|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
14 Ocak 2004
Senden Öncesi Yoktu ki...
Nükhet Everi
O akşam çeyrek asırlık bir adam olmasını kutlayamadık. Ağladık... Bizi tam yirmi beş sene boyunca sadece mutlu eden bir varlığın bir daha dönmemek üzere gidişine ağladık. |
|
- “Tam çeyrek asırlık adam oluyorsun bugün...”
- “Oldum bile Nünü...”
- “Aslında haklısın, sen sabaha karşı doğmuştun. Ama benim için akşamki partide bunu kutlarken tam çeyrek asırlık bir adam olacaksın!”
- (Cevap yok... Cevap yerine masmavi gözler, inci gibi dişler ve dünyanın en güzel gülümsemesi.)
O akşam çeyrek asırlık bir adam olmasını kutlayamadık. Ağladık... Bizi tam yirmi beş sene boyunca sadece mutlu eden bir varlığın bir daha dönmemek üzere gidişine ağladık.
Evet, Caner’den bahsediyorum. 12 Ocak 1978’de doğup tam yirmi beş yaşına girdiği gün olan 12 Ocak 2003’te bizleri terk edip giden, haftalarca bütün gazetelere manşet olan, tüm Türkiye’yi, yaşadığı Amerika’yı, onu tanıyan tanımayan herkesi ağlatan, üzen Caner’den bahsediyorum. Benim yeğenim; kız kardeşim Zeynep’in oğlu Caner’den.
Doğduğu günü hatırlıyorum. Annemin doğum gününü kutluyorduk 11 Ocak’ta. Zeynep karnı burnunda gelmişti. Az da olsa sancılanmıştı. Ertesi gün okula gitmem gerektiği için derin uykumun arasında annemin ‘Nükhet, galiba Zeynep doğuracak, ben hastaneye gidiyorum...’ dediğini ise hayal meyal. Uyumuşum gene. Açık ve net hatırladığım şey ise, sabaha karşı odamın kapısının büyük bir gürültüyle duvara vuruşu, doğrulduğum yerden gördüğüm iki gülümseyen surat (babam ve Demircan – Caner’in babası) ve duyduğum şu cümle: ‘Kalk! Teyze oluyorsun!’ Sonra hastanede Caner’in Zeynep’in kucağına verilişi...
Ondan sonrası benim için bir masal, bir rüya sanki. Tam yirmi beş yıl! Her günü mutluluk, neşe ve sevinç dolu Caner denince, içine Caner girince. Bebekliği, büyümesine şahit olmanın mutluluğu, okul çağı, yüzmeyle başlayıp milli sutopçu oluş süreci, New York’taki üniversite dönemi...
Hiç mi kötü huyu yoktu? Hiç mi hatası yoktu? Ne yazık ki yoktu. Bunu ben değil, herkes böyle söylüyor. Hani ‘kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olur’ derler, asla o hesap değil. Yoktu işte! Keşke olsaydı. Onu hatırladığımda üzüntümü hafifletecek hatta yok edecek kötü biri olsaydı diyesim geliyor beni dibine sürüklediği acılardan dolayı. Ama yok işte, yok, yok...
Ben 12 Ocak 2003’te hayatımın en büyük aşkını, dünyada benim için en önemli varlığı, uğruna her şeyi feda edebileceğim tek insanı kaybettim.
Bu durumda benim için 12 Ocak 1978 – 12 Ocak 2003 arasındaki çeyrek asırlık zaman diliminin kalbimde dondurulması gerekliliği belirdi.
Herkes bu dünya üzerinde istediği gibi düşünmek ve inanmakta serbesttir. Ben ‘Evrensel Bilgi’ye inanan bir insan olarak, dünyanın bir evrim platformu olduğunu biliyorum. Herkesin de değişik görevleri olduğunu düşünüyorum. Caner’in de çok ama çok özel bir görevli olduğuna inanıyorum.
Hatta, gidenin arkasından ağlamanın da sadece ve sadece insanın kendine ağlaması olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum. Yani, bu dünyada kaldığı için, çekeceği olduğu için, daha tamamlamadığı pek çok evrimi olduğu için...
Ama 25 yaş ne kadar genç! Milli sutopçu bir genç, sen git küt diye kalp krizinden öl. Olacak şey mi? Oluyor işte... Aslında sırası yok bu işin tabii ki, o bizim sıralamamız; önce yaşlılar, sonra gençler yaşlanınca da onlar... Yok böyle şey...
Tüm egoist tavrımla, keşke o kalsaydı ben gitseydim diyen ve bunu can-ı gönülden söyleyen birkaç kişiden biriyim tabii. Keşke o yaşasaydı da ben gitseydim. Ama evrensel düzen içinde bizim kurallarımız, bizim kanunlarımız geçmiyor. Herhalde bizim kurallarımız ve kanunlarımız geçseydi, biz her şeyi altüst ederdik zaten, düzeni bozar, dünyayı bile yok ederdik...
Ama sonuçta insanız ve iki ayağımızı da yere basmamız gerekiyor. Ne kadar böyle düşünsem de üzüntüm hafiflemiyor, aksine çoğalıyor. Babamı kaybettikten sonra on yıl boyunca ‘ba’ ile başlayan her sözcükte ağlardım ben. Caner bu on yılın acısını bana bir saniye içinde yaşattı, acısı her şeyi bastırdı...
Yaptığı her şeyi en iyi ve en güzel şekilde yapan Caner yok artık... Ben ondan çok şey öğrendim hayata dair. Bazen kendimi onun yanında çocuk gibi görürdüm, o kadar olgun biriydi.
Ben bu acı günü asla onun ölüm günü olarak değil, her zaman ama her zaman doğum günü olarak hatırlamak istiyorum. Kalbinin ve ruhunun güzelliği yüzüne vuran, bu dünyanın insanı olmadığını çok geç anladığım, ‘onu beş dakika tanısanız yirmi gün yas tutardınız’ dedirten bu insan her zaman yaşayacak bizim için.
Doğum günün kutlu olsun Caner!
Annenin dediği gibi:
Senden öncesi yoktu ki,
Senden sonrası olsun!
Yolun açık,
Yolun aydınlık,Yolun ışık olsun!
:: Aydinligimiz! |
Gönderen: Murat Kayali / Krefeld / Almanya
|
20 Mayıs 2004 |
|
|
Ölümün dünyamizi karartamayisinin sebebi;
böyle nurlarin üzerimizde sönmeden isimasindan...
Bizim asil aydinligimiz onlar. |
|
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
Bozkırlardır gözleri. . .
Etkilendiği Yazarlar:
William Shakespeare, Gabriel Garcia Marquez, F.G. Lorca, Hermann Hesse, Max Frisch, Paul Auster, Jean Paul Satre, Can Yücel, Özdemir Asaf, Edip Cansever, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Murathan Mungan
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|