Yaşamın her anı hakkını ister. -Goethe |
|
||||||||||
|
Konutların bazıları tamamlanmış. Bazıları yeni yıkılmış, ötekiler ise hala duruyor. Yeni binalar sadece deprem açısından değerlendirilecek olursa uygulamaya karşı çıkmak mümkün değil. Yeni binalar genellikle dört katlı olarak inşa edilmiş. Yıkılan konutlardan sonra sokaklar Yeniden planlanmış. Caddeler daha geniş olarak bırakılmış. Ancak şu anda ortada ne sokak ne cadde var. Yerleşim yerinin gelecekte alacağı görünüm de henüz anlaşılamıyor. Benim evine gittiğim kişi oraya seksenli yılların başında yerleşti. Tek katlı taş ve topraktan yığma bir evdi. Tam yirmi beş sene o ev için çalıştı. Şemiklerden bisiklet ile Halkapınar'daki Sümerbank fabrikasına gitti. Birkaç kuruş kazanabilmek için fazla mesailerin üzerine balıklama atladı. Daha ucuza satıldığı için mahalle arasında satılan bayat ekmekleri ısıtıp tazeymiş gibi yedi. Evini yıkıp bodrum ve birinci katı bitirdiği sene Yamanlar Deresi Karşıyaka'yı sel aldı. İnsanlar öldü, eşyaları sulara kapılıp körfeze aktı. Mevla'm yüzüme baktı, eski evde sele yakalanmadım şükür diye çocuklar gibi sevindi. O yasalara karşı gelecek, kabadayı, başına buyruk biri değildi. Belediyeler izin verdi bir kat daha yaptı. Seçimlerden önce göz yumuldu bir kat daha yaptı. Yemedi, içmedi, tatile hiç gitmedi. Dişle, tırnakla çalıştı ve üç katlı bir evi oldu. Evinin değeri hiçbir zaman milyon liralara ulaşmadı. Otuz yıl sonra birileri çıkıp kentsel dönüşümü icat etti. Çankaya Belediyesinin Portakal Çiçeği Vadisi projesi herkesi büyüledi. Gecekondu sahipleri birden kentli oluverdiler. İzmir Gültepe'de Pırnalı'lı Ahmet evinin tapusunu tam otuz beş sene sonra aldı. Üstelik daha önce parasıyla satın aldığı arsayı bir kez daha belediyeden satın alarak. Bunlar ana, baba tüm aile 1965 yılında Makedonya'dan kalkıp Gültepe'ye yerleşmişler. Evlerinin olduğu yer sert, yalçın kayalık. Otu bırak yosun bitmez. Oradaki hazine arazilerini önce Trabzonlular sahiplenmişler. Beleşten kondukları arsaları sonra Konyalılara satmışlar. Pırnalı'lı Ahmet evlerinin oturduğu arsayı Konyalılardan almış. Ama tapu ne gezer. Adi senetle. Evini yapıp oturduktan sonra, ana baba bu dünyadan göçüp gittikten sonra bir de bakmışlar ki arsalar devlet babanın. En azından tapumuz olacak diye seve seve hatta sevine sevine paralarını ödemişler. Şemiklerdeki arsaların durumunun bundan farklı olacağını hiç sanmıyorum. Bu nasıl bir devlet baba ki gözlerinin önünde insanlar bir koyundan beş post çıkarırken hiçbir şey görmez, duymaz? Kısadan gidelim; Şemiklerde kentsel dönüşüm bağımsız müteahhitler üzerinden yürütülüyor. İhaleye nasıl giriyorlar, işi kimden alıp yükleniyorlar bilmiyorum. Ancak mülklerin eski sahipleri devlet babayla değil müteahhitlerle bireysel olarak pazarlık ediliyor. Ortada tek bir gerçek var. Evin öyle veya böyle yıkılacak. Anlaşmaya mecbursun. Kural basit. Evinin oturum alanı yetmiş beş metrekareyse sana bir daire veriyorlar. Eğer küçükse bir daire sahibi olmak için aradaki farkı cebinden ödüyorsun. Üç katlı, dişle tırnakla inşa ettiğin ev yıkılıyor ama senin oturacak tek dairen bile olmuyor. Üstelik arsalar belli parsellerle gruplanmış. Yıllarca komşuluk edenler birbirlerinden gizli olarak pazarlık etmeye çalışıyorlar. Yıllarca komşuluk edenler üç kuruş için birbirlerini satıyorlar. Ne acı… Genel manzara şu; Bu semtin sakinleri genellikle balkan göçmenleri. Çalışkan ve vukuatsız insanlar. Oturdukları konutlar onların elli yıllık, kırk yıllık yaşam amacına ulaşmak olarak görülmüş. Bütün ömrünü bir ev sahibi olmaya harcamış insanlara şimdi sizin eviniz yok deniyor. Sanki gözlerini bir kâbusa açmışlar gibi kendi sokaklarında şaşkın şaşkın geziyorlar. Diş ile tırnakla kazanılan mülkler müteahhitlere kurban ediliyor. Rakamlarla ifadesi zor büyüklükte rant var. Yeni yapılan konutların bahçeleri yok. Otoparkları yok. Yeşil alanları yok. Yıkılan binaların benzerleri yapılıyor. Sadece caddeler genişliyor. Ve elbette yeniler depreme daha dayanıklıdır. Yoksulların ellerindeki son kuruşlar alınarak yeni zenginler yaratılıyor. Yıkalan konutların çoğunun oturma alanı yetmiş beş metrekarenin altında. Üç katlı binaları yıkılıyor ama onlar yeni bir daireyi müteahhitten yeniden satın almalılar. Benim anlamadığım, aklımın almadığı binlerce konu var. Keşke sadece kentsel dönüşüm olsa. Çekirge Devlet Hastanesindeyim. Saat ikindiye yaklaşıyor. Sabahtan beri koşuşturan hastalar durulmaya, ortalık sakinleşmeye başladı. Birden koridordaki insan tipleri değişmeye başladı. İyi giyimle güzel kadınlar ve yakışıklı gençler ellerindeki kocaman çantalarla doktorları birer birer ziyaret etmeye başladılar. Benimle aynı bankı baylaşan delikanlıya bunlar kim diye sordum. "Onlar İlaç tanıtıcısı amca "dedi. "Çok para var bu işte." Hayda buyur buradan yak. Onlar niye ilaçları tanıtıyorlar? Doktorlar reçetelere yazacakları ilaçları bilmiyorlar mı? Niye insanların bu kadar zamanını alıyorlar? Bu işten doktorların karı ne? O gençlere kim para veriyor. Peki, firmaların bundan kazancı ne? Zaten bütün ilaçlar eczanelerde bulunmuyor mu? Doktor gerekli ilacı yazar. Sen de parasını verip eczaneden alırsın? Acaba doktorlar bize gerekeni değil de başkasının önerdiği ilaçları mı yazıyor. İşte yine aklım karıştı. İsrail, Birleşmiş Milletlerin İran'a hakkında hazırladığı nükleer raporuna çok kızmış. Bütün dünyayı korumak için, insanlığı kurtarmak için voltranı bile oluşturmadan İran'a tek başına saldırmayı düşünüyormuş. Hayda!.. Sana bu görevi kim verdi? Senin de nükleer bomban var? Başkaları da sana saldırsın o zaman. İşin garibi kimse hışt pışt da demiyor. Meydanı boş bulmuş esip gürlüyor. Gerçekten İran'a saldırsa kimsenin kılı kıpırdamayacak. Başbakanımız da İsrail'e rest çekmelerini unutmuş. Ne oluyor birader? İran Müslüman ülke... Biz de Müslüman bir partinin ve Müslüman bir hükümetin başıyız. Çüş bakalım komşu, sen ne yapıyorsun demiyor. Bir ay önce İsrail'e sen katilsin diyordu. Filistinlileri çocuk, kadın, yaşlı demeden katlediyorsun diyordu. Şimdi susuyor. Acaba bizim başbakanımızın düğmesi mi var? Gizli bir el istediği zaman açıp kapatıyor mu? Cennetten kaçmak ister mi insan? Cennet yurdum, yedi iklimim, dört kıtam üzerinde biz biraz çıkıntı mıyız? Biz depremlerde, çürük binaların altında karıncalar gibi ölürüz. Sel olur bizim sokaklarımız göl olur. Askere gidip biz ölürüz. Kar bizim çatılarımıza yağar, öfkeli rüzgârlar bizim çatılarımızı söküp atar. Biz ölürken birileri zengin olur. Neden böyle oluyor diye soramayız. Biz hep yayayız, hep aylık faturaları ödemenin derdinde. Hep işsiziz, hep yoksul, hep hastane koridorlarında kuru kalabalık… Biz hep kuyruklarıyız. Hep otobüslerde ya da yağmurdan korunaksız durakların önünde… Hep bekliyoruz. Biz bu cennette karıncalar kadar çok ama hep kuru kalabalığız.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |