Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu İki gündür evin içinde ‘benim, ruhum ağrıyor’ diye dolanıp duruyorum. Bu, öyle romatizma gibi bir şey değil. Rahmetli anne annemin yağmur öncesi yaşlı eklemlerini ovarak ‘yakınlarda bir yerlere yağmur yağıyor. Yakında, buraya da gelir’ demesini anımsatıyor. Onun ki yaşlılıktan doğan romatizmal bir eklem ağrısıydı. Ya benimkisine ne demeli? Benim ruhum ağrıyor. Öyle böyle değil. Tanrım, top yekun herkes mi çıldırdı acaba? Yoksa, onlar normal de ben de mi bir sorun var? Çünkü doğal olarak, toplumlarda ortalama doğrular, çoğunluğun belirlediği parametreler üzerinden hesaplanır. Yani düz mantık hesabı. Bazen düzelir gibi oluyorum. Hani her kanalda, ‘deli kızın çeyizi’ gibi adeta döke saça koydukları yarışma programlarını izleyince biraz kendime geliyor, normale dönüyorum. Hepimiz, Pop Star rüzgarına kapılmış gidiyoruz ya. Ben de kaptırıyorum. Gazeteler, televizyon bangır bangır bağırıyor. Adamlar bir şey biliyor da bağırıyor. Gecemiz, gündüzümüz, yediğimiz, içtiğimiz hep Pop Star. Tek derdimiz bu. Allah’a şükürler olsun başkaca hiçbir derdimiz yok. Arada bir geçim sıkıntısı, ağırlaşan hayat şartları, işsizlik, geleceği görememe, yitirilen değerler (yükselen olanından bahsetmiyorum), umutsuzluk, savaş korkusu, ulusal bütünlüğün parçalanması, toprak kaybı, Cumhuriyetin göz göre göre elden gitmesi (hani kör gözün parmağına misali), laikliğin altının sistematik olarak kazılması ve Kıbrıs’ın hibe edilmesi gibi sıradan ve önemsiz şeyler(!) takılıyor aklıma ama oturup Pop Star izleyince hemen geçiyor... O zaman rahat bir nefes alıyorum. Korkacak bir şey yok. Büyüklerimiz bizim yerimize de düşünüyorlar. Zaten onları niye seçtik değil mi, efendim? ‘Sırtımızda bir yük’ dedikleri Kıbrıs’ı vereceklermiş. Helal olsun. Versinler efendim. Durdukları kabahat. Hatta seçimi beklemeden, kırmızı kurdeleli anahtarı kime teslim edeceklerse artık.. Şimdi bazı aklı evveller çıkıp, ‘babanızın malı gibi, tıpkı ulufe dağıtır gibi Kıbrıs’ı vermeye hakkınız yok, ilk önce bir haritaya bakın’ ‘Türkiye’nin güvenliği’ deyecekler ama olsun güzide medyamızın seçkin yazarları bu aklı evvellere hadlerini hemen bildirirler. Öte yandan, hükümet Avrupa Birliği’ne girmezsek ölürüz, biteriz, mahvoluruz, ekonomi çöker, Türkiye mahvolur anlayışı ile Amerika ve Avrupa Birliği ne dayatırsa yapıyor ya. Kesinlikle haklı… Yapsınlar efendim, bizler onları boşuna mı seçtik? Belki, Avrupa Birliğinin ‘ari’ beyaz vatandaşları haklı olarak biz yağız Türkleri pek beğenmiyorlar. Allah için, onlar da kendi cephelerinden haklı. İlk önce Viyana kapılarında canlarına okuduk, Sonra da 60’lı yıllarda Almanya’da ve diğer Avrupa şehirlerinde yaşanan işçi göçleriyle. Ne yapsın garipler, üstüne üstlük Constantinopol’ün düşüşüne hala biraz kızgınlar gibi. Törenlerde, yağız bıyıklı mehteran takımı üstlerine doğru yürüyünce içleri bir tuhaf oluyor her hal. Ama, korkacak bir şey kalmadı. Artık onlar da ‘light’ oldu. Sonra, bir örnek giyinen Amerikalı ‘turistlerimiz’ var. 60.000 kadardı değil mi? Giysileri biraz tuhaf, tam bir zevksizlik örneği ama olsun. (Cemil İpekçi onları adam eder) Turizm patlayacak diyen hükümet patlatıyor işte. Neyin patlayacağını tam olarak anlayamadım ama büyüklerimiz bizden daha iyi düşündüklerine göre, iyi bir şeyler patlayacak demek ki. Daha ne istiyorsunuz? Nerde hareket orda bereket. Komşuya ziyarete gelmişler, geçerken biraz da bize uğrayacaklarmış. Hay, hay meşhur ‘Türk misafirperverliğine’ ne oldu? Lafı mı olur. Başımızın üzerinde yeri var. Sonra, arada bir zaplarken Atilla İlhan’a rastlıyorum. Sanki, tanıdık şeylerden bahsediyormuş gibi geliyor. ‘Bizi Avrupa birliğine almayacaklar. Boşuna uğraşıyorsunuz. Boşuna Kıbrıs’ı vereceksiniz, her gün bitmek tükenmek bilmeyen tavizlere, ulusal onurumuz ve çıkarlarımızı ayaklar altına alarak boyun eğiyorsunuz. Biz, Avrasyalıyız, Avrupa Birliğine girmek zorunda değiliz. Zaten ulusal çıkarlarımız ve tarihi gerçekler de bizi Rusya’nın yanında ittifak yapmaya itiyor. Amerika’ya ve Avrupa’ya yaranacağımıza, Rusya, Türki Cumhuriyetleri ve Çin’e yaklaşmalıyız. Bizi istiyorlar. Bu tarihi fırsatı kaçırmayalım. Biz çok güçlü bir ülkeyiz. Kimseye yalvarmamıza gerek yok. Hem coğrafi, hem stratejik yönden bakarsanız zaten çok hassas bir yerdeyiz. Dolayısıyla, Rusya ile ittifak yaptığımızı gören Avrupa ülkeleri zaten ayağımıza gelerek bizi elden kaçırmak istemeyecekler. Buna da mecburlar. Kendimize güvenmemiz yeter’ diyor. Birden sisler dağılıyor. Yeniden ruhum ağrımaya başlıyor… Sana ne diyeceksiniz ama bu benim hayatım. Bu adamlar bir takım kararlar alıyorlar. Daha fenası, benim hayatımı doğrudan etkileyecek kanunlar yapıyorlar ve geleceğim ile oynuyorlar. Bu hayat, bizim. Bu ülke, bizim. O zaman? Yani, ‘Binmişiz alamete gidiyoruz kıyamete’ hesabı. Camı açıp avaz avaz bağırmak istiyorum. Hani Nazım diyordu ya ‘bağır, bağır, bağır….’ Aynen öyle...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |