En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
İçlerinden biri farklıydı. Sürünün geri kalanından geride kalmayı tercih ediyordu. Zaten zor bir bebeklik geçirmişti. Normalde doğalseleksiyon tarafından elenecek bir yavruydu fakat annesinin şevkati daha doğrusu normalden daha fazla salgıladığı annelik hormonu sayesinde hayata tutunma şansı olmuştu. Genelde bir ağaç bulup en tepesine çıkardı ve manzarayı uzun uzun seyrederdi. Ya da az ilerdeki nehrin etrafındaki kayalıklara gider ve nehirdeki yansımasına bakardı. Elbette ki yaptığı şey tehlikeliydi. Fakat o, zaten bu yaşa kadar gelemeyecek bir canlıydı ve bunu içten içe hissediyordu. O halde ölümden korkması anlamsız olurdu. Şu anda “ömür” bakımından kârdaydı. Yine böyle sıradan bir gündü. Bizimkisi, kayalıktaki yerini almıştı. Dikkatini, az ilerde yere konan kelebek çekti. Havalanan kelebek, bizim maymunun üstünden geçerken, maymun aniden, “güzel olan bir şeye, onu mahvetme pahasına sahip olma” şeklinde tanımlanabilinecek, oldukça insansı bir hisle zıpladı. Narin kelebeği avucunda hapsetti ve iki ayak üstünde yere indi. Öylece durdu. Avucunu açtığında, kelebeğin kımıldamadığını gördü. O anda,” bazı şeylere sahip olunamayacağı” veya “bazı şeylerin özgür bırakılması gerektiği yoksa yok olacakları” gibi felsefi fikirlere kapıldığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Sadece iki ayak üstünde durmanın o kadar da kötü olmadığını farketti. Çünkü doğuştan sahip olduğu iskelet yapısındaki bozukluk, onun iki ayak üzerinde durmasını kolaylaştırıyordu. Aradaki nedenselliği anlayamasa da aslında diğer maymunlar gibi sürekli ağaçlarda dolaşmamasının, oradan oraya atlamamasının nedeni de bu bozukluktu. Ayrıca geçirdiği zor bebeklik döneminin de… Onu, günlük hayat uğraşlarından koparan (kurtaran?), kişisel gelişimini farklılaştıran yani farklı bir maymun olmasına yol açan şeyin bir iskelet yapısı bozukluğu olması ironikti. Elinde tuttuğu ölü kelebeğe baktı. Onunla veya onun için yapabileceği bir şey olmadığını gördü ve usuca nehre bıraktı. Sonra iki ayak üstünde yürümeye başladı. Dört ayak üstündeyken etrafa bakmak, onun için zordu. Sürekli yere odaklanan kafasını kaldırmak işkence gibiydi. Ama şimdi etrafı çok daha iyi görüyordu. Hayata bakış açısı değişti. Buradaki “bakış” hem gözün bir fonksiyonunu hem de davranışları belirleyen zihinsel kalıpları ifade ediyordu pek tabiki… Daha önce yapmadığı bir şey yapmaya karar verdi. Bunu diğerlerine gösterecekti. İki ayak üstünde durmayı yeni öğrenmiş biri için hızlı sayılacak adımlarla, ağaçların arasındaki sürüsünün yanına döndü. Onu, böyle iki ayak üstünde gören diğer maymunlar donup kaldı. Çünkü buna nasıl tepki vereceklerini kestiremediler. Acaba kaçmalı mıydılar yoksa kalıp savaşmalı mı? Zira ne zaman yeni, alışılmadık durumla karşılaşsalar hep bu iki seçenek arasından birine karar verirler ve genelde kaçarlardı. Ama bu durum, farklı bir seçeneği gerektiriyordu. Aslında onlar da iki ayak üstünde durabiliyorlardı. Lakin bu, genelde, yukarıdaki bir dala, meyvaya ya da maymuna uzanmak için kullandıkları ve uygulaması 2–3 saniyeden uzun sürmeyen bir teknikti. Yürümek için iki ayağı, hiç kullanmamışlardı. Zaten yürümeyi de (4 ayak üstünde) pek kullanmazlardı. Daldan dala atlamak hem daha kolay hem de daha eğlenceliydi. Tuhaf bekleyişi bozan bir kaplan oldu. Çalıların arasından fırladı. Diğer maymunlar hızla ağaç tepelerine kaçışırken, bizim İKİ AYAK (bundan böyle bu şekilde geçecek) öylece durdu. Kaplan da gördüğü şeye şaşırdı. Oldukça yaşlıydı ve bugüne kadar bir sürü maymun yemişti ama böylesini görmemişti. İki Ayak, gösterinin yıldızı olduğunu farketti. Diğer maymunlar yukarıdan olacakları izliyordu. Onlara dua etmeyi öğreten, gökten inmiş bir” kutsal maymun” olsaydı, İki Ayak için dua bile edebilirlerdi. Bu sırada İki Ayak, diğer maymunların beklemediği bir şey yaptı. Gerçi o sırada ne yapsa “beklenmedik” olacaktı. Çünkü maymunların birşeyin olmasını tahmin edip, beklemek gibi bir yetenekleri yoktu. Yaptığı şey şuydu: Kaplana doğru sert adımlarla yürümek… Her ilkel yırtıcı gibi kaplan da bu yeni durum karşısında seçenekleri düşündü. Kaçmak veya kalıp savaşmak… İki ayaklı bir maymunla daha önce savaşmadığı için iki ayaklı bu şeyden kaçmaya karar verdi. Arkasını döndü ve çalılıklarda kayboldu. İki Ayak, köyün delisi statüsünden, sürünün kahramanı statüsüne yükseldi bu hareketi ve umulmadık zafer sayesinde. O bir kahramandı. Hem de tarihte bilinen ilk iskelet bozukluğu olan, iki ayaklı kahraman… Artık sürüde önemli bir yeri vardı. Diğerleri ona saygı duyuyorlardı. O ise genelde vaktini, buna şaşırarak geçiriyordu. Diğer bazı maymunlar onu taklit etmeye, iki ayak üstünde yürümeye çalıştıysa da iskelet yapıları düzgün olduğundan, pek başarılı olamadılar ve zamanla bundan vazgeçtiler. Sadece İki Ayak’ı selamlamak için ayağa kalkıyorlardı. Bu sırada malûp kaplan ormanda, depresif bir ruh haliyle dolaşıyordu. “Acaba kaçmayıp savaşmalı mıydım?” diye kendi kendine konuşuyordu. Bu sırada bir kemirgenle yolları kesişti. Hayatının hatasını yaptığını anlayan kemirgen, öleceğinden emindi. Bir kaplanı yenemezdi ya da ondan kaçarak kurtulamazdı. Bu nedenle “Kaybedecek neyim var?” deyip savaşarak ölmeyi seçti. Arka ayakları üstüne dikildi ve bir tırnak makası için bile küçük gelecek tırnaklarını ileri doğru salladı. Kaplan sinirlendi. “Herkezin nesi var böyle? Önüne gelen bana saldırıyor!” dedi. Ardından, tarihteki ilk kahraman kemirgeni tek lokmada yuttu. O an farketti ki iki ayak üstünde dikilen biriyle uğraşmak o kadar da zor değildi ve böylece onu küçük düşüren maymundan intikam almaya karar verdi. Şimdilerde oldukça büyümüş olan 3 yavrusuyla birlikte ani bir saldırı yapmak için maymunların yaşadığı yere doğru yola çıktılar. Eğer bu bir Amerikan operasyonu olsa kolaylıkla Maymunlar Cehennemi gibi bir isim verilebilinirdi. İki Ayak, yeni bir yer keşfetmişti. Yüz metre kadar ilerde bir tepe vardı ve her gün, gün doğumunu oradan izliyordu. Bu nedenle, sabaha karşı yola çıktı her zaman yaptığı gibi… Birkaç dakika sonra sürüsündekiler de uyandılar. İki Ayak’ın kahramanlığından aldıkları cesaretle artık yerde daha fazla vakit geçiriyorlardı. Hem yerde güreşmek daha güvenliydi. Zira tarihleri, ağaçtan düşerek ölenlerin kanlarıyla yazılmıştı. Ama bugün, sürünün tarihinin son sayfası açılıyordu. Kendilerini, yerde oynadıkları bir tür ebelemeç oyununa kaptırdıkları sırada, kaplanlar dört bir yandan saldırıya geçtiler. Tam bir kıyım yaşandı. Üstelik kaplanların, bu kıyımı haklı gösterecek demokrasi ile ilgili bir amaçları yoktu. Oralarda petrol de yoktu. Kitle imha silahları da saldıran tarafın bizzat kendisiydi. Gün doğumunu seyreden İki Ayak, sürüsünün yanına dönme isteği duydu. İçinde bir sıkıntı vardı. Yaşadıkları yere döndüğünde, yaşadığı yerin mezbahaya döndüğünü gördü. Bütün sürüsü öldürülmüştü. Birkaç gün önce karşısına çıkan kaplanla gözgöze geldi. Bu sefer kaçmalıydı. Öyle de yaptı. Gidebileceği tek yön olan, gün doğumunu izlediği yere doğru kaçmaya başladı. Bitki örtüsü sık olduğu ve iki ayaklı canlılar, yan yan yürüyerek, bitkilerin sık aralıklarından rahatça geçebildiğinden arayı açmayı başardı. Sonunda, kayalık tepenin ucuna kadar geldi. Aşağısı uçurumdu. Ona yetişen kaplanlar (anne ve 3 yavrusu) yolu kapattılar. İntikam peşindeki kedi, yavaşça yaklaştı. İki Ayak, uçurumun ucuna doğru geriledi. Ama gidebileceği sadece birkaç adım daha vardı. Kaplan, yay gibi gerildi ve zıpladı. Amacı, İki Ayak’ı boynundan yakalamaktı. Zira böyle öldürmek daha kolay ve güvenliydi. İki Ayak, geriye doğru son bir adım attı. Ayağının altındaki zemin kayınca, yere kapaklandı. Havada süzülmekte olan kaplanın yapabileceği bişey yoktu. Bir çizgifilmde değillerdi, havada yön değiştiremezdi. O yüzden Road Runner çizgifilmindeki Coyote gibi uçurumun dibine doğru süzülmeye başladı. Son ana kadar hayatta kalacağını düşünüyordu. Ne de olsa dört ayak üstüne düşecekti. Öyle de oldu. Ama bacakları, omuz tabir edebileceğimiz yerleri delip sırtından çıkınca yanıldığını anladı. Anneleri uçurumdan düşen genç kaplan yavrularının önünde iki seçenek vardı. Ya kalıp, annelerini öldürmeyi -bir şekilde- başaran bu tuhaf maymunla savaşacaklardı. Ya da kaçıp, öldürdükleri maymunların leşleriyle, annelerinin onuruna bir ziyafet çekeceklerdi. Ne de olsa, ölenlerin ardından bişeyler yemek (helva, maymun gibi) adetti. Dolayısıyla daha mantıklı olan “kaçma” seçeneğini uyguladılar. İki Ayak, kaplan atladığı sırada, kendisinin düşmesine ve hayatının kurtulmasına neden olan şeye baktı. Bu bir muz kabuğuydu. Ama az önce burada gün doğumunu izlerken, böyle bişey yoktu. Belki bir cevap bulurum düşüncesiyle, gökyüzüne baktı. Bir nokta vardı. Hızla ona doğru yaklaşıyordu. Bu yeniydi onun için… Daha önce gökten inen (yağmur hariç) bişey görmemişti. Üç seçeneği vardı. Kaçmak, donup kalmak veya kalıp ne olacağını görmek… Son iki şık, birbiriyle aynı sonucu doğuruyordu. Bu nedenle yerinden kımıldamadı. Gökten inen şey, yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı… Ardından, üstüne 150 kiloluk ağırlık düşen maymundan çıkaracak bir ses duyuldu… — Neredeyiz, Âdem? — Sanırım düşüşümüzü yumuşatan birşeyin üstündey, Havvacığım. — Kahretsin! Hepsi senin yüzünden! — Nedenmiş o? Yasak muzu yemek senin fikrindi… — İyi de ben elmanın yasak olduğunu sanıyordum. Hem ayrıca O’nu esas kızdıran, kabuğunu aşağıya atmandı. Kaç kere uyarılmıştın bu konuda. Aşağıya attığın bişey yüzünden kaderler değişebilir diye… Ölmesi gerekenler kurtulabilir ve ölmemesi gerekenler ölebilir diye. O kaplanın yaşaması ve o zeki maymunun ölmesi gerekiyordu. — Amaan boşver! Hey bak! Burası muz ağaçlarıyla dolu… Belki de o kadar kötü biyer değildir. — Umarım yakında sakinleşir ve bizi affeder. — Her neyse! Şimdi gidip üstümüzü temizleyelim. Umarım üstüne düştüğümüz şeyin suyu, leke yapmıyordur… The End?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |