Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk duyan insandır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Çenesi tahta masaya yeni yetişen bacak kadar bir veletken, Koca popomu kaldırıp da kendi başıma oturamazdım. Birilerinin beni kaldırıp iskemleye oturtması lazımdı. Ama Allah’a şükürler olsun bu sadece boyum uzayana kadar devam etti. Yani, bazıların da olduğu gibi ömür boyu sürmedi. Dağlara taşlara. Neyse, o zamanlar renkli, cıvıl cıvıl alfabeler vardı. Bir de çöpten adam Cin Ali. O bizim bebekliğimizin kahramanıydı. Henüz süper ve mega olup, ölüm dağıtanlarıyla tanışmamıştık. Gelelim, benim sayfalarını çevirmeye doyamadığım Alfabe’ye. Olsun, okumayı bilmiyordum ama hiç bozuntuya vermezdim. Yüzümde, felsefe kitabı okuyormuşçasına ciddi bir ifade. Resimleri uzun uzun inceler, harflerin şekillerine bakardım. İşte biz, okumayı yazmayı o kocaman harflerle yazılmış cümlelerden öğrenmiştik. Bir de Cin Ali’nin maceralarından. Çerdendi çöptendi ama hakkını yememek lazım, çok kişilikliydi Cin Ali. Gelelim, alfabe sayfalarına. Bir de rengarenk boyanmış, pırıl pırıl giyinmiş Cici Ali vardı. James Bond gibi oradan oraya zıplar. Bitmez tükenmez enerjisiyle, bizi bile şaşırtırdı. Yaptığı işler, resimler eşliğinde kocaman cümlelerle anlatılırdı. Bunlar, ‘Ali topu tut’ diye başlar. Koş Ali koş. Yaz Ali yaz. ‘Konuş Ali konuş’ diye devam ederdi. Aradan o kadar yıl geçti, bizim buralarda değişen bir şey olmadı. ‘Yani Garp Cephesinde, Yeni Bir Şey Yok’ misali. Yalnız bu sefer Alfabe’nin yerini ‘beyaz cam’ aldı. Her neyse, geçenlerde ‘Cici’ olanı, Bush Amcası’na el öpmeye gitmişti. Arkasından onu bildiğimiz gibi uğurladık. Git Ali git. Orada Ali, Bush Amcasının elini öptü, hal hatır sordu. Daha sonra yaptıklarını anlattı, Amcası ‘cici çocuk’ Ali’yi çok sevdi. Başını okşadı, aferin Ali dedi. Cici çocuk kendini o kadar sevdirdi ki, harçlığı bile arttı. Sonra Ali, Bush Amcası’ndan kocaman bir ‘aferin’ ile döndü. Hatta, döner dönmez kalabalık bir kafile tarafından karşılandı. Ve ‘gazetecilik’ oynayan bir ‘yumurcak’ soru sordu. Amerika’dan size bir ‘uyarı’ geldi mi? Aptal kutusunun karşısında, Eski okul anılarının naifliğine dalmış o minicik kız, Pattadanak, gerçek dünyanın üzerine koca bir kadın olarak düşüverdi. Sanki, Mr.Scott ışınlama odasında, kahrolası enerji panelindeki düğmelerle oynaya oynaya ışınlama sistemini bozmuştu da, Geçmişten günümüze, un çuvalı misali fırlatılıvermişti. Dönüp şu Mr. Scott’ı esaslı bir şekilde haşlayacaktım ki, Bir baktım, aptal kutusunda bir hareket, bir hareket. Gazeteciler, ha bire soruyor. Ama ben bir kere takıldım kaldım ‘o soruya’ Size ‘uyarı’ geldi mi? Ne, yani? Şimdi ‘Cici Ali’yi’ tek ayak üzerinde köşeye mi gönderdiler? Demek istiyor. Yoksa sadece ‘kulağını’, ‘Seni, seni , seni bir daha sakın görmiyeyim ‘Hımmmmm’ eşliğinde, İşaret parmaklarını sallaya sallaya şöyle bir ‘çekiştirdiler’ mi? Yoksa, Bush Amcası çok kızdı da, Cici Ali’nin parmaklarını birleştirerek, tam da parmak uçlarına Kocaman kalın sopasıyla şöyle okkalı bir vuruş mu patlattı? Çılgın hayal gücümün kuyruğuna takıldım bir kere, Yapılacak bir şey yok. Bu arada, Cici Ali’ye bakıyorum. Hayal bu ya, Göz kapaklarım kapanıyor. Tatlı bir rehavet yayılıyor. Uykuyla, şöyle uyanıklık arasında bir yerdeyim. Hani o, Peter -Pan’ın ülkesinin kıyılarında geziniyorum, Yani anlayacağınız. Rüyalar ülkesi ile gerçeğin kıyıları arasında dalgalanıp duruyorum. Ama hangisi gerçek, hangisi rüya pek seçilmiyor. Bu arada, ağırlaşan göz kapaklarım Cici Ali’de. Birden Cici Ali, Cin Ali’ye dönüşüyor. Amanın o da ne? Çerden çöpten Cin Ali birden bire… Tıpkı, insan gibi etten kemikten bir bedene bürünüyor. Rüya değil, Matrix filmi mübarek. Cin Ali birden değişsin. Rüya bu ya. O munis havası gitsin. Kızsın. Köpürsün. Bu ne biçim soru? desin. Uyarmak mı? Onlar, kim oluyor da bizi ‘uyarıyor’? Desin. Sonracıma, birden Cin Ali büyüsün . Büyüsün, büyüsün, büyüsün… Gözümde kocaman olsun. Hatta, gerçekten büyüsün. O, ilk okul sıralarından birden bire jet hızıyla, Hatta ışık hızıyla geçsin. Kocaman adam olsun. Kocaman kocaman okullar bitirsin. Bu arada, sadece bedenen değil, Kişilik olarak da, Akıl olarak da, Birey olarak da, Bilgi olarak da, Deneyim olarak da, Devlet adamı olarak da, Kocaman olsun. Bizi ‘uyarmak’ kimin haddine diye gürlesin? Bunu soran, kendini ‘gazeteci’ zanneden zıpıra dönerek, Bizim ülkemizin dış siyasetinde, ‘uyarılmak’ diye bir kavram olamaz. Çünkü, ‘buna kimse cüret edemez’. Desin. Bunu doğallıkla soran ve sordurtan bütün kendini bilmez ‘zıpırlar’ utansın. Yerin dibine girsin. Çoook uzak bir geçmişte, Bu tip soruların sorulamayacağı, Hatta akıllardan dahi geçmesinin mevzu bahis olamayacağı bir ülkeyi hayal meyal anımsasınlar. Cin Ali, bir devlet adamı vakarı içinde, O heybetli duruşu ve görkemli kişiliğiyle hepimizin gönlünü, Destansı bir kahraman gibi çalsın. Herkes sus pus olsun. Utansın. Başını önüne eğsin. Soru sormadan önce bir kez daha düşünsün? Biz bu ‘uyarıldık’ sorusunu nasıl bu kadar doğal, Ve bir o kadar ‘alışılmış’ bir tonda sorduk diye düşünsün. Tıpkı ‘dayak arsızı’ çocukların dayağı ‘kanıksamaları’ gibi. Hani ‘zılgıt’ yediniz mi? der gibi. Aaaa, ne ayıp? Değil mi? Sonra, bir gürültü oldu. Hafif bir homurtu ile yerimden zıpladım. Ne kadar uyumuştum acaba? Hafiften bir esnedim, gömüldüğüm koltukta şöyle bir gerindim. Ağzımda, metalik paslı bir tat. Şu insana kendini kötü ama çok kötü hissettiren tatlar var ya. İşte, onlardan biri. Mutfağa gidip bir çay koymalı diye düşündüm. Yanına da tatlı bir iki bisküvi. Rüyanın kekremsi tadı gerçeğe karışmış. Hangisi daha kekremsi çıkaramadığım için olacak, Her ikisini de silip atmak istiyorum ama Aptal kutusundan yükselen sesler, karmaşık bağırışlar buna engel oluyor. Sorgu sual kısmı hala devam ettiğine göre, Çok da fazla uyumamışım demek ki. Olsa olsa bir iki dakika O kadar. Ama şükürler olsun, çok fazla bir şey kaçırmamışım. Cici Ali’nin dediğine göre, Bir kere‘zılgıt’ filan yememiştik. Bu sefer paçayı ‘ucuz’ kurtarmıştık. Cici Ali soruyu büyük bir ‘doğallıkla’ karşıladı, Hatta biraz da gururla, şöyle göğsünü şişire şişire yanıtladı. ‘Yok’ uyarı filan almadık, hatta ‘takdir’ edildik. Sanki, ‘takdir’ kelimesinin üzerini mahsustan vurgulayarak, basarak, Böylece kelimeyi, anlamından daha da büyüterek söyledi sandım. Bana mı öyle geldi? Hemen sormak istedim. Takdirname mi verdiler? İsminiz takdir listesinde mi yer alacak? Yoksa, öyle sadece kuru kuruya başınızı mı okşadılar? ‘Fesat şey, sen de’ dedim kendi kendime. Olsun, Cici Ali’nin neşesini bozmaya ne hakkın var? Bak, ne kadar mutlu. Şimdi koşa koşa eve gidecek. Tayip ağabeysine müjdeyi verecek. Rüya bu ya. Sonra, kocaman Beyazdan bir Saray’ın arka bahçesinde hep beraber oynayacaklar. Cici Ali hala gülümseyerek bakıyor. Göğsünü şişire şişire. Vallahi, ne diyeyim? Gözlerimiz yaşardı, göğsümüz kabardı. Cici Ali ‘gururla’ açıkladı. ABD tarafından ‘takdir’ ediliyoruz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |