Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin |
|
||||||||||
|
Derinlerde, karanlık soğuklarda bir koca tepe yavaşça kıpırdandı. Can sıkıntısı ve hafif bir bezginlik vardı bu kıpırtıda. Koca tepenin gözü açıldı. Derken diğer gözü. Derken diğer altı gözü açıldı. Siyah göz bebekli, sarı kocaman gözlerde düşmanlıktan eser yoktu ama rahatsızlık doluydu. Tepe devasa cüssesinden beklenmeyecek bir zarafetle yerinden yükseldi ve kocaman Altındiş, yüzmeye başladı. Kocaman, devasa ve aynı zamanda çok güzel, zarif bir yaratıktı Altındiş. Çağlar üzerinden akıp geçerken bu gölün dibinde bütün bedeni altın ile kaplanmıştı. Altındiş adını, dudaklarının arasından yukarı doğru fışkıran iki koca altın dişten almıştı. Bedenini çok güçlü ve güzel bir köpekbalığını andıran bir bedendi. Bedeninin bazı yerlerinde vücudu vatoz çizgilerine de sahipti ve başında çıkan ikisi büyük ve uçları ışıldayan sekiz dokungacı vardı. Sürat ve güç için yaratılmış koca yaratık derin çukurun dibinden yükselirken hem zarif, hem hızlı ve hem de ışıltılıydı. Shoku ışıkları gördü ve geldiğini biliyordu. Sular koca bir tepe gibi yukarı patlamadan ve devasa altın beden sudan sıçramadan önce Shoku onun geldiğini biliyordu. Koca bir kahkaha koyverdi. Neşeyle, coşkuyla haykırdı. Çozz da şevkle kükredi. Filonun üzerinde ve arka saflarda güvenli bir mesafeden uçan liçler bu dipten geleni gördüklerinde şaşırabilselerdi şaşırırlardı. Bunun yerine sadece koruma ve saldırı büyülerini hazırladılar. Altındiş, göl sularını bir fırtına gibi karıştırarak yüzeye sıçradığında en yakındaki filo gemileri siyah dumanlara patlayıp süratle silikleşiyor, yok oluyordu. Gemiler ve içindekiler Altındiş yaklaştıkça yok oluyordu! Altındiş'in metalsi bedeni sürprizlerle doluydu. Altın derisinin altındaki damarlarında akan kanda güçlü bir temizleyici, güçlü bir arındırıcı vardı. Bu arındırıcının kudreti anti-büyüden bile fazlaydı. Filoları yok olurken liçler öne çıktı ve çok yaklaştıklarında onların binekleri olan iskelet ejdersiler de duman olup dağıldı gitti. Liçler hemen toparlanıp kendi doğaüstü yetenekleriyle havada süzülür hal aldıklarında büyülerini yaptılar. Güçlü ateştopları havada yeşil alevleriyle ve uğursuz ezgileriyle gürledi. Ateştopları hedeflerini vurdu ve yok oldu. Altındiş filonun altına dalıp süratle yüzdü ve sonra dumana dönüşmekte olan gemilerin üzerinden sıçrayıp göğe yükseldi. Bütün vücudu kuyruğunun ucuna yükselerek neredeyse suyla teması kaybedecek kadar yükseldi. Tam havada asılı duran beş liçin ortasına yükseldi ve bedeni bir an için bu liç hilalinin tam ortasında öylece asılı kaldı. O anda sekiz gözü ile bu beş liçi uzun uzun inceledi ve onlarla sanki konuştu. Ama bu konuşmadan iki taraf da çok memnun kalmamış olacak ki liçler süratle bir kaçış manevrası ile dağılır gibi oldular. Ve aynı anda zaten Altındiş'in dokungaçları ışıltılarıyla birlikte şaklıyor ve liçlerin üzerine çöküyordu! Liçler kaçamadı. Dokungaçlar liçleri yakaladı ve süratle koca Uyuyan'ın ağzına çekti onları. Ve o anda da havada asılı duran Altındiş göl sularına geri düşmeye başladı. Düşmesi çok gürültülü ve çok çalkantılı olmuştu. Dört yüz elli metre uzunluğunda ve sadece gözlerinin büyüklüğü beş metre çapı bulan, bir mavnayı çiğnemeden rahatça ağzına atabilecek büyüklükteki bu yüzen tepenin, tsunami gibi bir dalga yaratması çok doğaldı. Altındiş göl sularına geri döndüğünde ışıkları hemen sönmeye başladı. Işıklar sönerken bu sulardaki namevt filosu da ışıklarla birlikte dağılıyor ve kayboluyordu. Koca ölüm filosu ve beş kemm liç artık yoktu. Shokunami boyu yirmi metreye varan koca dalgaların korven filosuna doğru büyüyüp ilerlemesini yüzünde koca bir sırıtışla izledi. Bu büyüleyici ve etkileyici yaratığın onuruna ilk fırsatta bir kadeh kaldıracaktı. Kendi mavnaları ve kadırgaları bu sertlikte dalgalara dayanacak güçte inşa edilmişti ama korven gemileri sadece yüzen çöp yığınlarıydı onun gözünde. Bir dakika geçmeden dev dalgalar korven filosunu yutuyordu. Gemilerinin çoğu sadece güçlükle su üstünde kalabilen mavnalar ve eski püskü kadırgalar olan filonun büyük bölümü, dalgalar geçtikten sonra artık su üzerinde değildi. Gemiler batarken yanlarında fareadam çıkartma ordusunun yarısını da götürüyordu. Karaya çıkabilenlerin kaderi ise daha guruplanamadan süratle savunucuların kılıçlarına boyun eğmek idi. Shokunami bu muhteşem yaratık için kadeh kaldırmaktan vazgeçti. Onun için üç gün üç gece boyunca içecekti. Bu bozgun haberi sadece subay saflarına ulaştığından ordu üzerinde yıkıcı bir etki bırakmamıştı ama korven subayları arka arkaya yedikleri darbelerin şiddetini içlerinde duyuyordu. Bu saldırının çılgınlık olduğunu daha yaşlı subaylar artık açıkça görüyordu. Daha az akıllı ve daha çok kana susamış gençler ise sadece korvence kudurmuş ve açgözlülükle uluyordu. **** Bütün cephelerde bir Altındiş olsaydı Beş Şehir savunucuları için hayat çok daha kolay olurdu ama hayat asla o kadar kolay olmazdı. İyi şeyler kendiliğinden olmazdı ve onlar için savaşmak gerekirdi. Nitekim Althar ve Akıncıları da Savunucular ile birlikte çarpışıyordu. Romulion savaş meydanında Althar'ın gurubuyla beraberdi. Althar kendi akıncılarını beşerli guruplar halinde cephe çizgisi üzerine yaymıştı ve savunmaya destek oluyordu. Ortadaki gurubun merkezinde, en önde Althar varken Rom da geriden durmaksızın yıkım ve destek büyüleri yolluyordu. Jeena yayı ve yeşim kılıçları ile esiyordu. Bir ateşdevi ve ork melezi olan Brom çevresinde yarattığı ateşler ve patlamalarla, savaş alanında vahşi bir disiplinle hüküm sürüyordu. Bunları destekleyen ise şifa ve destek büyülerini üzerlerinden eksik etmeyen, fırsat bulduğunda celp ettiği ışıltılı arı sürüleri ve saçtığı yıldızmızrakları ile ortalığı seyrelten druid Talix Aygazabı(Moonrage) idi. Beş saat olmuştu. Arka ve ön saflar Derindere birliklerinin çok iyi uyguladığı profesyonel savaş manevraları ile düzenli olarak yer değiştiriyordu ve cephedeki askerler dönüşümlü olarak istirahat edip dövüşerek dayanıklılıkları destekleniyordu. Yine de bitmek bilmeyen namevt dalgaları üzerlerine vururken aşınma kaçınılmazdı. Romulion da bunun farkındaydı. Askerler dinleniyor, yiyor, içiyor hatta uyuklayıp biraz rahatlıyordu, şifa ve tazelenme büyüleri yanında iksirler ile de kuvvetleri muhafaza edilmeye çalışılıyordu. Ama herşeyin bir sonu vardı. Askerlerin gücünün, kahramanların dayanıklılık ve fedakarlığının, büyücülerin büyülerinin bir sonu vardı. Bu saldırı sonsuza dek karşı koyamayacakları kadar sertti ve sertliği gittikçe artacaktı. Bu ölülerin sonunu göremiyordular. Bu lanetli liçlerin açtığı iskelet geçitlerinden ön saflara iskelet bölükleri akmaya devam ediyordu. Korvenlere mavnalarla destek gelip duruyordu. Rom içinde uyanan şüphe ve karanlıkla çarpışmaya devam etti. İçinde neler olabileceğinin kabusları onu taciz edip duruyordu. Bu şehir düşerse diğer dört şehrin hiç şansı kalmayacaktı. Burası en güçlü direnç noktalarıydı ve bu noktanın kaybıyla artık geri dönüşü olmayan biçimde Altıngöl korvenlerin önüne ödül gibi serilecekti. Gölgeörücü içinde yükselen karanlık ezgilerden güç alarak daha büyük büyüler yapmaya başladı. Bu şehrin düşmesine izin vermeyecekti. Bu bölgede yaşayan ahalinin gidecek yeri yoktu. Altıngöl düşerse korvenler ve kilis arasında kalacak mültecilerin kaçacak yeri olmayacaktı. Geçitlerin bütün nüfusu güvenli noktalara taşıyacak gücü ve zamanı olmayacaktı. Altıngöl geçitleri hiç böyle bir tahliye ihtimali göz önüne alınmadan sadece taktik amaçlı inşa edilmiş geçitlerdi. Bölükler kurtarılabilirdi ama şehirler kurtarılamazdı. Karanlık melodiler uğursuzca havada dalgalandı ve büyü oluştu. Büyü havada asılı kalıp bekledi. Kara cüppesi ve kara pelerini büyünün rüzgarında uçuşan, kara kukuletalı gölgeörücü elindeki Wromag'ın korkunç görünüşlü kudret asasıyla çok karanlık ve öfke dolu görünüyordu. Çevresinde kan kırmızı ışıltılı kocaman siyah rünlerden üç halka dönüyordu. Romulion sadece bir an durdu ve sonra emretti. "Kara Fırtına Essin! Düşmanlarım ezilsin!" diye haykırdı Çilekeş Romulion. Düşman safların ortasında, havada asılı duran bir metre çapında bir karanlık küresi oluştuğunda namevtler buna aldırmadı. Ama liçler büyüyü hissetti. Yine de karşılamak için çok geçti. Büyü patladı. Siyah küre ölüolmayan ordunun üzerine bir bora gibi patladı. Güçlü şok dalgaları ölüm ordusunun ortasından koca çemberler halinde yayıldı durdu. Balyozlardan bir ordu hücuma kalkmış gibi ölüolmayan orduya bindirmişti. Ordunun aldığı hasar çok dehşetengiz idi. Bu büyü çok güçlü bir büyüydü ve Rom onu yaparken epey bir fedakarlıkla onu daha da güçlendirmişti. Romulion'un gözlerinden ve burnundan kan geliyordu. Kulaklarından kan sızıyordu. "Rom!" diye haykırdı Althar. "Saçmalamayı kes!" diye inledi sesi. Rom'un bu denli karanlık ve acıya batmasından hoşlanmıyordu Althar. Bunun arkadaşı üzerindeki etkilerinin farkındaydı. Fiziksel etkilerin canı cehennemeydi ama bu kadar büyük güçlerle oynadığında Romulion'un ruhu da bu karanlıklardan etkileniyordu. "Hepimiz yapmamız gerekenleri yapıyoruz Althar! Önündeki savaşa yoğunlaş!" "Seni geri zekalı, s..k kafalı gölgeörücü! Liçleri üzerine çekeceksin!" diye gürledi Althar. Dostunu uyarıyordu. O anda ağzından çıkarken fark etti cüce. Rom'un gülümsemesini görmesine gerek yoktu. Romulion da bunu istiyordu. Gölgeörücü kendini yem olarak ortaya koyuyordu. "Seni bin babanın çocuğu seni!" diye öfkeyle küfretti Althar. "Bunu yapma!" diye bağırdı paladinin sesi. Ama artık geç olduğunun o da farkındaydı. Olan olmuştu. Savaşın karmaşasında bile, çarpışırken uyulması gereken kurallar vardı. Büyücülerin uygun destek ve koruma olmadan çok fazla dikkat çekip başa çıkabileceklerinden daha fazla düşmanı üzerlerine çekmemeye azami dikkat etmeleri gerekliydi. Şifacılardan ve koruyucu kalkan görevi yapacak dayanıklı savaşçılardan mahrum bir saldırıya kalkışmak bir büyücü için ölüme davetiye çıkartmak demekti. İşte hemen geliyordu ilki. Bu denli süratli ve yoğun bir büyü patlaması karşısında eserlerini korumak için öne çıkıyordu liçler. Şimdiye kadar hep sadece arkadan savaş alanına ordu akıtmakla ilgilenmiştiler ama şimdi birisi oyunun kuralını değiştirmişti. İşte buraya dökülmeye başlıyordular! Althar ilk liçin gelişiyle birlikte savaş alanına çöken karanlık ve soğuğu iliklerinde duydu. Derken ikincisi geldi ve karanlık derinleşirken soğuk keskinleşti. Althar'ın yardım çağrısına gerek kalmadan Savunucuların en güçlü büyü kullanıcıları da bir bir ortaya çıkıyordu liçlerin karşısına! Savaş alanında işte şimdi tam bir kıyamet daha doğrusu bütün kıyametlerin anası kopuyordu. Havada kulakları sağır eden büyük büyülerin ezgileri kükreyip duruyordu. Savaş şu anda kılıçtan çok büyüye dönmüştü ve şimşek fırtınaları ile tipiler devasa ateş topları ve boralarla harmanlanıyordu. Büyücüler çarpışırken askerler iyice korunma pozisyonu alıp geri çekiliyor ve iskeletler tam tepelerinde kopan bu kıyamet ile ezilip parçalanıyordu! Diğer şehirlerdeki savaşlar tamamen durmuştu neredeyse. Çatışma dozu çok düşmüş neredeyse bir ateşkes yayılmıştı bütün savaş alanlarına. Elinde kılıçla birbirini öldürmeye çalışan fareadam ve Beş Şehir askeri sanki kendi kaderleri o tepenin üzerindeki Derindere'de kopan kıyametin sonucuna bağlıymış gibi orayı izlemeye koyulmuştu. "Büyücü kavgası!" diye gürledi Althar'ın savunma hattına hükmeden sesi. "Kılıçlar! Hattı ne pahasına olursa olsun koruyun! Şifacılar! Koru ve Yaşat düzeni! Büyücülere odaklanın!" Liçin gelişini çok uzaktan duymuştu Çilekeş Romulion. Gölgeörücünün çevresinde örülü muska ve korumaların ikaz sesleri çıldırmış gibi çalıyordu. Rom gelenin güçlü olduğunu biliyordu. Çok güçlüydü. İldar üzerinde pek çok liç ile karşılaşmıştı işi gereği ve bu kadar güçlü bir liç sıradan bir liç değildi. Ve bu liç, yalnız da gelmeyecekti. Acı acı gülümsedi. Aklında gerilere gitti. Çocukluğuna gitti. Uzaklarda isimsiz küçük bir kasaba. Küçük, basit, önemsiz insanların yaşadığı kıyıda kalmış bir yer. Gece vakti. Çöken karanlık ve canavarlar. Gelen kötülük ve karanlık ateşin elçisi. Ölüm, acı, korku ve gölgeler. Kan ve sevdiklerin kaybı. Korku... Kaçış... Suçluluk. Lanet. Küçük çocuk karla kaplı karanlık ormanda gözünde yaşlarla koşuyordu. Arkasına bakmadan olanca gücüyle ağlayarak koşuyordu. Kalbi göğsünden fırlamak istercesine bir güç ve süratle atıyordu. Öyle hızlı atıyordu ki bu küçük yürek, sanki çocuğu her adımda ayaklarının da ötesinde kalbinin atışı bir adım daha ileri fırlatıyordu. Hıçkırıkları ve artık kesilen nefesiyle çocuk koşmaya devam etti. Yorgunluk onu yakalarken arkasından gelen büyük gölgeyi, onun kötülük dolu derin kızıl gözlerini görmek için geriye döndü. Ayağı takıldı ve karların üzerine yere düştü. Bir çukura yuvarlandı. Çukurun dibinde ağaç köklerine çarparak durabildi. Çürümüş ağacın kökleri kırıldı. Çocuk ağacın köklerinin gizlediği küçük bir ine düştü. Çocuğun gözleri korku, bitkinlik ve kafasını vurmanın sonucu olarak kapanırken alnından kanlar yüzüne süzüldü. Romulion'un gözlerinden bir çift kanlı gözyaşı süzüldü. Korku ile çok uzun zaman önce yüzleşmişti. Korkunun sonu olmadığını görmüştü. Kaçmaktan bıkmıştı. Sonunda onunla yüzleşmiş ve üzerine bütün öfkesini, bütün nefretini kusmuştu. Acıgetiren Romulion olmuştu. İçindeki gölgelerin gücüyle kudreti bulmuştu. Şimdi o karanlık kudreti bir kez daha çağırdı. Fısıltılar duydu. Tanıdık bir sesti bu. İçindeki karanlığın ve gölgenin sesiydi bu. Bu Romulion'un gölge yanının sesiydi. "Zaman... Çok uzun zaman oldu.. Neredeyse asırlar gibi..." diye inledi içindeki karanlık ve yaramaz ses. Romulion'un gölge yanıydı bu ses. Gölge Yanı, her gölgeörücünün içindeki bir güçtü ama gerçekten güçlüler ve iradesi kuvvetliler içlerindeki bu gücü çağırıp bir süre için onu kullanabilirdi. Gölge yanı, ona hükmeden -daha doğrusu onunla barışıp bir ortak zemin bulabilen- gölgeörücülere büyülerinde daha fazla delicilik ve hasar, savunmalarında daha büyük derinlik ve nüfuz edilemezlik vermenin yanında, ilkel fiziksel kabiliyetleri ve savunmaları da beraberinde getirirdi. Rom gözünde kanlı yaşlarla teslim oldu. Öfkeye ve karanlığa sarıldı. Geçmişin hayaletlerine kollarını doladı.. Çilekeş bir sevda ile acıyı kucakladı ve kendi batıklığının dibine doğru batmaya boyun eğdi. Kedere battı. Dibe vurduğunda öfkeye yol verdi. Nefrete bulanmasına izin verdi. İçindeki karanlığın anası olan korkuya sarılıp gücü buldu ve onu çekip çıkardı, aldı. Gölgeörücü karanlık kudreti üzerine bir tılsım gibi giyerken, Kan Savaşları'nın ünlü şahsiyeti Ateşoğlu Ven'in tarihe iz bırakmış büyülü sözleri dudaklarından döküldü. "Yalnızlık gücüm oldu, Karanlıksa kalkanım. Yürüyorum, üzerimde acıdan zırhım, Elimde kanımdan kılıcım." Daha sözler bitmeden Rom'un tetiklediği çifte büyü onu süratle ve büyünün kulakları sağır eden, gözleri acıyla kamaştıran rengarenk, güçlü ezgileriyle sarmalamaya başlamıştı. Fedakarlık büyüsü ve gölge anlaşması aynı anda üzerine çökerken Rom bunun altında ezilmedi. Bu büyüleri bir zırh gibi kuşandı ve bıraktı bu güçlü zırh onunla bir olup onu alsın. Üzerindeki büyülü nesnelerin bazıları gölge anlaşmasının sonucu olan başkalaşım büyüsünün rüzgarlarında değişip birbiriyle karışırken aynı anda fedakarlık büyüsünün sunağında pek çok büyülü eşyası da parçalanıyor ve ortaya çıkan güç gölge büyüsünce emiliyordu. Rom'un değişimi bunu bizzat yaşayan adam için neredeyse saatler sürmüştü. Acılı, kederli, zorlu ve sonsuza dek kaybolmuşluk gibi; derin bir dehşet barındıran bu zaman süresince, aslında sadece birkaç saniye geçmişti. Romulion kendisini çıplak bir dev gibi gösteren gölge zırhının içindeydi. Teni ve gözleri simsiyah karamış, cüssesi ikiye katlanmıştı. Gölge zırhı karanlık ve parlak, canlı ve uğursuz duruşluydu. Üzerinden siyah buğular tütüyordu ve çevresinde uğursuz fısıltılar söylenip duruyordu. Göğsünde ve alnında kızıl birer mücevher, fırtınalarla çalkalanan ateş denizleri gibi parlıyordu. Karanlık gölge yanına dönüşmüş olan gölgeörücünün dudakları düşmanlıkla sinsice güldü. Rom artık yoktu. Burada Kara Romulion vardı. Gölge Romulion vardı. Liç üzerine süratle çöktü. Aldığı emir ile dehşetengiz bir süratle gelip bütün gücüyle vurmaya başlamıştı. Daha ilk vuruşta liç karşısındakinin sıradan bir büyücü olmadığını biliyordu. Acı kalkanından üzerine geri gelen vuruş çok güçlüydü. Liç yeşil ölüm enerjisinden ikinci bir koca mızrağı savurma düşüncesiyle süratle korumalarını kurdu ve büyüyü güçlendiren rünleri havaya saçıp ezgileri fısıldamaya başladı. Kara Rom'un bu olanları izlemeye hiç niyeti yoktu. Liçin güçlü vuruşu onu iyice öfkelendirmiş ve içindeki nefret dolu canavarı kudurtmuştu. Gölgeörücü içindeki bütün gücü çağırdı ve iki eliyle havada, başının üzerinde kocaman bir karanlık küresi oluşturdu. İçi kızıl ateşlerle çalkalanan ve çatırdayan mor şimşeklerle yüzeyi dalgalanan küre kısa bir an havada asılı kaldıktan sonra patladı. Ses korkunç bir kükreme, dehşet saçan bir haykırış idi. Kürenin içinden liçin üzerine akan şimşeklerle sarılı kızıl ışın hedefini vurduğunda liçin çığlığı savaş alanında kulakları kanattı. Liç havada süzülme gücü yüzünden dizlerinin üzerine düşmedi belki ama sanki havada görünmeyen iplerde kontrolsüzce sallanıyor gibi dağınık ve bilinçsiz, zayıf bir hale gelmişti. Kendini toparlamaya çalışıyordu ama uğursuz, acılı çığlıklarıyla kurmaya çalıştığı kontrolsüz büyüler yüzünden bunda çok zorlanıyordu. Liçin aldığı darbe hem gücünü hem de varlığını çok kötü yaralamıştı. Yozlaştıma ışını, liçin varlık özüne kadar etki eden bozucu gücüyle çok yıkıcı bir darbe vurmuştu. Tamamen içgüdüsel bir tepkiyle işi bitirmek için hamle etti Kara Romulion. Sağ elinin parmakları ve eli, dirseğine kadar kolu kızıl bir ışımayla kaplandı ve hemen sonra da kızıl ışığa dönüştü. Kızıl bir ışıktan kılıca dönüşen sağ kolunu doğrulttu gölgelerin elçisi. İleriye okundan fırlamış bir yay gibi atıldı ve anlık bir sıçrama ile liçin karşısındaydı. Liç hemen tepki verdi ve kalan bütün gücünü bir intihar büyüsüne sarmalayıp eliyle Rom'un başındaki kristale dokundu. O Rom'un gölge yanına temas ederken Rom'un kızıl ışığa dönüşmüş intikamcı eli de liçin özüne dalmıştı. İki düşmanın özü de düşmanın kılıcıyla yüzleşti. Düşmanların iradeleri ve güçleri yüzleşti. Sadece bir tanesi bundan kurtulabilirdi. Liçin özü paramparça dağılıp filakterisinde toparlanmak üzere kaçarken Rom geriye doğru devrilmemek için kendini zorladı. Dengesini korudu. Yaralanmıştı. Kara yaratık içinde adeta koca bir yarıkla sarsılıp duruyordu. Ağzından kan sızıp duruyordu. Vücudu titriyordu. Dizleri zorlukla bütün bu acı ve tüketici enerji yüküne karşı onu ayakta tutabiliyordu. Bir büyü fısıldadı gölgeörücü. Gelen ikinciyi de görmüştü. Bu haliyle onun karşısında durabilmesinin imkanı yoktu. "Morag!" diye fısıltı gibi çıkan bir haykırışla inledi Rom'un karanlık sesi. "Sana anlaşmamızın bedelini sunmak için geldim! Sana kan sunuyorum! Düşmanımın kanını ve kendi kanımı sunuyorum! Kabul et Morag!" diyerek bağırdı Rom. Sesi gitgide güçlenirken dizlerinin üzerine yığıldı Rom. Fedakarlık büyüsü ile emretti. Elindeki büyülü yadigarların neredeyse tamamını kurban sunağına koydu. Kal'i Nahr diyarlarındaki büyük güçlerle harmanlanmış kudretli nesnelerden biri olan Wromag'ın Asası'nı da burada kurban etti. Dizleri ve elleri üzerine yere yığılan gölgeörücünün sırtındaki gizli dövme ateşlerle yanan bir ışıltıyla belirginleşirken büyünün bileşeni olan acı Romulion'u sardı. Ciğerlerinden kan dereleri doğdu ve ağzından süzülmeye başladı. "Anlaşma anlaşmadır Acıgetiren... Güç senindir, kan benim. Benim... Kan benimmmmm!!! Kannnnn!!!" diye fısıldadı ses. Sesteki duygular ve arzular çarpık ve hastalık doluydu. Ses kana susamış çılgın ezgilerle doluydu. Ses kan istiyordu. Bu Kan Tanrısı Morag'ın; En ilkel ve en belalı, en güçlü tanrılardan birinin sesiydi. Morag çok nadiren ölümlülere bu derece güçlü lütuflarını sunar ve sunacağı zaman da bu kişiyi kendisi ince hesaplarla seçerdi. Rom ile tanışması ve ona anlaşmayı sunması ise uzun yıllar öncesine giden bir hikayeydi. Rom bir seçim yapmıştı. Fedakarlık... Işık ve Karanlık'ın çarpışmasında, gölgeli topraklarda yaşananlara karşı dinmeyen bir ilgiye sahipti Morag. Gölge çok verimli ve çekiciydi. Gölgenin karmaşası ve seçimleri çok acıklı ve çok eğlendiriciydi. Morag böyle şeyleri sapıkça biçimde çekici ve kışkırtıcı bulurdu. Kan Tanrısının heyecanları, çarpık ve yasak günahların en batıklarındandı. Rom'un sırtındaki kızıl dövme tamamen ortaya çıkmıştı ve simsiyah bedeninin üzerinde kızıl alevlerle ışıldayarak yanıyordu. Derken gölgeörücü acı ile haykırdı ve başını geriye attı. Hala elleri ve dizleri üzerindeyken acı ile içinin yarıldığını ve parçalandığını hissetti. Acılı kasılmalara karşı durdu. Dayandı ve bekledi. Zaman adeta durmuştu. Gölgeörücünün sırtından önce iki koca kanat çıktı. Yarı şeffaf kanatlar çıktı ve açıldı. Bunlar kırmızı ejderha kanatlarıydı. Kan kırmızısı bir çift kanattı bu. Sonra uzun boynuyla kan kırmızısı bir ejderhanın başı çıktı Rom'un sırtından... Ejderhanın başı ve boynu, kanatları gitgide büyüyordu ve bir yandan da Rom'un sırtından iki ön bacak dışarı çıkıyordu. Romulion acı ile bağırma noktasını geçmişti ve sadece acıya karşı durarak bu dönüşümün tamamlanmasına kadar dayanmaya çabalıyordu. Gölge örücü Kara Rom'un sırtından iki arka ayağı ve kuyruğu ile kan ejderhası tamamen dışarı çıkmıştı sonunda. Çilekeş, bu tam cüssesine ulaşmak için büyüyen ejderin göğsünde asılı bir madalyon gibi kalmıştı şimdi. Ve bu anda da o geldi. Liç. Kemm liçi kudretli bir asa taşıyordu ve güç yadigarları ile kuşanmıştı. Çevresinde korumalar ve güçlendirme haleleri ışıldıyordu. Bütün gücüyle vuruyordu. Bora gibi bir anda gelmişti, yukardan aşağı doğru volkan gibi patlamıştı. Tam Rom'a nişan almıştı! Rom karanlık enerjinin mor ışıltılı simsiyah darbesini yediğinde zaten acıların içindeydi, kavruluyordu ve bu saldırı onun dayanma sınırını aşmıştı. Rom kaybolurken Ejder acı ile kükredi. İpler koptu, zincirler özgür kaldı. Canavar serbest kaldı. Romulion gidince en ilkel haliyle kan ejderi ortada tek başına kaldı. Yaratığın acıya karşı kükremesi kocamandı. Derindere bu kükreme ile sarsıldı. Yaratık acı ile pençelerini kayalık zemine geçirdi ve fırtınaya karşı durmaya çalışan bir ağaç gibi köklerine sarıldı. Direndi. Tutundu, Ejderha ve öfkeyle kudurdu. Rom'un ölü bedenini içine çekti ve neredeyse şefkatle, korumacı biçimde göğsüne bakarak kükredi. Sonra koca ejderin yılan boynu liçe döndü ve yukarı sıçradı. Kükreme ile birlikte kanatları havayı tokatladı. Pençeleri sipsivri daha da uzadı ve nefesindeki saldırısına güçlü efsunlar yükledi. Nefesini düşmanına doğrultup patlattı! Liç ilk vuruşta işi bitirmeyi hedeflemişti. Yaralı düşmanına bu vuruş yetmeliydi ama Rom ile Ejderha birleşirken o anda oluşan kanalda saldırı birini tüketirken diğerini korumuştu. Diğeri şimdi çok kızgın ve kontrolsüzdü. Saldırı liçin üzerine çöktüğünde liç ilk önce direnebildi. Ama bu kısa sürdü. Ejderha Morag'ın kandan ve kudretli özlerden damıtıp ürettiği bir büyü ürünüydü. Yaratık şu anda çok ama çok kızgın ve kontrolsüzdü. Hem yaralı, hem aç, hem de intikam ateşiyle tutuşmuş bir haldeydi. Ejderha kudurmuştu. Kan Ejderhası cinnet geçiriyordu. Cinnet geçiren bir kan ejderhası çok nadir bir şeydi ve en güçlülerin bile -eğer biraz akılları varsa-önüne çıkmadan önce kılı kırk yararak düşünmesi gereken bir sorundu. Liçlerin akılları yoktu. Liç düştü. Ejderha kızıl ışıltılı ak ateşten nefesiyle bitmeyen bir nefes saldırısı ile onu yaktı kavurdu ve eritip bitirdi. Liçin özü dağılıp kaçarken Ejderha ondan arta kalan yadigarların ve ceset kalıntılarının üzerindeki gücü bir vampir gibi emerek özümsüyordu. Bu iyi gelmişti. Özündeki bir yangın hafiflerken şimdi diğer yangın körüklenmişti. Ejder kocaman kükredi ve saldırıya geçti. Ejderha çevresindeki diğer liçlere dönüp bakmadı. Burada büyücüler vardı ve onlar büyülerini bu liçler ile çarpıştırıyordu. Liçlerin dayanamadığını görüyordu. Ejderha onları önemsemedi. Kendi yoluna döndü. Önce iskelet saflarının üzerinden geniş bir yay çizerek uçtu ve uzun bir nefes saldırısı ile iskelet saflarında kocaman bir yara açtı. Yara hem yok etmiş hem de Derindere önüne çok küçük bir açıklık bırakan uzun bir ateş duvarı oluşturmuştu. Ejderha sonra hiç vakit kaybetmeden gözünü kan bürümüş halde yaşayan saflarına döndü. İçindeki nefret gözünü kan ile kaplamıştı. Korven safları üzerine çöken ile birlikte süratle çöktü. Fareadamların bu saldırıya karşı koyacak bir şeyleri yoktu. Kaçabilenler kaçmaya çalıştı ama ordu burada çok ağır kayıplar verdi. Ejderin nefesinin ulaşamadığı yere çevresindeki vampir ışımanın çemberi ulaşıyordu. Korvenlerin sağ kanadı neredeyse tamamen ejdere yem olmuştu ve sol kanat ise arkasına bakmadan kaçıyordu! Ejder kaçanlara dönüp bakmadı bile. Kan ve intikam gözünde tütüyordu. Kocaman ve muhteşem, ölümcül yaratık göğe bir kez daha sıçradı ve kendini bir büyü ile Kristalköy üzerine gönderdi. Buradaki üç liç hemen onun üzerine dönmüştü ve yaratığın üzerine ölüm büyülerinin gücüyle dolu kara enerji ışınları yağıyordu. Bu ışınların bazıları ejderi vuruyordu bazıları ise uçuşunun manevraları sayesinde boşa gidiyordu. Ama ejderin doğru zamanlanmış saldırıları hiç boşa gitmedi. Peşine taktığı liçleri oyuna getirdi ve Kristalköy savunma kulelerinden görüşü kapatan bir tanesinin etrafından dolanırken kendini liçin arkasına bir sıçrama büyüsü ile taşıdı. Liç daha ne olduğunu anlayamadan büyüyle güçlendirilmiş koca bir ısırıkla paramparça çiğnenip özümsendi. Bu darbeyi görüp dönen ikinci liç ise, korumalarını yokmuş gibi delip geçen çok yoğun bir nefes karşısında buhar olup tükendi. İki vuruşta iki kayıp alınca üçüncü liç ne yapması gerektiği konusunda kararsız kalmıştı. Büyük bir saldırı büyüsü hazırlıyordu. Ama bu saldırıyı hiç gerçekleştiremedi. Arkasından ona vuran Ulmatores, Neekor, Cens ve diğer üç güçlü büyücünün ortak saldırısı bir anda liçi ölümcül biçimde yaralamıştı. İkinci saldırıyı sadece Ulma'nın gerçekleştirmesi liçin buradaki varlığını sona erdirmeye yetmişti. Ejder bu büyücülere yine önem vermedi. Döndü ve Derindere önünde korven ordusu ile iskeletlere yaşattığının aynısını burada tekrar etti. Ejder hiç vakit kaybetmedi ve aklındaki intikam listesindeki diğer hedefe olanca öfkesiyle döndü. Aldığı kan ve canlar içindeki yanan denizin dalgalarını kabartıyordu, vuran gelgit dalgaları gibi içi beslenme ve saldırı arasında çılgın bir zevk ile yanıp kavruluyor, gelip gidiyordu. Cinnet sürüyordu! Bu muhteşemdi Kan Ejderi için. Kabukada üzerindeki bütün liçler ve namevt filosu Altındiş tarafından yok edildiğinden Ejder burada sadece korven filosundan arta kalanları ve sahilde yer yer tutunmaya ateşe vermek ile yetindi. Beslenmek için durmadan döndü ve yönünü Kılıçkasaba'ya çevirdi. Büyü ile taşıdı kendini. Bir an içinde Kılıçkasaba'nın açıklarında, gölün üzerindeydi ve kuşatma filosunu ateşe verip zeplinleri yere çakıyordu. Liç yanında diğer iki liç ile beraber üzerine çöktüğünde Ejder bunu bekliyordu. Onun güçlü olduğunu da biliyordu. İlk saldırıyı atlatması bu yüzden önemliydi ve cinnet geçiren yaratık ilk saldırıyı atlattı. İlk saldırıdan kısa mesafeli bir sıçrama büyüsü ile kaçtı ve sonra pençelerini liçlerden en yakındakine geçirdi. Liçin özü inleyip çatırdadı ama liç inanılmaz biçimde hayatta kaldı. Üç liç birbirne bağlanmış ve bir zincir oluşturmuştu. Ejderha neredeyse gülerek saldırdı ve saldırdı. Bütün hasarı paylaşan çember çok kısa sürede üzerine çöken bu kudurmuş, bu cinnet geçiren saldırıya çok fazla dayanamadı. Diğer liç, ejderin pençesindeki liç ile beraber dağılıp parçalanırken lider liç kendini bağdan kopardı. Geri çekilmedi ve bunun yerine bir fedakarlık büyüsü ile üzerindeki nişanları sunup güçlenmiş bir saldırı ile vurdu. Ejder yaralandı ama durmadı. Saldırmaya devam etti. Liç kotrolüne sahip çıktı ve daha çok fedakarlık yaptı. Daha çok güç kazandı. Daha sert vurdu. Bir kez daha kaçtı. Bir kez daha vurup bir kez daha kaçtı. Liç uzaktan ve sert dövüştü. Liçin gücü tükenmiyor gibi görünse de Kan Ejderhası bu ilkel ve çıldırmış halinde bile bunun bir sonu olduğunu biliyordu. Bastırmaktan yorulmadı. Yaralanıp tükenirken inatla ve kudurmuş, bitmeyen bir kararlılıkla saldırmaya devam etti. Liçin feda edecek güç yadigarı kalmadığında büyülerinin de sonu geliyordu. Ama Ejderha da tükenmenin eşiğindeydi. Kısa ama çok şiddetli bir kavga olmuştu buradaki ve ikisi de bu sürat yüzünden tükenmenin eşiğindeydi. Derken Liç dışarıdan bir müdahale ile büyük bir güç ile tazelendi. Ve saldırısı yine alevlendi. Kan ejderinin buna verdiği tepki umursamaz biçimde oldu. Saldırısına devam etti. Kararlılığı, inadı, öfkesi ve cinneti hiç değişmedi. Gücü zayıflarken ve kanı akarken, yaraları ciddileşirken ne yavaşladı, ne de dinlenmek için durdu Ejder. Devamlı vurdu. Saldırdı. İzledi. Tekrar vurdu, tekrar kovaladı. Liçi sonunda gücünün sonlarına yine getirmişti ama Ejder artık tükeniyordu. Liç bunun farkındaydı ve güçlü bir büyü için çevresinde rünleri dans ettirirken yaklaşmasına izin verdi. Ejder süratli uçuşuyla Liçin korumalarına bindirdi. Rünlerin gücü ve korumaları kırılıp sarsılırken liç gözünü bile kırpmadan büyüsüne sakince devam etti. Ejder ısırdı, pençeledi, büyülü nefesini kustu, tekrar ısırdı ve tekrar pençeledi, bütün bedenini gücüyle ön ayaklarıyla defalarca pençelerini vurdu durdu kalkana ve sonra büyü tamamlandı. Yeşil ışıltılı gümüşi bir ışık Ejderi göğsünden vurdu ve yaratık bu çakan şimşek misali ışık ile geriye savruldu. Yuvarlandı ve yuvarlandı Ejderha. Ve bir daha kalkamadı. Çevresi alaz kızıl ışıltılı alevlerle kaplandı ve yanmaya başladı Kan Ejderinin cesedi. Liç bu zaferini sonuna kadar izleyemedi. Çünkü arkadan üzerine vuran birleşik büyüler, Ejderin az önce parçaladığı büyülü korumalarının son zerrelerini ezip geçmişti. Liçin özü üzerine çöken ışıktan kıyamete karşı duramadı. Kudretli liç bitti ve dağılıp saçıldı. Toparlanıp filakterisinde yeniden şekillenmesi uzun zaman alacaktı. ******
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |