsiyeler alacaktı. Hatta mümkün olduğu kadar konuşmaları uzatacaktı. Ne de olsa, onu bulunduğu noktaya getiren okuyucularıydı, o da bunu biliyor ve minnet duyuyordu. İşte ilk olarak düzenlenen bu imza günü, ona kitaplarında sık sık özlemini duyduğunu söylediği karşılıklı iletişimle, başkalarının gözüne bakarak iletişim kurup, duygu alış verişinde bulunma imkanı veriyordu. Bu gün en az hayranları kadar onun için de önemli bir gün olmalıydı. Genç adam, hiçbirşey söylemeden masanın başına geçip, robot gibi, yüzünde bir maskeyle hayranlarının konuşma çabalarının acelesi varmış gibi, ustalıkla kısa kesmeye çalışınca, Oğuz buna ne anlam vereceğini bilemedi. Bir müddet sıranın dışında kalıp, kalabalıktan faydalanarak yazarın hareketlerini inceledi. İmzaladığı kitaplardan birindeki yazarın el yazısına baktığında abartılı yazısını bile hayalinde yaşattığı Atasal Sorkul'a yakıştıramadı. Gerçekten şu karşısında gördüğü adam mıydı, onu günlerce tek bir cümlesiyle düşündüren, yazılarıyla Oğuz'a idealizm aşılayan şu adam mıydı, şu...şu karşısında gördüğü kendisiyle sohbet edebilmek için hevesle bekleyen okuyucularıyla değil de, çevresini saran genç kız hayranlarıyla flört etmeyi tercih eden adam mıydı? Oğuz'un çatırdayan hayal dünyasını duyduğu tek bir cümle paramparça etmeye yetti; "Neden yazar olmayı seçtiniz?" "Size bir sır vereyim mi? Bu işte iyi para var."
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Arzu Menteşeoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |