..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Erotik > Levent Ölçer




27 Ağustos 2010
1996 Yılı  
Günahların Yılı

Levent Ölçer


Koridor öğrenci sesleriyle her an daha çok dolmaya başlarken ve Yeşim korkuyla düğmelerini iliklemeye çalışırken Engin'in öpücükleri savuşturma çabalarına meydan okuyarak mücadele ediyordu.. "Ya dur diyorum Engin.." diye fısıltıyla bağırdı Yeşim. "Neden?" diye sordu Engin yaramazca ve dudakları hala Yeşim'in teninde akarken. "Zil çaldı Engin. Duymuyor musun?" "Mola mı istiyorsun aşkım? Daha yeni başlamıştık.." diye çocukça surat yaptı Engin. "Şebeklik yapma.." diye fısıltıyla ve gülümsemesini zor tutarak sinirli sinirli cevap verdi Yeşim.


:DADD:
1996..

1996 yazı lisedeki son yılımdı.. Ne yıldı ama.. Bu okulda geçen yedi yılım düşünüldüğünde bu son dört aylık dönem çok aldatıcı biçimde göze önemsiz geliyor. Oysa..

1996 ilklerin ve muhteşemliklerin yılı olduğu kadar yitişlerin ve yitirilişlerin de yılıydı.. Hala içimde gömülü duran, kendimden bile sakladığım, üzeri bir dağ dolusu toprakla örtülü günahların yılıydı..

1996 yazı en tatlı günahların, en acı gözyaşlarının, en derin haykırışların, en sağır sevdaların yazıydı. 1996 yazı benim yazımdı.. Bütün günahı ve sevabıyla.. 1996 yazı aşkın yazıydı, kanıyla ve gözyaşıyla hayatımın en tatlı yazıydı.

Günah söylenmez, söylenirse tekrar işlenmiş gibi olur derler ya.. Yıllar sonra bugün geriye bakıyorum da.. Eğer bir parça o günlerin yürek çarpıntılarını geri getireceğini bilsem o günahları bütün dünyaya haykırırdım.. Pişman değilim, hem de hiç..

Engin Varol Caner

***

Burak Reis Anadolu Lisesinde son sınıf öğrencisiydi Engin. Çocukluğundan ergenliğine geçtiği bu okulda yedi yıl boyunca çok şey yaşamıştı. Daha birkaç hafta önce de hayatının önemli bir eşiğini de burada aşmıştı. On sekiz yaşına girmişti.
On sekiz.. Düşününce içi hem kıpır kıpır oluyor hem de bir ürpertiyle üşüyordu. Böyle iyiydi, nereden çıkmıştı büyümek? Büyümeyi deli gibi isteyen arkadaşlarının yanında Engin ayrı duruyordu. Büyüyüp de ne olacaktı? Salaklar, bu yılların kıymetini hiçbiri anlayamıyordu. Büyüklerin onlara çizdiği sınırların içinde hepsi büyüklerin saçma kuralları ile bir sınavdan diğerine yarış atı gibi koşturuyordu. Hepsi anne ve babalarının başaramadıklarını başarmaları için zorlanıyordu. Çoğu bu ağır yükün altında eziliyor, inliyor ve mutsuz, huzursuz bir hayatı yaşıyordu.
Anne ve babaların hepsinin kendi başarısızlıklarının ve hayal kırıklıklarının telafisi için çocuklarını kullandıklarını çok erken yaşta fark etmişti Engin. Büyüklerin egolarının kocaman ve hiç dinmeyen açlığını çok yakından biliyordu. Büyükler hiç doymuyordu. Anlaşılan kişinin çocukluğunda açılan yaralar hiç kapanmıyor ve yaş büyüdükçe o yaralar da büyüyordu.. Ve çocuklar ne yazık ki anne ve babalarının taşıdığı bu yaraların acısını çekiyordu. Bu kırılması çok zor, çok lanetli bir döngüydü.

Futbol sahası Engin'in sığınağıydı. Hem de kendini bildi bileli. O yuvarlak hava kesesinin peşinde koşturduğu zamanlar adeta ibadet ettiği anlardı. Aklı, ruhu, bedeni ve kalbi arınıyordu. Rahatlıyor ve huzur buluyordu. Bütün zehirlerden arınıp aklını temizliyor, bütün kötü hisleri içinden kovalıyordu..

Topu sağ ayağı ile rakip oyuncunun solundan gönderdi. Hızı rakibinden fazlaydı. Çok sıkı bir deparın ortasındaydı. Sağ taraftan rüzgar gibi geçti. Top sağdan ve Engin de solundan geçerken Hasan kıpırdayamadı. Ellerini uzatıp faulle durdurmak istedi ama şaşkınlık yüzünden hamlesi gecikmişti. Engin çoktan gitmişti..
Engin libero pozisyonunda oynuyordu. Daha çok savunma ve orta sahada oynasa da aslında gol bölgelerinde de iş gören bir oyuncuydu. Okulda bir savunma oyuncusu olarak tanınsa da yakından bilenler kimi zaman bir forveti kıskandıracak çalımlarla arka arkaya rakip takımın yarısını dizdiğini bilirdi..
Engin yine kabuğundan çıkmış ve fırsatı gördüğünde rakip takımı ipe dizmeye başlamıştı. Maç en başından bu yana çok ağır bir tempoyla gidiyordu. Okulun arka bahçesindeki asfalt kaplı küçük sahadaki mücadele okulun son sınıflarının kızları tarafından da izleniyordu. Buna karşılık futbol değeri son derece düşük ve son derece laubali bir karşılaşmaydı bu. İlkbahar güneşi ve tatlı rüzgar mükemmeldi. Top oynamak için her şey yerindeydi. Ama takımlar geyik yapmaktan ve kızlara artislik sergilemekten top oynamaya vakit bulamıyordu.
Engin maçın yavanlığından o kadar sıkılmıştı ki normalde bu kadar kalabalık bir topluluk önünde yapmayı tercih etmeyeceği şekilde kabuğundan çıkmaya karar vermişti. Yıllar içinde Engin hep daha içine kapanık ve daha kendine dönük birisi olup çıkmıştı. Daha çok gözlemci ve otorite düşmanı hali yüzünden arka sıralarda oturur, insanlarla arasında mesafeyi korur, göz önüne çıkmayı-konuşmayı pek sevmezdi. Ama burası başkaydı. Burası top sahasıydı. Burası onun kutsal mekanıydı.

Rüzgar yüzünde akarken Engin karşı takımın kalesine doğru iki adamı daha çalımladı. Hızını korumak bir yana arttırıyordu. Rakibin ilk iki çalımdaki "bravo lan Engin!", "Helalin var Engin!", "yürü be koçum!" diyen şaşkın ve neşeli seslenişleri top kendi kalelerine yaklaşırken şimdi "tutun lan şu adamı, olum faul yapın, arayı kapat arayı kapat, yav indirsenize şunu!" kıvamında panik seslerine bırakmıştı. Engin kaleye çok yaklaşmıştı!

Engin artık önüne biriken üç rakiple yolun sonuna geldiğini biliyordu. Aslında temiz bir şut aralığı hala önünde güneş gibi parlıyordu. Ama Tayfun iyi bir kaleciydi ve açık şut aralığının önünde kendine güvenle yerini almıştı.

Engin şut için ayağını gerdi! Önündekilerden biri hemen havaya sıçrayıp arkasını dönerek Engin'in önüne siper oldu! Engin sağ ayağıyla vuracakmış gibi aldatıp topu sol tarafına çekmişti. Cenk boşa zıplamıştı. Bir anda Engin'in önünden iki adam düşmüştü. Her şey çok hızlı oluyordu. Hala Engin'in önünde bir adam ve daha dar bir açı vardı. Engin bu kısa anlık aralığı değerlendirdi. Topun dibine ortayı yapıştırdı. Kısa mesafeydi ama kendi özel vuruş tekniği için uygundu. Paraşüt vuruşunu yaptı. Top bir anda yerden dimdik havalandı ve savunmayı aşıp, arkada bütün bu hareketi takip edip en uygun yere geçmiş olan Alkan'ın önüne alçaldı.
Alkan öyle çok yıldız bir oyuncu olmasa da iyi bir oyuncuydu. Popüler öğrencilerin sahte yıldızlar olduğu sınıf takımlarında Alkan ne yazık ki gerçek kıymeti ile anılmıyordu. Engin bunun farkındaydı. Alkan bilek hareketlerine ve kafa vuruşlarına son derece hakim bir oyuncuydu. Lakin talih de çok etkili bir faktördü futbolda..

Top ve Alkan tam buluşurken Alkan'ın ayağı yerdeki çikolata kağıdına basıp kaydı. Alkan tökezledi. Kafa vuruşunu hala yakaladı ama bu o kadar temiz bir vuruş değildi.
Kaleci Tayfun, bu ani ortayla bir anda ortaya çıkan kalesindeki koca bir açıklığı kapatmak için, kendini can havliyle geri çekiyordu. Alkan'ın vuruşu üzerine bir kedi gibi sıçramıştı Tayfun! Tayfun uzak köşelere kedi gibi sıçrayıp en olmayacak golleri çıkarmasıyla ün sahibiydi. Tayfun iyi bir kaleciydi..

Tayfun topu ellerinin arasına alıp yere kapanırken bütün alkışları da alıyordu. Alkan takımından "nasıl kaçırdın ya, düz yolda yürüyemiyon be olm" diye şakayla karışık fırça yerken Engin sessizce koşarak savunmadaki yerine dönüyordu..

Engin'in aklı doluydu. Hem de çok doluydu. Yeşim ile bu aralar yine çok kapışıyordular. Bir dargın bir barışık halleri bu aralar bir dargın bir daha dargın ve bir "eh işte" kıvamında gidiyordu. Bu sarışın huri bazen çok can sıkıcı olabiliyordu. Engin kendisi de elbette sütten çıkma ak kaşık değildi ve bunun farkındaydı. İkili yaklaşık bir buçuk yıldır çıkıyordu..
Çıkmak.. Bu deyime gülüyordu Engin. Engin Yeşim'i seviyordu. Ona aşıktı. Ama çıktıkları pek söylenemezdi.. Beraberdiler demek daha doğruydu. Yani okul sınırları içindeyken beraberdiler. Okul sınırları dışında bu bir buçuk sene içinde sadece üç kez görüşebilmiştiler. Koca yaz tatili boyunca hiç görüşmemiştiler. Servislerle uzak yerlerden gelen öğrencilerin sabah sekizden akşam beşe kadar okulda olması okul dışı hayatı elbette büyük ölçüde zorlaştırıyordu ama Yeşim'in ailesinin geniş tanıdık çevresi de işleri kolaylaştırmıyordu. Yeşim babasından çok korkuyordu ve okul dışında bir erkek arkadaşla babasına, annesine, abisine ya da bir tanıdığa yakalanma düşüncesi gerçekten genç kızın yüreğinde koca bir endişe kaynağıydı.. Bu kaynak aynı zamanda Engin için de koca bir rahatsızlık kaynağıydı. Bu durum ilişkilerinin en başından beri ikisinin arasındaki pek çok sorunun ana kaynağıydı. Gerginlik genç yürekleri çok yıpratıyordu. Bir yandan okulun son senesi olması, bir yandan hepsinin teker teker on sekizlerine girmeleri, üniversite sınavının yaklaşması, mezuniyetin yaklaşması, yedi yılın ardından hayatının bir döneminin kapanması, ailelerin baskısı ve yüksek beklentileri, öğretmenlerle sorunlar, arkadaşlarla sorunlar, sevgililerle sorunlar, sorunlar, sorunlar ve sorunlar.. Hep sorun ve de sorun.. Nefes.. Nefes alacak fırsat yoktu. Gençler havasızlıktan boğuluyordu. Boğulmak hiç hoş bir duygu değildi..

Engin savunmadaki yerini almıştı. Karşı taraf oyunu başlatıp dağınık bir akınla geldiğinde akının sonu baştan belliydi. Engin savunmadayken çok başa çıkılmaz sayıda kalabalık bir akın olmadığı sürece çok rahattı. İki rakip oyuncuyu çok iyi kapatıyor ve ayaklarına atlamadan kontrollü biçimde onlarla kaleye doğru geri geri koşuyordu. İkisi arasında bir iki paslaşma olmuştu ama Özgür ve Ahmet ne Engin'i geçecek bir aralık bulmuş ne de şut için açıyı yakalayabilmişti. Kaleye yaklaşan her adımlarında önlerindeki vuruş açısı daha da daralıyordu. Ahmet daha fazla beklemedi. İlk fırsatta sımsıkı gerildi. Engin geldiğini görüyordu. Ahmet topa çok sert vurması ile ünlüydü. Ahmet'în önüne zıplayarak topa arkasını döndü. O sert vuruşu yüzüne ya da bacak arasına yemeye hiç niyeti yoktu. Bir kez o şutu bacak arasına yemişti. Sonuçları çok acılıydı. Hem Yeşim'den de epey azar işitmişti; "Kendine dikkat et, ona bi şey olursa naparız!?" diyerek ikisini de epey güldürmüştü..

Ahmet'in şutu cidden çok sertti. Kaledeki Ayhan bile korkuyla pozisyon almıştı ve topun üzerine atlayıp topu yakalamaktan ziyade diğer köşeyi seçip toptan uzak durabilmek adına topu izliyordu. Dedik ya yahu, Ahmet çok sert şut atardı, hem de kaleye bu kadar yakınken..

Ahmet'in şutları aynı zamanda pek o kadar isabetli olmamaları ile de ünlüydü.. On vuruştan belki biri gol olur ya da ikisi tehlike yaratırdı. Ama yarısına yakını mutlaka birilerinin canını yakardı.. Yine de bu defaki şut epey büyük bir farkla auta çıkmıştı. Bu durum Ahmet'in takımında epey bir memnuniyetsizliğe yol açmıştı. Ahmet yerden yere vuruluyor ve gülümsemeyle bu eleştirileri kabul ederken orta sahaya koşuyordu.

Top aut noktasına dikilmişti. Daha önce de kaleci Ayhan ve Engin beraberce aut kullanmıştı. Kurallara göre auttan gol olmazdı. Aut çizgisindeki topa hafifçe dokundu kaleci Ayhan. Engin topa vurmak için koştu. Topa vurmadan önce vuruşu aklında tamamladı; Hayalinde topa vurdu ve topun uçuşunu, havada süzülüp savunmanın arkasına sarkmasını gördü. Top Alkan'ın kafasına nokta atışıyla yumuşakça iniyordu.. Gerisi Alkan'a aitti. Alkan golü atacaktı. Bunu daha önce de yapmıştılar..
Topun dibine paraşüt vuruşuyla geçirdi ayağını. Top dimdik dikildi havaya ve süratle yüksek bir aşırtma ile rakip kaleye doğru yol almaya başladı. Şimdi auttan gol olabilirdi!
Engin arada sırada bu vuruşlarla kaza ile gol atsa da bu defaki niyeti gol atmak değildi. Gol pası veriyordu. Alkan pozisyonunu almıştı. Alkan hava toplarına çok iyi yükselir ve kendinden uzunlardan hatta ellerini de kullanabilen kalecilerden bile top çalabilirdi. Alkan değeri bilinmeyen bir yıldızdı.
Alkan paraşüt vuruşuyla bütün savunma oyuncularını aşan topa kolayca yükseldi. İsabetli bir pasa çok rahat bir kafa vurdu. Kaleciyle topun arasına girdi ve kaleciyi şaşırtan çok ufak bir dokunuşa topu bir anda ters köşeye çevirdi!

GOL!

Sahada ortalık neşe ve hayal kırıklığı ile karışmıştı. Gol şovu gereği Alkan aslında daha çok rakibe nispet olması için omuzlara alınıp çılgınca alkışlanırken geride Engin rahatça gülümsüyordu. Bu alışık olduğu ve aslında pek o kadar da rahatsız olmadığı bir görüntüydü. Bütün iltifatları yine başkası alıyordu. "Bi şey diil" diyerek gülümsemeyle fısıldadı Engin..
Güneş iyice parlıyordu. Lise bahçesinde öğrenci sesleri cıvıldıyordu, rüzgar tatlı tatlı bahar serinliği ile esiyordu. Maçın sonuydu ve işte Yeşim de karşıdan ona doğru gülümseyerek geliyordu.. Daha ne olsundu.. Engin terli alnını silip her zamanki gibi yine yere düşürülmüş ceketini eline alırken gülümsüyordu.

"Hiç gol attın mı?" diye tatlı tatlı sordu Yeşim.
"Hayır. Maçı izleyeceğini sanıyordum. Gözlerim seni aradı."
"Hmm, demek gol atamadın," diyerek şakayla takıldı Yeşim. Bundan hiç memnun değilmiş gibi bir hali vardı.
Normalde bu kızdırma girişimine cidden aldırış etmezdi Engin ama şimdi yine içindeki kızgın volkan uyanıyordu. Nerdeydin sen yahu? Maçı izlemedin mi? Herkesin kız arkadaşı maçı izliyordu? Nerdeydin sen?
"Maçı niye izlemedin?"
Yeşim sorunun tonunu anlamıştı. Yine bir kavga vardı. Genç kız da usanmıştı bu kavgalardan. Son zamanlarda bunların sayısı çok artmıştı. İyi oldukları zamanları çok özlüyordu. Bu aralar çok ağlıyordu. Ağlamayı sevmiyordu..
"Bora'larla beraber aşağıdaki yarış pistine gitmiştik. Sana da söylemiştim unuttun mu."
"Bana heralde gitmeyeceğini söylemiştin. Oraya kadar yürüyemezdin hani?
Yeşim savunmayla cevapladı.. Sadece işleri daha da kötüleştirmesi için. Sonradan fark etti yaptığı hatayı..
"Yürümedik ki.. Eray'ın ehliyeti var. Bugün babasının arabasıyla gelmiş. Sumru ve Jale'yi de yanımıza aldık. Diğerleri yürüyerek giderken biz arabayla gittik."
Bu kadarı Engin için bile fazlaydı. Yeşim'in Bora, Eray ve diğerleri ile kızlardan daha iyi anlaştığını biliyordu. Bu çocuklarla bir sorunu yoktu, hepsi iyi arkadaşlarıydı. İçlerinden birinin Yeşim'e aşık olduğunu Yeşim de Engin de biliyordu ama bunun platonik düzeyde kaldığını da biliyordular. Lisede böyle şeyler oluyordu.. Ama şu anda burada hiç de öyle olmuyordu. İşler karışıyordu..

"Doğum gününde ben seni arabaya bindiremiyorum. Ağlayıp zırlıyorsun, bana bir ton dil döküyorsun başkasının arabasına binmem diye, bugün kalkmış bana Eray'ın arabasıyla piste gittik diyorsun.. Eray. Eray.." diye vurguladı Engin. Eray, Bay Platon'du bu arada..
Yeşim faciayı görmüştü ama çok geç kalmıştı.. Yine kavga vardı. Gözleri yaşlanıyordu.
Engin'in içi karmakarışıktı. Hem o gözyaşlarına sebep olduğu için kendine sövüyor hem de buna neden olduğu için Yeşim'in salaklığına sövüyordu.. Artık bu kavgalardan çok yorulmuştu. Yeşim'i çok seviyordu. Yeşim ilk aşkıydı. Onunla ne kadar çok ilk yaşamıştı. Onu çok seviyordu. Onsuz geçen bir anı yaşamaktan bile saymıyordu. Ama şu son zamanlarda onunla geçen anlar da çok zor gelmeye başlamıştı. Çok acı veriyordu. Erkekler ağlamaz diyen b..k yesindi. Erkekler de gayet güzel ağlardı. Engin için için ağlayıp duruyordu bu öğretim yılının başından beri..
"Senin doğum günü planın çok uzak bir yerdi Engin. Hem arkadaşın Rasim'in araba kullanmasına da güvenemiyorum.." Engin öfkeyle araya giriyordu hemen..
"Ama Eray'ın araba kullanmasına güveniyorsun.."
"Yaa lütfen Engin.. İkisinin aynı şey olmadığını biliyorsun! Birisi hemen şurası diğeri bir saatlik yol. Lütfen yapma.." derken Yeşim'in sesi iyice kırılmış ve ağlamaya başlamıştı. O güzel mavi gözlerde yaşlar süzülüyordu. Güzel yüzü acı ile kızarmıştı. Sarı saçları yüzünü buğu gibi perdelemeye başlamış başı öne düşmüştü..
Engin buna hiç dayanamazdı. Yeşim'i üzgün görmeye, onu ağlarken görmeye dayanamazdı. Yeşim bir ağlasa Engin'in kalbi on kanardı. Engin hemen Yeşim'in elini tuttu. Sımsıkı sarıldı. Bir yandan saçlarını okşayıp özürler diliyor bir yandan kendi gözyaşlarıyla içinden ağlıyordu.. Aşk ne kadar acı bir şeydi.. Her hamle ayrı bir bozgun her adım başka bir hataydı. Aşk mayın tarlasında yürümeye benziyordu. Bu aralar Yeşim ve Engin bir mayından diğerine savrulup duruyordu.. İkisinin kolları da birbirini daha sıkı sardı. Kalp atışları ve nefesleri bir oldu. Öyle kala kaldılar bir süre. Taa ki öğle paydosunu bitiren zil sesi gelip onları sınıflara çağırana kadar..

İkili kollarını isteksizce gevşetti. Göz göze geldiler. Yeşim gözyaşlarını silerken hafif ama içten bir gülümsemeyle sıcacık gülümsedi Engin'e. Engin bunu nasıl yaptığını bilmiyordu ama Yeşim ne zaman ona böyle gülümsese bütün buzlar dağılıp eriyordu. Güneş karanlık bulutları parçalayıp yine ışıl ışıl parlamaya başlıyordu! Okul bahçesinin daha az göz önündeki bu köşede etrafına şöyle bir bakınıp çevrede öğretmen ve fazla meraklı bakışlar olmadığından emin oldu Yeşim. Etrafta olanlar fark etmeden Engin'in dudağına kısa bir öpücük kondurmayı göze aldı. Öpücük kısaydı, kısacıktı ama hazinelere değerdi. İkisinin içinde de bir anda güneşler açmış, bahar rüzgarları fırtına olup esmişti. Bir öpücük neredeyse yeni bir hayat vermişti ikisine de..
"Yeşim, seni seviyorum." diyerek içtenlikle döküldü sözler Engin'in dudaklarından..
Yeşim adım adım geri yürüyüp ondan uzaklaşırken gülümseyerek ve içten bir tonda cevap verdi. "Ben de seni.."
İkisinin elleri de birbirinden mümkün olan son ana kadar kopmamaya yeminli gibiydi. Parmak uçlarına kadar direndi ve mümkün olan son ana kadar birbirinden kopmadı eller..

Engin bu öğleden sonraki ilk dersi asmıştı. Zaten bu son dönemde dersler formaliteye dönüşmüştü. Boş ders sayısı az değildi. Okula gelenlerin sayısı her gün daha da azalıyor ve raporluların sayısı artıyordu. Sayıları zaten eksik olan öğretmenler derslerin çoğuna girmiyor ve sene sonu kağıt işleriyle boğuluyordu.. Devamsızlığa günü yetenler şimdiden okuldan kaçıp sahile veya çarşıya, sinemalara, kafelere kendilerini atıyordu. Erkekler bahçede top oynuyor, kızlar muhabbetlerinde geziniyor ya da voleybol oynuyordu. Yine de bugün şaşırtıcı ölçüde ders dolu bir gündü ve bahçede arazi olmuş çok az öğrenci vardı. Onlar da her köşeye dağılmış seyrek bir guruptu.
Engin boş sahada topun peşinde yalnız başına koşturuyordu.. Aklında düşünceler çarpışıyordu. Aşkı düşünüyordu. Yeşim'i düşünüyordu. Ve ilişkilerinin nasıl başladığını.. Ona kalsa ilişkileri kolay kolay başlamazdı herhalde. Engin insanlara kolay yaklaşabilen birisi değildi. Okul hayatının ilk yılları platonik aşkları ve futbol topu ile doluydu. Hayata diğerleri gibi bakmıyor ve diğerleri gibi yaşamıyordu. Zaman zaman çok yabancılık çekiyor ve kendini bu garip çevreden geri çekiyordu.. Yani çekebildiği yere kadar. Zaman zaman kendine hayret ettirecek kadar parlayıp kendini öne sürdüğü, öne fırladığı anlar da oluyordu tabii ama bu anlara ilk başta kendisi şaşırıyordu. Aslında Engin son derece gelgitli bir ruh haline sahipti. Bu halini biliyor ve çevresine bazen zarar verdiğini, insanlara zor anlar yaşattığını görüyordu. Ama çevresi de ona zarar veriyordu..
Yeşim ile ilişkilerinin ilk başlarında kendini şaşırtacak biçimde kabuğunu kırması bugün bile Engin'i dehşete düşürüyordu. O günlerde kendini tanıyamamıştı. Demek aşkın gücü dedikleri şey buydu.. Yeşim ilk yaklaşan taraftı. Yine de ilk hamle karşıdan karşılık görmezse ilk hamle olduğuyla kalmaya mahkumdu. İlk hamle mahkum olmamıştı. Karşılık görmüştü. Kısa süre sonra o sene sınıfları birleşene kadar birbiriyle merhabası olmayan bu ikisi adeta her adımda beraber nefes alıyordu. Zilin sesini bekler olmuştu ikisi de. Özellikle Engin. Hani o şarkıda olduğu gibiydi; Ziller çalınca koşardım sana, sığınıp kollarına, küserdim dünyaya.. İşte öyle..
Daha ilişkilerinin ilk senesi dolmadan Engin tatsızca bir şeyin farkındaydı ama bunu kendine söylemek istemiyordu. Bu inkar ettiği, göz ardı ettiği bir gerçekti. Aslında gerçekten ziyade çok rahatsız edici bir histi ve gerçek olup olmadığını tam olarak bilememek de durumu çok daha kötü yapıyordu. Engin sürekli kendini kandırma mücadelesi veriyordu.. Bu his içinde her geçen gün şiddetle büyüyordu. Sevdanın kör gözlerine rağmen için için bir gerçeği kalbine saplanan bir bıçak gibi bildiğini hissediyordu Engin. Bilmediğini söyleyerek, emin olamadığını söyleyerek kendini kandırma çabaları git gide daha da zorlaşıyordu.. Engin özellikle son haftalarda bu sıkıntılı hissin kollarında ölüp ölüp diriliyor ve çok acı çekiyordu. Yeşim git gide daha da uzaklaşıyor ve sıcaklığı Engin'e bakan gözlerinden soğuyup gidiyordu. Son kez o dudaklardan seni seviyorum cümlesini duyduğundan bu yana aylar geçmişti ve Engin her bir günü sayıyordu.

Yeşim aslında Engin'i sevmiyordu.
Evet, Yeşim Engin'i sevmiyordu.
YEŞİM BENİ SEVMİYOR! Diye haykırdı lanet olasıca düşünce şimdi en sonunda..
Engin bu saçma ve bu aptal düşünceyi hep aklından uzak tutmaya çalışıyor ve bu duyguyu kalbinin en ücra köşelerinde zincirli tutmaya çalışıyordu. Yine de zaman ilerledikçe zincirler paslanıyor ve zayıflıyordu. Ücra köşeden zincir şakırtıları ve kükremeler bir canavarın ayak sesleri gibi yankılanmaya başlamıştı..

Orada topun arkasında koşarken rahatlamış ve dinginleşmiş aklından kelimeler farkından olmadan dudaklarına ulaşıp dışarıya döküldü.. Kabul eden, teslim olmuş ses tonu Engin'in kanını dondurmuştu..
"Sen çok bencilsin Yeşim.. Senin dünyanda sen her yeri kaplıyorsun, bana yer yok.."

Bir anda ağzından çıkan bu kelimeler ile pürüzsüz bir göl yüzeyi gibi olan durgun aklına koca bir taş atılmıştı!
Engin topu kovalamayı bıraktı.. Önündeki top saha boyunca yuvarlanıp ondan uzaklaşırken Engin durdu kaldı. Güneş tepesinde ışıldarken gözleri gölgesine düştü. Rüzgar ferahlatıcı bir okşamayla onu teselli ederken aylardır kendine itiraf etmekten kaçındığı şey inkar edilemez biçimde karşısına dikilmiş dimdik yüzüne bakıyordu..

Parçalar küçüktü ve birleştirmek zaman almıştı. Ama gerçeğin orada olduğunu hep hissetmişti. Yine de ondan hep kaçabilmişti. Aşk ne güzel bir duyguydu. Varsın yalan olsun, aldatmacası bile güzeldi. O beni benim onu sevdiğim gibi sevmiyorsa ne vardı bunda? Gittiği yere kadar, yaşandığı kadarıyla yaşayacaktım bu sevdayı.. Öyle değil mi?
Öyle değil mi?
Bilmiyordu Engin. Bu sorunun cevabı onu rahatsız ettiği için soruyu daha en başında inkar etmişti, bütün bu düşünceyi zincire vurup saklamıştı. Oysa artık kaçacak yeri yoktu.
Yeşim'i seviyordu. Ama bütün bu ilişkileri boyunca genç kızın ona karşı çok da adil olmadığının da farkındaydı. Anlayışlı olmak adına ve sevdadan gözü kör olmak adına bunları görmezden gelse de gerçek acıydı. Yeşim olanca tatlılığına rağmen ve Engin'in olanca aşkına rağmen Engin'in duygularının karşılığı değildi.
İtiraf etmesi çok güç olsa da Yeşim ne yazık ki Engin'in kaldıramayacağı kadar bencil ve patavatsızdı. Yeşim önce kendini düşünüyordu. Yeşim Engin'i sevmesine ve onun için gözyaşı dökmesine karşılık Engin'i kendinden çok sevmiyordu. Aslında Engin Yeşim'in öncelikler listesinde ne yazık ki bir aşığın olması gerektiği yerde değildi. Aşıkla erkek arkadaş arasındaki farkı bilenler Engin'in sadece erkek arkadaş seviyesinde oturduğuna hüküm vereceklerdi ki bu şu anda Engin'in kafasına kendini bir çekiç gibi dan dan dan diye indiren çok acımasız bir gerçekti..
Her genç kız gibi, her kadın gibi Yeşim de aşkı seviyordu, aşık olunmayı seviyordu.. Yeşim Engin'in ona çılgın gibi aşık olmasını seviyordu. Ama Yeşim'in çıldırmaya niyeti yoktu. Yeşim çılgın değildi. Yeşim iyi bir kızdı ama çılgın değildi.. Kasıtlı bir şey değildi, kötü niyetli bir şey değildi, istismar değildi.. Sadece ortadaki acımasız gerçek buydu.
Engin acıyla sarsılırken ayakta bir an dengesini kaybetti. İdrak iliklerine işlerken son aylarda içinde bir volkan gibi büyüyen huzursuzlukla şimdi maskeleri inmiş biçimde yüzleşiyordular.. Olduğu yere çöktü Engin. Sahanın kenarında öylece oturdu kaldı.. Sanki öğlenki maçtan bu yana bir yıl geçmişti. Sanki yaşlanmıştı. Koca bir baraj patlamış ve koca bir sel coşup çağlamıştı sanki.. Bir anda bir yılın tecrübesi içine boşaltılmıştı sanki.. Omuzlarına öyle bir ağırlık binmişti ki kendini ayağa nasıl kaldıracağını bilmiyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Bu oyun çok acımasız bir oyundu.. Hayat kimsenin gözünün yaşına bakmıyordu..

Öyle oturmuş halde ne kadar kaldığını bilmiyordu. Bir ayak sesiyle kendine geldi. Ses yaklaşıyordu. Bir kızın yürüyüşüydü. Rüzgarda esen koku bir kızın kokusuydu. Yeşim'in kokusunu ezbere biliyordu. Bu Yeşim değildi. Normalde Yeşim dışında bir kızı umursamazdı. Sadakati ve gözleri o derece mühürlüydü ama şimdi boş bir sahada ilgisini çekmişti bu koku. Koku ne kadar tatlıydı. Çok taze ve zarif bir kokuydu. Hem çiçek kokusu gibi ferah hem baharat kokusu gibi güçlüydü.
Daha Engin arkasına dönüp bakamadan koku seslendi.
"Meşaleye ışığı için teşekkür et ama onu gölgede sabırla tutan eli de unutma.." diye konuşan elinde açık bir kitabı okuyarak yürüyen Buket idi.
Buket okulun en güzel kızlarından biriydi. Ama bu güzelliğini kalın çerçeveli gözlükleri ve dağınıkça toplanmış kızıl saçlarıyla çok gizliyordu. Gizlemek göreceli bir kavramdı. Gerçekten gözleri görenler Buket'in biraz kendine baksa ne kadar dünyalar güzeli olacağını da görüyordu.
Engin bir an ne diyeceğini bilemedi. Bu sesleniş bariz biçimde ona yapılmıştı. Yakınlarda başka kimse yoktu. Buket ile yedi senedir aynı sınıftaydı ama toplasan yedi kelimeyi zor konuşmuştular.
Engin ile Buket'in gözleri ara sıra çarpışırdı kısa anlar için. Yıllar boyunca paylaşılan bu kısa anlar sessiz dokunuşlar gibiydi ve bir hayalet gibi görünmezdi.. Yine de Engin ne zaman Buket'i görse gözlerini cesaret edebildiği kadar uzun süre onun saf yüzüne, güzel gözlerine bakmaktan alamazdı..
"Kitaptan bir alıntı mı?" diye farkında olmadan Engin'in dudaklarından döküldü gülümseyen cevap. Engin de şaşırmıştı buna.
"Hayır," dedi gülümseyen cevap. Engin'e bir bakış atarak yanından yürüyüp geçti. Karşı köşedeki körfez manzaralı banklardan birine oturdu. Yüksek bir tepenin üzerindeki okulun manzarası gerçekten bir okul için çok iyiydi. Aşağıda bir ralli pisti vardı, okulun çevresi ağaçlıklar ve yeşillikle doluydu. Ülke ortalamasının çok üzerinde güzel bir okuldu okulları.. "Maçı izledim. Herkes Alkan'ı alkışladı. Ama gölgede birisi daha vardı.."
Yine farkında olmadan cevap verdi Engin. Hayatının belli dönemlerinde bunu yaptığını fark etmişti. Hayatının dönemeçlerinde bunu yaptığını fark etmişti. "Teşekkür ederim,"
"Bi şey diil," diye cevap verdi Buket. Gülümsedi. Engin de gülümsedi. Kısa bir süre sessizlik oldu. Sonra sessizlik bitti. Yerini zilin sesi aldı.
"Görüşmek üzere," diyerek ayağa kalktı Buket.
"Görüşürüz, Buket," diyerek bu defa bilinçli ve nazikçe cevapladı Engin.

***

Sabahın köründe okula ilk ulaşan servis Engin'in servisiydi. Tesadüf bu ya okula ikinci ulaşan da Yeşim'in servisiydi. Aslında bu ikisinin servisleri hemen hemen her gün aynen bu şekilde okula ilk ulaşan servisler olurdu. Bu hoş bir tesadüftü, belki de kaderin bir hediyesiydi gençlere..
Engin yine her sabah olduğu gibi pencereden yanaşan servisleri izliyordu. Bu sabah içindeki duygular biraz daha farklıydı. Yine deli gibi sabırsızca bekliyordu Yeşim'i.. Ama artık gözleri eskisi kadar kör değildi. Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğuna hala karar veremiyordu.. Gece çok uzun olmuştu.
Yorgun aklı onu uyku diyarına çekmeden saatlerce yatağında bir o yana bir yana dönüp durmuştu. Sonunda aklı uykuya teslim olmadan önce kendisiyle bir barış yapmayı başarabilmişti. Elinden bir şey gelmeyen durumlarda insanın yapabilecekleri çok sınırlıydı. Bu durumda Engin'in yapabilecekleri de çok sınırlıydı. Yeşim'le olmak acı veriyordu ama Yeşim'siz olmak da bir seçenek değildi. Bunu kaldırabileceğine inanmıyordu. Yeşim ile arasındaki ilişkinin geleceğinin pek aydınlık olmadığını biliyordu ama bu ilişkiyi bitirmeye cesareti yoktu. Bunu istemiyordu. Bunu yapabilecek gücü olduğundan emin değildi. Ne zaman o deniz gözlerle gözleri birleşse Engin'in bütün gücü tükeniyor ve büyüye esir düşüyordu. Bu ne tatlı, bu ne vazgeçilmez bir esaretti böyle. Bundan vazgeçmeyecekti ama gerçeği de artık inkar etmeyecekti.. Acı gerçek.. Gittiği yere kadar gidecekti.. Bu karar içinde pek çok şeyi kökünden değiştirmişti. Engin artık eski Engin değildi. Bir daha da hiç o eski Engin olmayacaktı..

Servisler geldiğinde eğer şanslıysalar bu ikilinin sınıfta yalnız kalabileceği çok kısa ve çok kıymetli bir aralık oluyordu. Hani şarkıda dediği gibi; "Dudaklar yanıp tutuşur ya, Söz biter gözler konuşuyor ya, o ne zevk o ne ızdırap, aşıksan halin harap," aşamasında aşıklar için bu kısacık yalnızlık anları paha biçilmez anlardı.

Yeşim kapıdan içeriye fırtına gibi girdiğinde boş sınıfta sadece Engin'i gördü. Yüzü bir gülümsemeyle aydınlanırken sırtındaki çantasını en yakın sıraya savurup kapıyı hemen kapattı. Engin de bir anda kapının yanındaydı ve kolları süratle Yeşim'i sarmalıyordu. İki genç süratle birbirini sarmalamıştı. Dudaklar açlıkla birbirine kavuşmuş öpüşüyordu. İkisinin de nefes almak için bile durmaya niyeti yoktu. Yeşim kendisini saran bu kolların verdiği hissi seviyordu, Engin'in dokunuşundaki şefkatli şiddete bayılıyordu. Engin de Yeşim'in kokusuna, yumuşaklığına ölüyordu.

Engin'in elleri Yeşim'in ince beyaz gömlek giyen sırtında arzuyla gezinirken delikanlı genç kızın iç çamaşırlarının tüm dikişlerini tek tek hissedebiliyordu.
"Hayır.." diye dudaklarını bir an için geri çekerek ve gülümseyerek konuşabildi Yeşim. Bu aralarındaki bir şakaydı. Engin neyi kastettiğini anlamıştı. Bu o çabuk açılan sütyenlerden biriydi.. Bazen öpüşmenin ortasında bir anda Yeşim irkilir ya da gülmeye başlardı, sonraları bunu Engin'e açıklarken "bir anda bir rahatlama oluyor ve ne yapacağını şaşırıyorsun" diye açıklamıştı.
Yeşim gülümseyerek öpüşmenin arasından konuşmaya çalışmayı sürdürdü. "Sabah sabah beni tuvalette uğraştırma Engin, çek ellerini oradan.."
Engin laf dinleyen birisiydi. Ellerini Yeşim'in sırtından çekti. Elleri usul usul aşağıya kaydı ve Yeşimini eteğine doğru alçaldı. Yeşim'in kalçalarını kavrayan elleriyle ikisinin bedeni şimdi sımsıkı birbirine yapışmıştı. Yeşim bedeninde Engin'in sertleşmiş erkekliğini hissetmekten fazlasıyla keyif alıyordu..
Nefesleri derinleşmiş ve kalpleri daha bir deli atar olmuştu..
Yeşim soluklanmak için dudaklarını Engin'in dudaklarından ayırırken Engin'in öpücükleri Yeşim'in güzel boynuna doğru akıyordu.
"Bu nasıldı?"
"Çok, çok, çok daha iyi," diye inleyerek ve baygınca konuştu Yeşim.
Öpüşüp koklaşmak çok tatlıydı, tadına doyum olmuyordu ama ikisi de yalnız zamanlarının sona geldiğinin farkındaydı.. Neredeyse birbirinin içine girmiş bedenleri yavaş yavaş birbirinden isteksizce uzaklaşıyordu. En isteksizler dudaklar ve ellerdi. Dudakları bedenlerinin arasındaki mesafeye rağmen birbirine umursamazca sarılmaya devam ediyordu..
İşte tam o anda kapı açıldı! İçeriye fırtınalı biçimde üç dört kişi girdi.
"BASILDINIZ!" diye kahkahalarla, neşeyle gülerek bağırdı biri. Bu Sumru'ydu. Yeşim'in en yakın arkadaşlarından birisiydi.
Sumru'nun yanındaki diğerleri de gülüşüp şaka yollu "noluyo lan burda, oha oha, disiplin kurulunu toplayın hemen, yuh aile var be!" diye ortalığı birbirine katıyordu.. Sadece Eray sessizce geri plandaydı..
Yeşim gülüyordu ama yüzünü saklamaya da çalışıyordu çünkü kıpkırmızı olmuştu. Engin gülümsüyordu.
"Kırmızı sana çok yakışıyor," diye samimice bir gerçeği söyledi Engin. Bu sarışın ahuya gerçekten de kırmızı çok yakışıyordu. Yeşim okulun en güzel kızlarından biriydi, bütün platonik aşıklarını hak ediyordu doğrusu..


**

Okulun son senesinde Kütüphane Kolu Başkanı olmak Engin için harika bir şeydi. Engin macera kitaplarını okumaya ve derslerden kaçıp kuytu bir köşede uyumaya oldum olası bayılırdı. Okul kütüphanesi bu iki durum için de çok uygundu. Kütüphane koluna yıllardır çok katkısı olduğundan kütüphaneden sorumlu müdür yardımcısı İsmail Bey Engin'in arada sırada bu kaytarmalarına göz yumar, görmezden gelirdi. Engin kütüphanenin üç anahtarından birine sahipti. Biri okulun kıdemli hademesinde, bir diğeri öğretmenler odasındaki anahtar dolabındaydı. Hasan Amca'yla yıllardır arası çok iyi olduğundan aralarında bir taktik bile geliştirmiştiler. Engin'in uyumaya ayırdığı günlerde Hasan Amca öğretmenler odasındaki anahtarı yanına alırdı ve böylece kütüphaneye girmek isteyen birisi Hasan Amcayı bulmak zorunda kalırdı. Hasan Amca da gelirken ses eder ve kapıyı oyalanarak açardı. Bu Engin'e uyanmak ve küçük arka pencereden çalılıkların arasına karışmak için fırsat verirdi. Okulun arka tarafı ön taraftan daha yüksek zemine sahip olduğundan arka pencereler hep küçük tavan pencerelerdi. Arka bahçedeki kalın çalılıklarla önü örtülü bu pencereler çok az ışık sızdırdığından arka yüze bakan okul bölümleri hep depo ya da laboratuvar olarak kullanılıyordu.

Engin bu kurtarılmış bölge kıvamındaki kütüphanede yine bir şekerlemenin ortasındaydı. Kucağında bir milyon defa okuduğu Deniz Altında 20 000 Fersah ile uyuya kalmıştı.
Kapı çalındığında Engin'in hafif uykusu aralandı. Engin'in uykusu normalde top atsan uyanmayacak bir uykuydu ama kütüphanedeyken bir sineğin vızıltısıyla bile uyanırdı. Bir tür psikolojik savunma mekanizması diye düşünüyordu bunu Engin..

"Engin.. Aç kapıyı ordasın biliyorum.." diye fısıltıyla konuşan ses Yeşim'di..
Engin şaşırdı. Yeşim buraya gelmeyi pek sevmezdi. Her aklı başında genç erkek gibi o da bu kütüphaneden faydalanmayı defalarca düşünmüştü ama Yeşim çok korktuğu için buna hiç yanaşmamıştı. İlk başlarda buna epey sinir olmuştu Engin. Aslında Engin buna hala çok sinir oluyordu. Bunu şimdi kapıda Yeşim'in sesi duyulunca hatırlamıştı. Tatsız tatsız ayağa kalkıp kapıya yürüdü. Kilitteki anahtarı sessizce çevirip kapıyı yavaşça araladı. Bu bölüm Müdür odasının da bulunduğu ve bir ara kapı ile ana koridordan ayrılan koridorun en uç bölümüydü. Müdürü sesle rahatsız edip odasından çıkarmanın okulun hayrına olmadığını bütün okul biliyordu. İşler yolundayken Müdür Temel Bey sakin ve ortalıkta az görünen biriydi ama ortaya çıkması gereken durumlarda terör estirmesiyle ünlüydü..
Aralık kapıdan Yeşim'in yüzünü görünce sinirli hali süratle yumuşadı.
"Senin derste olduğunu sanıyordum."
Yeşim'in elinde bir kitap vardı. Bir şiir kitabı..
"Bunu bırakmak için gelmiştim. Sonra zil çaldı. Jale'yle lafa daldık bir baktım öğretmen derse giriyor. Gülay Hanım'dan sonra derse gireceğime hiç girmeyeyim daha iyi dedim."
"İyi demişin. Kitabı alıyım.. Ah, bir de imzan gerekecek. İçeri gel."
Yeşim bir anda çekingenleşmişti. Yalnız bir koridorun ucundaki yalnız bir kütüphanenin önünde iki aşık baş başa dikiliyordu.
"Eğer Müdür bizi burada böyle dikilirken görürse korktuğun şeyin başımıza geleceğini sana garanti ediyorum Yeşim. Üstelik aramızda iki metre mesafe olmasına rağmen.."
Yeşim hala tam emin değildi.. Kendisiyle mücadele eder gibi bir hali vardı. Engin'in canı sıkılmıştı. Gülümsedi. Afacanlığı tutmuştu işte. Bir anda ileri hamle etti ve Yeşimi bileğinden tuttuğu gibi içeri çekti. Bir anda olmuştu her şey. Yeşim daha ne olduğunu anlayamadan ikisi de içerideydi ve Engin kapıyı kilitliyordu.
Yeşim kilitlenen kapıya bakarken sessiz ve tereddütlüydü.
Aslında kitap teslim etmek çok masum bir amaçtı ve kilide gerek yoktu. Engin de böyle düşünüyordu ama uyurken kapıyı kilitlediğinden ve son zamanlarda çok uyuduğundan biraz ezbere biçimde kapıyı kilitlemişti. Hem yakalanmaları olasılığını da azaltacaktı bu kilit.. Hem .. Hem.. Hem.. Belki, kim bilir.. Yeşim.. Belki..
"Kitabı alıyım lütfen."
Yeşim kitabı uzattı. Engin kitabı aldı ve deftere kaydetti. Yeşim'den imzasını istedi. Yeşim imzayı atmak için öne eğildi..
Yeşim imza atarken öne eğildiğinde gevşek kravatı ve kazayla açılmış gömleğinin iki üst düğmesi Engin'in aklını başından alan bir manzarayı gözler önüne seriyordu..
Engin elinde olsa kütüphanedeki her kitap için Yeşim'den bir imza alırdı..
Yeşim bu bakışları fark etmişti. Açık düğmelerini ve göğüslerinin çok büyük bölümünün böyle eğildiğinde o aralıktan ortaya çıktığını da fark etmişti.
Yeşim de pek öyle uslu kızlardan değildi ve bu durum hoşuna gitmişti. İçin için korkarken ve asla buraya Engin ile gelmeye cesaret edemezken işte şimdi buradaydı. Engin'leydi. Yalnızdılar. Kapı kilitliydi..
Saman alevi gibi bir anda tutuştular..
İkisinin dudakları süratle birbirine kenetlendi. İlk nefesleri yüksek ve derindi. Dokunuşları daha ilk anda çok arzuluydu. Gri etekli kalçasında ve beyaz gömleğinin üzerinde Engin'in elleri arzuyla gezerken tatlı bir teslimiyetle her an daha çok kendini bırakıyordu Yeşim. Bu çok güzeldi.. Bütün tehlike hisleri ve endişeler kapının kilitlenme sesi ve kilitlenme görüntüsünün arkasında kalmıştı. Bir anda Yeşim şimdi çok daha cesurdu. Bu çok baştan çıkarıcı bir duyguydu.
Engin buna inanamıyordu ama inanamayarak vakit kaybetmeyecek kadar aklı başındaydı.

Dudakları uzun uzun birbirinin dudakları üzerinde kayarak dans etti. Kısa süre sonra dilleri birbirine bulanmaya ve tenleri çok ısınmaya başlamıştı. Engin'in ceketini Yeşim çıkardı. İncecik gömleğinin üzerinde o kalın ceketi hissetmeyi istemiyordu.
Bedenler birbirine sımsıkı kenetlenmişti. Öpüşürken daha önce de, her defasında Engin'in sertleşmiş erkekliğini bedeninde hissetmişti Yeşim. Hatta bazen ona eliyle uzanıp okşamıştı bile ama bu defa genç kızın açlığı daha bir derindi. Engin'e açtı ve bunu şimdi iliklerine kadar hissediyordu. Engin'i kendine daha sıkı ve daha sıkı çekti.. Engin'i içine almak istercesine bir çabaydı bu. Aklındaki bir dolu korkulu düşünce hala güçlü ve orada olsa da pantolonun üzerinden, eteğinin üzerinden klitine baskı yapan bu şeyi çok istiyordu. Bu çok hoşuna gidiyordu. Sessiz sessiz inliyor ve elleriyle Engin'in her yerinde dolaşıyordu Yeşim.
Ayakta, kapının önünde, oracıkta dikilirken Engin'in dudakları yavaş yavaş Yeşim'in tatlı teninde boynundan aşağıya akıyordu. Elleri yaramazca Yeşim'in sırtında gezinirken doğru noktayı hemen buluyordu. Bu Engin'in her defasında kazayla yaptığı bir şeydi.
Sessizce "Ayyy," diye inledi Yeşim. Gülüyordu. Sütyeninin kopçası açılmıştı.
Bir çocuğu azarlayan yüz ifadesiyle sessiz sessiz Engin'i azarlarken dudaklarını genç adamın dudaklarına yapıştırdı.
Engin'in elleri genç kızın eteğinin üzerine çıkık gömleğinin üzerinde kaydı. Yeşim'in güzel göğüslerini tutkuyla kavradı. Yeşim sert bir nefesle bu tutkulu temasa cevap verdi. Engin'in göğüslerine yaptığı dokunuşları seviyordu. Engin bu konuda çok başarılıydı. Şimdiden Yeşim heyecandan kıpkırmızı kızarmıştı. Meme uçları taş gibi sertleşmiş ve dimdikti. Sütyenini gevşek varlığına ve gömleğine rağmen meme uçları elbiselerinin dışında bile sipsivri görülüyordu. Engin'in elleri genç kızın göğüsleri durmadan yuvarlak hareketlerle okşuyor ve sıkıyordu. Dudakları Yeşim'in dudaklarında ve boynunda ziyafet çekiyordu.
Yeşim Engin'in erkekliğini kendine çekmenin yetmediği bir noktaya geldiğinde kendi bedenini hafifçe aşağı yukarı sürterek çok sarsıcı(!) sonuçlar aldığını fark etmişti. Şimdi genç kızın kalçası arzulu bir ritmle dans ediyordu. Engin'in sertleştiğin daha önce de hissetmişti ama daha önce hiç böylesini hissetmemişti. Ellerini ona doğru uzattı ve okşamaya, sıvazlamaya çalıştı. Sertliği ve büyüklüğünü hissedebiliyordu ama bu kadar çok kumaş varken bu hala çok yetersiz bir histi..
Çok kumaş.. Engin de böyle düşünüyordu aynı anlarda.
Yeşim'in gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Düğmeler çözülürken bu defa itiraz etmedi Yeşim. Daha önce bir kez daha buna benzer bir yakınlaşma fırsatları olmuştu ama Yeşim'in korkuları yüzünden bu çok kısa sürmüştü. Engin'in o zamandan hatırladığı şeyler içinde en güzeli Yeşim'in teninin güzelliğiydi. Yeşim'in orantılı vücudu mükemmeldi. Göğüsleri.. Şimdi o kopçası çözülmüş sütyenin ardında saklanmaya çalışan göğüsleri avuç içini dolduran ölçüleri ve diri, dik şekilleriyle mükemmeldi.
Zil sesi bir anda kütüphaneyi vurdu.
Yeşim korkuyla sıçrayıp Engin'den uzaklaştı.
Engin her şeye bildiği en büyük küfürleri içinden saymaya başladı.. Yine de bu noktadan sonra ve bu sertlikten sonra Engin'i hiçbir şey kolay kolay "yatıştıramazdı." Engin de durmadı zaten.
Koridor öğrenci sesleriyle her an daha çok dolmaya başlarken ve Yeşim korkuyla düğmelerini iliklemeye çalışırken Engin'in öpücükleri savuşturma çabalarına meydan okuyarak mücadele ediyordu..
"Ya dur diyorum Engin.." diye fısıltıyla bağırdı Yeşim.
"Neden?" diye sordu Engin yaramazca ve dudakları hala Yeşim'in teninde akarken.
"Zil çaldı Engin. Duymuyor musun?"
"Mola mı istiyorsun aşkım? Daha yeni başlamıştık.." diye çocukça surat yaptı Engin.
"Şebeklik yapma.." diye fısıltıyla ve gülümsemesini zor tutarak sinirli sinirli cevap verdi Yeşim.
Engin yeniden Yeşim'in beline sarılmış ve erkekliğini onun vücudunun en güzel çukurluğuna yaslamıştı.
Yeşim dudaklarını yaladı. Bir iki derin nefes aldı. Korku, heyecan, şehvet, hepsi içindeydi. Ateş gibi yanıyordu. İç çamaşırındaki ıslaklığın sadece terden olmadığını bilecek kadar kendi vücudunu tanıyordu. Hiç böyle tahrik olmamıştı. Alev alev yanıyordu. Enginle daha önce de fırsatını buldukları her seferinde uzun uzun oynaşmıştılar ama bu defa çok farklıydı. Genç kızın teni adeta tütüyordu..
"Nerde anahtarın Hasan Efendi?" diyen gürültülü konuşma seslerini duyduklarında bu Engin'in bile yüreğini ağzına getirmişti.
"İşte burda beyim buyur!" diye adeta bağırarak konuşuyordu Hasan Amca.
Engin süratle çeketini alıp kütüphanenin arka tarafına doğru Yeşim'i sürüklemeye çalışırken Yeşim sanki korkudan donup kalmıştı ve adım atamıyordu.. Engin ne yapacağını şaşırmıştı..
Anahtar deliğe girdiğinde ikisinin de nefesi tutulmuştu. Buraya kadardı. İşte aşkların en güzelini yaşarken basılmıştılar..

Anahtar deliğe girdi.
Delikte debelenen anahtar bir türlü dönmüyordu..
Engin delikte bıraktığı kendi anahtarının diğer anahtarın dönmesini engellediğini gördüğünde biraz rahatlar gibi oldu ama hala "ya açılırsa" diye bir endişe vardı..
"Niye açılmıyor bu Hasan Efendi?" diye sordu İsmail Bey..
Aslında İsmail Bey bu kapının niye açılmadığını adı gibi biliyordu. Kerata içeride uyukluyordu ve her defasında bir türlü uyanıp kendini kurtardıysa da bu defa uyanamamıştı anlaşılan. İsmail Hoca iyi bir Edebiyat öğretmeni olduğu kadar aynı zamanda öğrencilerince çok sevilen bir öğretmendi. Bu sevgi boşuna değildi. O öğrencilerini çok kollardı.
"Hocam kilit bozulmuş olacak heralde," diye Hasan Amca da toparlamaya çalıştı. Eşek sıpasının içeride çok derin sızdığına kanaat getirmişti o da. Nasıl kurtaracam bu keratayı diye o da düşünüyordu.
İsmail Hoca fazla üstünde durmadı. Engin sevdiği bir öğrencisiydi. İnsan hoşuna gitmese de sevdiklerinin hatalarına göz yummasını da bilmeliydi yeri geldiğinde..
"Engin'e söyle son senesi diye kütüphaneyi ihmal etmesin. İlgilensin bu kapı meselesiyle."
"Söylerim, söylerim Hocam. Endişe buyurmayın.."
"Neyse, kontrolü yarın sabah yaparız. Bugünlük başka işimiz yok. Ben çıkıyorum. Sen de kafana göre takıl Hasan Efendi."
"Peki Hocam. Yarın görüşürük.. "
"Yarın görüşürüz Hasan Efendi," sesleri yavaş yavaş uzaklaşıyor ve soluyordu. Ara kapılardan geçen hoca ve hademenin ardından kapılar ileri geri sallanırken gacırtıları öğrenci sesleriyle beraber geriye kalan tek seslerdi.. Tabii küt küt atan iki kalbi saymazlarsa.
"Ucuz atlattık.." diye gergince gülümseyerek, ortamı yumuşatmaya çalışarak fısıldadı Engin..
Yeşim süratle ona dönerken suratı öfkeden patlayacak gibiydi! Engin'in suratına tokadı yapıştırdı. Göğsüne bir yumruk attı. Sonra bir tane daha. Engin onu sakinleştirmeye ve kendini korumaya çalışıyordu. Güç bela kavradı Yeşim'in ellerini. Sonunda bir iki söz söyleyip onu sakinleştirebilirim diye düşünürken bir anda Yeşim'in dudakları dudaklarına gömüldü.
Yeşim'in dudaklarından akan öpücük hiç olmadığı kadar tutkuluydu. Dudakları alev alev yanıyordu. Engin birbirine yapışmış bedenlerinde genç kızın kalp atışlarının gücünü duyuyordu. Güm güm güm diye çarpıyordu Yeşim'in kalbi.. Bedenlerinden sessiz çığlıklar devasa orman yangınları gibi göğe yükseliyordu..
"Öp beni, daha önce hiç öpmemişsin gibi öp. Bir daha hiç öpmeyeceksin gibi öp," diye konuştu Yeşim. Sesi neredeyse ağlamaklı ve yalvarır haldeydi. Yüzü bayılacak gibiydi ve bedenini tatlı bir teslim oluşla Engin'e ardına kadar açıyordu. Nefes nefeseydi, alev alevdi.
Engin'in dokunuşların daha önce hiç bu kadar tutku olmamıştı. Elleri önce Yeşim'in gömleğini çıkardı. Beyaz teninin inceden terlemeye başlamış ışıltısı ve kokusu baş döndürücüydü. Yavaş yavaş elleri o güzel göğüslerin üzerini örten sütyene uzandı ve onu da sıyırıp yavaşça çıkardı. Dudakları ilk kez bu kadar açıkça ve rahatça, çıplak gördüğü bu güzelliklere kapandı. Öpücükler birbiri ardına genç kızın göğüsleri üzerinde akmaya başladı. Dili sivri meme uçlarının etrafında dans ederken Yeşim'in Engin'i saran elleri pençeler gibi kasıldı. Yalama faslı devam ettikçe sivri tırnaklar Engin'in etine daha çok battı ama bu çok tatlı bir acıydı. Genç kızın tatlı inlemeleri ve teninin tadı her şeye değerdi..
Yeşim birden arkasını döndü ve hala öğrenci seslerinin sızdığı kapıya elleriyle yaslandı. Daracık gri etek giyinmiş poposunu iyice kaldırıp geriye doğru uzattı.
Engin'in hayal gücü buna cevap vermekte gecikmedi. Kravatını süratle çözüp gömleğinin düğmeleri açarken erkekliğini olanca sertliğiyle Yeşim'in çukuruna dayadı. O gömleğini çıkartmakla uğraşırken kızın kalçası dansa başlamıştı. Erkekliğin klitine sürtünme hissi daha önce Yeşim'in kendini tatmin ederken yaşadıklarının çok ötesindeydi. Öpüşürken birbirine sürtmelerinin bile çok ötesindeydi. Kızın bedeni bu hisse bayılıyordu. Bütün vücudunda zevk kıvılcımları çakıyordu. Engin'in elleri de bu dansa katılmakta gecikmedi. Elleri arzuyla sıkıp okşuyordu kızın göğüslerini. Ritmini bulmuş iki beden dansın kollarında inlerken zil bir kez daha çaldı.. Koridorun sesleri azalırken ince kapının diğer tarafında tatlı bir kıyamet sessizce için için kopuyordu. Dans hızlanmıştı. Yeşim'in kalça hareketleri sertleşmiş ve güçlenmişti. Erkeğin elleri de o kadar iyi bir iş çıkartıyordu ki kızın yüzünde sessiz gülücükler açıyor ve nefesi bir patlayıp bir susuyordu..
Engin bu kadar sertleştiği başka bir zamanı hatırlamıyordu. Genç adam içinden yükselen dalgayı hissediyordu. Bunu uzun süre sürdüremezdi. İşte geliyordu. Durmalıydı..

Kendini geri çekti. Çok süratle çekilmişti.
Yeşim bir an şaşırdı. Soran gözlerle soluk soluğa orada hareketsiz dikilen Engin'e baktı.
Engin bir açıklama yaptı.
"Biraz durmalıyım yoksa boşalacaktım."
Yeşim yüzü kızararak gülümsedi. Yaramazca elleri Engin'in erkekliğine uzandı. Engin geriledi.
Yeşim'in yüzü çocukça buruştu.
"Oyunbozanlık yapma," diyen sesi çok cilveliydi..
Engin kendine dur diyemedi. Bu kadar mola yetmeliydi.
Yeşim'i tuttuğu gibi en yakın masaya doğru sürükledi. Şehvetli ve sert çekiş genç kadının biraz canını yakmıştı ama bu da hoşuna gitti.
Kızın dar eteğini bir hamlede sertçe beline kadar yukarı sıyırıp yerden kaldırdı ve sertçe masanın üzerine oturttu. Yeşim bu ateşli hareketlerden hem ürkmüş hem de çok hoşlanmıştı. Dudaklarını arzuyla ısırdı. Yüz ifadesinde sabırsızlık ve şiddetli bir arzu vardı. Dudakların beklemeden bir vampir gibi Engin'in boğazına yapıştırdı. Küçük ısırıkları arzu dolu öpücükler izledi. Boynunu aşağıya doğru şehvetle yaladı ve genç adamın sertleşmiş meme uçlarına ulaştı. Diliyle her bir meme ucuyla teker teker uzun uzun ilgilenirken elleri de durmadan keşfetmek için geziniyor, okşuyor, sıkıyor, avuçluyordu..

Engin'in elleri kızı masaya uzattı. Kızın güzel bacakları vakit kaybetmeden kendiliğinden adamın beline dolandı ve bedeni tatlı tatlı kıvranmaya başladı. Genç adamın elleri güzel göğüslerinin üzerinde, ipeksi çıplak teninde tek bir santimetre kareyi ihmal dolaşıyor dudakları bu tatlı teni öpüyor ve öpüyordu.. Dili hiç bu kadar tatlı bir şeyle karşılaşmamıştı ve yalamaya doyamıyordu. Yeşim'in terli tadı çok güzeldi..

Yeşim başını ve ellerini geriye atmış kendini Engin'e bırakmıştı. Orada teslim olmuş ve Engin'den gelen her dokunuşa açlıkla bedenini açmıştı. Vücudu titriyor, kasılıyor ve derin nefeslerle sarsılıyordu. Genç kızın teni ateş gibi yanıyordu. Engin'in sürtünen erkekliği Yeşim'i çılgına çeviriyordu. Bu ne inanılmaz bir histi böyle!
Engin yine boşalmanın eşiğindeydi. Beline bağlı bacakları çözdü. Biraz direnişle ve Yeşimin itirazlı gülümsemesiyle olmuştu bu ama sporcu kuvveti çabucak bacakların hapishanesini aşmıştı. Bu kısacık sert karşılaşmaları ikisinin de hoşuna gitmişti. Dudakları yeniden buluştu. Dilleri birbirine girmişti. Dilleriyle uzun uzun öpüşmeye başladılar. Sanki hiç bitmeyecek gibi bir öpüşme girdabında dilleri dans ederken Yeşim'in bacakları yeniden Engin'e bir yılan gibi sarılmaya çalıştı. Engin reddetti. Hala çok sertti, hala tehlikeli biçimde boşalmanın eşiğindeydi. Aslında boşalmakla bir sorunu olmazdı ama elbiselerinin içine boşalmak kısmı onu rahatsız ediyordu. Yeşim'le ilişkileri boyunca her telden konuşurlarken her genç aşık çift gibi ten ve cinsellikten de epey konuşmuştular. Yeşim'i tanıyordu. Tanıdığına inanıyordu. Bu dereceye kadar bile oynaşmak başkaydı ama sınırı geçip erkekliğini çırılçıplak ortaya çıkartmak başkaydı. Yeşim'in bundan ürkeceğine kuvvetle bahse girerdi. Boşalması söz konusu değildi ve bu çok can sıkıcıydı. Ne kadar hoş duygular olsa da bir erkeğin sadece elbiselerin üzerinden okşanmasıyla zevk alması oldukça yetersizdi. Oysa Yeşim'in haline bakılırsa o halinden fazlasıyla memnundu.. İçinden bir küfür savurdu Yeşim'e. Kırmızı çizgileri zorlayabildiği kadar zorlamaya karar verdi Engin. İnsan sadece bir kere yaşardı öyle değil mi?
Yeşim'in bacaklarına ellerini attı. Bacaklarını ellerini ileri geri usulca gezdirerek okşamaya ve arada erkekliğini de kısa sürelerle çukuruna sürtmeye başladı. Yeşim yine başını zevkle geriye atıp kendini bırakmıştı. Ellerini masanın kenarlarına sıkı sıkıya kenetlemiş ve usul usul kıvranmaya başlamıştı.
Engin bir anda Yeşim'in bacaklarını yukarı kaldır ve omuzuna doğru havaya dikti.
Yeşim şaşkınlıkla inledi ve nefesi kesilerek dudaklarını ısırdı. Heyecanla solurken ürkekçe Engin'i süzdü. Genç adamın erkekliğinin çukuruna doğru yüklenmeye başlamasıyla gözleri yeniden kapanmaya ve nefesi kesik kesik solumaya başladı. Bu pozisyondayken Yeşim'in inlemelerinin dozu artmıştı. Sessiz çığlıklar derinleşmeye başlamıştı ve genç kızın bilinici iyice buğulanmıştı. Engin Yeşim'e doğru eğilip dudaklarına doğru eğilirken kızın bacakları hala omzundaydı ve erkekliği de klitine yumuşak bir ritmle sürtünüp duruyordu. Yeşim'in baştan çıkarıcı dudaklarında tutku dolu sessiz sözcüklerin fısıltıları dolanıyordu. Engin hiçbirini anlayamıyordu ama ışıl ışıl terle ışıldayan, derin nefeslerle kesik kesik soluyup titreyen bu güzel vücut, halinden hiç de şikayetçi gibi değildi.
Dudakları bu pozisyonda bir süre öpüştü. Öpüşme kısa sürede kendinden geçti ve diller yine birbiriyle dans etmeye başladı. Bu çok seksi bir danstı.
Engin'in kalbi küt küt atıyordu. Damarlarında akan kan adeta bir kasırgayla akıyordu. İçinde alev fırtınaları patlıyordu. Duyguları coşmuştu. Bütün fırtınanın içinde bütün acıların içinde, bütün belirsizliklerin içinde hala bir gerçek vardı; Engin bu kıza deliler gibi aşıktı ve ona ölüyordu.
Engin'in içinde kocaman bir alev büyüyüp içini sarıyordu. İçindeki duyguların fırtınası gözlerine vuruyor ve taşıyordu. Engin'in gözlerinden iki damla yaş görünmeden süzülüyordu..

Genç adamın dudakları kızın çoraplı bacaklarına doğru kaydı. Çorabın üzerinden bacaklara öpücükler kondurarak daha aşağıya doğru kaydı. Yeşim'in gizli bahçesine doğru dudakları yaklaştıkça inlemeler ve titremeler daha da sıklaştı. Yeşim endişeye gözlerini açtı ve Engin'in başını tek eliyle yavaşça durdurdu. Dudakların ulaşmak üzere olduğu yere ulaşması fikri hem içini heyecanla yakıp sabırsızlıkla kavuruyordu hem de korkuyla dolduruyordu.
Engin onun endişesini adı gibi biliyordu.
"Sana neyin zarar vereceğini biliyorum. Sana zarar vermeyeceğim. Söz veriyorum," diyerek fısıldadı.
Yeşim sesteki samimiyeti duyuyordu ve aşığının gözlerindeki iki damla yaşı da görüyordu. Gözlerini onayla kırptı ve gülümseyerek başını geriye atarken eliyle Engin'in başını yoluna devam etmeye yönlendirdi.

Genç adamın dudakları gizli bahçeye yaklaşırken burnuna gelen o baş döndürücü kokuyla aklı başından gidiyordu. Bu Yeşim'in kokusuydu. Bu Yeşim'in en saf ve en güzel kokusuydu. Açlıkla bu kokuyu ciğerlerine çekerken dudakları asırlar süren susuzluğun ardından suya kavuşmanın tutkusuyla, susamışlıkla gizli bahçenin akan pınarına kapandı.
Yeşim o kadar ıslanmıştı ki iç çamaşırı ve külotlu çorabı tam orasında sırılsıklam olmuştu. Şimdi bu ıslaklığın üzerine kapanan dudaklarla birlikte genç kızın duyguları zirvelere ulaşıyordu. Erkekliğin elbiselerin üzerinden klitine bastırması başkaydı ama çıplak dudakların ve dilin en mahrem mücevherinde gezinmesi çok daha başkaydı. Beyninde şimdiye kadar ateşlenmemiş tek bir hücre kalmadığını düşünüyorduysa da bu o düşüncenin sonuydu. Aklı tutuşmuş alev alev yanıyordu. Beyninde kıvılcımlar ardı ardına patlıyordu.. Yapışkan alevlerden arsız bir yangın bütün varlığın sarıp sarmalamıştı. Bu yangını varlığının her bir zerresiyle kucaklıyordu Yeşim.
Engin'in dudaklarının öpüşleri durmadan devam etti. Diliyle bu dünyanın en kıymetli suyunu bir damlasını ziyan etmeden yudumlarken bir yandan da elleriyle Yeşim'in göğüslerini olanca tutkusuyla okşayıp sıkıyor, avuçluyor, ve tekrar tekrar yeniden ve yeniden avuçluyordu. Cennet burasıydı ve Engin burada, hemen şimdi ölmeye razıydı..

Sonra derken Yeşim'den bir seri sert kasılma geldi, vücudunda bir titreme dalgalandı. Nefesi birden kesildi ve tekrar derin bir iç çekişle patladı. Arka arkaya bir dizi sessiz inilti Yeşim'in ellerini ısırarak kapattığı dudaklarından kaçtı.. Tatlı bir ölümle masanın üzerinde yarı kendinden geçmiş halde öylece saçılıp kaldı Yeşim. Bütün vücudu uyuklayan tatlı bir nefes alış ritminde, tatlı bir rüzgarda titreyen narin bir yaprak gibi titrerken, az sonra Engin'in yüzünü ellerinin arasına alıp kendi dudaklarına doğru çekti..
Dudaklarında güzel bir gülümseme ve incecik aralık gözlerinde tatlı mutluluk ışıltıları vardı. Dudakları Engin'in dudaklarıyla birleşti.
"Teşekkürler.. Çok teşekkürler.. Bu asla unutamayacağım bir an.." diye konuştu gözlerinde mutluluk yaşları akan Yeşim. Sesi titriyordu ama çok mutluydu. Yorgun ve çok değişmiş hissediyordu. Engin'i iyice kendine çekerek boynuna sarıldı. Uzun uzun öyle sarılmış halde kaldılar. Bu Engin'in de hayatı boyunca unutamayacağı çok özel bir andı.
Bir insanın diğeriyle bundan daha fazla yakınlaşması mümkün müydü? Bu sadece hayvani bir tutkuyla etin birbirini doyurmasından çok daha öte bir duyguydu. Kimileri ne yazık ki bunu bin yıl yaşasalar da yine anlayamayacaktı.. İki beden bu kadar yakınlaştığında aralarında bütün evrende yankılanan duygu fırtınalarının kopmayacağını düşünmek sadece insan olmanın değerini düşüren bir ufuksuzluktu..
İki beden bir beden olduğunda sonsuzluk insan olur, insan da sonsuzluk olur. Aşk budur.

İki yarı çıplak bedenin öpüşüp koklaşmasının arasına saatin alarm sesi girdiğinde Yeşim'in eli hemen gömleğinin cebindeki saate uzandı.
"Gitmem lazım. Erken çıkıp dişçiye gidecektim.." diye ekşi bir suratla özür dileyerek konuştu.
Engin açıkça surat yapıyordu. Hani böyle iyiydik der gibiydi. Bu muhteşem anın sonunun dişçi randevusu ile gelmesi açıkça canını çok sıkmıştı. O kadar çok sıkmıştı bundan daha çok canını sıkan tek şey aylar sonra Yeşim'in onu terk ettiğini bir yüz yüze buluşmayı bile çok görerek telefonda söyleyecek olmasıydı.. Neyse çok ileriye gittik, bu kadarını duymamış olun ve hikayemize geri dönelim..

*****

Sumru şimdi Yeşim'i uğurladıktan sonra serseri serseri etrafta dolanıp duruyor ve sataşacak yer arıyordu. Herkes ya dersteydi ya da İstanbul Kanatlarımın Altında'yı seyretmeye gitmişti. İki çıplak sahnenin de filmde olduğunu duyan erkek tayfası zaten sınıfları boşaltmıştı..
Bu ne can sıkıcı bir gündü böyle. Sumru tuvalete uğrayıp uzun siyah saçlarını şöyle bir iki şekle sokarak biraz vakit geçirdi. Kravatını öyle, şöyle ve böyle çekiştirip nasıl daha iyi durduğuna baktı. Sonra yine sıkıldı. Etrafta dolaşmaya başladı. Aklına Engin geldi. Engin hala buralarda olmalıydı. Gidecek olsa Yeşim'le birlikte çıkardı. Sumru'nun yüzü aydınlandı. Can sıkıntısı çok can sıkıcıydı ama Engin de çok geyikti. Gidip bir iki laflamaya başlarlarsa saatlerin birbirini devireceğine emindi. Bir kız olmamasına rağmen Engin kızsal muhabbetlerde çok başarılıydı. Arada bir sıkı dertleştikleri de oluyordu. Kısacası Engin buradaysa Sumru altın madeni bulmuş demekti..

Engin'i bulmak isteyen birinin bakacağı yerler çok belliydi. Elbette okul da çok büyük bir yer değildi ama Engin çok belirgin alışkanlıkları olan birisiydi ve bir kez çözüldüğünde bir soruya ne cevap vereceğini bile soruyu sormadan bilmek mümkündü.
Futbol sahasında kimse yoktu, sınıfta matematik dersi olduğuna göre Engin'in orada olma ihtimali de sıfır ötesi düşüktü. Güldü bu düşünceye.. Sumru kendi şakalarına gülmeye bayılıyordu. Koridor boyunca hoplaya zıplaya ve çalmayan bir müziğin ritmiyle dans ederek yürüdü gitti. Sonraki durak kütüphaneydi. Bu bir sırdı. Çok az kişi kütüphanedeki uyku faslından haberdardı. Bu Müdürün odasındaki yazılı sorularının saklandığı kasanın şifresinden bile daha iyi saklanan bir sırdı. Aslında o şifreyi bir sağır sultan duymamıştı ya hadi neyse..
Kütüphane yolu üzerinde kantinden geçerken Engin'i burada da görmeyince Sumru emin oldu. Kesinlikle kütüphanedeydi. Bir yandan yürüyor bir yandan da şu yakışıklı 5. sınıfları kesiyordu. İçlerinde çok tatlı çocuklar da vardı. Bu sene mezun olması ne kadar can sıkıcıydı. Bir ikisini gözüne kestirmişti bile. Sumru erkek gibi bir kızdı ve çapkınlığı da gizli gizli çok iyi yapardı..

"Aç kapıyı. Orda olduğunu biliyorum.. Aç diyorum.. Açsana be, hop uyan yaa.."
Kütüphane kapısı sertçe açıldı. Mutsuz, tatsız, sinirli ve sanki acı çeker gibi bir surat vardı karşısında.
"Arkadaş bu kütüphaneyi bütün okula deşifre etmeye kararlısın galiba. Sesini biraz alçak tut yaa."
"Sus lan," diye efelendi ve Engin'i iterek efece içeri girdi Sumru. Sumru çok hoş çıtı pıtı bir kız olmasına rağmen bazen tam bir kabadayı gibi pozlara bürünmesiyle de ünlüydü..,
Engin bir ya havle çektikten sonra kapının dışındaki koridora süratle bir göz attı. Kimse yoktu. Kapıyı kapatıp hemen kilitledi. Masaya otururken aslında şu anda kapıyı kilitlemeye gerek olmadığını da düşündü ama gerçekten eli kapıyı kilitlemeye alışmıştı. Acıyla oturdu rahatça hazırlanmış bir öğretmen koltuğu ve sandalye gurubunun üzerine. Ayaklarını geniş açarak uzattı. Acıyla inledi yüzü.
"Ne bu hal lan? Enkaz gibisin. Maç filan mı yaptın?"
Engin kafasını tövbe tövbe der gibi salladı. Bu kabadayı pozları da şimdi bu haliyle hiç çekilmiyordu.
Sumru salak değildi. Uzatmadı pozları.
"Çatlatma adamı Engin. Sen iyi misin yaa?" diye cidden sordu..
"İyiyim iyiyim, biraz bacağım ağrıyor."
Sumru şöyle bir yüzüne baktı. Bu pek bacak ağrısı gibi durmuyordu. Sumru saf değildi. Engin yalan söylüyordu. Sumru'un çok iyi bir tahmini vardı ama çaktırmadan zorlamaya devam etti.
"İstersen gidip bir ağrı kesci filan bulayım, belki faydası olur."
"Pek sanmıyorum Sumrucuğum," diye safça cevap verdi Engin. Sumru'nun yardım teklifini ciddi sanmıştı. Dalga geçtiğini daha anlamamıştı.
Sumru bu salak oğlanı severdi. Onu çok saf ve temiz buluyordu. Bir erkek ne kadar saf ve temiz olabilirse yani.. O kadar.. Daha fazla uzatmadı.
"Aganigi naganigi.. Çok fazla oynaşırsanız sonu bu olur," diye kahkahayı bastı ve farkında olmadan soruyu da ekledi, "Kaltak arkadaşım Yeşim azdırıp azdırıp gitti değil mi?"
Engin kızların aralarındaki bu hitabı pek onaylamasa da kısa sürede buna karışmamanın daha iyi olacağını anlayıp bu konuda yorum yapmayı bırakmıştı. Hatta şimdi son bir kaç günde yaşadıklarının ve hissettiklerinin üstüne o da oyuna katılmıştı.
"Evet, kaltak arkadaşın Yeşim kaltakça biçimde azdırdı ve istediğini aldıktan sonra çekip gitti.." diye tatsızca, üzgünce, kızgınca konuştu.
Sumru şimdi Engin'in iyice dolu olduğunu görebiliyordu. Her anlamda dolu.. Şimdi bile biraz dikkatli bakınca saklamak için pantolonunun dışına çıkartılmış gömleğinin at kısımlarında ciddi bir şişkinlik göze çarpıyordu.
"Harbiden de dolmuşsun be abi.." diye her anlamda şakayla konuştu Sumru.
Engin kızgınca baktı Sumru'ya. Bu kızın onu kızdırması aralarında bir şakaydı ama şaka kaldıracak hali pek yoktu..
"Sumruuu.."
"Ne var be, şaka yapıyom. Arkadaşlar ne içindir.."
Engin cevap vermedi. Suskunluğun içinde acıyla biraz daha kıvrandı. Tıbbi bir durumdu bu. Erkek çok fazla ve uzun süre tahrik olduktan sonra boşalmadan geri çekilmeye başladığında içindeki bu yük testislerinde ağrıya sebep olurdu. Bu bazen yürümeyi bile zorlaştıran, imkansızlaştıran şiddetli ağrılara yol açabilirdi.
"Boşalmayı denedin mi?" diye şap diye sordu Sumru.
Engin oha filan olmuştu yani.. Bu kadar da içli dışlı konuşmaya alışık değildi ama karşısındaki Kaçık Sumru idi uzun uzadıya mücadele edecek hali yoktu. Teslim olmuş biçimde Sumru'nun sınırlarını çizme işini ele aldığı konuşmalarını sürdürdü.
"O dediğin şeyi yapabilmek için tuvalete gitmem gerek Sumru. Erkekler tuvaletinin ne kadar berbat durumda olduğunu bilemezsin. Yine sigara izmaritlerinden bütün tuvaletler tıkanmış. Kızlar tuvaletine gidemem heralde. Öğretmenler tuvaleti de kesinlikle seçenek dışı..
"Bu halde duramazsın ya Engin, şu haline bak diyerek işaret etti ve Engin'in gömleğini kaldırmak için ileri uzandı. Fazlasıyla hızlı bir hamleydi ve Engin bunu beklemediğinden hiç hazırlıklı değildi. Sumru'nun yaramaz elleri şimdiden Engin'in pantolunun içindeki erkekliğinin üzerinde gezinip onu incelemeye çalışıyordu. Engin irkilerek ayağa fırladı. Komik bir kalkıştı bu. Eli ayağına dolanmış ve paniklemişti.
Sumru bu şakayı ilerletmeye kararlıydı. Böyle fırsatlar kolay ele geçmezdi. Sumru acımasız olmakta çok başarılıydı.
Elleriyle sürekli Engin'i yoklamaya çalışıyor ve Kütüphanenin içinde adeta kovalıyordu.
"Yaa dur ulan, deli kız, dur.. Ulan dur diyorum sana.."
Engin fazla uzun süre kaçamayacağının farkındaydı ve acısı da hareket ettikçe artıyordu. Sonunda daha fazla kaçamayacak hale geldi durması için yalvarırken birden tepesi attı. Sumru'nun da zayıflığı vardı ve bunu Yeşim'den biliyordu. Sumru koltuk altlarından çok kötü gıdık alıyordu. Karşı saldırıya geçti.
"Al bakalım, bu nasıl.. Sakatlarla uğraşırsan sonuçlarına katlanırsın.."
Sumru şimdi kaçar pozisyondaydı ve köşeye fena sıkışmıştı. Ama hala karşılık vermekten geri kalmıyordu.
Az sonra ikisi de şakalaşmalarının ortasında farkında olmadan sarmaş dolaş olmuştu ve sessiz kahkahalarının içinde gülüşüyordu. Sumru sessizce katıla katıla gülüyordu. Engin de şakalaşmayla bir süre için de olsa kendi dertlerinden ve acılarından kaçmayı başarmıştı.. Engin yine de bunu çok devam ettiremedi. Acısı yeniden azdı ve tökezleyip yere düşmeye başladı. Sumru düşmesin diye Engin'e destek olmaya çalışırken şimdi ikisi birden gerideki koltuğa doğru yıkılıyordu.
Engin koltuğa acı içinde çökerken Sumru da kucağındaydı.
İlk acı anın ardından gözlerini açtığında kucağındaki Sumru'unun endişeyle bakan gözlerini gördü. Kahverengi gözlerde dostça bir şefkat ve endişe vardı.
"Çok, çok özür dilerim, iyi misin? Canın çok yanmadı ya?" Sumru bu soruları samimiyetle soruyordu ama hala Engin'in kucağından kalkmayı akıl edemiyordu.. Ya da belki de etmiyordu..
Engin, "İyiyim ," diye cevap verdi. Aslında her geçen an daha bir iyi oluyordu.
Sumru çok güzel kokuyordu ve Engin'in ellerinin hala sarılı olduğu ince beli de çok baştan çıkarıcıydı. Saçları mis gibi kokuyordu. Bol kravatının ve gömleğinin açık düğmelerinin ötesindeki teninde çilleri çok sevimli bir manzaraydı..
"İyiyim, çok iyiyim," diyebildi Engin..
Engin'in iyi olduğunu ve her an daha da iyileştiğini Sumru da kendi bedeninde hissedebiliyordu. Yavaşça kıpırdandı. Engin'den hafif bir acılı inlemeyle beraber memnun bir nefes çekiş beraberce yükseldi.
Sumru erkekler konusunda tecrübesiz değildi ve açıkçası Yeşim'i sevse de Engin'e yaptıklarından dolayı sık sık onu azarlıyordu. Engin gibisini bir daha zor bulacağını söyleyip Yeşim'i yerden yere vuruyordu. Yeşim bir iki defa eğer çok istiyorsa onu alabileceğini söyleyip Sumru'yla kavga bile etmişti. Sonradan barışmıştılar ve Yeşim sert bir dille şakayla karışık biçimde Sumru'yu Engin'den uzak durması için uyarmıştı. Bu ciddi bir uyarı değildi.. Ama Belki de ciddi olmalıydı. Sumru'nun dikkate alacağından değil ama sadece belki de öyle olması gerektiğinden..
Sumru damdan düşer gibi bir anda söyledi. Hiç tereddüt etmedi, ve hiç pişmanlık duymadı. Elleri Engin'in yanaklarına uzanırken konuştu.
"Sana yaptıklarını hiç onaylamadım. Seni hak etmiyor. Sen onun için çok tatlısın, onun için fazla iyisin," diyerek dudaklarını ileri uzattı.
Engin başka zaman olsa işlerin bu noktaya kadar gelmesine hayatta izin vermezdi. Ama o Engin artık yoktu. O Engin'i iki gün önce o top sahasına yıkıldığında o sahaya gömmüştü.. Bu Engin bundan çok daha fazlasını da kaldırabilecek yeni bir Engin'di.
Engin'in cevabı uzanan dudaklarıydı.
Öpüşmeleri önce çok yavaştı. Çok çok yavaş. Sanki ağır çekim gibi. Sakin ve dingin. Sanki her bir anın hiç acelesi yokmuş ve dünyanın bütün zamanı onlarınmış gibiydi. Her bir öpücüğün yavaş yavaş tadına vardılar. Dilleri yavaş yavaş birbirine dolanmaya ve yumuşak bir ritmle dans etmeye başladı.
Kısa süre sonra Sumru nefeslenmek için durdu. Kalbi heyecandan küt küt atıyordu. Bir yandan bunun çok yanlış olduğunu düşünüyor bir yandan da Yeşim'in bunu hak ettiğini söylüyordu. Hak etmek bir yalandı ve Sumru kendi içinde bunun çok farkındaydı. Engin'i hep istemişti ama şu ana kadar olmayacak duaya amin demekten başka bir şey olmadığından hiç hamle yapmamıştı. Oysa Engin'in Yeşim'den söz ederken sesinde yakaladığı şey artık oyunun şartlarının değiştiğini söylüyordu. Bir yerlerde bir şeyler olmuş ve Engin değişmişti.
"Dudakların çok tatlı," diye fısıldadı Sumru.. Sonra bir anda aklına kapı geldi. "Kapı?" diye sordu.
Ellerini Sumru'unun sırtında ve belinde gezdiren Engin cevap verirken dudaklarını kızın dudaklarına uzattı.
"Kilitli."
Sumru şimdi tamamen rahatlamıştı. Bu ne güzel bir gündü böyle.
"Bu harika," diyerek Engin'in üzerinde çok daha rahat ve çok daha zevkli bir pozisyona geçmek için kıpırdandı.
Engin acıyla yüzünü buruşturdu. Sumru tecrübeliydi. Bu haliyle Engin'in pek işe yarar olmadığını biliyordu. Çözümü de biliyordu.
"Seni biraz hafifletmezsek o yükün altında ezileceksin."
"Aslında ben halimden memnunum, diyerek üzerinde oturan Sumru'yu kastetti Engin.
"Şapşal. Ben ondan söz etmiyorum," diyerek ayağa kalktı Sumru. Kravatını çıkarırken Engin'e de ayağa kalkmasını söyledi. Gömleğinden bir iki düğmeyi daha açtı. Engin onun üzerindeki atletin içinde sütyen giymediğini görebiliyordu şimdi. Meme uçları sivrilmiş ve dışarı fırlamak istercesine dikleşmişti. Dudakları bir kez daha birleşti. Dudaklar öpüşürken Sumru'nun elleri Engin'in kemerini çözüyordu. Engin daha ne oluyor diyemeden kemeri çözülmüş ve pantolonu hızlı bir hamle ile boxer şortuyla beraber aşağı çekilmişti. Bu sertlikten biraz canı yanmıştı ama hemen şimdi önünde Sumru diz çöküp erkekliğini ağzına alırken acıyı hatırlamıyordu bile!
Sumru'nun ıslak dudakları erkekliğinin her yerinde dolaşırken Engin yeniden kaskatı sertleşmişti. Bugün bu konuda hayatının zirvelerini yaşıyordu. HİÇ BU KADAR sertleşmemişti!
Sumru çok nazik ve yumuşaktı. İşini çok iyi biliyor gibiydi.
"Bunu nerden, nasıl öğrendin? Ohh, bu çok iyi geliyor," diye hem acı hem zevkle inledi Engin.
Sumru ağzındaki erkekliği dışarı çıkarttıktan sonra elleriyle onu ileri geri sıvazlamaya devam etti. Bu açıkça Engin'in çok hoşuna gidiyordu. Elbiselerin üzerinden sürtünmeyle mukayese kabul etmeyecek bir zevkti bu..
"Abimin porno film koleksiyonunu o evde olmadığı zamanlarda gizlice ziyaret ediyorum. Epey geniş bir arşivi var. Ben de kendi tecrübelerimden bir şeyler biliyorum tabii.. Mesela, bak bu nasıl geldi?" diyerek sordu Sumru. Parmakları Engin'in erkekliğinin şişkin uç kısmında süratle ileri geri girip çıkma hareketini taklit ederken Engin kasılıp titremeye başlamıştı, dizleri titriyor ve ayakta sarsılıyordu. Engin cevap verecek durumda değildi. Hem de hiç.. Gözleri kapanmış ve başı arkaya atılmıştı. Derin derin yavaşça soluyordu, arada nefesi kesiliyor ve inlemelerle derin nefesler alıp veriyordu.
"İyi gelmesine sevindim.." diyerek güldü Sumru. Aynen devam ederken bir yandan da dudaklarını ve boştaki elini uzatıp Engin'in yumurtalarını nazikçe okşamaya, yalamaya başladı. Bu özellikle şu durumda çok hassas bir hamleydi çünkü acının temel kaynağı yumurtalardaki stres idi.
Engin gün içinde zaten yeterince dolmuştu ve şimdi Sumru'unun becerisi karşısında da uzun süre dayanamadı. İşte geliyordu.. İşte geliyordu. İçindeki volkanın harekete geçtiğini duyuyordu. İçindeki volkan süratle yol alıyor ve bulduğu yoldan dışarıya doğru fışkırmak için durdurulamaz biçimde ilerliyordu.
Engin kasılıp inlerken erkekliği de onunla kasılıyor ve geleni haber veriyordu.
Sumru Engin'in nefesinden neyin geldiğini anlamıştı. Normalde eliyle sıvazlamaya devam ederdi ama kütüphane zeminine Engin'in minikciklerinin yayılması fikrini hoş bulmadı. Ağzını dayayıp erkekliği yeniden ağzının içine aldı. Başıyla ileri geri gidip gelerek ağzının içindeki erkekliği diliyle sıvazlamaya devam etti.
İşte sonunda Engin'in orgazm inlemeleri ve kasılmalarıyla birlikte geliyordu. Sabahtan beri içinde biriken bütün yük dışarıya fışkırırken bu Engin'in yaşadığı en unutulmaz boşalmaydı.
Sumru bu atışın bir tek damlasını bile kaçırmamıştı. Hanımların bu erkekliği üfleme işinden zevk almadığını söyleyenlere Sumru büyük ihtimalle kahkahalarla gülerdi. Zevk almanın bir güzel yolu da karşındakine zevk vermekti, bunu onun bütün vücudunda görmekti ve Engin bütün ihtişamıyla Sumru'nun önünde büyük bir tatmin kaynağıydı. Gülümseyen yüzüyle başını Engin'e kaldırdı genç kız. Dudaklarının arasından sızan tek damlayı diliyle ve işaret parmağıyla ağzına geri alırken tatlı tatlı mırıldandı.
"Tadın çok güzelmiş.."
"Cidden mi?" diye gülerek sordu Engin. Nefes nefeseydi ve Sumru'nun ellerinde sıvazlanan erkekliğinden hala zevk kıvılcımları beynine çakıyordu.. Bu kız çok çılgındı.
"Hıhıh," diye bir onay nidasıyla cevapladı başını sallayan Sumru. "Bak işte kendin gör," diyerek dudaklarını Engin'in dudalarına yapıştırdı. Aslında ağzındaki neredeyse her bir damlayı yutmuştu ama şakalaşmaya bayılıyordu Sumru.
Öpüşme ve dilleriyle dans etme faslı bittiğinde Engin gülerek konuştu.
"Dün bana kendi spermimi tadacağımı söyleselerdi sapıklık deyip iğrenirdim. Oysa şimdi senin dudaklarından gelince işin rengi değişiyor.."
"Şimdi nasıl hissediyorsun," derken bir eliyle Engin'in erkekliğini sıvazlamaya devam ediyordu Sumru.
"Daha iyi ama hala biraz acıyor."
"Bu normal. Biraz zaman gerek ve belki bir kez daha boşalmalısın.     "
"Bu bir yardım teklifiyse tamamen seninim,"dedi hevesli Engin.
"O kadar ucuza gitmem," diyerek güldü Sumru. "Bedelini ödemen lazım."
Üzerinden gömleğini çıkarıp savurdu. Eteğinin fermuarını açıp yere düşürdü. Ayakkabılarını çıkardı. Sumru voleybol takımında yıldız oyuncu olmasının boşa olmadığın ispat eden vücudunu soyunup gözler önüne seriyordu. Engin'in kalbi küt küt atıyordu.
"Daha çok bekleyecek miyim, soyunsana be çocuk.." diye gülerken atletini sıyırıp üzerinden atıyordu. Engin süratle soyunmaya başladığında Sumru külotunu da çıkarıp savurmuştu. Çırılçıplaktı ve pürüzsüz teninde bakımlı vücudunun her bir santimetre karesi yıldızlar gibi parlıyordu.

Sumru alıcı gözlerle ilk kez çıplak gördüğü Engin'i bir inceledi. Sıkı bir vücudu vardı. Kolları ve bacakları epey idmanlı, güçlü görünüyordu. En önemlisi o da Sumru gibi sporcuydu ve kondisyonu iyi durumdaydı. Elbette Sumru kadar iyi durumda olamazdı ama Engin'in son defaki arkadaşından daha uzun süre dayanacağına gözü kapalı bahse girerdi.
İki çıplak bedenden küçük öpücükler ve koklaşmalarla, küçük dokunuşlarla ilk çıplaklıklarını keşfettiler. Keşif çok uzun sürmedi. Asıl eğlence daha yeni başlıyordu ve sürprizler de eğlencenin bir parçasıydı.
Sumru Engin'in acısın azaltmak için hazırladığı taht misali koltuk köşesine yayılıp bacaklarını iki yana rahatça açtı. İşaret parmağıyla oyunbazca Engin'i yanına çağırdı.
"Bakalım dil bilginiz nasıl Engin Bey?" diyerek ona nereden başlaması gerektiğini işaret etti. Çıplaklığının üzerinde parlayan en kıymetli mücevheri tamamen tıraşlıydı ve Engin'in bugüne kadar gördüğü en güzel şeydi. Kesinlikle en güzeliydi.
Engin'in dudakları ve dili Sumru'nun bahçesinin kenarlarında dolanırken ve pınardan akmaya başlamış sulardan ilk yudumları alırken, Sumru kıkırdayıp tatlı tatlı inleyerek sordu.
"Bakalım sen benim tadımı nasıl bulacaksın?"
Bu sorulacak bir soru değildi. Engin bugün iki farklı pınardan su içmişti ve daha bu ilk anda kesinlikle söyleyebileceği ilk şey her pınarın tadının farklı olduğuydu. Her pınarın tadı birbirinden güzeldi. Bir anda vahşi bir düşünce Engin'in bütün benliğinde yankılandı. Hayatı boyunca tek bir pınarın suyundan içerek yaşamak istemiyordu..
Sumru'nun pınarından ıslana dudaklarıyla Sumru'nun dudaklarına uzandı Engin.
Sumru gülerek kabul etti öpücüğü.
"Hmmm, tadım gerçekten böyle mi? Seni şanslı yaramaz. Kaytarmak yok, devam et, devam et," diyerek Engin'i iterek yüzünde daha aşağılara gönderdi.
Genç adamın elleri bir yandan Sumru'nun göğüslerini okşayıp sıkıyor, avuçluyor bir yandan da biçimli bacaklarının üzerinde ileri geri okşayan gezintilerini ihmal etmiyordu. Sumru'nun güzel bacakları bütün okulda ünlüydü ve genç kız merdiven inip çıkacağı zaman o bölgenin civarındaki erkeklerin bütün dikkati merdivenlere dönüyordu.
Engin'in erkekliği şimdiden dikleşmiş ve yumurtalarındaki acı yeniden azmaya başlamıştı. Eskisi kadar yoğun bir acı değildi ama hala acı vardı.
"Hala acıyor mu?" diye sordu Sumru. Cidden samimi bir üzüntüyle sormuştu bunu. Umursuyordu..
"Çok az, sayende," diye gülümseyip alnından ve yanaklarından genç kızı öperek cevapladı Engin.
Sumru sevinçli bir gülücükle karşılık verdi. Yanaklarından ilk kez öpülmüyordu ama çıplak kaldığında erkekler seni yanaklarından pek sık öpmüyordu. Bu kıymetli bir şeydi.
"Şu işi kökünden halledelim," ayaklandı Sumru..
Engin şakayla karışık sordu.
"Nasıl yani yaa? Kökünden derken?"
Sumru kocaman kahkahalarla gülmeye başlıyordu ki ağzını kapatarak kocaman kahkahalarını en azından sessizleştirebildi.
Dudakları yine buluştu. Kızgın alevlerle tüten iki beden tutkuyla kucaklaştı. Gülümseyen yüzlerinde güneşler açarken Sumru birkaç saat önce Yeşim'in yattığı masanın üzerine uzandı. Bacaklarını açıp üzerine doğru yaklaşan Engin'in içine girebilmesi için en rahat bulduğu şekli aldı.
Engin tereddüt etti. Aklındaki soruyu sorup sormamayı düşündü.
Dedik ya Sumru tecrübeliydi. Erkekler genelde tam bu noktada biraz düşünceli olmaya başlıyordu.
"Engin, hayatım, içini rahatlatacaksa söyleyeyim, vücudumdaki hiçbir delikten bakire değilim. Lütfen endişe etmeyi bırak olur mu?"
Engin onun bunu söyleyiş tarzına neredeyse kahkahalarla gülecekti ama sessizce gülümsemeyi başardı. Sumru çok komik ve çok tatlı bir kızdı.
Engin ilk kez Sumru'nun içine girdiğinde bu hissin eşsiz olduğunu düşündü. Engin çok küçük şeylerle korkunç şaşırtılabilen bir karakterdeydi. Şimdi burada arka arkaya hayatının ilklerini yaşarken şaşkınlıkların ve neşelerin, zevklerin ardı arkası kesilmiyordu. İlk başta Sumru'nun yol göstermesiyle bir ritm yakaladı sonra Sumru'nun neden hoşlandığını yavaş yavaş hissetmeye başladığında kendi ritmini buna göre yeniden düzenledi. Sumru'yu seviyordu. Sumru'yu bugünden önce de bir insan olarak, bir arkadaş olarak seviyordu elbette ama bugün ayrıca bir başka türlü daha seviyordu. Elbette bir anda Sumru'ya aşık olmamıştı ama bedenler bu kadar yakınlaşıp bu kadar özel anları isteyerek, zevkle paylaştığında arada derin bağların kurulması kaçınılmazdı. İnsan insana değdiğinde sıcaklıkların karşılıklı değişimiyle beraber ruhlar arasında bambaşka bir bağ da kuruluyordu. İki beden bir beden olup birleştiğinde beraberce sonsuzluğun bir köşesine dokunuyordu ve sonsuzluğun o köşesi bir daha hiç önceki gibi olmuyordu. Bu iki bedenin, iki ruhun sonsuza kadar paylaştığı bir bağa, bir köprüye dönüşüyordu. İnsan insana dokunduğunda aslında sonsuzluk yüreğe dokunup bir mucize oluyordu.

Sumru ve Engin olan tek beden bu ateş dansının ritmiyle iyice kendilerinden geçmişti. Bu Engin için bir ilkti ve muhteşem bir ilkti ama Sumru'nun duyguları da ondan aşağı değildi. Daha önce seviştiğini sanmıştı ama daha önceki dokunuşlarda hiç böyle yoğun duygular hissetmemişti. Engin'in her bir dokunuşuyla hem içinde zevk kıvılcımları çakıyor hem de tatlı bir acıyla durmadan ağlamak ağlamak ve ağlamak istiyordu. Engin'in dokunuşları sadece bedensel bir açlığın uzantısı değildi. Aynı zamanda aldığından çok daha fazlasını karşı tarafa veren besleyici dokunuşlardı. Sumru en başta şakayla karışık Engin'e yardım edecekti güya ama şimdi burada belki de asıl yardım alanın kendisi olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu. Bedeninin bütün kapılarını açıp tam bir teslimiyetle kendini Engin'e bırakırken ikisi de çok derinlere inmişti. Bir noktadan sonra ikisi de kısmen bir hayal alemine kaymıştı ve artık içgüdüleri, en derin arzu ve istekleri en gizli duyguları yönetimi ele almıştı. İkisi de tamamen teslim olmuştu. Bu hem coşkulu hem huzurlu eşsiz bir duyguydu. Sonsuzluğun insanla kucaklaştığı andı.
Sumru içindeki Engin'i kendinden bir parça gibi hissediyordu. Onunla nefes alıyor ve kalbi onunla aynı anda atıyordu. Bütün hareketleri kusursuz bir uyum içindeydi. Adeta birbirlerinin ne düşündüğünü bile duyabilecek kadar yakınlaşmış ve birleşmiştiler.. Sumru geldiğini hissediyordu. Kendisi de şimdi geliyordu. İkisi de bu sonsuzluk ritminin girdabında aynı anda zevkin doruğuna vuruyordu. Engin derin soluk alış verişlerle patlayıp içini Sumru'ya dökerken aynı anda aynı titreme ve kasılmalarla, aynı derin solumalarla Sumru da kontrolünü kaybetmiş, yalnız bir tek çığlıkla boşalıyordu. Sessiz gülücüklerle gülerken derin derin soluyup inliyordu genç kız.
Sumru alttan çıkıp Engin'in üzerine neşeyle yuvarlanırken Engin hala kızın içindeydi ve hala sertti. Sumru gülümserken hala titriyor ve zevkle inleyip kıvranıyordu. Yavaş yavaş Engin'in üzerinde onu sürmeye başlıyor ve bir yandan da içi taşıp Engin'in üzerine saçılıyordu. İkisi birbirine karışmış, birbirine bulaşmış, birbirine kaynamıştı. İkisi de bundan çok memnundu. Bu kadar yakınlaşmak çok eşsiz, çok baş döndürücü bir duyguydu. Bu tarifi mümkün olmayan bir andı.
Aşk dansının çılgınlığı bir saat kadar daha sürdü. Durup dinlenerek ve kimi zaman sadece birbirinin kollarında dinlenip sessizliği paylaşarak kimi zaman en olmadık şeylerden konuşarak zamanı geçirdiler.. Zaman sonsuz olabilirdi ama insanın bu döngüdeki mevcudiyeti sınırlıydı ve insanın çok çabuk bir sonu vardı. Her güzel şeyin sonu olduğu gibi bu öğleden sonranın da sonu vardı ve işte gelmişti.
İkisi de giyinip çıkmaya hazır olduğunda ne yazık ki biraz geç kalmıştılar. Üst başlarını düzeltip çıkmaya tam hazır oldukları vakitte Müdür'ün misafirleri gelmeye başlamıştı. Anlaşılan bir toplantı yapacaktılar ve bu koridor saatlerce sakinleşmeyecekti.
Engin kafasını süratle çalıştırdı.
"Arka pencereden önce sen çık. Sonra ben kapıdan çıkarım."
"Saçmalama Engin bu nasıl centilmenlik. Sen de kimsin?Az önceki Engin'e kaşla göz arasında ne yaptın? Ben oradan sürünürken sen elini kolunu sallayarak çıkacaksın öyle mi?"
"İyi de ben kütüphane kolu başkanıyım yahu. Sen buradan çıkışını nasıl açıklayacaksın."
"Yahu ben de voleybol takımının yıldız oyuncusuyum. İstediğim bir kitabı almak için senden anahtarını yürüttüğümü söylesem bana kimse kızamaz."
Engin gülümsedi. Cidden de Sumru'nun gülen yüzünün ve yıldızlığının tatlı sihri öğretmenlerin karşı koyamadığı bir şeydi.
"Teslim. Benden daha zekisin."
"Elbette, ben bir kızım şapşal. Erkekleri parmağımızın ucunda nasıl oynatıyoruz sanıyorsun?"
"Diri göğüsler ve sütün gibi bacaklar?" diye önerdi Engin.
Sumru onun karnına bir yumruk attı. Engin inledi hem de şakadan değil. Yine de gülüyordu.
"Akıl, şapşal. Akıl. Sen yürü pencerene doğru bakalım.."
Engin teslimiyetle pencereye doğru yürüdü. Buradan girip çıkma konusunda tecrübeli olduğundan hiç zorlanmadı. Bu pencerenin önünde koca bir çalının olması çok iyiydi ve tesadüf değildi. O çalının oraya yerleştirilmesi için üç sene önce az çaba harcamamıştı. Engin ileriyi düşünen bir tipti. Hayal gücü durmadan planlar yapardı. Bu pencereden girip çıkmak hemen yan taraftaki ikinci kat merdivenlerinin görüşü örtmesinin de yardımıyla çok rahattı.
Engin dışarıya çıktı ve çalının tam korumasının ardından merdivenin altındaki boşluğuna yürüdü. Etraf tamamen kalabalıkken bile burayı rahatça kullanabiliyordu. Sanki merdiven altına kalemini düşürmüş de onu almış geri çıkıyor gibi numara yaptığında kimsenin dikkatini çekmemesi ona hep garip geliyordu. Yeni nesiller umursamaz ve dikkat özürlüydü..
Şansına bugün ortalıkta kimse yoktu.. Bir dakika bu tam doğru sayılmazdı. Buket az ileriden bu yana doğru elinde kitabıyla geliyordu.
"Orada ne yapıyorsun?" diye sakin bir merakla sordu Buket.
Bu son yıl hep alışılmadık şeylere gebeydi galiba. Buket ile şu son yedi senede konuştuğundan kat kat fazlasını daha dün kantinin açılmasını sırada beklerken konuşmuştular. İkisi de aynı burçtu ve ikisi de Jules Verne hayranıydı. Bu kadarla da kalmıyordu hani.. Her neyse..
"Kalemimi düşürdüm. Onu alıyordum," diye klasik yalanını yapıştırdı Engin.
Başını peki dercesine salladı Buket.
Buketin saçındaki küçük bir örümcek ağı parçası Engin'in dikkatini çekti.
Elini uzatıp akşam güneşinde ışıldayan kızıl saçlardan örümcek ağını aldı Engin. Buket bir yandan Engin'in eline bakarken bir yandan da saçlarını düzeltiyordu. Bakışları bir an için sanki utangaçça yere inmişti ama sonra çabucak gülümseyerek toparlandı. Gömleğinin cebindeki kalemini işaret etti. Engin beyaz gömleğin cebine doğru bakarken arkadan vuran ışıkla Buket'in güzel vücut hatlarının ortaya serildiğini çarpılarak görüyordu. Kum saati gibi biçimli çarpıcı vücut hatlarıyla Buket baş döndürücüydü. Biraz daha kendine özen gösterse diye düşünüyordu Engin ama o anda ilk defa kafasına dank diye vurdu Engin'in.. Buket bilinçli olarak saklanıyordu. Güzelliğinin ve mükemmelliğinin fazlasıyla fakındaydı.
"Sanırım ben de kalemimi düşürdüğümde oldu.." diye konuştu Buket.
Engin dalgınlığının içinde soran gözlerle baktı. Sonra kalem diye hatırladı. Evet kalem ve örümcek ağı.. Merdiven altı.. Kütüphane penceresi.. O anda bir kısa an için Engin'in aklından çılgın bir düşünce geçti ama kendi kendine yok canım bu kadarı da olamaz, bu aralar hayal gücüm çok coştu diye söylenmeye koyuldu.
Bütün bu süre boyunca bakışlarının, karşısındaki tatlı gülümsemeli tatlı Buket'in güneş ışığıyla çizilmiş silüetini izlemekte olduğunu fark ettiğinde, biraz utandı doğrusu. Buket bundan rahatsız olmamış gibiydi. Gülümseyerek iyi akşamlar diledi ve daha Engin bir cevap veremeden yüzündeki gülümsemeyle akşam güneşi gibi usul usul gitti. O giderken ardından aklında sorular, yüreğinde karışık hislerle hayran hayran bakan bir Engin bıraktı..

****

Buket servisten inip eve kendini zor attı. Hızlı, adeta koşar adımlarla evine ulaştı.
Ev boştu. Masanın üzerindeki nota sadece bir kısa an için baktı ve minnetle şansına gülümsedi.
"Bu gece geç döneceğiz, Aysun Teyzenlerdeyiz. Dolapta yemek var, ısıtırsın. Annen."
Buket ceketini askıya savurup süratle odasına daldı. Yalnız kaldığı bu özel zamanları seviyordu. İlk çocukluk yıllarında bebekleriyle tek başına oynarken kapıyı kapatmayı alışkanlık edinmişti çünkü abilerinin onunla dalga geçmesinden hoşlanmıyordu. Sonraları gizli günlüğünü yazarken elinden kimse alıp okumasın diye kapısını kilitlemeye başlamıştı. Bugün hala özel hayatını korumak için kapısını kilitliyordu ama bu artık başka bir şeyin üzerini günlük yazıyorum bahanesi ile örtmekten ibaretti.
Odasına girer girmez çantasını ve kucağındaki kitapları bir kenara savurdu. Kapıyı süratle kilitledi ve kendini yatağının üzerine attı. Hemen yumuşak bir müzik açıp kendini nefesini ve kalp atışlarını dinlemeye verdi. Kalbi bütün öğleden sonra boyunca hiç durmadan deli gibi atmıştı. Heyecandan ve suçluluktan, utançtan ve de azgınlıktan alev alev yanıyordu.
Gözlüğünü çıkardı. Tokasını bir kenara savurup güzel kızıl saçlarını dağıttı. Hırsla üzerindeki gömleğini ve eteğini savurup soyundu. İç çamaşırlarını parçalarcasına bir şiddetle üzerinden öfkeyle savurdu.
Elleri yavaşa yavaş ama arzuyla bedeninin üzerinde dolaşmaya başladı. Kulaklarında Concierto de Aranjuez yumuşakça tüterken aklında öğlen gizlice seyrettiği görüntüler akıyordu. Elleri usulca müziğin ritmine uyup dalgalar gibi nazikçe tenini okşuyordu. Bu ne tatlı bir yangındı böyle. Elleri iri göğüslerinde ve vücudunun her bir köşesinde usul usul gezinirken en sonunda en kıymetli mücevherine kadar ulaşmıştı. Parmakları gizli bahçesini çevreleyen dudakların üzerinde dolaşıp klitini güçlü darbelerle okşarken aklında hep Sumru'nun yerine kendini koyuyor ve Engin'in bütün dokunuşlarını kendi teninde hissediyordu..
Kalp atışları iyice güçlenmiş ve nefesi derinleşip yavaşlamıştı. Vücudu terden sırılsıklam olmuştu. Bacakları, karnı, alt karnı kasılıp titriyordu. Göğüsleri okşanmak için adeta yalvarıyordu, meme uçları dimdik olmuştu. Bedenini her bir köşesi tutkuyla yanıp kavruluyordu. İnlemelerini kontrol edemez hale gelmişti ve yatağının üzerinde en tatlı işkencenin kollarında kıvranırken gözlerinden yaşlar akıyordu..
Duyguları en zirvesine ulaştığında bütün kasılmaları da zirvesine ulaştı.. Titremeleri bu son kasılmalarla azalmaya başladı. Parmaklarının arasından bir zevk seli akıp çağlarken beyninde birbiri ardına volkanlar patlıyor, tatlı bir kıyamet kopuyordu!
Boşalma hissinin o tarifsiz zevkiyle bütün hücreleri kendinden geçmişçe çığlıklar atıyordu. Buket kendini hemen cenin pozisyonuna kapatmış gözlerinde yaşlarla hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Küçük kasılmaları ve derin solumaları bir süre daha içinde dalgalandı durdu. Titremesi ve ağlaması, içinde yavaş yavaş yanmaya devam eden ateşle beraber dakikalar boyunca sürdü.

***

Yeni güne sabahleyin kütüphane sayımıyla başladıktan sonra Engin günün geri kalanının çocuk oyuncağı olacağının farkındaydı. Kapıdaki kilidin arızasıyla ilgili küçük bir fırça yemesine rağmen bugünden çok umutluydu. Uyuklamak için güzel bir gündü. Top oynamak için güzel bir gündü. Bir genç kızın teninde ziyafet çekmek için de güzel bir gündü..
Yeşim aynı servisteki arkadaşlarıyla Engin'e haber göndermişti. Bugün okula gelemeyecekti. Aman ne kadar düşünceliydi. Zahmet edip haber bile göndermişti.
Bu tatsız bir haberdi aslında.. Yine de dün öğleden sonra Sumru ile yaşadığı inanılmaz saatleri düşününce belki böyle olması daha bile iyi diye düşünmekten kendini alamıyordu Engin..
Lakin o da ne? Sumru da bugün okula gelmemişti. Yeşim ve annesinin misafirleri vardı ve Sumru da onlara yardım etmek için okulu asmaya karar vermişti..
Bu neydi şimdi böyle? Misafir derken kastettikleri bir ordu değildi herhalde? Hem Yeşim hem de Sumru'nun yokluğu can sıkıcıydı..
Engin şimdi bunları düşünürken bir yandan kendine oha çekip deli gibi hayret ediyordu. Geçen bir buçuk yıl içinde pek çok ihanet fırsatını görmezden gelmesinin üstüne şimdi adeta aranıyordu. Üstelik aklında Yeşim hala bir güneş gibi parlıyordu; Hala çılgınlar gibi aşıktı ona! Bu neydi şimdi böyle? Cidden bu nasıl bir şeydi? Kesinlikle hiçbir fikri yoktu. Daha doğrusu bu konu üzerinde düşünmek istemiyordu..

Kapı çalındığında şekerlemesinin arasından gözlerini araladı.
"İçerde olduğunu biliyorum Engin. Kapıyı açar mısın?"
Cidden bu kütüphane işinin suyu çıkmaya başlamıştı. Neredeyse Müdürün kasa şifresi kadar ünlü olma yolunda gidiyordu gizli mabedi.. Allah'tan bu durum okuldaki son dönemine denk geliyordu..
"Yav sen burayı nerden biliyorsun? " diye ciddi bir merakla sordu Engin. Kapıyı açar açmaz fısıldadığı bu sorunun üzerine önüne çıkan Buket ile birlikte derin bir nefes çekip öyle kalakalmıştı. Nefesi kesilmişti. Çirkin ördek yavrusu kuğuya dönüşmüştü.. Söyleyecek tek kelime bile bulamıyordu. Nefes almak bile aklından uçup gitmişti.
Ne güzel gülümsüyordu. Dalgalı kızıl saçları omuzlarından aşağıya ne güzel çağlıyordu. Dudakları ne güzeldi. Yeşil gözleri ne güzel ışıldıyordu. Kokusu ne hoştu. Bu daracık gömleğiyle ne kadar baş döndürücüydü. Eteği ne güzel diz üstüydü.. Ne güzel gülümsüyordu.. Off yaa.. Kalbi güm güm güm diye vuruyordu.
"Tesadüf eseri keşfettim burada olduğunu. Bırakacak bir iki araştırma kitabım vardı. Hazır dersim boşken onları bırakayım dedim. Rahatsız mı ettim?"
"Ne rahatsızlığı, içeri gel, içeri gel. Aman yalnız sessiz ol, sırrımı pek açık etmeyelim."
Buket başını gülümseyerek bir onayla salladı. İçeriye süzüldü.
Engin kapıyı kapatıp yine alışkanlıkla kilitlerken bunun nasıl görüneceğini de düşünerek bir açıklamayı da söylüyordu. Dudakları bir şey söylerken aklında başka düşünceler ve hayaller yakın anılarla birlikte geçit resminde paldır küldür yürüyordu..
Buket için de kapının kilitlenme sesi anıları ve hayalleri aklında estirip kalbinde çırpıntılara yol açıyordu..
"Gizli yerimi korumam gerek Buket. Kilidi dert etmezsin umarım."
"Sorun değil," diye cevaplarken küçük kütüphanenin kayıt masasına doğru yürüdü Buket. Elindeki kitapları masaya bırakıp sandalyeye oturdu.
Onu arkadan gözünü kırpmadan izlemekte olan Engin'in kalbi pır pır ediyordu. Bu daracık ve kısacık kıyafet içindeki bakımlı mükemmel genç kız bedeni aklını başından alıp götürmüştü. Engin'in aklında sayısız fantezi birbiri ardına baş ağrıtıcı bir hızla patlayıp duruyordu..
Buket'in kokusu aklını o denli karıştırıyordu ki kayıt defterinde hiç olmadığı kadar çok karalamaya sahip bir kayıt satırına imza attı. Buket çaktırmadan gülümsüyordu. Engin terliyordu.
"Nasıl oldu da yedi yıl boyunca ilk kez senin aldığın bir kitabı geriye alıyorum?" diye cidden merakla sordu Engin. Bu kadar çok okumasına karşılık Buket ile kütüphanede sadece bir kaç kez karşılaşmıştılar.
"Kitaplarımı paylaşmayı sevmem Engin. Sahip olmayı severim ve onlardan kolay kolay vazgeçmem. Ödevler için gereken araştırma kitapları dışında buraya pek ihtiyaç duymadım."
"Kütüphanemizin acı kaybı.." diye farkında olmadan Engin'in ağzından döküldü sözcükler..
Engin bunu söylediğine şaşırmıştı. Bak yine oluyordu. Yine otomatik pilota geçmeye başlamıştı.. Haydaa çekti içinden Engin..
Buket gülerek karşılık verdi.
"Güzel bir kütüphane. Sanırım buraya yeteri kadar gelmemiş olmak benim için de bir kayıp," diye aslında birden çok anlamda konuştu Buket. Engin o kadarını şimdilik bilmiyordu tabii..
"Epey uğraştım. Yıllarımı aldı resmen. Ama evet güzel bir yer oldu," diye çocuğuyla gururlanan bir baba edasıyla konuştu Engin. Bu kütüphane için cidden çok emek vermişti. Küçük görünmesine rağmen aslında oldukça zengin ve oldukça dolu bir kütüphaneydi. Depoda bekleyen iyi sınıflandırılıp arşivlenmiş kitap kolileriyle aslında burası kadar üç kütüphaneyi daha doldurabilirdi Engin. Engin iyi bir şeyler yapmayı, üretmeyi, faydalı olmayı seven birisiydi. Dersleriyle arası pek iyi değildi ve kör topal mucizevi bir şekilde sene kaybetmeden buraya gelebilmişti ama iyi olduğu başka alanlar vardı..
Kayıt işleri bitip kitabı yerine koyarken iki gencin arasındaki muhabbet de kitaplardan ve okuldan başlayıp koyulaşıyordu. Hayal gücünden, rüyalardan, hayallerinden konuşmaya başlamıştılar.. Kısa süre sonra nasıl, nereden geldiklerini bilmeden gide gide aşk konusuna gelmiştiler. Aşktan konuşuyordular..
Konu dönüp dolaşıp Engin'e ve Yeşim'e gelmişti. Engin buralara gelmekten rahatsız değildi. Buket ile konuşmak hoşuna gidiyordu. Buket'in kokusu hoşuna gidiyordu. Buket'in görüntüsü çok hoşuna gidiyordu. Buket'in ona gülen güzel gözlerine bitiyordu.. Nasıl da tatlı tatlı konuşuyordu..
Konuşma az sonra iyice samimileşmiş ve Engin Buket'le dertleşir olmuştu.. Ciddi ciddi muhabbet ediyor ve dertleşiyordular şimdi. Güzel kız aynı zamanda çok hoşsohbet idi. Hem iyi dinleyici hem de iyi bir anlatıcıydı.
"..İşte böyle Buket.. Son zamanlarda körlerin bile görebileceği üzere sık sık kavga ediyoruz. Bu son sene stresine sınav stresi, mezuniyet stresi, anasının gözü stresi her bir şey stresi eklenince aşkın canı çıkıyor.. Çok zor.. Acı veriyor," diye anlatıyordu Engin.
"Bununla nasıl başa çıkıyorsun?" diye sordu Buket.
"Pek çıkamıyorum galiba. Günü gününe idare ediyorum. Artık sadece bugünü yaşıyorum. Günahları ve sevaplarıyla sadece bugünü yaşıyorum.."
Engin bunu öyle bir söylemişti ki kız erkek ilişkilerine az bulaşmış herkesin aklına hemen ilk anda bir iki sorunun gelmesi kaçınılmazdı. Özellikle de şimdilerde piyasada tutulan bir şarkının sözleri bu kadar tazeyken; .. Çok üzgünüm istemeden bir bakışa aldandım, Bütün gece pişmanlıktan ağladım.. Aşk her şeyi affeder mi? Güzel günlerin hatırına, aşk her şeyi affeder mi?
"Yeşim'i hiç aldattın mı?" diye sordu Buket. Bu biraz sert ve damdan düşen bir soruydu. Buket bu soruyu sormamalıydım diye kendini azarlıyordu ama Engin bu derin dertleşmelerinin içinde bu soruyu kabul ediyordu. Buket'in vereceği cevabı saklayacağına bir şekilde hiç şüphesiz güveniyordu.
"Bu soruyu bir kaç gün önce sorsaydın cevabım hayır olurdu.. Ama şimdi.." diyerek acı acı gülümsedi Engin.
Engin'in dürüstlüğü garip biçimde Buket'in içini ısıtmıştı. Hem onun acısını duyuyor hem de ona bu cevaptan ötürü büyük bir sempati duyuyordu. Aslında yıllardır Engin'e duyduğu diğer şeyi düşününce bu sempati çok masum ve hafif kalıyordu..
"İhanet hakkında ne hissediyorsun? Çok özel bir soruydu, özür dilerim. Ama çok merak ettim," diye çekingen bir merakla sordu Buket.
Engin gülümsedi.
"Aşk bir savaştır dersek ihanet de bu savaştaki silahlardan biridir diyebiliriz sanıyorum. Yeri geldiğinde kullanılması gerekir. Ve ne kadar çirkin olursa olsun yeri geldiğinde kullanılmasında hiç tereddüt etmemek gerekir.."
"Bunları ciddi mi söylüyorsun Engin?" diye sordu Buket. Bu cevabın mantığını kısmen acıyla açıklayabilir ve mazur görebilirdi ama bu cevap hala rahatsız ediciydi..
"Mükemmel bir dünyada yaşamıyoruz Buket, bazen hiç onaylamadığımız şeyleri başka çaremiz kalmadığı için yapıyoruz. Ya da sadece artık doğruları yapmaktan yorgun düşüp yanlışların limanında kendimize sığınak arıyoruz.."
"Şişenin dibinden gelen sözler bular. Burada gizli gizli içmiyorsun değil mi?"
Engin sessiz kahkahalarla güldü bu yoruma.. Buket de ona katıldı kahkahalarda. Karşılıklı gülüştüler. Bu çok iyi gelmişti. Bu kadar yakınken ve yalnızlığın içinde birbirinin kokusunu soluyup konuşurken aralarındaki yıllanmış, yorgun elektrik şimdi kuvvetlenmeye başlıyordu. Aslında bu çekim hiç zayıfladı mı o da ayrı bir konuydu ve yoruma açıktı. Buket yıllardır Engin'e platonik bir aşkla tutkundu.. Engin'in içinde de Buket'e karşı daha okuldaki ilk senelerinden beri adı konmamış kuvvetli bir ilgi vardı..
"Biliyor musun, sınıftaki kızların neredeyse yarısı sana aşıktı.." diye gülümseyerek konuyu başka bir yere çekti Buket.
Engin bu söze yine kahkahalarla gülüyordu.
"Dalga geçme Buket, bak ne güzel muhabbet ediyoruz şurda. Ayıp oluyor ama."
"Dalga geçmiyorum. Aslında biz kızlar arasında gizli bir araştırma konususun yıllardır..     
"Yok canım, ben mi? Hadi ordan yahu.." Engin hala gülüyordu.
"Şaka etmiyorum Engin."
"Yavv iyi de, ben bütün bu yıllar boyunca ne öyle popüler bir çocuk oldum ne de bir erkek güzeliyim. Tamam sporcuyum, tamam iyi yanlarım var ama öyle dediğin gibi sınıfın yarısını yakıp kavuracak bir tip değilim Buket."
Buket ah ederek güldü.
"Sende ne bulduğumuzu biz de merak ettik," derken ağzından bir itirafı da kaçırmıştı Buket ama olan olmuştu ve işte şimdi burada ok yaydan çıkmıştı. Okulda son seneydi. Son ayları geliyordu. Daha başka fırsat olmama ihtimali çok fazlaydı.. Canı cehennemeydi. Utangaçlık ve çekingenlik şimdiye kadar acıdan başka bir şey vermemişti.. Körlemesine devam etti yoluna..
"Evet, ben de.. Ve Necla onu zaten biliyorsun.. Aysu, Eda, Emine, Serap, Gül, Sevda.. Bunlar benim bildiklerim.."
"Yok artık," diyebildi şaşkın Engin. Bu kadarı da çok fazlaydı. Don Juan değildi ki Engin!
"Dedim ya, biz de merak ettik hepimiz sen de ne buluyoruz diye. Yıllar içinde arada sırada bir araya gelip kaynatırken konu bu en gizli sırlarımıza gelebildiğinde sonunda bir sonuca varmaya başladık."
Buket orada durup ayağa kalktı. Farkında olmadan kendini Engin'in yanına yürürken buldu.
Engin'in oturduğu sandalyenin yanındaki sandalyeye oturdu ve onun elini ellerine aldı.
Engin sadece dinliyordu ve bu konuşmanın onları nereye götüreceğini merakla bekliyordu. Kendini Buket'in ellerine bırakmıştı.
"Sen farklısın Engin. Diğerleri gibi değilsin. Bir yandan bizim için bir kurtarıcı gibisin, uzun süredir beklenen bir kahraman gibisin. Öte yandan kurtarılmaya aynı ölçüde muhtaç, masum bir hasta gibisin.. İçimizdeki bütün iyi duyguları uyandırıp üzerine çekiyorsun."
Engin ne diyeceğini nasıl karşılık vereceğini tam olarak bilemiyordu.. Elleri Buket'in narin ellerindeydi ve dingin bir zihinle bu anı yaşıyordu.
"Diğerleri gibi değilsin. Hem çok uzak ve yabanisin, ulaşılmazsın hem de kabuğunu kırıp gölgelerden dışarıya sıyrıldığında çok yakın ve bize aitsin. Seni seviyoruz Engin. Seni Seviyoruz. Seni seviyorum.." diyerek zayıf bir hıçkırıkla ve yutkunarak söyledi Buket. Dudakları çekingence Engin'in dudaklarına uzanıp küçük bir öpücük kondurdu..
O tatlı öpücüğün ardından, “Anlaşılan bu konuda epey bir düşünüp kafa yormuşsunuz,” diye şakayla karışık konuştu Engin
"Necla'yı neden reddettin? Diye sordu Buket. Necla Engin'e daha birinci sınıfta arkadaşlık teklif etmişti. Evet bu senelerde kızlar cidden yönetimi ele almaya başlamıştı. Kurallar değişiyordu artık..
"Ben Necla'yı reddetmedim," dedi ve nasıl doğru açıklayabileceğini aklında toparlamak için durakladı Engin.
"Necla'yı beğenmedin mi?"
"Saçmalama Buket. Daha yeni yeni erkek oluyorduk ama gözlerim kör değildi. Necla o zaman da, bugün de hala çok hoş bir kız. Sevimli bir yüzü ve taş gibi bir vücudu var. Şakacı, neşeli, çok tatlı bir kız. Çok iyi bir kız. Ben de şimdi ona karşı olan tavrımdan hiç ama hiç gurur duymuyorum. Sanırım o yıllardan başlayıp buralara gelene dek bu yaşlarda çok acımasız oluyoruz. Kovalanan kaçar mantığıyla o kovaladıkça ben kaçtım. Bir noktadan sonra işler kontrolden çıktı. Yaptığım büyük bir hataydı. Son bir iki gündür geriye dönük düşünceler aklımda fırtınalar estiriyor. Çok fazla geçmiş muhasebesi yapıyorum. Şimdi biliyorum ki Necla benim en büyük kaybım.."
"Ne oldu Engin? Neden?" diye sordu Buket.
"Korktum," güldü Engin. "Daha çocuktum. Korktum, çekindim, ne yapacağımı bilemedim, bir anda bütün sınıfın önünde böyle bir teklifle karşılaşınca gölgelerde süren yaşamım kaba kuvvetle spot ışıkları altına çekilmişti sanki. Erkekliğin onda dokuzunu uyguladım. Olanca hızımla kimse beni tutamadan arkama bakmadan kaçmaya başladım. Ben ışıktan kaçarken arkamda Necla'yı bıraktım.." Engin durakladı. Suçun birazını da Necla'ya atmazsa bu erkekçe bir konuşma olmazdı.. "Sana söylüyorum Buket, eğer Necla da araya aracılar koymak yerine bana kendisi yaklaşmayı seçseydi o iş çok daha farklı gelişebilirdi. Kızlarla yüz yüzeyken onlara hayır diyememek gibi çok kötü bir huyum var.”
Buket gülümsedi bu itiraflara. Samimi itiraflardaki saflık çok hoşuna gitmişti.
"O olay yüzünden hepimizi platonik yaptın Engin. Bir daha kimse sana yaklaşmaya cesaret edemedi.. Taa ki Yeşim'e kadar."
Engin buna bir şey demedi. Sadece düşüncelere daldı. Hala el eleydiler. Bu çok garip ve çok huzurlu bir sahneydi.
"Az önceki itirafına karşılık ben de bir şeyi itiraf etmeliyim." diyerek başladı Engin.
Buket dikkat kesilmişti. Engin'in ağzının içine bakıyor, can kulağıyla dinliyordu. Kalbi pır pır ediyordu.
"..Biliyor musun, seni yıllardır uzaktan uzağa izliyorum. Daha okulun ilk gününden, hazırlık sınıfının ilk gününden bu yana.. Ne zaman çevrede sen olsan bakışlarım korkakça sana kayıp cesaret edebildiğim kadar uzun süre sende kalıyor. Kısacık anlar için seninle gözlerimiz çarpıştığında kalbim sanki yerinden fırlayacak gibi atmaya başlıyor, içimi bir ateş sarıyor, elim ayağıma dolanıyor, kaçacak delik aramaya başlıyorum, gözlerimi kaçırıyorum.. Saklanacak bir siper arıyorum."
Buket'in yüzü sevinçle ve mutlulukla aydınlanmıştı. Bunları duymak adeta genç kızın ayaklarını yerden kesmişti.
"Hep seni izleyip dururdum. Güzelliğin, tatlılığın, bir şekilde beni sana çeken benden bir şeyler vardı sende. Sen de hem kendimi hem de eksiklerimi görüyordum sanki.. Ama korkaklığım hep çok güçlüydü. Hep gölgelere geri çekilip durdum. Bir türlü dışarı çıkmaya cesaretim yetmedi."
Buket'in elleri Şimdi Engin'in yüzünde, saçlarında, yanaklarında dolaşıyordu. Dudakları usul usul Engin'e yaklaşıyordu..
"Ahh Engin.." diye özlemle, hasretle inlerken Engin'den de aynen karşılık görüyordu.
"Buket.. Buket.."
Dudakları birbirine yıllanmış masum bir arzuyla kenetlenirken kolları birbirinin bedenini sarıp sarmalıyordu.
Öpüşmeleri hiç de kısa sürmedi. Birbirlerine yılan gibi sarılmış bedenleri ayrılmaya hiç niyetli değildi.
Soluksuzluklarının sonunda soluklanmak için durduklarında ikisi de mutlulukla ve neşeyle birbirine gülümsüyordu. İkisinin de gözlerinin taa içi gülüyordu.
Buket dudağını ısırdı. Gözünü kararttı.
"Dün Sumru'yla seni gördüm.."
"Dikizlemenin hobilerinden olduğunu bilmiyordum Buket. Sürprizlerle dolusun," diye takıldı Engin. Bu yakalanma mevzusu onu pek şaşırtmamıştı. Dünkü karşılaşmalarında Buket'in saçından aldığı örümcek ağı ve bakışları ona bir şeyleri inceden işaret etmişti ama bunu çok çalışan hayal gücüne vermişti..
"Kitap okuyordum. Etrafta bacaklarımı dikizleyecek kimsecikler olmadığında o merdivenlerde oturup kitap okumayı severim. Bir ara ikinizin de sesi çok ama çok yükseldi kısa bir süreydi ama oradaydım ve duydum. Nasıl cesaret ettim bilmiyorum ama sesi izleyip pencerenin yanına sindim.. ve.."
"Ve bizi dikizledin.."
"Evet.."
"Sorun değil. Hoşuna gitti mi?" diye gülümseyerek sordu Engin.
Buket utangaçlığını yenmeye çalışarak cevap verdi ama hala utangaçça kızarıp sesi titreyerek cevap verdi.
"Sumru'yu çok kıskandım.." diye açıkça itiraf etti..
Engin gülümsedi ve ellerini Buket'in saçlarına uzattı. Genç kızın saçlarını okşarken dudakları onun dudaklarına usulca uzanıyordu.
İki gencin dudakları birleştiğinde kalplerinden kıvılcımlar saçıldı. Yılların beklentileri ve hayalleri birden önlerine en tatlı gerçekliği ile saçılmaya başlamıştı. İki hasret dolu beden olanca şefkati ve sevgisiyle birbirine karışıyordu.
Ateş yayılıyordu. İçlerindeki yangın kısa sürede büyüyüp her yanlarını sarmıştı. Yanıp kül olmaya süratle koşan kalpleri göğüs kafeslerini zorluyordu.. Kanları damarlarında çılgın bir tempoda akıyor, vücutlarının her bir zerresi yakıp güle çeviren bir ateşle tutuşmuş için için kavruluyordu. Akılları başlarından uçuyor ve kendilerini en derin arzularının kollarına severek atıyordular.
Engin'in elleri az sonra Buket'in beline dolanıp göğüslerine doğru usul usul akarken Buket'in elleri ve bedeni de buna aynı şekilde cevap veriyordu. Bedenleri birbirine sımsıkı yapışmıştı. Engin'in son birkaç gündür neredeyse sürekli sert gezen erkekliği şimdi Buket'in çukuruna elbiselerinin üzerinden gömülmüştü. Bu temasın daha ilk anlarında Buket'in nefes alıp vermesi değişmiş ve dokunuşları, öpüşleri daha bir tutkuyla Engin'i okşamaya başlamıştı. Nefesleri hızlanmış ve birleşmiş kalp atışları ipini koparmış vahşi atlar gibi göğüs kafeslerinde ortalığı inletiyordu..
Engin'in elleri genç kızın göğüslerinde, sırtında, kalçalarında, saçlarında geziniyor onun her bir santimetre karesini elbiselerinin üzerinden adeta tekrar tekrar keşfediyordu. Buket'in elleri Engin'in omuzlarında ve sırtında, kalçalarında geziniyor, saçlarını arzuyla çekiştiriyordu.
Öpüşmeleri hiç kısa sürmedi. Ayakta sevişircesine birbirlerini giyiniklikleri üzerinde uzun uzun sevip okşadılar. Dudakları dudaklarında ve boyunlarında durmadan geziniyor, dilleri birbirine sık sık kavuşup çılgın bir dansla kendinden geçip fırtına gibi esiyordu..
Buket'in gömleğinin içine doğru ilerlemeye başlayan ellerle birlikte genç kız irkildi. Geri çekildi.
Engin şu uzun ve ateşli öpüşme, oynaşma faslından sonra bunu hiç beklemiyordu. Buket'in şimdi geri çekilmesine şaşırmıştı.
Buket nefes nefeseydi ve tedirgin görünüyordu. Derin bir nefes alıp soluklanırken bir yandan da dudaklarını yaladı.
“Pencere..” dedi sadece.
Engin pencereye döndü. Pencere açıktı. Çalılar yüzünden dışarıdan içeriyi görmenin imkanı yoktu ama pencere açıktı.
“Şimdi hallederim,” dedi Buket'in endişesinin kaynağını anlayan Engin.
Engin hemen pencereyi kapatıp önüne de yakındaki iki karton koliyi çekti.
Buket'in yüzü şimdi rahatlamıştı ve dudaklarında heyecanlı, sabırsız bir gülümseme ışıldıyordu. Buket ne kadar güzeldi.. Bu anda Engin'in aklındaki tek düşünce buydu. Elleri genç kızın yüzüne ve saçlarına uzandı. Pürüzsüz, ipeksi tende parmakları neredeyse ürkekçe kaydı. Ateş kızıl dalgalı saçların yumuşaklığında boğulan parmakları dışarı çıkmayı istemiyordu. Bu esaret en tatlı esaretti.
Güzel yeşil gözlerin derinliğinde kendini kaybetti Engin.
Buket'in elleri genç adamın yanaklarına uzandı. Küçük öpücükler önce yavaş yavaş ve usulca akmaya başladı Engin'e. Sonra öpücükler büyüdü ve sıklaştı. İki beden yeniden fırtınalı bir ritmle birbirine karışmış çılgın bir dansta uçuyordu.
Engin bir anda kendini geri çekti. Bu defa şaşırma sırası Buket'teydi.
“Bu çok karışık bir durum.. Ben.. Ben hala yeşim'i seviyorum.. Öte yandan sen.. Sen de..” diye konuşmaya çalışırken Engin'in sözlerine ve açıklamalarına ihtiyaç duymuyordu Buket. Engin'in gözlerine bakmak, Engin'in dokunuşlarındaki şefkat ve sevgiyi hissetmek her şeyi kuşkuya yer bırakmadan ortaya döküyordu zaten..
“On sekiz yaşımdayım Engin. Kendi kararlarımı verebilecek kadar aklım başım. Sorumluluğumu alıyorum. Ve..” diyerek gülümsedi, Engin'in gözlerinin taa dibine bakarken dudaklarını dudaklarına mühürlemeye yanaşıp fısıldadı. “Seninle olmayı istiyorum, burada, şimdi. Ötesinde nereye gideceğimizi umursamıyorum. Senden sadece şu anı istiyorum..”
Engin'in cevabı her an yavaş yavaş dudaklarına daha çok yaklaşan bu dudaklara kasıp kavuran alev alev öpücüklerle sarılmak oldu..
Alev alev yana iki beden vardı. Hareketlerinde tutkulu bir şiddet vardı. İkisi de birbirini incitmekten ölesiye korkarken aynı anda da ruhlarının olanca şiddetiyle aşklarını dokunuşlara dokuyordu. Örülen aşk dansı git gide hızlanıyor ve aralarındaki sessiz bağ her an daha çok güçleniyordu. Nefesleri derinleşmiş ve göğüsleri körük gibi inip kalkar olmuştu. Elleri yavaş yavaş diğerini elbiselerinden soyuyor ve çıplaklığa boyuyordu.
Buket senelerdir bale dersi alıyordu ve dansın her türüne bayılıyordu. Bunun izlerini de bedeninde görmek hiç zor değildi. Bedeni mükemmel bir formdaydı. Doğuştan gelen güzelliği ve mükemmelliği yıllardır dans etmenin de etkisiyle bir güzellik abidesine dönüşmüştü. Bütün saklama çabalarının, pasaklılığının ve bakımsız dolaşmalarının sonunda Buket bugün burada bütün çıplaklığı ve gerçekliğiyle kızıl bir güneş gibi alev alev yanıyor, ilahi bir varlık gibi ışıldıyordu. Engin'in aklı saf bir huşu ile donup kalmıştı. Hayatında gördüğü en güzel manzara karşısında nutku tutulmuş ve sadece öylece kalakalmıştı.
Bembeyaz güneş görmemiş teninin taze pembeliği baş döndürücüydü. Göğüsleri ve omuzlarındaki, yanaklarındaki çilleri güzelliğine güzellik katan süsleriydi. Bedeni en güzel aşk tanrıçalarını kıskançlıktan öldürecek kadar taze ve büyüleyiciydi. Buket tapılası bir varlıktı..
Engin de şimdi çırılçıplak kalmıştı. Buket'in elleri her yanında dolaşıp onu yavaş yavaş keşfederken en çok erkekliğinde durdu ve en çok onunla ilgilendi. Sertleşip dimdik ortaya çıkmış hali karşısında Buket hem heyecan hem de sabırsızlıkla duruyordu. Elleri onu keşfediyor, okşuyor ve az sonra da sıvazlamaya başlıyordu.
Engin de çok beklemedi ve ellerini Buket'in göğüslerine uzattı. Az sonra bir eli genç kızın göğüsleriyle ilgilenirken bir diğeri alt dudaklarının çevresinde ve en kıymetli mücevherin üzerinde tutkulu okşamalarla dans ediyordu. Buket bu dokunuşlar karşısında hızlı hızlı soluyup arada sırada kısa süreli parlamalarla inliyordu.. Sesi o kadar baştan çıkarıcıydı ki Engin sadece onun bu inlemelerini dinleyerek boşalabileceğini düşündü.
Engin kendini biliyordu ve biraz daha ileri gitmeden Buket'i masaya doğru çekip nazikçe masanın üzerine oturmaya yönlendirdi.
“Kaç kız geçti bu masadan Engin?” diye başı dumanlı gülümseyen bir şakayla sordu Buket.
Engin bu soruya gülümsedi. Güzel bir soruydu aslında.
“Şu anda sadece bir tanesi umurumda ve ne şanslıyım ki o da benimle birlikte..”
“Öp beni..” diye derin bir nefesle soluyup Engin'i kendine çekti Buket.
Buket'in kalın gözlüklü, pasaklı, sessiz, çekingen halinden eser yoktu burada.. Engin bu değişimin tek ya da ilk tanığı olduğun için, onunla olduğu için, Buket onu sevdiği için kendini çok mutlu hissediyordu. Duyguları kalbinden güneş gibi parlıyordu ve içinde bir sıcaklık vücudunun en ücra köşelerine kadar yayılıyordu. Sevmek, sevdiğinle el ele, göz göze, dudak dudağa buluşabilmek ne kadar kıymetli, ne kadar eşsiz bir ayrıcalıktı.. Bu her insanın mutlaka yaşaması gereken bir duyguydu. Sevmek insan olma yolunda büyük bir adımdı ve belki de yolun taa kendisiydi..

Buket'in kapalı gözleri ilk anda daha da sımsıkı kapandı. Acı, yüzünden bir inlemeyle beraber geçmişti. Ama çok uzun sürmemişti. Engin endişeyle durmuştu. Engin ilk başta yavaş yavaş, yaklaşmayı denemişti ama bir noktadan sonra Buket'in tedirginliği ve sabırsızlığı “hadi ama Engin, yap şunu,” diye dile gelmişti..
Olabildiğince nazikçe ama aynı anda olabildiğince çabuk biçimde erkekliğinin kalan kısmını da Buket'in gizli bahçesine sokmuştu..
Buket şimdi yavaş yavaş Engin'i dışarı itiyordu. Yüzünde çok az acı ve tedirgin bir gülümseme vardı. Yüzünde merak vardı.
Buket elini bacaklarının arasına soktu ve eline gelen azıcık kana minnetle baktı. Engin'in erkekliğinin üzerinde de çok az kan vardı. Arkadaşlarından bir ikisi ilk deneyimlerini anlatırken ne kadar çok kanadıklarından ve bir süre çok acıdığından bahsetmişti. Ama burada Buket çok az kanamıştı ve ilk andan başka neredeyse hiç acısı yoktu. Şimdi dudakları Engin'in dudaklarında gezip dilini emerken ve göğüsleri ustaca okşanıp yalanırken, avuçlanırken tattığı bu zevkin yanında bu küçük acının lafı bile olmazdı. Buna fazlasıyla değerdi.. Hem de fazlasıyla.. Bin bekareti olsa binini de burada Engin'e vermeye hazırdı.
Engin bu tatlı kıyametin içinde yanıyor, yok oluyor, yeniden doğuyordu ve bu bir zincir dansı halinde dönüp duran bir döngü halini alıyordu. Engin bu köleliğe bütün varlığıyla hoşgeldin diyor, bütün varlığıyla bu kıyameti kucaklıyordu..
Engin de şimdi masanın üzerine çıkmıştı ve beline dolanmış bacaklarıyla Buket de kucağındaydı. Yumuşak ama güçlü bir ritmle bir beden halinde dans ederlerken elleri hiç boş durmadan diğerine en çok zevk veren köşeleri keşfediyordu. İkisi de terden sırılsıklam olmuştu.. İkisi de adeta tütüyordu.. Yorulmayan bir çabayla diğerine daha çok zevk ve mutluluk vermek için soluk soluğa çabalıyordular. Bedenleri transa geçmiş bir halde ruhlarının ve kalplerinin her emrini düşünmeden gerçekleştiriyordu. Utanmayı, korkuyu, tereddütü, pişmanlığı bir kenara atmış ve en derin tutkularının, en çılgın hayallerinin fısıltılarına teslim olmuş yanıp kavruluyordular.. Ritmleri baş döndürücü bir danstı. Her dokunuşları şiddetle olduğu kadar şefkatle de doluydu. Dokunuşları kelimelerin saatlerce konuşup anlatamayacağı duyguları tek bir hareketle ifade ediyordu. Duyguların seli içlerinde yangın olmuş gözlerinde parlıyordu.. Gözlerinde mutluluk yaşlarıyla birbirlerine tatlı bir ölümle sarıldıklarını ikisi de ne zamandan ne de mekandan haberdardı artık. İkisi de duyguların rüzgarında dökülmüş yapraklar gibi savrulup kendini kaybetmişti..
Bedenleri deli bir ritmle gidip geliyor ve tatlı bir zevk gelgiti bütün vücutlarını sarsıp silkeliyordu.
“seni seviyorum,” dedi Buket derin derin soluyan ve titreyerek inleyen sesiyle..
“Seni seviyorum.. Seni seviyorum,” diye düşünmeden bütün kalbiyle Buket'e cevap verdi Engin..
“Seni seviyorum,” diye gözlerinden yaşlar akarken bir kez daha fısıldadı Buket. O iki kelimeye bütün kalbini ve yılların bütün sevgisini koymuştu..
Gözlerinden yaşlar akarken Engin'in cevabı da yılların bütün birikmiş aşkını haykırıyordu.. Karşılıklı itirafları en yürekten bir düet gibi söyleniyordu..
“Seni seviyorum..”
“Seni seviyorum..”
“Seni seviyorum.”
“Seni seviyorum.”
“Seni seviyorum..”
“Seni seviyorum..”
“Seni seviyorum..”
“Seni seviyorum..”
Bedenleri yeniden sözcüklerin önüne geçti ve dudaklar sevgi sözcüklerini diğerinin dudaklarına aşkla, usanmadan uzun uzun yazdı. Her bir sözcük tekrar tekrar, bıkmadan ve usanmadan bütün gerçekliğiyle tekrar edildi. Taa ki sonunda iki beden de yüreklerindeki genç sevdanın enginliği karşısında pes edip bitkince çözülene kadar..
Ölümlerin en güzeli yeni bir doğum olup ıslak tenlerinden uyanırken Buket ve Engin bitkinliklerinin içinde hala bir bedendiler.. Masanın üzerinde birbirine iyice sokulup sarılmış öylece bitkin bir halde yatıyordular.. Gözleri gözlerinde, elleri ellerinde bir kalp atımı bile mesafe olmadan öylece usul usul küçük öpücüklerle öpüşüp diğerinin saçlarını ve yanaklarını okşuyordular..
“Seni seviyorum Engin.”
“Seni seviyorum Buket.”

***

Sabah yeni bir gündü.. Okula ilk gelen servis yine Engin'in servisiydi. İkinci gelen servisten sınıfa koşturarak gelen ama orada aradığını bulamayınca hemen kütüphaneye koşturan enerjik bir Sumru'ydu.
Daha Kütüphane kapısından içeriye girer girmez aralarındaki elektrik alevlenmişti.
“Günaydın, naber Engin?”
“İyidir, haberler sende..” diyebildi Engin. Gerisi gelemedi..
İkisinin dudakları usul usul birbirine kapanmıştı ve tatlı bir ziyafeti tadına vararak çekiyordu..
Sumru gülüp neşeyle dudaklarını yaladı. Engin'i kokladı.
“Görülen o ki asıl haberler sende,” diye konuştu Sumru. Engin'in ceketinin yakasından uzun ve kızıl bir saç telini çekip onun gözlerinin önüne tuttu.
“Kabak çiçeği gibi açıldın. Değil mi Engin?” diye onu utandırmaktan zevk alarak yaramazca sordu Sumru.
Hem kıskançlık hem de mutluluk duyuyordu. Bu gerçek sevda dedikleri şey olmalıydı. Bencilliği aşmıştı. Kıskançlığın ötesinde sevgi duyduğu insan için mutluluk da duyabiliyordu. Daha iyi birisi mi olmuştu neydi? Aşk bu muydu? Aşk insanı yaşatıp büyütüyor muydu neydi?
Engin kıvırmayı düşündü bir an için ama Sumru'ya dürüstlüğü sapına kadar borçluydu. Hayır, kesinlikle sıvışmayı denemeyecekti bile..
“Sana yalan söyleyemem..” diye başlıyordu ki Sumru lafları ağzına tıkadı ve cebinden minik parfüm şişesini çıkardı. Hemen Engin'in üzerine sıkmaya başladı.
“Onu kıskandırmak için benim zorla sıktığımı söylersen en az hasarla atlatırsın. Ama bu Buket kokan bu halinle seni çiğ çiğ yer. Kızın kokusu bütün üzerine sinmiş be oğlum, anlatsana o kadar iyi miydi?” Diye afacanca ve merakla sordu Sumru. Duymayı dört gözle bekliyor olduğu çok açıktı.. Bir yandan da parfümü durmadan sıkıyordu ve Engin uzaklaşmaya çalışıyordu..
Engin Sumru'nun bunu fark etmesine şaşırmıştı. Bu ihanet işlerinde biraz acemi miydi neydi? Çok fazla açık vermişti galiba..
“Hayatta ağzımdan laf alamazsın, bu çok özel bi kere.. Hem bi dur yaa, yavv dursana, yeter sıkma şunu yaa..” diye Engin köşe bucak kaçmaya çalışırken kapı açıldı.
Yeşim içeriye dalmıştı..
“Ne oluyo lan burda?” diye Sumru'ya ve Engin'e posta koydu..
Sumru'nun surat ifadesi birden mutsuzca asıldı..
“Basıldık.. Şimdi planladığım etkiyi yaratmayacak,” diyerek parfüm şişesini işaret ederek şişeyi cebine soktu Sumru.
Yeşim yapmacık bir öfkeyle Sumru'ya kaşların çattı.
“Bu kadar ucuz bir numarayla beni kıskandırabileceğini mi sanıyorsun. Benim Enginimi daha tanıyamamışsın Sumrucuğum. Hem senin kokunu çok iyi tanıdığımı biliyorsun. Sizin ikinizin bir araya geleceğine inanacağımı nasıl düşünebilirsin?”
“Sadece basit bir şaka olacaktı hayatım. Hem güzelim, ciddi bir şey planlamış olsaydım ruhun bile duymazdı,” diyerek yine de ucundan dokundurmayı ihmal etmedi Sumru.
Ortalık hafiften kızsal bir kapışmanın kıvılcımlarıyla renklenirken Engin hem korku hem de neşeyle bunun ne gibi sonuçları olabileceğine dair bir iki çılgın senaryoyu hayal etti..
Yeşim hava atarak burun büktü ve Engin'e sarıldı. Engin'den fazlasıyla emin olduğunu haykıran hareketleri netti. Engin'in yanağına bir öpücük kondurdu.
“Seni üzdüğüm için üzgünüm. Gelmediğim günü telafi edeceğime söz veriyorum,” diyerek dudaklarını Engin'in dudaklarına yasladı.. Öpüşmeye başladılar ve bu öpüşme Sumru da orada olmasına rağmen oldukça ateşli bir öpücük dizisiydi..
Sumru arkadaşının Engin'e karşı cidden boş olmadığın da hep biliyordu ama hala aynı fikirdeydi. Engin onun için fazla iyiydi ve Yeşim onu hak etmiyordu.. Gülümsedi. Engin çiçek açmıştı. Bundan sonra neler olabileceğini sadece hayal edebilirdi. Gelecek çok ama çok zengin olasılıklar ile doluydu..
Sumru kapıdan çıkıp gitmeden evvel sırtı ona dönük Yeşim'in üzerinden Engin'e sessiz bir öpücük gönderdi. Göz kırptı. Yüzü neşeyle gülümsüyordu.
Yeşim Engin'e fısıldıyordu..
“Seni seviyorum aşkım..”
Bu Engin'e çok yavan gelen ve çok geç kalmış bir seni seviyorumdu. Özellikle de Buket'in dudaklarından duyduğu seni seviyorumlar ve Sumru'nun teninden gelen duygu dolu dokunuşlardan sonra..
Yine de Yeşim ve ona duyduğu aşkı hala aklında, yüreğinde çok güçlüydü..
Engin, Sumru'ya dudaklarından sessiz bir öpücüğü gönderip tek gözünü kırptı. Onu kütüphane kapısından böyle yolcu ettikten hemen sonra fısıldadı.
“Seni seviyorum Yeşim. Hem de çok seviyorum.. Seni çok, ama çok seviyorum..” derken.. Bir damla yaş sessizce ve gizlice yüzünden süzülürken.. Engin bir kez daha ölüyordu ve bir kez daha öldürüyordu..

***



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın erotik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Tatlı Sert
Zeytin Karası

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
2012: Ölülerin İntikamı
Ufuklar: Kırmızı Bölge - 18
Althar'ın Akıncıları: Altıngöl ve Ejderha (9. Bölüm - Son - )
Kovan Savaşları (1. Bölüm)
2012: Ölülerin İntikamı (3)
Yeşilgözlü Şeytan'ın Gecesi
Güneş ve Ölüm (Giriş)
Yaşam Hasatlayan Smir
Güneş ve Ölüm (3. Bölüm)
Kovan Savaşları (2. Bölüm)

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Barbar Conan'ın Ölüm Şarkısı [Şiir]
Her İnsan Öldürür Sevdiğini [Şiir]
Kovan Savaşları Öyküleri [Roman]
Uzun Yol (1. - 100. Sayfalar) [Roman]
Sevgi, Mutluluk, Özgürlük ve Hayat Üzerine Felsefe [Deneme]
Tanklamak Ne Demek? [Deneme]
Ya İstiklal Ya Ölüm [Deneme]
Uyanıklık [Deneme]
Ölüm / Kalım [Deneme]
Uzayda Hayat Var mı? [Deneme]


Levent Ölçer kimdir?

Fantazyada büyü, teknoloji ve aksiyon İldar'da buluşuyor. 07/10/2017 tarihinde şimdi diyebilirim ki neredeyse 2 senedir tek kelime yazmadım. . . 2 senedir yazar tarafım ölü. oysa oldugum şeyler içinde olmayı en sevdiğim şey yazar olmaktı :) Toprağı bol olsun.

Etkilendiği Yazarlar:
Süpermen, Robert E. Howard, Tolkien, Salvatore, Jules Verne, Battalgazi, David Eddings, Michael Moorcock.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.