Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu “Orospu çocuğu gibi görünen iyi bir insan aramıyoruz, iyi bir insan gibi görünen bir orospu çocuğu arıyoruz.” Bir iş görüşmesinde varılan son nokta ! İşin özü ancak bu kadar “net olarak” özetlenebilirdi. Bugünlerde bir iş başvurusu yapacaksanız ve diğer adaylar içinde “en iyi” olmanız bekleniyorsa, başınız ciddi biçimde dertte demektir. Çünkü bütün dünyada süreç böyle işliyor. Mesela, dünyanın herhangi bir yerinde, belki de İspanya’da, çok uluslu bir plazanın toplantı salonunda olduğunuzu farz edin. İşi kapmaya çalışan dört aday var. Diğer üçünü eleyip o çok istediğiniz işi almanız lazım. Ama bu sıradan bir iş görüşmesi değil. Olay bir iş görüşmesinden çıkıp bir “yarışmaya” dönüşüyor. İki seçeneğiniz var. “Ben, bu zırvalığa tahammül etmek zorunda değilim, canınız cehenneme!” deyip orayı terk edersiniz. Ya da başınıza neler geleceğini bizzat yaşayarak görürsünüz. Burada adaylar arasında “hangimiz daha vahşiyiz?” kıvamında bir yarışma söz konusu. Evet, “Metot” oyunu, modern zamanların cangılında hayatta kalma mücadelesi veren insanların durumunu ironik bir dille sahneye yansıtıyor. Semaver Kumpanya’nın sahneye koyduğu “Metot” tam bir psikolojik gerilim. Seyircinin koltuğun kenarında, adeta diken üstünde izlediği oyunu İspanyol yazar Jordi Galceran 2003 yılında kaleme alıyor. Oyunun amacı günümüz iş dünyasının acımasız kuralları içinde hayatta kalmaya çalışan insanların “işi almak uğruna” neler yapabileceklerini göstermek. Gerçekten, yapmayacakları hemen hemen hiçbir şey yok. Gerekirse ruhlarını bile satarlar. İşte tam bu gelgitler içinde yazar Jordi Galceran insanların hırs ve para uğruna ne kadar “ileri gidebileceklerinin” ipuçlarını veriyor. Hakikaten, ne kadar ileri gidilebilir ki? Zerrin Yanıkkaya’nın dilimize kazandırdığı Metot’u Serkan Keskin sahneye koyuyor. Oyunda ışık ve dekor tasarımı Cem Yılmazer’e, ses tasarımı Alper Maral’e ve kostüm tasarımı ise Aslı Ersüzer’e ait. Oyunda başrolleri Sarp Aydınoğlu, Sezin Bozacı, Serkan Keskin, ve Mustafa Kırantepe paylaşıyorlar. Ve bir de oyun boyunca büyük bir dikkatle derslerine çalışan, oyun hakkında kafa patlatan seyirciler var. Metot oyunu üzerine, oyunculardan Sarp Aydınoğlu ile konuşuyoruz. SDK – Oyundaki karakterler sürekli birbirlerine karşı rol yaparak, aldatmaya çalışıyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sarp Aydınoğlu - İş dünyasının, acımasız kuralları geçerli. Rol yapan hayvanlar diyebilirsiniz bu insanlara. İşi kapmak için kişilerin psikopatik özelliklerinin ön plana çıkması diyebilirisiniz. Vahşi dünyada ayakta kalabilmek için elindeki malzemeyi kullanarak her türlü kalıba giren insanların mücadelesi olarak da değerlendirebilirsiniz. İş dünyasında ayakta kalabilmek için tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi “değişken olmak” gerekiyor. SDK – Oyun boyunca seyirci de ders çalışıyor. Öyle değil mi? Sarp Aydınoğlu - Seyircinin oyuna tepkisi çok iyi. Aslında bu oyun dört kişilik değil. Oyun, dört artı bir mantığıyla sürüyor. Artı biri seyirci oluşturuyor. Oyun boyunca seyirci konuşmuyor ama oyunun bir yerinde seyirciye bir pas atıyoruz, Tıpkı bir pin pon oyunu gibi sürekli seyirciden yanıt alıyoruz. SDK – Seyircinin düşünme yoluyla oyuna dahil olması hakkında ne diyebilirsiniz? Sarp Aydınoğlu - O tamamen oyunun yazarının büyük bir başarısı. Yazar felsefe bölümü mezunu. Tiyatronun mutfağından yetişmiş biri. Kostümü, ışığı, dekoru, oyunculuğu biliyor. Mutfağın bütün elemanlarına hakim bir sanatçı. Aynı zamanda psikoloji ile ilgileniyor. Seyirciyi edilgen bırakırken aynı zamanda etken olmaya davet ediyor. Seyirci koltuklarda otururken oyunun sonuna kadar oyuncularla birlikte çalışıyor. Yazarın yaptığı diğer oyunlarda da bu var. Tiyatroya getirdiği sürprizleri seyirciye başka bir şekilde sunuyor. Tiyatro bilmeyen ve tiyatronun mutfağından gelmemiş birinin bunu yapması çok zor. İş görüşmelerine çok hakim. Dersini çok iyi çalışmış. Oyuna psikoloji ve felsefeyi getiriyor. Mesela şapkalar bölümünde psikoloji ve felsefe bilgilerini kullanıyor. Cinsiyetçi bakış açısını çok güzel yakalamış. Bütün bunları yazarın başarısı olarak görüyorum. SDK – Oyun sahnelenmeden önce yazarla konuşma imkanınız oldu mu? Sarp Aydınoğlu – Yazarla oyunu sahnelemeden önce çevirisi üzerinden bir görüşmemiz oldu. Kendisini oyunu izlemek için Türkiye’ye davet etmek istiyoruz ama bu tamamen sponsor bulmaya bağlı bir konu. SDK – Bu modern bir plazada yapılan sıradan bir iş görüşmesi değil, neredeyse bir cangılda ölümüne yapılan bir savaşa dönüşüyor. Öyle değil mi? Sarp Aydınoğlu – Seyircide bırakmak istediğimiz izlenim bu. Gerçek hayatta olduğu gibi iş dünyasında “ayakta kalanın” devam ettiği bir durum. İnsanın bu tip durumlarla karşılaştığında ne kadar “vahşileşebildiğine” tanık oluyoruz ama esas önemli olan insanın bu hale “nasıl geldiğini” gösterebilmek. Hepimiz değer verdiğimiz durumlar söz konusu olduğunda, canımız pahasına savunur, sonuna kadar mücadele ederiz. Bunun “gerekli olduğu” durumlar farklıdır, ama bazı insanların sizi “zorla” bu duruma düşürerek “hadi bakalım şimdi ne yapacaksın” demesi daha farklıdır. Oyundaki tatsız durum o zaten. İnsanları bunu yapmaya “mecbur” etmek. “En iyi olman” yetmiyor. En iyiyken, rakibinin üstüne basıp, onu aşağı çekip “iyi olman” gerekiyor. O zaman, sadece “iyi olmanın” burada bir esprisi yok. Rakibini aşağı çekip, ezip, üstüne çıkman isteniyor. SDK – Oyunda “ezme” ve “ezilme” mantığı var. Ülkemizde son dönemlerde ortaya çıkan “ezik” anlayışına da bir gönderme var sanırım. Sarp Aydınoğlu – Eskiden statüler daha farklıydı. İnsanlar daha “insancıldı”. Özellikle, 1960’lardan sonra şehirlerde batı kültürünün egemen olmasıyla, geleneksel kültürün yok edilmesinden sonra ortaya çıktı bu kavramlar. Şimdi bakın plazalarda yaşayan, zamanını alış veriş merkezlerinde geçiren insanları anlatan bir kültür anlayışı var. Doğasından ayrılan her canlının başına gelen şey insanın da başına geliyor. Bunun devamında “eziklik” ve “ezenler” ortaya çıkıyor. SDK – Sözde özendirilen “rekabet kavramı” insani değerlerin ötesine geçip yepyeni bir insan tanımının ortaya çıkmasına neden oluyor diye düşünüyorum. 21. yüzyılda yeni bir insan tanımıyla mı karşı karşıyayız? Sarp Aydınoğlu – Bu yüzyılda, insan kendini yeniden “tanımlattıracaktır”. İnsan kendisine dayatılanları “kusuyor”. Büyük Amerikan krizinde yaşanan psikopatiyi görüyoruz. Yeni dünya düzeni bu değerler üzerine kuruluysa, onların iflasını bu noktada gördük. Kazanç, kazanç, ama “daha fazla kazanç” üzerine kurulu psikopatik bir durum var. Bir belgeselde soruyorlar “dünyanın en zengin insanlarından birisiniz. Peki, sınır nedir?” Adam cevap veriyor “ evet, dünyanın en zenginiyim ama biraz daha olabilirdi.” Hikaye böyle olunca açgözlülüğün sınırları yok diyorsunuz. İnsan her şartta ayakta kalabilen bir organizma. Bu sisteme de adapte oluyor ama bu sistemin “sağlıklı” olduğu anlamına gelmiyor. Sistemi savunmak için “herkes bunu istiyor” diyorlar. Peki, insanlar bunu “mecburiyetten” mi istiyor yoksa “gerçekten” mi istiyor bunu ayırt edemiyoruz. Peki, sistem “sağlıklı” işliyor mu? Hayır, bence işlemiyor. SDK – Oyunun omurgası sanki “ezenler” üzerine kurulu gibi duruyor değil mi? Sarp Aydınoğlu – Bu oyunu dört beş farklı biçimde okuyabilmek mümkün. Karakterler üzerinden, Kapitalizm üzerinden, sosyoloji üzerinden, felsefe üzerinden, psikoloji üzerinden okunabilir. İnsanı çok uç bir durumum içinde bırakıp ne kadar vahşileşebileceğini gösteren bir durum yaratıyor. Burada oyunu insanın psikolojisi üzerinden de okuyabilirsiniz. SDK - Kadının annesi ölüyor. Hastaneye koşacağına, yarışmada kalmayı tercih ediyor. Bu durumda, “kadın bir “dur”, bir nefes al, senin annen öldü, ne yarışması?” demek istiyorsunuz. Ahlaki değerler mi değişti? Sarp Aydınoğlu – Eskiden ahlak kuralları içinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilirdik. Şimdi kadının annesi öldüğünde yarışmadan çekilmesi mi yanlış olur, çekilmemesi mi? Bu rezilliğe katlansam mı, katlanmasam mı? Bunu da bilemiyorsunuz. Kadın hangisi “iyi” onu da bilmiyor. Çünkü artık bir “sınır” yok. Onlar için en iyi olmanız değil, en iyilerin üstüne basıp, en üste çıkmanız lazım. Başarı kültürü bunu gerektiriyor. Bu durumda, tabii ki sistem “sağlıklı” işlemiyor. SDK – Üste giyilen kıyafetler gibi oyundaki karakterlerin kimlikleri de üst üste giyilmiş gibi duruyor. Oyun ilerledikçe, düşündüğünüz karakterler sandığınız gibi çıkmıyor. Bu durumda, oyunu çalışırken karakter çözümlemelerinde bir psikyatristen danışmanlık aldınız mı? Sarp Aydınoğlu – Öyle bir şeye gerek duymadık ama mesela insan kaynaklarında çalışan bir arkadaşım vardı. Onunla mesleğinin incelikleri üzerine konuştuk. Ama herhangi bir danışmanlık almadık. Kendi içimize dönmeyi tercih ettik. Bizim oyunda çıkış noktamız şu oldu. Bir insan böyle bir pozisyonda kalırsa, artılarıyla, eksileriyle ne yapar? Kadın ya da erkek fark etmez. Bunu düşünerek hareket ettik. SDK – Oyun “hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değildir” sözünü doğruluyor. Oyunun akışı içinde, oyuncular Rusların Matruşka bebekleri gibi sürekli karakter değiştiriyorlar. Bunun için neler söyleyebilirsiniz? Sarp Aydınoğlu - İnsan oğlu kendisine sürekli maske takan birisi olduğu için o maskeler gerçek hayatta da değişmiyor. İnsanlık tarihi maskeler üzerine kurulur. Toplumdaki rollerimizi oynamak da sosyolojiye göz kırpan bir durum oluyor. Toplumda hepimiz bir rolü üstlendiğimiz için bir kabilede de bu böyle, siyasette de böyle, tiyatro oyununda da böyle oluyor. Oyunda her şeye gönderme var. Oyunun metnini bu kadar güçlü kılan şey de bu. Oyun bu noktada oyuncular üzerinden “kendini tanı” diyor ama bir insan kendini 30’lu yaşlarını süremeye başlayınca ancak kendini tanımaya başlıyor. Yunus Emre diyor ya “bir ben var bende, benden içeri”. Ne olduğunu bilmediğim ama çözmeye çalıştığım anlamında. O maske zaten kendimize karşı bir maskemiz var. O maskeye ahlaken bakıp doğrudur yanlıştır demekten ziyade onu kabul edip onunla beraber olmakta fayda var. Onu bir düşman olarak gibi değil de bir role giriyor gibi düşünmenin kendi “akıl sağlığımız” açısından daha yararlı olacağını düşünüyorum. SDK – Mercedes oyunun bir yerinde, “bunlar bizle oynuyor” diyor. Çağımızda sıradan insanın sürekli izlendiği, gözetlendiği ve yönlendirildiğine dair bir vurgu var sanki. Ne dersiniz? Sarp Aydınoğlu – Bu kameraları ve izlenme durumunu gündelik hayatta yaşıyoruz, görüyoruz. Evimizin önündeki kamera olmasa hırsız girecek diye korkudan ölürüz. Kuyumcuya kim girdi, bankaya kim girdi diye kamera koyuyoruz. Burada tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan durumu var. Birbirini doğuran şeyler. Hırsızlar var ki, güvenlik ihtiyacı var. Para var ki, paranın korunması için birilerine ihtiyaç var. Bir var olduğu için diğeri var. Bunu ortadan kaldırmamız mümkün değil. Topluma düşen, bu durumu en aza indirgeyebilmek, daha insani boyutlara çekebilmek olmalı. SDK – Oyunda eşcinselliğe bir önyargıyla yaklaşan bir tutum var. Bunun hakkında ne söyleyebilirsiniz? Sarp Aydınoğlu – “Sen patron olsaydın böyle bir çalışanı işe alır mıydın” sorusuna ne cevap verirdiniz? Yüksek ihtimalle hepimizin kafasında negatif şeyler dönüyor. Bu biraz kendi önyargılarımızla ilgili. Orada Carlos’un söylediği şey şu. “Sonuçta değişecek olan benim ismim ben aynı Carlos’um. Beni işe böyle kabul ediyordun da yani cinsel organım değişti diye benim aynı insan olmadığımı, başka bir insan olacağımı mı düşünüyorsun” diyor. Seyirci oyunun ne kadar da içinde sorusunun cevabı burada yatıyor. Onlara soruyoruz soruyu. SDK – Oyunun bir yerinde karakterlerden biri “ ne olursa olsun, ister karın ölsün, ister çocuğun hasta olsun, yüzüne palyaço maskesini takacaksın işini yapacaksın ağabeycim. Benim için tek önemli olay budur” diyor. Bu zihniyet insanları “otomata” bağlamış makinelere, robotlara dönüştürmüyor mu? Sarp Aydınoğlu – Evet, aynen. Sistem, her zaman bunu ister. Sistem baş kaldırmamanı ister. 20 yüzyıl tamamen küçük insanın üzerine kuruludur. Aslında ekonomiyi küçük insan ayakta tutuyor. Sistem herkese bir ev, herkese bir araba vermek üzerine kurulu. O zaman satış olacak, üretim olacak. Tepedekiler bunu çok iyi bilirler. Sistem küçük insana şöyle der. “Ancak doyabileceğin kadar yiyeceksin hiçbir zaman keyif için değil. Kombiyi ancak ısınabilecek kadar açacaksın, kombiyi hiçbir zaman için dörde çıkarmayacaksın hep iki buçukta kalacak. Ancak yakabileceğin kadar elektrik kullanacaksın. Ancak birazcık tasarruf edebilecek kadar maaşın olacak ki, hem sen bağırma, hem de daha fazlasını istiyorum deme çünkü işinden olabilirsin. Onun için kadroları sözleşmelere göre her yıl yapalım ki sen her zaman geride kal diye”. Sistem öldürmeyelim ama süründürelim anlayışı üzerine kurulu. Ölmek istemiyoruz. İşi bırakırsak öleceğiz. O zaman “hadi bu ayı da idare edeyim de gelecek ay bir şeyler çıkarsa bakarım” diye kendimizi oyalayıp duruyoruz. Böylece 69 yaşına geliyoruz. Sonra da, bize geçmiş olsun oluyor. SDK – Oyunun akışı içinde adaylardan insanı küçük düşürecek, aşağılayacak şeyler yapmaları isteniyor. Saçma sapan oyunlar oynamak, masaların sıraların üzerine çıkmak gibi bir sürü manasız olay var. Hiç kimse de çıkıp “başlarım sizin oyununuza. Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz be? Hepinizin canı cehenneme. Alın işinizi başınıza çalın !” demiyor. Nerede kaldı haysiyet, onur, şeref ? Onları kaybettikten sonra işi almak, o insanı ne kadar “mutlu” eder? Sarp Aydınoğlu – Demiyor. Çünkü herkes o işi almak için orada. “Başarı” dediğimiz şey böyle bir şey. Burada hangi başarı diye soruyoruz. Böyle bir başarı sizin işinize yaramayabilir ama diğer herkesin işine yarıyor. Herkes önündeki 30 yılını “erken emeklilik planları” üzerine kuruyor. Bütün hayatı boyunca bu hedefe göre yaşıyor. Emekliliğinde rahat etsin diye bunu kabul ediyor. Emekli olunca da bütün geçmiş hayatını sorgulamak oluyor. Sorgulama başlayınca viskinin dibine düşüp sonuçta kaybolup gidiyorlar. İnsanlar bütün hayatlarını para kazanabilmek için sonra da bütün paralarını sıhhatlerini geri kazanmak için harcarlar. SDK – Oyunda olumlu sayılabilecek karakter hangisi? Sarp Aydınoğlu – Aslında oyunda olumlu sayılabilecek bir karakter yok. Hepsi birbirini aşağı çekmeye çalışıyor. Ortada olumlanacak bir durum yok. Seyirci oyunu biraz Fernando’nun gözünden izliyor. Fernando olumlu bir karakter değil. Oyunda karakterlerden biri tam da oyunu kaybettiğinde “Arkadaşlar böyle bir şerefsizliğe böyle bir haysiyetsizliğe nasıl inanırsınız? Buna bir “dur” demeliyiz” diyor. Bunları oyunu tamamen kaybetme aşamasında söylüyor. Madem böyle düşünüyordun daha önce niye bırakıp gitmedin? Ama kabul edilse oyunda kalacaktı. Yani, tamamen kaybetme noktasında bunu söylemesi inandırıcı, samimi değil. Oyunda bu tavrın “gerçekliğini” sorguluyoruz. Oyunda seyircinin kafasında sürekli hep bir soru işareti oluyor. Oyunun güzelliği orada. Kim gerçeği söylüyor? Bilemiyorsunuz. Hangisi gerçek? Gerçek nedir? SDK – Bu kadar yalan dolan arasında “bir çocuğu gülümsetmek” meselesi var. Onun için ne düşünüyorsunuz? Sarp Aydınoğlu – Nasıl bir yorum yaptığınızla alakalı. Mercedes Vegas “Evet, ama bir çocuğu gülümsettiğimi düşünsenize” diyor. Ben onun samimiyetine inanmıyorum. Sahtekarsın yaaa. Bana çocuk kozunu oynama. Kalbime dokunsun istiyorsun. Bu tamamen hayata bakış açısıyla ve oyunu nasıl okuduğunuzla ilgili bir durum. SDK – Neden oyunu “farklı okumalar” bu kadar önemli? Sarp Aydınoğlu – Burada seyircinin farklı gözlerle oyunu okuma esprisi çok hoş. Herkes olayı kendi doğrusundan, kendi gerçeğinden okuyor. Eğer siz yeni mezun olmuş, ateşli, kapitalizme yelken açmış, iş görüşmesine gidecek bir gençseniz oyunu başka türlü okuyorsunuz. “Burada başka özelliklerimi ön plana çıkartmam lazım” diyorsunuz. Biraz daha hakçı, emekçi bir hayat görüşünüz varsa “bak kapitalizmi ne güzel anlatıyor” diyorsunuz. Oyuna cebinizde ne varsa, onunla geliyorsunuz. Neyle geldiniz? Ve “buna devam etmek istiyor musunuz?” la ilgili bir durum bu. Buradan bir şey alıp yolunuza devam edeceksiniz. Bu oyun insanların kafasında sorularıyla birlikte dönüyor, dönecektir diye düşünüyorum. Oyunu başarılı kılan şey de budur. Oyunda söylenenler insanları dönüşüp, değiştirmeye teşvik ediyorsa yazar bunu çok güzel başarmış demektir. Biz de elimizden geldiğince bunu en güzel şekilde aktarmaya çalışıyoruz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |