Materyalist bir dünyada yaşıyoruz, ve ben de materyalist bir kızım -Madonna |
|
||||||||||
|
Derindere şehrinin adını aldığı nehirin yüzeyden yeraltına aktığı rotaya verilen ad Derindere Koridoruydu. Bu koridorun bir ucunda Derindere şehri vardı ve şehir yeraltındaki Altıngöl Havzasındaydı. Koridorun yukarıdaki ucunda ise bu girişi savunan Kışgözcüsü kulesi gazrnizonu vardı. Derindere'nin iki kola ayrılıp bir koldan yeraltına diğer koldan dağlardan aşağıya indiği hakim platodaki bu kule kış geldiğinde Mor Vadi'nin tek savunucusu halini alıyordu. Kış... Uzunkış... Uzunkış son beşyüz küsur yıldır bir İldar gerçeğiydi. İblis Efendisi Kral Kinagan'ın sürüldüğü Üçüncü Umlobb'dan bu yana bu böyleydi. Yüzyılda bir gelen bu yedi senelik uzunkış mevsimi doğası anlaşılana kadar İldar'da oldukça büyük karmaşaya yol açmıştı ve aslında yüzyıllık aralıklarla hala büyük karmaşaya yol açıyordu. Soğuk mevsim geleli bir yıl olmuştu. Mor Vadi'deki büyük ve anıtsal şehir Vilarino şehri ve çevreleyen kasabaların halkları ilk işaretlerle birlikte yeraltındaki kardeş Altıngöl Havzası şehirlerine göçe başlamıştı. Mor Vadi ve Altıngöl iki ayrı yerleşim gibi görünse de aslında ikisi ortak bir yaşam tarzıydı. Ve biri olmadan diğeri olamazdı. Kış geldiğinde karşılaşılan tek güçlük dondurucu ve zorlu, bitmek bilmeyen kışın umutsuz şartları değildi. Bir de Kilis vardı. Kilis... Yani kışlaneti soyları. Kış Kralları'nın ordularıydı bunlar. İlk uzunkışta bunlar ortaya çıktıklarında panik ve cankaybı çok fazlaydı. Kışın gelişi ile İldar üzerindeki mistik enerji rotalarının belli yerlerinde odaklanarak ortaya çıkan bu mistik enerji geçitlerinin adı kışlaneti kuyularıydı. Bu kuyular üzerinde mistik bir doğayla kısa sürede kendini yükselten kuleler de kristal kuleler ya da kış kuleleri adını almıştı. Kulelerinde oturan kış kralları kuyuların yakınlarında doğan buzgeçitlerinden celp ettikleri kışlaneti yaratıklarıyla kısa sürelerde kalabalık ordular kurmalarıyla tanınmışlardı. Kış Kralları güçlü ruhlardı ve üzerinde hüküm sahibi oldukları kulları da tekinsiz, uğursuz, yıkıcı bir güruhtu. Kışcadıları ve Kışiblisleri bu ordunun güçlü ruhbanları ve generalleriydi. Bunlar kışzebanilerinin kayıtsız şartsız itaat ettiği liderlerdi. Kışlaneti soyları yaşayan ölülerden ve kışlanetinin hayat verdiklerinden oluşuyordu. Buziskeletleri, kışgulleri, beyaztazılar, kristladevler, kışejderleri, buzşövalyeleri ve her ırkın suretine bürünmüş karma kışlejyonları... Bunlar büyük bir leke gibi kış kulelerinin çevresine yayılmıştı ve bu leke her yeni kışta daha da büyüyordu. Büyüyordu, çünkü bir kule yerle bir edilse bile ve dibinde ona güç veren lanet kuyusu mühürlense bile her uzunkış ile birlikte ölenler geri geliyordu ve daha güçlü, daha kalabalık geri geliyordu. Bu konu alimlerin ve büyücülerin üzerinde tartışıp kafa yorduğu, çözüm aradığı büyük bir sorundu. Ama onlar bu sorun üzerinde kafa yorarken yapılacak işler de vardı. Bu sorunlarla yüzyüze gelip bugün çarpışmak da bu yapılması gereken işlerdendi. İşte Althar da bunu yapıyordu. Son iki kıştır Mor Vadi'nin savunucularından biriydi paladin. Kış devriyesi rotasına vadi de dahildi. Daha zayıfken vuruyor ve güçlenmeden kış krallarının ordularını kırıp, kulelerini yıkıp, kuyularını mühürlüyordu. Althar'ın bu dönemki temizliği geçen senekinden zorlu olsa da hala çok iyi ve planlandığı şekilde ilerliyordu. Tek sorun aşağıdan; Altıngöl'den, aldığı haberlerdi. Yine de bunu da çok dert etmemeye çalışıyordu ve işine odaklanıyordu cüce. Başını dik ve moralini yüksek tutuyordu. Üzerinde deniz dalgaları şeklinde desenler bulunan çeliğin adı toradd idi ve bu sırlı cüce çeliği idi. En güçlü efsunlarla yüklü bu çelikten yapılan zırhlar giyen kişinin üzerine bir kıyametten daha azı çökerse buna sadece güler geçerdi. Farklı kabiliyetlerdeki farklı renkteki toraddlar içindeki en görkemlisi altın toradd idi ve büyüye, büyülü hasarlara çok yüksek direnç gösteren altın toradd bir zırh giyen Althar da şu anda çok görkemli görünüyordu. Işıldayan zırhının içindeki cüce, gemisi Mavicadı'nın koridorunda moralini yüksek tutan bir şarkıyı ıslıkla çalarak yürüyordu. "Bruum, druuum, trııın, trııın, trrııın, bruuum, prooom, pomm, pom, pom, pom..." diye mırıldanarak hoplaya zıplaya dans eder gibi yürüyordu Althar. Görenlerin bu cüceyi deli sanması işten bile değildi. Ama hayır efendim, Althar deli filan değildi. Ateş saçlı, ateş sakallı cüce deli değildi. Pek sıradışıydı. Ama deli değildi. Cücelerin Tanrısı Durathar'ın savaşçı ermişi çok kendine has ve eşsiz bir cüceydi. Belki biraz da bu yüzden diğer cüceler ile pek de o kadar iyi geçinemiyordu ve araya mesafe koymak zorunda kalıyordu... Bazı yollar sadece bir kişinin yürüyebileceği genişlikteydi ve yoldaşlarla omuz omuza yürüyecek kadar yer yoktu, sadece açılan yoldan gelecek takipçilere izin verirdi bazı yollar. Neyse efendim, Bu hikayenin konusu bu konu değil. Althar tam takım muharebe kılığına bürünmüştü. Altın toradd zırhının sırtında asılı tek ellik altın ışıltılı savaş çekici, güçlü ilahi efsunlarla kutsanmış bir silahtı. Akyumruk idi adı. Sağ elindeki zırhlı eldiveninin taşıyıcı tılsımıyla küçülüp eldiven üzerindeki bir desene dönüşmüş kocaman kule kalkanı kapkara idi ve yüzeyi sayısız kara çivi ok ile kaplıydı. Bu büyülü kalkanın adı Kirpiduvarı'ydı. Kalkan İldar üzerindeki sayılı kudretli kalkanlardan biriydi. Althar'ın sırtındaki ak pelerininden, parmaklarındaki yüzüklere, ve boynundaki madalyonlardan başındaki büyülü taca kadar bütün donanımı kudretli tılsımlarla alev alev yanıyor, ışıldıyordu. Daha azı da Akıncı Althar'dan beklenmezdi zaten. Etkileyici cüce, gökkalyonunun kaptan köşküne bu ışıltılı haliyle adım attığında gemi kavganın ortasındaydı. Gökkalyonu iki güvertesindeki savaş makineleriyle ve pruvasındaki -bir cadının başının üzerinde elleriyle tuttuğu mavi bir kristal küre görünümündeki- cadıateşi silahıyla bulutlu gökyüzünde ölüm saçıyordu. Althar hemen bir cam kenarından savaş alanını izlemekte olan Romulion'un yanına yöneldi ve onu sessizce selamladı. Rom aynen cevap verdi ve işaret etti. Kışejderlerinin sayıları aynen Rom'un öngürdüğü gibi geçen senekinin altı katına yakındı. İddiayı kaybetmişti Althar. Küfür etti ve kemerinin iç yüzündeki gizli bir kesenin içindeki daha küçük bir keseyi çıkardı. Rom'a uzattı. "Nerden bildin?" diye sordu. "Hesaplamalarımı uzun uzadıya anlatmayacağım Açgözlü Althar. Ama sana şu kadarını söyleyebilirim ki gelecek kışın yanında bu kış çocuk oyuncağı gibi kalacak. Bu kış da hiç öyle sandığımız gibi kolay geçmeyecek. Ayrıntılarıyla sonra paylaşmak istediğim bir teorim var. Bu uzunkış meselesi düşündüğümüzden çok daha büyük bir bela," diye tatsızca ve endişeyle konuştu gölgeörücü. Jeena şimdi köprüye gelmişti ve gülümseyerek ikilinin yanına doğru geliyordu. Paladin ve gölgeörücü kadına gülümsediler. "Kumrular..." diyerek güldü Althar. "Gidip Jonin'in gününü zehir edeyim biraz," diyerek uzaklaştı ve iki muhabbet kuşunu başbaşa bıraktı cüce. "Hoş geldin Yeşimkılıçlı." "Hoş buldum Rom. Sabahın nasıl geçti?" "Soğuk. Yataktan erken ayrılmışsın. Sen yokken üşüyorum." Jeena gülümsedi ve Rom'a sokulup yavaşça ama tutkuyla sarıldı. Başını onun göğsüne gömdü. "Böyle daha iyi..." diyerek gülümsedi Rom. "Üzgünüm. Saldırıdan önce kritik bir iki noktaya keşfe gitmem gerekiyordu. Bu gece yokluğumu telafi ederim. Söz," diye çapkınca özrünü bitirdi Yeşil Prenses. "Anlaştık," diyerek kadının alnın öptü ve saçlarını okşamaya daldı Rom. Pencere kenarında durup aşağıdaki savaşı izlemeye koyuldular. Kaptan Jonin gökdenizlerinin yıllanmış denizkurtlarından biriydi. Bir makine cücesiydi ve hem deniz hem de uçmak ile çok sıkı fıkı, renkli bir yaratılışa sahipti. Cengaver ve değerli bir kaptan, ünlü bir akıncıydı. Tayfaları da en iyilerdendi. Althar ile gezmeye başladığı şu son elli yıldan bu yana ekibi çok ciddi ve kıymetli takviyeler almış ve eski gemisini yenisiyle değiştirmişti. Şey, aslında eski gemisi biraz havaya uçtuğundan, Althar ona yeni bir gemi bulmuştu demek daha doğru da olabilir. Her neyse... Savaş subayı Bea Trix Hanım; çocuk ruhlu ve çocuk görünüşlü, afacan ve oyunbaz raskan ırkından bir akıncıydı. Tecrübeli Bea Trix şimdi büyü ve ilimlerin melez bir ürünü olan Mavicadı'nın komuta masasının başında, yanında iki yardımcısıyla iş başındaydı. Nişan subayı bir ork-insan melezi olan Gaorn idi ve gölgeörücü halbar(ork melezlerine verilen isim) Bea'dan gelen emirler doğrultusunda işini süratle ve mükemmel biçimde yapıyordu. Bu ikisinin gözü kulağı olan ve onlara bilgi akışını sağlayan gözetleme subayı ise ikiyüz yaşlarında, genç bir elf olan silahşör Miailis Bey idi. Miailis geminin büyülü gözlerini kendi ırksal yetenekleriyle birleştirip çok daha etkili kılmasıyla oturduğu koltuğun hakkını fazlasıyla veren genç bir elf idi. Gemi, çevresinde uçuşan ve saldıran, saldırmaya çalışan kışejderlerine durmadan mitralyözleri ve cadıateşi ile vuruyordu. Ejderler henüz tam erişkinliklerinde değildi ama hala yaklaştıklarında can sıkacak kadar etkili olabiliyordular. Bu yüzden havada uzak bir dans vardı ve Mavicadı ejderleri kendine yaklaştırmıyordu. Miailis bütün savaş alanını ve yakın çevreyi tarayıp Bea için bilgi topluyordu. Bea eldeki bilgiyi değerlendirip süratle Gaorn'a saldırı emirlerini bildiriyordu. Gaorn da bu noktadan sonra yetenek ve güçlerini konuşturup geminin ana silahlarına komuta ediyordu. Büyülü yansıma havada hedeflerin yerlerini ve üzerlerine giden saldırıyı, onlardan gelen ateşi kusursuz bir berraklıkla gösteriyordu. Jonin elleri arkasında bağlı yansımayı ve penceren dışarıyı izliyor, kendi kendine anlaşılmaz homurtularla söylenip duruyordu. Althar yanına sokulduğunda Jonin daha onu yeni fark etmişti. "Jon! Ne durumdayız seni sefil cüce!?" "Althar! Ne cehennemdeydin!? Kışgözcüsü'nden haber geldi. Gökmızrağı siparişimiz gecikecekmiş. Deonin Küpçübaşı Kumdenizi sahillerinde ortalığın çok kızıştığını bildirmiş. Acilen bazı kaynaklarını o bölgedeki Demir Cemiyeti guruplarına kaydırdığını ifade etmiş. İki gün sonra yetişecek yeni sevkiyat." "O halde biz de idare edeceğiz. Aklında ne var?" "Önümüzdeki saldırı için torpidoları kullanmayalım diyorum. Cadıateşi ve toplarla bitirelim. Biraz daha fazla zaman alacak ama gökmızrakları elimizde kalsa daha iyi olur." "Kaç torpido kaldı Jonin?" "Yarısı duruyor. On sekiz tane var elimizde." "Pekala, sadece cadıateşi ve toplar ile mitralyözler Jonin. Aşağıda bu savaş varken önümü göremiyorum. Torpidoları idareli kullanmak konusunda haklısın." "O halde başlayalım," diyerek ikinci kaptanı Firavel'e işaret etti Jonin. Genç elf beyi başıyla onayladı ve savaşı yönetmek için yansıma masasının başına geçti. Aslında bu gemide savaşın kaptan tarafından yönetilmesine pek gerek yoktu. Tayfalar işlerini o kadar iyi biliyor ve beraber çalışmakta o kadar iyiydi ki, gemiyi o kadar iyi tanıyorlardı ki tepkiler ve yöntemler artık kemikleşmişti. Herkes nerede, ne zaman, neyi yapacağını ve hangi durumda ne tepki vermesi gerektiğini ezbere biliyordu. "Yer hedeflerini gözardı edin. Ejderler ve cadılar ilk hedef. Zebaniler ve kuleler ikincil hedefler," diyerek sahanın analizini yaptı ve taktiği söyledi Bea. "Anlaşıldı hedef seçiyorum," diyerek emri aldığını bildirdi nişancı. Önündeki masanın hedefleme yansımasına büyülü kristal topuzlara parmaklarını dokundurarak ulaştı. Kendi sihrini masanın sihrine katarak birleştirdi. Yansıma üzerindeki hedeflere odaklandı ve her bir hedef ve hedef gurubuna gözleri ve düşünceleri ile odaklanıp silahları seçti. Büyülü bağ sayesinde herşey çok hızlıydı ve göz açıp kapayana kadar otuza yakın hedefe kilitlenip herbiri için silah seçimi yapmıştı. "Atış serbest," diyerek nişancısının hazır olduğunu görerek emrini verdi Bea. "Ateş serbest," diyerek onayladı ve ateş emrini verdi Gaorn. Geminin otomatonları ve sihirli golematonları ile nişancı tayfalar, büyü kullanıcıları kendi üzerlerine düşeni yaparak emre itaat ettiler. Mavicadı'dan kıyamet gibi bir ışık şenliği saçıldı gökyüzüne. Yıkım senfonisi şakımaya başladı buzlu vadi rüzgarlarının eşliğinde. Ejderlerin bitmesi yarım saat almıştı ve cadılar da dağılmış hallerinden kendilerini kurtarıp beyhude bir toparlanma mücadelesine girişmişti. Kulelere yağan mermiler artık büyülü korumaları tüketmişti ve her vuruşta şimdi kuleler yara alıp daha çok parçalanıyordu. Ana kuleyi destekleyen silahlı kuleler bir bir düşüyor ve yol açılıyordu. Yağmur hiç yavaşlamadan yağmaya devam ettikçe iki saatin sonunda artık ana kule de dayanamıyor ve çöküyordu. Koca kristal kule inleyip haykırarak ve çığlıklar atarak kendi içine doğru çöküp yıkılırken, içinden cadıların ve zebanilerin korkunç, öfkeli çığlıkları kulakları sağır eden bir tonda kükrüyordu. Althar burada gereğinden fazla kalmayı hiç mi hiç istemiyordu. "Kristal Çekirdeği gönderin," diyerek bitirici vuruşu emretti Althar. Ateş Çekirdeği olarak anılan büyülü mermi büyücüler tarafından uzun ve çok yüksek bedelli bir çalışmanın sonunda üretilebilen bir büyü taşıyıcısıydı. Taşıdığı büyü ile bu koca kışlaneti kuyuları vuruluyor ve çökertilerek kapatılıyordu. Mermi top yuvasından mor bir ışık topu olarak şimşek gibi çaktı ve arkasında mor ışıltılı şeffaf mor bir iz bırakarak kulenin buz altındaki derin köklerine doğru gözden kayboldu. Birkaç saniye sonra buzlar patlayarak yüzlerce metre yukarıya saçılıyordu. Geçit vurulmuştu ve enerjisi bir an için tamamen başıboş kalarak yaramazca çevreye patlamıştı. Sonrasında ise geçit süratle çökmüş ve geride molozları kalmış kulelerden başka iz bırakmayarak kapanmıştı. Mor Vadi çevresindeki ikinci kulenin de sonu böyleydi. Geriye sadece bir tek kule kalmıştı. Althar derin, sıkıntılı bir nefes çekti. Şu kuleyi de bir an evvel halledip yeraltındaki savaşa kaymayı istiyordu. Buradaki işi yarım bırakamazdı ve aşağıda dostları çok kalabalık bir düşman karşısında ter dökerken burada rahat gemisinin güvertesinde yatmak da canını sıkıyordu. Nerden bakarsan bak Althar çok sıkkın ve gergin bir durumdaydı. Savaş alanının göbeğinde, herşeyin çok daha basit olduğu bir yerde olmak istiyordu cüce. ************* Kocaman kahraman savaşçı bir melezdi. Bir boğadam ile bir dev meleziydi. Oldukça etkileyici bir soyu vardı. Boyu üç metre kadardı ve kocaman bir kas yığınıydı. General Josha ürkütücü görüntüsünün altında aslında son derece ince ruhlu ve nazik bir kişi olarak bilinirdi ama savaş alanında hiç de öyle değildi. Hele ki dostları ve korumak zorunda oldukları tehlikedeyken hiç ama hiç nazik değildi. Tepeden tırnağa ışıltılı ağır mithril zincir zırh ile kuşanmıştı. Başındaki zırh da örme bir zırh idi ve o da mithrilden yapılmıştı. Derindere'nin armasını taşıyan mavi zırh cüppesini giymiş bu esmer, kara saçlı dev silüetin elinde, altın renkli bir ışık saçan devasa bir savaş çekici vardı. Bu çekiç riss kristalleri ile süslüydü. Silah, üzerindeki güneş rünleri ve ışık tılsımlarıyla iyilik ezgileri şakırken düşmanlara ölüm, dostlara canlılık veriyordu. Josha bir vuruşta şimşeklerden bir zincir ile beş fareadam piyadeyi yaralayıp öldürüyordu. Gönderdiği yıldırımlar büyücüleri sessizleştiriyor ve şok vuruşları ile önündeki savaş sürülerini paramparça dağıtıyordu. Josha'ya ulaşabilen gece avcılarının ya da etdevlerinin saldırıları savaş şamanının üzerindeki "aykalkanı" korumasında güç kaybediyor ve kısmen vurana geri yansıyordu. Mithril zırhı oklara ve büyüsü olmayan sadece fiziksel hasarlı silahlara karşı tam koruma sağlıyordu. Devlerin ve boğaadamların zırhlı, dayanıklı, inatçı doğasına sahip general savaş alanında bir dağ gibi hüküm sürüyordu. Josha'nın çevresinde yükselen büyülü, hayalet gibi dokunulmaz ruhdiyar nesleri olan "totemleri", çevredeki dostlara tazelenme ve moral verici ezgiler ile mırıldanıyor, kötü büyüleri temizliyor, düşmana daha sert vurmaları için silahlarına efsunlar fısıldıyordu. General Josha ve askerleri, Derindere'nin surlarının önüne çekilmiş siperli ve kazıklı tabya hattının ortasındaki yaklaşık yüz metrelik bir açıklığın üzerine yerleşmiş, sıkı bir kavga veriyorlardı. Duvarlar ve duvarların gerisi, Derindere büyücülerinin oluşturduğu koruma büyüleriyle kuşatma makinelerine karşı korunurken duvara karadan gelecek piyade saldırısının önünde Josha duruyordu. Bu yüz metrelik açık hat üzerinde üç elmas formasyonu siper kazılıp kazıklarla ve diğer önlemlerle desteklenerek oluşturulmuştu. Bu elmasların arasından ileri geri hareket edip düşmanın dalgalarını kıracak kahraman gurupları kama formasyonunda yerini almıştı. Bu gurupların görevi zaman zaman öne çıkıp elmasları rahatlatmak, sonra tekrar geri çıkıp düzenli olarak fareadamların boğucu sayılara ulaşmasını engellemekti. Josha soldaki kamanın en ucundaydı. Elmasların arkasında dört testudo formasyonu desteğe her an hazır biçimde bekliyor ve aralardan sızabilenleri karşılıyordu. Pek düşman sızamıyordu elmasların arasından çünkü testudo bloklarının aralarına yerleşmiş üç çember formasyonunun içi keskin nişancı okçular, silahşörler ve büyü kullanıcıları ile doluydu. Sekizyüz metrelik istihkam hattının ortasındaki bu yüz metrelik geçit hattının önünde korven safları ardı kesilmeyen dalgalar halinde bayır yukarı vurup duruyordu. Hakim konumdaki Derindere tepesine koşarak yukarı vuran bu saldırı dalgalarının görüntüsü korkuç idi. Havada süzülen yeşil, sarı ve kızıl alevli kuşatma mermilerinin, okların altından akan kara nehir hastalık seli gibiydi. Derindere'ye yükselen yumuşak ve yer yer dik meyilli bayır üzerinde yetmiş bine yakın korven vardı. Sadece beş bin savunucusu olan Derindere şehri için bu savaşta doğru taktikler ve saha avantajlarının azami kullanımı gerekliydi. Bu derece sayı üstünlüğü -karşısındaki güruhtan daha iyi askerlere sahip olsa da- savunan için çok bunaltıcıydı. Sayıların kendi kalitesi vardı ve bir noktadan sonra bu kahraman askerler de yorulacak ve yavaşlamaya, daha çok açık verip hata yapmaya başlayacaktı. Josha herşeye rağmen başını dik tutuyor ve yüksek bir moralle disiplinli bir biçimde savaşıp ordusuna yiğitçe, ilham vererek komuta ediyordu. Derindere'nin mavi üzerine beş gümüş kalkan çemberi ve çemberin ortasında bir gümüş kardelen olan sembolü savaş alanında dimdik, coşkuyla dalgalanıyordu. Kamalar öne çıkmış ve elmasların üzerine yoğun bir baskıyla akın etmeye başlamış etdevleri ile savaş sürülerine karşı yerlerini almıştı. Kedi büyüklüğündeki yırtıcı fare sürüleri ve 3-5 metrelik fareadam yapılarından oluşan saldırı, geceavcılarından tüfek ve ok atışlarıyla destek buluyordu. Sinsi avcılar arada sırada yaklaşıp kahramanları boğmak için fırsat kolluyordu. Büyücüler karşılıklı büyülerle çarpışıyor ve tedavi büyüleriyle hasar büyüleri havalarda uçuşuyordu. Bir büyücü karşı büyücünün büyüsünü kırıyor ve diğerleri de ona hasar büyüsü gönderirken onun yandaşları da saldırılana koruma ve tedavi büyüleri gönderiyordu! Savaş alanı doğal halindeydi, kaos senfonisi gümbür gümbür inliyordu... Josha eğildi ve savrulan devasa balta kafasını rüzgarla yalayıp geçti. Kendi etrafında alçaktan bir dönüşle, sağ ayağını güçlü bir süpürme hareketi ile etdevinin bacaklarına geçirdi. Devin ayağı havaya fırladı darbenin gücüyle. Dengesi bozuldu ve yere yıkıldı. Josha'nın savaşçekici havaya süratle kalktı ve daha da süratle indi. Etdevinin zırhlı göğsü içeri koca bir çukur olarak gömülürken tatlı, güzel bir ışık çaktı. Devin haykırışı acılı ve kocamandı, kısaydı. Derindere saflarından bu sese yeterince coşkulu bir karşılık gelmediyse bunun nedeni hepsinin ziyadesiyle meşgul olmasıydı. Bu lanet sürülerin sayısı çok fazlaydı ve yırtıcı pislikler kudurmuş gibi çekinmeden saldırıyordu. Flütlerin ve çanların uğursuz melodileriyle güdülüp büyülerle güçlendirilmiş yaratıklar korku ve çekilme nedir bilmiyordu. Sadece ateş, sadece ateş onları durdurabiliyordu. Josha karşısında bir yerde yapılan büyü kokusunu aldı. Doğrudan üzerine gelecekti. Büyücüyü gördü. Bir mühendis büyücüydü. Elinde riss ile güçlendirilmiş bir asa vardı ve çevresinde korven rünleri havada dans ediyordu. Düşünmeden emretti general ve büyüsü anında korveni vurdu. Yıldırım korvenin başının üzerine indiğinde büyüsünü yapabilecek bütün konsantrasyonu gitmiş ve korven büyücüsü sağlam bir yara almıştı. Bu yaradan başka üzerine sessizlik etkisi ve sersemlik de çökmüştü. Josha'nın vuruşu sanki fareadamı işaretlemişcesine az sonra mühendis büyücü yarım düzine elf okunun hedefi olmuştu. Normalde bu okçuların bu adamı çok önceden, kaçırmadan indireceğini biliyordu general. Ama adamları yoruluyordu. Ne kadar dinlendirilseler ve dönüşümlü olarak görev yapsalar da şiddeti sürekli artan ve sürekli kalabalıklaşan saldırıyla son otuz altı saattir boğuşuyordular. Bir şekilde bu savaşın şu gidişi üzerinde değişiklik yapmak zorundaydılar yoksa kendi saflarında kırılma olmasa bile can kaybında ciddi artışlar yaşayacaktılar. Josha bunun hiç kolay olmayacağını görebiliyordu. Savaşın ön saflarında dövüşse bile general düzenli olarak Sözcü Neekor'dan ve diğer sözcüler ile gemilerden bilgi alıyordu. Önündeki tablo can sıkıcıydı. İki yüz bin tahmini zayıftı. Bu şekilde akmaya devam ederse bu havzadaki korven sayısının bir hafta içinde üç yüz elli bin sayısına ulaşacağını düşünüyordu Josha. Fareadamların üreme hızları ve son on yıldaki istihbaratları düşünüldüğünde karşılarındaki yedi aşiretin gerçek asker sayılarının en kötümser tahminlerinden çok daha yüksek olma ihtimali kuvvetliydi. Rorklutch çok sıradışı ve tehlikeli bir liderdi. Güç ve hakimiyet istiyordu, bunlara ulaşmak için çok sabırlı ve uzun vadeli sinsi planlar yapabiliyordu. Bu saldırıdaki ilk yaklaşımı Josha'yı şaşırtmış olsa da korven liderini yeterince iyi tanıyordu ve gelecek günlerin çok zorlu ve kanlı olacağını görüyordu. Josha önündeki iki etdevini indirirken -vuruşları aynı zamanda büyülü alev dalgası konileri de yarattığı için- sayısız fareyi de kızartıp atmıştı. Havalarda yanarak savrulan sürülerin görüntüleri korven saflarını hiç iyi etkilemiyordu. Ama bu kırılma etkisi yaratmaktan çok uzaktı. Korven çok kalabalıktı ve burada, şu anda sadece saldırganlıklarını körüklüyordu. Sürüler üzerlerine kapanıyor, piyadeler bastırıyordu. Savaşın karmaşası yine bir dalga ile yükseliyordu. Derken... Josha önündeki etdevinin iki elindeki koca gürzlerden kaçınıp geriledi. Açıklığı kolladı ve savaş çekicini aldatıcı bir çevirişle kaldırıp yukardan aşağıya doğru ve soldan sağa doğru yandan savurdu. Etdevi beline yediği bu darbenin sonunda kırılan omurgası ile yerdeydi ve ikinci vuruş hiç gecikmeden başına indiğinde bunu göremedi bile. General tam yeni hedefine dönüyordu ki onu hissetti. Bir şaman için bu duygu hiç yabancı değildi. Ölüm. Ölüm ve bozulma, çürüme. Ruhların melodileri, haykırışları. Ölümün sessiz sesleri ve soğuk kötücül büyülerin uğursuz meltemleri. Bu kadar uzaktan bile bu kadar güçlüydü. Josha uzun yıllardır ilk kez ürperdi ve kendisi için değilse bile dostları ve sevdikleri için korktu. Bu gelen çok kötüydü. Çok güçlüydü. Vakit olmadığını biliyordu ve düşünmek ya da danışmak için hiç zaman harcamadı general. Şamanın ruhlar aleminden destekle haykırdığı çağrının hedefi bu sesi duyduğunda ciddiyetinden şüphe etmeyecekti. "Althar! Bize dön! Bu uğursuzluk! Havadaki bozulma çok büyük!" *********** Althar General Josha'dan bu yardım çağrısını işittiğinde Mavicadı'nın kaptan köşkündeydi. Gökkalyonu Kışgözcüsü'nün korunaklı rıhtımına yanaşmak üzereydi. İpler atılmış ve karşılayıcılar geminin pürüzsüzce gölcüğe inebilmesi için ayarlamaları yapıyordu. Derken emir ile birlikte acil bir kalkış yaşanmıştı. Rıhtımın üzerinde gökyelkenlerinin büyülü rüzgarları patlamış ve gemiyi uçuran büyülü mavi dalgaların ışıkları heryeri aydınlatmıştı. Althar yönetimi almış ve emirleri bağırıyordu. Jonin sarsıntılı kalkışın etkisiyle şaşkınlık ve öfkeyle kaptan köşküne hışımla girmişti. "Ağ sıçraması için hazırlanın, herkes savaş mevkilerine! Gemi çarpışmaya giriyor!" diyerek bütün gemiye emirlerini bağırıyordu Althar. "Neler oluyor seni çılgın cüce! Ağ sıçraması da nerden çıktı be!?" "Acil durum Jonin! Josha'dan yardım çağrısı aldım. Büyük bir şey var aşağıda!" "Josha yardım çağrısını böyle acele gönderiyorsa bahse girerim vardır!" diye onaylarak konuştu Jonin ve emirleri bağırma işini devraldı. "Ağ sıçraması ne durumda Firavel?!" diyerek aceleyle sordu cüce kaptan. "Neredeyse hazırız, kaptan. Köprü kristali yüklendi ve hazır. Tam iniş noktasını belirlemeye çalışıyorum. Bea ne durumdasın?" diyerek cevapladı Firavel. "Miailis'in bir saat kadar önce aldığı son bilgilere göre sıçrayabiliriz. Altındiş Çukuru'nun yirmi kilometre batısında, bin beş yüz metre irtifa uygun. Yine de kalkanları tam güçte öneriyorum. Hava hareketi çok yoğun, beklenmedik bir durumda beklenmedik bir hasar alabiliriz." "Anlaşıldı. Kalkanlar tam güçte. Hedef bölge tanımlıyorum," diyerek bir iki saniye durdu ve ayarlamaları oturduğu büyü ve ilim melezi komuta masası üzerindeki kristallere dokunarak yaptı. "Hedef bölge tanımlandı ve kalkanlar tam güçte." "Silahları yükleyin ve sıçrar sıçramaz ateşe hazır olun! Miailis, indiğimizde olanca hızınla en iyi taramalarından birini istiyorum! Torpido disiplini uyguluyoruz! Ateş serbest!" diye emretti Jonin. "Anlaşıldı. Torpido disiplini uyguluyoruz, ateş serbest," diyerek beraberce cevapladı Miailis, Gaorn ve Bea Trix. "Kaldırın kıçlarınızı Firavel! Haydi! Şimdi! Ağ sıçraması!" "Anlaşıldı. Ağ sıçraması, şimdi!" diyerek emri alıp uyguladı ikinci kaptan. Ağ... Ağ, İldar üzerindeki belli enerji noktaları arasındaki ve İldar ile yıldızlar, diğer gök cisimleri arasındaki bağ idi. Bu bağ, geçmişteki çağlarda eskilerin sıklıkla göklerde yolculuk etmek ve diğer diyarlar arasında süratli ulaşım sağlamak için kullandıkları bir tür köprü görevi de görüyordu. Bugün bu ağı kullanma bilgisine ve yetisine sahip kişiler ve ulaşım araçları çok sınırlıydı çünkü İldar üç büyük savaş yaşamıştı. Bu savaşların yıkımı sözcüklerle anlatılamayacak kadar acıklıydı. O kadar çok şey kaybedilmişti ki... Ağ geçidi açıldı ve gökkalyonu Mavicadı bir an içinde geçitten içeriye süzülüp kaybolmuştu. Aynı anda da başka bir yerde açılan bir geçitten bir anda ok gibi fırlayarak dışarı çıkıyordu. Dışarı çıkışın bir anlık hafif sarsıntısının ardından gemi hemen toparlanmıştı. Tayfalar bu anlık mekan değişiminin ardından bulundukları yeni çevreye süratle aşinalık kazanmaya başlıyordu. Altıngöl ilk kez geldikleri bir yer değildi ve buranın coğrafyasını biliyordular. Mavicadı süratle en yakındaki düşmanlara başını çevirirken Althar iletişim kristali ile son bilgileri almaya çalışıyordu. Jonin yakındaki hedefleri inceliyor ve saldırı rotası kararlaştırmak için Firavel ile görüş alışverişi yapıyordu. Bu esnada Bea Trix ve Gaorn ile Miailis ise durmadan vuruyordular. Üçlünün eşsiz takım çalışması ile kısa sürede yakın mesafedeki bütün etkanatlar ve zeplinler indirilmişti. Kabukada'ya süratle hava desteği verme kararı almış olan Jonin gemiyi doğuya çevirmişti. Cadı olanca hızıyla ve ölümcül ışıklar saçarak adayı kuşatan zeplin saflarına doğru gökyelkenlerini açmıştı. Sağ ve sol bordalar beş bin metreye etkili atışlarıyla gökyüzünü tarıyor ve temizliyordu. Korven zeplinleri zep kristalinin bir simya düzeneği yardımıyla, geminin belli noktalarındaki kaldıraç fıçıları kaldırıcı zep ışıması ile doldurması sonucu uçuş güçlerini kazanan, hava gemileriydi. Bir fareadam zeplini bir gökkalyonunun gücüne ya da yeterliliğine sahip değildi. Gökkalyonu ağ dalgalarında yüzen, gök akıntılarında yelken açan çok daha dehşetli bir cengaverdi. Büyücüler ve büyülü düzeneklerle yükleniş zeplinlerden beş altı tanesi bile hala bir kalyona etki etmekten uzaktı. Hele ki buradaki Mavicadı'ya hiç etki etme şansları yoktu. Ama sayıların kendi kalitesi vardı ve burada Gölün Ahtapotu ile Mavicadı'ya yardım eden iki kalyon varken karşılarında yüze yakın zeplin şimdi süratle yeniden konumlanıyordu. Daha beş dakika geçmeden gökyüzünde kıyamet kopuyordu. Kabukada açıklarında ateşten bir yağmur Altıngöl sularına yağıyordu. Kavga zorluydu. Hem de çok zorlu. Kalyonlar dar alana sıkışmadan manevralar ile mümkün olduğunca az düşmanın olduğu bölgelere yoğunlaşmaya çalışıyordu. Düşman menziline girmeden uzun mesafeden düşmanı bitirmeyi istiyordular. Bu kolay değildi. Düşman sayısı azalıyordu belki ama alan da azalıyordu. Daha çok düşman zeplini her yönden üzerlerine daha hızlı kapanıyordu ve kalyonlar daha çok darbe alıyordu. Kaçacak yer azalınca yakın kavga kaçınılmaz hal alıyordu. Kabukada önlerindeki kavga ile ilgilenecek durumda değildi Althar. Geminin ağ sıçramasını yapmasından birkaç dakika sonra Josha'nın yardım çağrısının nedeni kendini bütün cephelerde gösteriyordu. Ölüler ordusuydu bu. İskeletler ve zombiler Altıngöl Havzasında yürüyor ve yüzüyordu. Liçlerin ve gölgeörücülerin güçleri arasındaki ölü uyandırma ve iskelet celp etme büyüleri bu havzada epey güçlü ve kolay olmaya pek elverişliydi. Çünkü bu bölgeye yoğunlaşmış, birikmiş ölüm enerjileri ve yüzeyden sızan negatif enerjiler çok bereketliydi. Bu enerjileri kullanacak büyücüler ve liçler için bu tür bölgeler pek çok kıymetliydi. İşte burada da bu enerjileri kullanan, tehlikeli güçlerle donanmış liçler vardı. Korven saflarından zaman zaman birkaç liç yükselse de bu çok nadir olan bir durumdu ve bir ceza sonucu ya da ilahi emir karşılığında vuku bulurdu. Oysa burada güçler ve güç nişanlarıyla donanmış korven liçleri vardı. Althar ve diğerleri ne olduğunu tam bilemeseler de başlarının dertte olduğunu biliyordular. Korvenlerin sayıları zaten belaydı. Bir de liçlerin yönettiği iskelet ve zombi orduları işin içine girerse tanrılar Beş Şehrin yardımcısı olsundu. Gerçekten de ilk isleket ve zombi taburları cephelerde boşalan korven yerlerini doldurmaya başladığında durum hiç iç açıcı değildi. Bir ölüyü öldürmek zor ve dehşetli bir işti. Kendi ölülerinin zombileri ile dövüşen safların içindeki tiksinti ve duygusal karmaşa yeterince kötüydü bir de yorgunluk bastırınca durum daha da kötü olacaktı. Yorgunluk bastıracaktı. Büyücülerin büyüleri ve ölülerin ordusu tükense bile korven ordusu vardı. Korven safları korku ve tiksintiyle olduğu kadar aldıkları emirlerle de yol açıp geri çekiliyor ve dinlenmeye, izlemeye çekiliyordu. Korven sırasını bekliyordu. Hala hastalıklı sisin ardından mavnalar ve kadırgalar çıkıyordu... Büyülü iletişim yollarında liderler bir çözüm üretmek için tartışırken Miailis bir şey görmüştü ve haykırıyordu. "Liç süvarili sekiz leşkanat sıçrama büyüleriyle geldi Firavel! Güç seviyeleri hepsinde gümüş! Kemm liçleri bunlar! Bizim için geliyorlar! Mesafe üç bin metre ve süratle kapanıyor." "Torpidoları hedefe kilitleyin ve gönderin!" diye bağırdı Jonin. "Her hedefe üçer torpido. Yetmeyenlere tam güçte cadıateşi ile vuracağız." "Anlaşıldı. Zeplinleri gözardı et Gaorn. Bu leşkanatları süratle seyreltemezsek zeplinler en küçük sorunumuz olacak," diyerek konuştu Bea Trix. Gaorn onayladı. "Anlaşıldı. Torpidolar kilitlendi ve ilk dalga gidiyor!" İlk dalgada altı gökmızrağı vardı ve hepsi dumandan kuyruklarıyla süratle hedeflerine yol alıyordu. Leşkanatların uçuşlarına göre döne kıvrıla, alçala yüksele dans eden bir rota izleyerek yol aldılar ve önlerine çıkan iki zeplinin etrafından dolanıp hedefleriyle buluştular. Hedefleriyle buluştuklarında havzanın göğü aydınlandı. Bir vuruş, iki vuruş, üç vuruş ve derken dört, beş ve de altı. Bütün torpidolar hedefi vurmuştu. Tam isabet. İki leşkanat büyülü korumalarının içinde vurulmuş ve bitmişti. Ama kolay da olmamıştı bu. Kertenkeleadam büyücü ve ruhbanlarından oluşan 'kemm liçlerin' gücü sakınılasıydı ve taşıdıkları güçlü büyü nişanlarının, güç yadigarlarının da etkisiyle bu kuvvet çok daha kabusluydu. Her leşkanat için üç gökmızrağı harcamak hem zaman alıcı hem de pahalı bir yöntemdi. Hala altı tane leşkanat vardı. Cadı ateşi de bir leşi yakalamış ve üç tam atışın sonunda parçalamıştı. Havadaki geriye kalanlar artık kaçınma manevraları ve koruyucu büyülerle dağınık biçimde geliyordu. Zeplinleri siper alarak geliyordular ama yavaşlamıştılar ki bu da iyiydi. Saldırıları için menzile daha geç girecektiler. Henüz basit ateş topları ve zayıf enerji mızraklarından başka güçlü bir büyü yapamamıştılar. Bütün güçlerini şu anda sakınma ve yaklaşma manevralarına akıttıkları büyülere kullanıyorlardı. Otomatonlar süratle torpidoları yeniden doldurmuştu ve ikinci salvo yola çıkmaya hazırdı. Hazır olduktan sonra da hiç beklemedi. İkinci salvo yola çıktı. Altı gökmızrağı dumandan kuyruklarıyla ileriye fırladı ve göğe saçıldı. Süratle dans ederek ilerliyor ve engellerin etrafından sıyrılıp hedeflerine takipçi avcı kuşlar gibi amansızca yaklaşıyorlardı. Cadıateşi mavi beyaz ışıltılı ince bir ışın halinde uzun bir üç saniye boyunca sıradaki hedefini takip etti ve son anda kanadının ucundan yakaladı. Sadece yaralayabilmişti ama bu esnada araya giren bir zeplin de aldığı yara ile dümenin kaybetmiş ve diğer bir zepline bindirmişti. İki zeplin bir dakika sonra Altıngöl suları ile buluşacakları bir düşme burgusunda kilitlenip birbirine kenetlenmişti. Talih Beş Şehirlilere arada bir gülüyordu. Torpidolar havada uçuştu, cadıateşi göğü yırttı, toplar ateşlendi, mitralyözler gürledi. Havadaki savaş dansı kısa ama şiddetliydi. Bir leşkanat daha vurulmuş ve bir diğeri ıskalanmıştı. Leşkanatlar ateş menziline girmiş ve güçlü büyülerini ortak bir vuruşla göndermişti. Kocaman yeşil ateş topları birbiri ardına Mavicadı'yı vurdu. Mor ışıltılı siyah enerji mızrakları dinmeyen bir yağmur ile yağdı. Sonra yeniden yeşil ateş topları geldi. Torpidolar yeniden uçtu, toplar ateşlendi, mitralyözler gürlemeye zaten hiç ara vermemişti... Savaş bu şekilde bir dakika sürdü ama şiddetliydi. Çok şiddetli hem de. Liçler şimdiye kadar Cadı'nın karşılaştığı en belalı gemilerden daha belalı çıkmıştı. Yüzeydeki kış kulesi kavgasında kalkanları zaten yıpranmış olan Mavicadı kalkanını tamamen kaybetmişti ve gövdesine, yelkenlerine ciddi darbeler almıştı. Koruma büyüleri ve yapısal unsurların fiziksel dayanıklılıkları tam anlamı ile acımasız bir sınavdan geçmişti. Mürettebatta yaralıların sayısı az değildi ve ölüler de vardı. Geminin iki güvertesinde büyük gedikler açılmıştı. Sancak tarafındaki silah yuvalarının otomatonlarının tamamına yakını parçalanmıştı. Pruvadaki torpido tüplerinden üçü hasarlıydı. Ve en önemlisi gemi uçuş gücünü kaybediyordu. Zorlukla havada dengesini sağlıyordu ve kontrollü bir biçimde Altıngöl sularına düşüyordu. Düşme açısı büyük çabalar sonucu düzeltilebilmiş ve yumuşatılmıştı. İniş hiç yumuşak değildi ama gemi suya inip dengesini sağladığında en azından su almıyordu ve batmıyordu. Uçamayacak durumda olsa da yüzecek ve hala dövüşecek gücü vardı. Cadı'yı bu denli yaralamanın da bir bedeli vardı. Ejderler ve süvarileri de kendi payına düşeni fazlasıyla almıştı. Hayatta kalan üç tanesi, aldıkları yaralarla savaş alanını güçlükle terk edip sıçrama büyüleriyle uzaklaşabilmişti. Onların yaraları da hafif değildi ve bir süre için onların savaşı da bitmişti. Bu kavga süratle cerayan ederken yukarıdaki savaşta diğer üç gökkalyonundan birisi aldığı yaralar sonucu düşmüş ve Altıngöl sularına gömülmüştü. Mürettebatın çoğu kurtarılmış olsa da kayıplar da vardı. Bu esnada yardımın Beş Şehir saflarında savaşa katılması, acıyı biraz hafifletmiş miydi yoksa geciktiği için daha mı çok öfke uyandırmıştı bunun cevabını vermek zordu. Ama yardım sonunda gelmişti. Uğultuluşehir'in yedek güç olarak geride beklettiği on gökkalyonu pahalı sıçrama büyülerinin yardımıyla savaşın göbeğine fırlatılmıştı. Gölün Ahtapotu'ndaki Kaptan Tutez aklına not aldı. Bu iş bittiğinde Busenger ile uzun bir konuşma yapacaktı ve Busenger'in bunun her anından nefret etmesini sağlayacaktı. Althar gemiden karaya çıkacak gurubu gözleriyle süratle bir kontrol etti. Yanında yirmi beşe yakın akıncısını götürüyordu. Kalanlar gemi ile birlikte denizde savaşacaktı. Gökteki kavga bitmiş olabilirdi Mavicadı için ama suda da hala çok tehlikeliydi bu gemi. Kabukada 'nın çekirge mavnalarına ve matonkadırgalara katılcağı deniz savaşında çok can yakmaya kararlı bir Jonin vardı kaptan köşkünde. Emirleri haykırıyor ve savaşın içine dalıyordu cüce. Althar cücenin kaybettiği tayfaları için üzülmeyi ertelediğini biliyordu ama intikamı ertelemeyeceğini daha iyi biliyordu. Bu gölün üzerindeki zeplinler yukarıdaki on iki gökkalyonu tarafından üç koldan vurulup parçalanırken, gölün sularındaki çıkartma filosunun da acımasızca cezalandırılması kaçınılmazdı. Beş Şehir'in ağır zırhlı maton kadırgaları ve çok süratli çekirge mavnaları, korven zeplinlerinin koruması iyice çekilirken farelerin çıkartma gücününün üzerine çöküyordu. Ve Mavicadı da yanlarında olacaktı. "Geçit hazır Althar," diyerek konuştu mavi cüppeli bir büyücü olan Cens. Althar başını gökteki savaştan güvertedeki büyülü geçite çevirdi. Güvertede havada süzülen bir metre uzunluktaki beş pembe kristalin arasında altı metre çapında bir çember ışıldıyordu ve bu çemberin içinde de iki metre çapında gümüşlü, gökkuşağı ışıltılı bir ışık küresi dönüp duruyordu. "Gidelim Akıncılar! Onlara gazabımızı sunalım! Onod Durathar!" diye gürleyerek geçitten içerien önde yürüdü cüce paladin. Ardından Akıncılar da yürüdü ve gemi az sonra daha hafif idi. (devam edecek)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |