"Bazen bir mısra yaşamı değiştirir." -Kafka |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Vicdanını kaybetmiş 28 insan müsveddesi 13 yaşındaki N.Ç.‘nin nezdinde “adaletin” topluca ırzına geçer. Cezalandırılacaklarını zannediyorsunuz değil mi? Maalesef öyle olmuyor. Yasaların temsilcileri ırzına geçilen küçük çocuğu değil, ırza geçenleri haklı buluyor. Hafif cezalarla olayı geçiştiren hukuk sistemi, adeta ırza geçmeyi, destekler nitelikli tavrıyla bir anlamda tecavüzü “meşrulaştırıyor”. Sürekli tekrarlanan çocuk tecavüzleri, akla “Yastık Adam” öykülerini getiriyor. Bu toplumda “taze et” merakı devam ettikçe, “kabuk bağlamış” ve “kaşarlanmış” vicdanlara ve kaybedilmiş adalet duygusuna seslenen “Yastık Adam” öyküleri de güncelliğini koruyacak demektir. Ardı ardına gelen çocuk istismarları. Suçlu sıradan adam. Her gün sokakta gördüğümüz “iyi aile babaları”, hacı amcalar, okul müdürleri, polisler, esnaf, şehrin ileri gelenleri hatta sınıf arkadaşları ve pisliği örtbas etmeye çalışan en az tecavüzcüler kadar suçlu olan yetkililer. Mağdurlar ilkokul çocuğu kızlar. Kendi çocuklarının arkadaşı olan bu kızlara tecavüz ederken “sözde iyi aile babaları” ne hissediyorlardı acaba? Tıpkı kendi çocuğuna tecavüz etmek gibi. Sonra bir okulda küçük çocuklarla ilişkiye giren öğretmenler. Hepsi gerçek! Maalesef bu gerçek dünya! Michal “Üç çocuk öldürmüşüz idamdan kurtaracağız ha. İyimiş valla. Anladığım tek şey hiçbir şey anlamadığım. Çok komiksin” Yaa ne kadar şirin bir durum. Bu kadar da basit! “Yastık Adam” ruhları sakatlanmış bütün çocuklara adanmış bir öykü. İnsanın içindeki kötülük ve iyilik arasındaki evrensel mücadele. Bu savaşta “kötülüğü alt etmenin yolu, kötülükle yüzleşmekten geçer” demenin en dramatik yolu. Bir de kurgu bir öykü var. Ama gerçek dünya ile karşılaştırınca çok da olmayacak bir hikaye değil. İşkenceyle öldürülmüş kayıp çocuklar, kayıp ruhlar için yazılmış bir “Yastık Adam” öyküleri. Hangisi daha gerçek? Öyküyü anlatıcısı, tiyatro oyunları yazarı Martin Mc Donagh, “ruhlara yaptığı kazı çalışmalarıyla” tanınmış bir İrlandalı. İrlanda’nın fırtınalı havasına uygun vahşilikle ruhları deşiyor, pislikleri ortaya çıkarıp gözümüze sokuyor. İyi de ediyor. Çünkü şimdi habis ruhlarımızla yüzleşme zamanı. Mehmet Ergen Türkçe’ye kazandırdığı ve yönettiği “Yastık Adam”, Talimhane Tiyatrosu oyuncuları tarafından büyük bir başarıyla sahneleniyor. Ariel (Bekir Çiçekdemir) “Lan ibne. Biz arkadaşlarımıza böyle mi davranıyoruz? Kafanı kırarım!” Müfettiş Tupolski (Murat Karasu) “Bu arada hatırlatayım (Ariel’i işaret ederek) o kötü polis, ben de iyi polis.” Kendi halinde hikaye yazarı Katurian Katurian Katurian (Serhat Tulumluer) ardı ardına işlenen çocuk cinayetlerinden sonra bir gece kendini polislerin karşısında sorgu odasında bulur. Katurian çocuk hikayeleri yazıyor. Yalnız bir farkla. Çocukların işkenceyle katledildiği sıra dışı hikayeler bunlar. Ama neden burada olduğunu ya da suçunun ne olduğu hakkında hiçbir fikri yok. Mezbahada çalışıyor, hayvanları temizliyor ama öldürmüyor. Katurian “Beni neden buraya getirdiniz? Hikayelerimden dolayı olamaz değil mi?” Müfettiş Tupolski (iyi polis) “Tüzüğe uygun olarak hikaye yazıyorsun.” Katurian “Bir hikayecinin ilk görevi hikaye anlatmaktır.” Tupolski “Adamın aklı çok karışık” Katurian “Benim hiç kimseye siyasi garezim yok. Beni buraya getirme nedeniniz nedir bilmiyorum. Ama ben yanlış bir şey yapmadım.” Şaşkın Katurian ne söylese bilemiyor. Polisler alaylı ama alabildiğine ciddi. Durum çok hassas. Oyunun iyi polisi Tupolski, Katurian’ın üçlü adını kast edince, Katurian “annem babam tuhaf insanlardı” der Tupolski “Tuhaf derken manyak, salak, ruh hastası gibi mi?” Katurian “Katılmıyor değilim.” Oyunun ilerleyen dakikalarında, Tipolski’nin bu tespitinin ne kadar yerinde olduğunu görürüz. Hikaye içinde hikaye. Martin Mc Donugh izleyiciyle eğlenmeyi seviyor. Ufak ufak dalgasını geçiyor. Seyirciye, “orada öyle oturmak yok, madem geldiniz siz de çalışacaksınız” der gibi yazıyor hikayeleri. Bir çeşit bulmaca. Her hikaye başlı başına bir ip ucu ama sizi başka bir ip ucuna götürmekten başka bir işe yaramıyor. Bulmacanın parçalarını yerleştirdikçe yeni bulmacalarla karşılaşıyorsunuz. Büyük ve karmaşık bir labirentte kayboluyormuş izlenimine kapılıyor insan. Mesela oyunun içinde yer alan can alıcı öykülerden biri de “Küçük Elma Adamlar”. Kızını sürekli döven babasına içinde jiletler bulunan elmalar yediren bir kızın hikayesi. Tupolski öykülerdeki kötü baba figürüne takılmış. Neden acaba? Profesyonel bir yaklaşım mı yoksa içip içip kendisini acımasızca döven alkolik babasının çocukluğunda bıraktığı derin izler mi? Üstelik, Tupolski bunu itiraf edecek kadar da samimidir. “Benim babam dayak meraklısı alkolik bir pislikti. İçer içer beni döverdi. Ben dayak meraklısı alkolik bir pislik miyim? Evet, öyleyim.” Peki burada kötü baba aslında kim? Tupolski’nin gerçek hayattaki babası mı? Aynı şeyi kendi çocuklarına da yapan Tupolski’nin bizzat kendisi mi? Yoksa hikaye yazarı Katurian Katurian Katurian’ın hikayelerinde diğer babalara nazaran masum kalan kurgu karakterler mi? Hangisi daha gerçek ya da daha korkunç? Sonra işkence meraklısı polis Ariel var. “Konuşmak zaman kaybı, bana bırak, bül bül gibi öttürürüm” tavrıyla kestirmeden giden oyunun kötü polisi. Ne yapıyorsa çocuklar için yapıyor. Çocuklara kötü davranılmasın diye yoksa işkence yapmayı sevdiği filan yok. Tabii işkenceci olmasında çocukluğunda kendisine düzenli olarak tecavüz eden babasının da payı olduğu söylenebilir. Ensest ilişkinin kurbanı küçük Ariel’den günümüzün işkenceci polisi Ariel’e giden yolda vahşice katledilen ya da istismar edilen kaç küçük çocuk hikayesi yazılmıştır acaba? “Bende nefretin önde gideni var. Senin gibilere duyduğum nefret! Yaptıkları yanlarına kar kalmayacak. İşe erken gelirim. Zaman kaybı olmasın. Elektrotlar temiz mi, doğru mu dizilmiş bakarım. Bu doğru bir davranış mı? Umurumda değil. Bir daha hiç kimse bir çocuğa sesini yükseltmeyi beceremez. Yaşlanınca çocuklar bana çukulata, şeker getirecekler, teşekkür babında.” Ariel’in tek beklentisi yaşlılık günlerinde küçük çocukların kendisine teşekkür etmesi, yaptığı işin değerini anlamalarıdır. Aslında tacizden ve kötü muameleden kurtardığı çocukların nezdinde, “kendisini”, kendi “kayıp çocukluğunu” kurtaracaktır. İyi polis Tupolski ve kötü polis Ariel’le geçen diyaloglardan Katurian’ın yazdığı öykülerin nezdinde gerçek hayatta yaşanan feci öyküleri de öğreniyoruz. Bu arada Katurian’ın yazdığı “Küçük Elma Adamlar”, “Yol Kenarında Zincire Vurulmuş Üç Mahkum”, “Nehrin Kıyısındaki Kasaba”, “Yastık Adam”, “Küçük İsa”, “Küçük Yeşil Domuzcuk”, “Yazar ve Yazarın Kardeşi”, “Suratlar Bodrumu”, “Shakespeare Odası” gibi akıllara durgunluk veren öyküler de var. Tupolsky “Yol kenarında zincire vurulmuş üç mahkum hikayesine ne diyeceksin?” Katurian “ Tek yapmak istediğim sonucu olmayan bir bilmece sormak” der. Katurian’a göre, bu hikayeler bir göstergedir. En iyi hikayesi ise “Nehrin Kıyısındaki Kasaba”. Basılan tek hikayesi. Fareli Köyün Kavalcısındaki sakat çocuk hikayenin çıkış noktası. Bu noktada Tupolski’nin sabrı taşar.“Sıçtığımın diktatörlükle yönetilen ülkesinde yüksek rütbeli bir memurum ben”. İşte bu kadar! Yüksek rütbeli memurdan Katurian’a yararlı bir tavsiye. “Çocuk cinayetleri üzerine öyküler yazma. Çünkü gerçek hayatta çocuk cinayetleri oluyor.” Katurian insanların geçmişlerini hikayelerin dili üzerinden çözer. Hedefi tam on ikiden insanları yumuşak karnından vurur. Mesela Tupolski’ye “Sen hiç çocuk kaybettin mi?” diye sorar. Öte yandan kendisine çök diyen Ariel’e sorar “Peki sana kim ilk çök dedi? Annen mi baban mı?”. Kendimizden gizli sorduğumuz bir soru beynimizi ışık hızıyla yalar geçer. “Bize ilk kim çök dedi?” Hayatı hikayeler üzerinden çözmeye çalışan sadece Katurian değildir. Mesela hikayemizin iyi polisi Tiposlki de kıyısından köşesinden hikayelere bulaşmıştır. “Ben de bir zamanlar bir hikaye yazmıştım” der Tipolski. “Büyük Uzun Tren Rayları Üzerindeki Çinli Oğlanın Hikayesi” ve devam eder. “Dünya görüşümü göstermese bile dedektiflik ile meslek arasındaki ilişkiyi irdeliyor. Ben buradaki yaşlı adamın. Çinli çocuğu koruyan yaşlı adam. Tıpkı benim sokaktaki adamları canilerden koruyuşum gibi. Hem de hiç teşekkür beklemeden”. Aslında bal gibi de teşekkür bekler. Tıpkı Ariel gibi. Açık etmez ama isimsiz kahraman olmaktan haz duyar. Tipolski hiç beklenmedik biçimde, “Ben “Yastık Adam” öyküsünü sevdim” der. “ Çocuğun ölmesi. Ölürken yalnız olması. Üstelik bu çocuğun kendi seçimi. Bizi kendine çekiyor. Hiçbir şey boşa gitmemiş gibi bir duygu veriyor”. Bir an sessizlik. Katurian on ikiden vurur.”Sen hiç çocuk kaybettin mi Tipolski?” “Oğlum boğuldu. Tek başına balığa çıkmıştı.” İşte böyle, bazen hikayeler bir anlık da olsa insanları birbirine yaklaştırır. Katurian Ariel’i kast ederek “Dövsün hiç itirazım yok. Tercihan dövmese iyi olur. Ağabeyim çok korkacak şimdi. Ağabeyimi çıkarın buradan. Hikayelerimde öldürülmüş çocuklar var diye mi buradayım? İçinde siyaset varsa, çocuk varsa bu tamamen rastlantısaldır.” Katurian gibi sorguda tutulan özürlü ağabey Michal (Murat Garipağaoğlu) kayıp bir ruh. Michal olayları farklı bir boyutta algılar. Görünüşte “anlama özürlüdür”. Kibarca yavaş öğrenir. Satır aralarını kendi bildiğince okur. Herkesin sırtını dönüp gittiği yerde, o durup bir kez daha bakar. Duygusal aklı, sosyal aklına nazaran daha çok gelişmiştir. Zaman zaman gösterdiği alaycı zeka pırıltılarıyla, “acaba?” dedirten bir algılamaya sahiptir. Olayları normal insanlardan (artık kime göre normalse) farklı bir biçimde değerlendirir. Canavarlık ve masumiyet içinde kardeş kardeş yaşar. Neredeyse uyumlu bir birliktelikte bunları sunar. Masum bir tavırla insanı gülmekten kırar geçirir. Güldürürken insana kendisini “suçlu” hissettirir. Beyninin öteki yarısı gülme eylemine onay verince, insan suçu bizzat işlemiş hissine kapılır. Yani Michal küçük şeytan, daha ne olduğunuzu anlamadan sizi de “suç ortaklığına” dahil ediverir. Bu nokta kara komedinin tavan yaptığı andır. Demek insan katledilen çocuklara da katıla katıla gülebiliyormuş. Michal, seni küçük iblis seni. Öte yandan, Michal’in gözlerinde korkuyu, acıyı, hınzırlığı ardı ardına görürüz. Duygu yelpazesini şöyle bir tararken bütün hissettikleri yüzüne yansır. “Yaaa öff kıçım kaşınıyor yaa…Bu kaşıntı kıçla burada oturacağız yaa…” işte bu kadar da duygusaldır. Görünürde tek derdi bir türlü geçemeyen “kıç kaşıntısı” olan anlama engelli ve hep çocuk kalan ağabey Michal. “Bana bir hikaye anlatsana Katuryan. Yani kafam dağılsın”. Uyanık Katuryan gülerek sorar. “Yani kaşınan kıçını unutmak için değil mi?” Yumuşacık bir ses tonuyla konuşur. “Ben öldürdüm o çocukları. Yanlıştı ama ilginçti. Tıpkı senin anlattığın gibi. Bir de bir sürü kan aktı. Şarı şarıl. Bir çocuktan o kadar çok kan akacağını düşünemezsin. Zaten iki dilim yedi. Olay bitti. İki dilimde bitti iş.” İşte bu kadar basit. Yani sen kalk çocukları kıtır kıtır doğra. Sonra yumuşacık bir ses tonuyla, “biyoloji dersinde kurbağaları kestim” der gibi çocukları öldürdüğünü söyle. Michal devam eder. “Yazıyorsun ama söylemiyorsun o jiletleri nasıl yerleştiriyorsun?” Katurian dehşet içinde “Niye yaptın?” Michal gayet doğal bir tavırla “Ama sen de bilmiyormuşsun gibi. Sen yap dedin” Katurian bu sefer gerçekten çileden çıkar. “Ben mi yap dedim?! Ben, sana ev ödevlerini yap dedim! Dişlerini fırçala dedim! Küçük çocukları doğra demedim!” Michal en az doğradığı çocuklar kadar masumdur. “Derdim öldürmek değildi. Birinin ayak parmakları kesince, bir kızın gırtlağına jiletleri sokunca ne olacak diye bakmaktı.” Katurian kanmaz. “Öleceklerini bilmiyordum deme”. Michal “Artık biliyorum. Ben kimseyi öldürmek istemedim. Ben sadece senin hikayelerini yaptım.” Anlama engellidir ama suçu kardeşinin üzerine atacak kadar da zekidir. “Gerçekten o hikayeleri yazmasaydın o çocukları öldürmezdim.” Öte yandan Michal’in hayal gücü de geniştir. Ölüm, öteki dünya, günahların cezasını çekme konularında kendisine özgü fikirleri vardır. Ölümden korkmaz. Yukarıdaki ile arasının iyi olduğunu düşünür. Ne de olsa o masumdur. Ne yapmışsa “iyi niyetle” yapmıştır. Dolayısıyla Michal’e göre ortada bir sorun yoktur. “Allah baba ile koşarız, takılırız.” Katurian daha gerçekçidir. “Neresi bu “çocuk katilleri cenneti” mi?” Michal “Normal cennet işte”. Oyuna adını veren “Yastık Adam” öyküsü, oyunu çözmede bulmacanın anahtarı. Mıchal’in en çok sevdiği öykü. Yumuşacık yastıklardan oluşan bir adam. Görevi, küçük çocuklar gelecekte acı çekmesin diye onları ölmeye ikna etmek. Böylece çocukların gelecekte yaşayacakları felaketlere engel olmak. “Öldürmeyin lan minnacık çocukları” İki polisin ortak noktası kendi bildikleri yöntemle bir şekilde çocukları korumak. İşkenceyle ya da değil. Mesaj yerine gider. Tupolski “Neden kötü baba karakteri? Neden bütün hikayelerde çocuklar vahşice katlediliyor?” deyince Katurian’ın yanıtı çok net. “Bir nedeni yok. Tek yapmak istediğim sonucu olmayan bilmeceler sormak. Bir hikaye yazarının tek görevi iyi hikayeler yazmaktır.” Katurian’ın dediği gibi amaç sadece “iyi hikayeler” yazmak mı? Bu sorunun yanıtını seyircilere bırakmak gerekiyor. Michal rolünde Murat Garipağaoğlu vücut dilini çok iyi kullanıyor. İri iri açtığı pörtlek gözleri, ağlamaya hazır küçük bir bebek gibi kıvrılan dudakları, otistik adam yürüyüşü, ellerinin gerilmesi, kıvrılması, bükülmesi bize kocaman bir bedene sıkışmış küçücük bir çocuğu çağrıştırıyor. Sorunlu, görünüşte anlama engelli, başka bir boyutta yaşayan Michal karakteriyle Murat Garipağaoğlu çok başarılı. Çocuk hikayeleri yazarı, çaresiz kardeş, vicdanı ile hikayeleri arasında sıkışmış Katurian rolünde Serhat Tulumluer duygusal geçişleri başarıyla veriyor. Anlatıcı ve hikayeci karakterleri arasındaki gidiş gelişleri iyi dengeliyor. İyi polisimiz Tupolski rolünde Murat Karasu sahneyi güzel kullanıyor. Arada ufak tefek teklemeler olsa da başarılı bir “iyi polis” karakteri çıkarıyor. Artık kime göre iyiyse? Kötü polis Ariel rolünde Bekir Çiçekdemir rolünün hakkını veriyor. İşine bağlı, özenli işkenceci tavrı ve dozunda ayarladığı şiddetle tüylerimizi diken diken ediyor. Gelelim oyunun düğüm noktasına. İçinde meraklı, masum çocuğu barındıran canavar Michal’e ve hikaye yazarı Katurian’a ne olacak? Katurian kendini, ağabeyi Michal’i ya da hikayelerini kurtarabilecek mi? Bütün bu soruların cevabı Talimhane Tiyatrosu’nun, Nişantaşı Rüştü Uzel Salonu’nda sahneye koyduğu “Yastık Adam” oyununda saklı. “Yastık Adam” tam da bugün için yazılmış bir oyun. Çocuk tecavüzleri ve istismarlarının neredeyse gündelik, sıradan bir olaya dönüştüğü bir ülkede Martin Mc Donagh habis ruhlarımıza “ayna tutuyor”. Ruhumuzun karanlık köşelerine inip, gizli kalmış “kötü yüzümüzü” ortaya çıkarıyor. Evet, şimdi habis ruhumuzla yüzleşme zamanı. Aynaya bakmaya hazır mısınız?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |