• İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm |
441
|
|
|
|
Henüz on altı, on yedi yaşlarındaydı. Kısa kollu gömleğinin kollarına sığmayan kaslı kollarıyla, kıvır kıvır saçlarıyla ve gözünün üzerine dökülen kakülüyle, daha o çocuk denilecek yaşta bile genç kızların oldukça ilgisini çekerdi |
|
442
|
|
|
|
Her yeni güne merhaba derken hayat, dışarıda kaç insan paylaşır yalnızlığını, ya da kaç insanı konuk edersin kalbindeki özlem sofrasına? Yakamadığın tek bir sigaranın hayal kırıklığından sonra sabaha kadar yaktığın kaç sigaranın zevkine vardın acaba? Hala onca kelimelerle anlamlı cümleler kurmak için dolaşırken kalemin beyaz kağıtlarda ve her seferinde yenilgiyi yüklenirken omuzların, böyle beklemek niye? Keşfedilmek, aranılmayı ummak niye? İhanetin perdesi kırmızıyken kırmızı aşkın tutkusuna kapılma arzusu niye?.. |
|
443
|
|
|
|
“İki Kelimelik Aşk” kulaklarımla birlikte, ruhumda derinden hissetmişti. İlk kez söylemiştin “İki Kelimelik Aşk’ı bana. Yıllar öncede aynı oda idik ve Sen yine karşımda baştan aşağı Ben’din. Gözlerimin içine baktın ve … Tokmak sesi engel olmuştu! O zaman da mı söyleyecektin Sevgilim “İki Kelimelik Aşk’ı ? Hızlı adımlarla odayı tek ettim ve Seni. Seninle birlikte Aşk’ımı da o odada bıraktım, bir gün geri geldiğimde aynı yerde bulayım diye. Aşk’ımı buldum ve her şey kaldığı yerden devam ediyordu. Sanki Aşk’a ara vermiş iki Sevgili misali yaşıyorduk yine her şeyi..." |
|
444
|
|
|
|
Sevgi mührünü taşıyan AŞK’a âşık bir faniydi şimdi. Mührü kime kapatacağını bilemeden dolaşıyordu sokaklarda derbeder. Yaşamı boyunca Onun yanından ayrılmayan bedendeki tinsel gücü, yüreğindeki kalp atışlarını hızlandırıyordu. Soyut sevdaların somut dokunuşlarıydı bunlar Yağız Delikanlının duygularına. Kendisine ne olduğunu bilemeden dolaşmaya devam etti, devam etti… |
|
445
|
|
|
|
insan sevince ,aşık olunca nereye baksa sevgilisini görür ve zaman sevgilisi ile arasına kara kedi gibi girer isterki sabahtan akşama kadar onunla olsun isterki akşamdan sabah kadar sevgili ile olsun doymaz yanı doyumsuz bir şii |
|
446
|
|
|
|
İlk tanıştığımızda bana bir melek olduğunu söylemiştin,
tabii ya Azrail de bir melektir... |
|
447
|
|
|
|
gidiyorum biliyorsun. uzun bir yolculuk olacak bu… art arda tebdil-i mekanlar yaşayacağım. seni bırakacağım bu şehre. hiç yaşanmamışlıklarımız olacak bizim. hep eksik bir şeyler kalacak bedenimizde. |
|
448
|
|
|
|
Nazende penceresinde yolu gözlüyordu. Arnavut kaldırımlı caddede sadece limonata satan adam vardı. İçi titredi. Acaba taş plakta çalan mı onu böyle eyledi? Yoksa vuslat sona ereceği için mi? Balkanlara gitmişti yiğidi görevli olarak. 2 seneden sonra dönecekti.
Cumbalı sarı ev sessizdi. Herkes alışverişe gitmiş ama Nazende gözünü yoldan ayırırsa Yusuf Ziya Bey dönemeyecek sandığı için yerinden terpenememişti. Saçlarını açmış, taramış, en sevdiği ipekli elbisesini giymiş ve parfümünü sürmüştü. |
|
449
|
|
|
|
Karanlık bir şehirde eski bir ağacın altında can çekişen umutları ölüyordu kucağında. Menzili yoktu sevdalı gözlerin, bir damla yaş olur akardı mevsimlerin sonbaharı. Saatler hüznü vururken sevdaya hazırlanan bir kadındı hazan. |
|
450
|
|
|
|
Bir çığlık nefes almıyor kurtarın onu
Sevdiğimi biliyor böyle olmasın sonu |
|
451
|
|
|
|
Onu hayata bağlayan Serap’tı. Sanki adının gizemiyle bir hayal gibi hayatına girmiş ve sonra da apansızın çıkıp gidivermişti. Buhar olmuştu adeta…
|
|
452
|
|
|
|
Hayrettin liseyi bitirdikten sonra iki sene orda burda çalışmış, sonra da askere gitmişti. Askerlik dönüşü vergi dairesinde bir işe girmişti. Bir gün işten eve dönerken evlerinden bir sokak ötedeki iki katlı bir evin önünde komşularının yedi yaşındaki oğlu Kenan’ın bir genç kız ile konuştuğunu gördü. Önce dikkatini çeken Kenan’dı. Buralarda ne işi var, diye düşünmüştü. Sonra kıza da dikkatlice baktı. Çok, ama çok güzel olduğunu görünce adeta heyecandan dizlerinin bağı çözüldü. Adımlarını yavaşlattı. Yanlış anlaşılır diye korkudan baktığını belli etmemeye çalışıyordu. Bir ara kız ile gözgöze geldi. Bu sadece bir anlıktı. Kız başını önüne eğip evinin kapısına doğru yönelmişti bile… |
|
453
|
|
|
|
Kim demiş sonbahar ayrılıkların mevsimidir diye... |
|
454
|
|
|
|
Imkansiz asklara ithafen... |
|
455
|
|
|
|
Kayıptan Sesler Korosu
Bitmemiş ve asla bitmeyecek bir hikayenin sürükleyici bir bölümü |
|
456
|
|
|
|
Hiç dokunmasa da sonbahara, o haince ilerliyordu bedeninin yeşermemiş bahçelerinde… Ömrünün her deminde gece bakışlı, bu esmer mevsim çok zordu. Kurumuş yaprak gibi döküldü Sevda hanım’ın umutsuz elleri iki yana… Kanayan gözyaşı yağmur oldu, bezgin nefesi yaralı bir rüzgar. Gecelerce inledi kalbi kırık sızıları, yalnız yatağında. Soldu gözleri gül gibi, sarıldı dökülen yapraklarına. Şarkılar gazel oldu, günler perişan. Yüreğindeki ormanları ateşe verdi sevdalı kadın. Yine de insafa gelmedi sonbahar, yalanından bezmedi bir türlü. |
|
457
|
|
|
|
Fettan Efsun, bakışları Osman’a çivili, olduğu yerde dona kalmıştı. Afet Fatma yerinden hızlıca doğruldu, Efsun’a odayı gösterdi, siniye bırakılan keseyi cebine indirdi ve yardımcısına, emirleri yerine getirmesi için işaret etti. Yirmi senelik çengilik hayatında bunun gibi nice vak`alara rast gelmiş, nasıl halledeceği konusunda ustalaşmıştı. |
|
458
|
|
|
|
Ayrılık acısıyla ağlardı hüznün içinde yüzen deniz kızı her gece… Tahammül edilmez bir yokluktu avuçlarındaki titreme. Hasretli gözyaşlarıyla engin denizlere açılırdı gerçeklere meydan okuyarak. Cesur yüreği ile kucaklardı denizin hırçın dalgalarını. Bakışları; suskun bir güz güneşi, her gülümseyişi; bin yıllık figan olurdu yıldızsız gecelerde, vuslatı bekleyen yüreği biçare… |
|
459
|
|
|
|
O kadar uzaktı,
yüzüne yayılan sıcak tebessümü, gözümün önünde olmasına rağmen o kadar uzaktı.
Şair hani bir dizesinde -"Seni çok özledim gerisini mecalim yok anlatmaya.." demiş ya, benim durumumda aynen öyle bir durumdu.
Bana çok uzak, gerisini mecalim yok anlatmaya... |
|
460
|
|
|
|
"Tutkunluk değil gözlerime yaşları pazarlayan, aşk değil hüzünleri yüz hatlarıma mühürleyen! Gerçeklere kapadığım gözlerimi uçurumdan düştükten sonra açmış olmamdır canımı yakan! Zamanında üstünü kapattığım her hata cebime koyduğum bir taşmış ve her bir taşın adı belki`ymiş... Şimdi gerçeğe açtığım gözlerimle bakıyorum ceplerime ve sayamayacağım kadar çok, taşıyamayacağım kadar ağır olduklarını görüyorum... Öyle çok belki`ler koymuşum ki ceplerime; belki düzelir, belki anlar, belki değişir, belki... Şimdi keşke`lere dönüşen belkilerin ağırlığı altında eziliyor ruhum! Özümü kaybediyorum! Gülüşlerim idam ediliyor pişmanlıklarımın hükümdarlığında..." |
|