Gerçek bir sevgide diğer insanın iyiliğini istersin. Romantik sevgide diğer insanı istersin. -Margaret Anderson |
|
||||||||||
|
Althar kavgayı izlemek için elindeki bütün imkanları sonuna kadar kullanmıştı. Sulvor'un bu tür gözlemler için biçilmiş kaftan olan evcili, Goldo, burada çok işe yaramıştı. Büyülü koca papağan yaratık Althar'a ve Sulvor'a neler olup bittiğini an an göstermişti. "Aygazabı!!!" diye haykırdı Althar'ın sesi. Dostu olan şifacı druid ona döndü. Şifaya odaklanmış zihinsel ve fiziksel duruşundaydı Talix. Kocaman bir ağaçdevi gibi görünüyordu. Odunsu gövdeli, dallı, yapraklı, tomurcuklu ve çiçekli sarmaşıklı, on metrelik bir dev halini almıştı druid. "Geri getir onu!!!" diye eyvah eden sesi duyduğunda, cücenin ona açık olan zihnindeki telepatik mesajı aldığında Talix düşünmedi. Althar onun önderiydi ve Romulion ise defalarca dostluğunu kanıtlamış bir akıncı kardeşiydi. Maviay Ormanları'nın Aygazabı aşiretinden bir druid olan Talienos 'Talix' Aygazabı, süratle değişti ve insansı cüsseye doğru küçüldü ama insansı cüsseye inmeden yeniden şekillendi. Yerden omuz yüksekliği üç metre olan koca bir kurt halini aldı. Mavi gözleri ayışığı gibi parlayan, mavi rünik desenlerle işli ak kurt sahile doğru fırtına gibi koşmaya başladı. Önünde ne namevt ne de korven durabildi. O gelmeden yolu açılıyor, yolun açılmaya yetişemediği yerde kendi yolunu dişleriyle ve cüssesinin şahmerden gibi durdurulamaz ilerleyişiyle açıyordu. Aygazabı Derindere'nin Altıngöl'e bakan uçurumlarına vardı ve aşağıya, göl sularına doğru atladı. Havadayken bir yıldırım indi ve koca kurt bu yıldırımla birlikte yıldırımdan bir bedene büründü, yıldırımdan bir kurda dönüştü. Yıldırımkurt, Altıngöl göğüne yıldırım hızıyla geri yükseldi. Kurt tavana yakın noktalarda oluşan kristalli, mantarlı, sisli sarkıtların arasındaki hava akımlarından sekti. Yönü aşağıya döndü ve havza üzerinde yol alıp bir göz kırpımı kadar bir süre sonunda hedefine ulaştı. Ejderin cesedinin hemen az ötesine düşen yıldırımın içinden üç metre boyunda, Talix'in giysisini giyip asasını taşıyan bir kurtadam çıktı. Ejderin cesedinin içeri çökmüş bir noktasında, açılmış bir yumurtayı andıran küçük, korumalı çanağın içinde Romulion yatıyordu. Kurtadam elindeki asasını yere sapladı ve çevredeki ateşler bir koridor açıp onun Rom'u almasına izin verdi. Kucağında Çilekeş Romulion ile ateş koridorundan geri yürüdü Talix. Asası değişti ve yerde bir çembere dönüştü. Işıldayan güzel sesler ve kokular yayan, tatlı alacakaranlık bir delik oluştu yerde. Talix bir tünel gibi yeraltına inen yumuşak meyilli merdivenlerden aşağı, delikten içeri yürüdü. Ve az sonra onlar içeri girdikten sonra delik de kayboldu. Merdivenleri tırmanıp bir kaç adım sonra delikten kucağında gölgeörücü ile dışarı çıktı Aygazabı. Dostunu nazikçe yere bıraktı. Asası Derindere savaş salonunda, yerden bir karış yukarıda süzülen bir hal alana kadar bekledi. Asasını eline aldı ve yere yatırdığı parçalanmış elbiseli, yaralı gölgeörücünün üzerine büyülerini saçmaya başladı. Romulion'un çok yaralı olduğunu görüyordu. Gölgeörücüler öldürülmesi çok zor kişilerdi ve aldığı yaralar adamı o zorlukta epey ileri bir sınıra kadar denemişti. Bir noktada sadece gölgeörücülerin en son savunması olan kristal kalp koruma büyülerinin onu hayatta tutuğunu görebiliyordu Talix. Rom çok zayıf ve tükenmiş bir haldeydi. Hayat gücünün üzerindeki karanlık gölgeler de onu iyileştirme çabalarına pek yardımcı olmuyordu hani. Gölgeörücü epey derinlere batmıştı bu defa. Sonunda Romulion bu druid büyülerine zor da olsa cevap vermeye başladı ve gözlerini açtı. Yüzünde derin çizgiler ve gözlerinde acıların yoğun tortuları vardı. "Talix... Aygazabı..." diyebildi Rom. Sesi kuru ve çatlaktı, sesi çok zayıftı. "Dostum," diyerek mırıldandı ve dudaklarını susuzlukla yalayarak gülümsemeye çalıştı. Bu iyiye işaretti. Talix de gülümsedi ve yan tarafta onları izlemekte olan Amir Kessim'in uzattığı bir bardak suyu dostuna içirdi. Romulion suyu kana kana içti. "Daha iyi," diye inledi Rom. Gülümsedi. Su çok iyi gelmişti. Su hayatın özüydü. Ölümden gelen birisine daha büyük bir tedavi yoktu. Biraz daha gülümsedi. Elini kemerindeki küçük bir keseye uzattı ve küçük yeşil bir hayat kristali çıkardı. Emir ile büyüyü tetikledi. Kristal parçalandı ve haykıran kalıntılar büyülü bir ışıltıyla Romulion'un içine akıp özüne karıştı. Gölgeörücü derin bir nefes çekip ayağa kalktı. Bu çok daha iyiydi. Hala yorgun ve yaralı görünüyordu ama şimdi Talix onun daha iyi olduğunu biliyordu ve rahatlamıştı. Şu halinden daha kötü durumlarda Rom'un kavgalarda hala çok iyi işler çıkardığına defalarca şahit olmuştu. Rom'un hamurunda inatçı bir dayanıklılık vardı. Nitekim Rom hemen bir büyüye başladı. Onu bir diğeri izledi. İlki bir görüş yansıması oluşturan gözlem büyüsüydü. Ve gölgeörücü gördükleri üzerine başını biraz daha rahatlamış biçimde sallayarak hafifçe gülümsedi. İkinci büyü bu esnada süratle kendini tamamlamıştı ve sessizce patlayıp süratle yok olan siyah-mor dumanların içinden Romulion'un evcili çıkmıştı. Sukubus melezi bir ifrit olan Disana'ydı gelen. Disana hemen Rom'un yanına gelip onun koluna destek olarak girmişti. "Bir süre dinlenmeliyim," diyerek ortaya konuştu hala yaralı olan adam. Elini kemerindeki bir diğer keseye uzattı. Kristalden yapılmış ve avuç içine sığan, yüzeyleri astronomik sembollerle işlenmiş, küp şeklindeki büyülü ulaşım cihazını dışarı çıkardı, etkinleştirdi. Havada süzülen bir kapı oluştu. Açık kapının diğer tarafında Romulion'un cep boyuttaki çalışma odası görülüyordu. Disana ve Rom içeri yürüdü. Büyülü kapı onlar geçtikten sonra arkalarından kapandı ve gözden kayboldu. Bu esnada dışarıdaki savaşta kıyamet hafiflemişti. Ölüler çok ağır bir darbe almıştı ve liçler de dağılmış ya da ortadan kaldırılmıştı. Korven ordusu bütün cephelerde ciddi kayıplar ile birlikte dağılmış, bozguna uğramıştı. Savaş yer yer bazı bölgelerde küçük çatışmalar halinde sürse de şu anda yaşanan sadece kuşatma makinelerinin yok edilmesi ve çevredeki dağınık namevt kuvvetlerinin temizlenmesiydi. Bu hala ciddi bir işti. Kuşatma makinelerinin yanında kalmış bazı mühendisler intihar saldırılarıyla geniş alanları hastalık ve zehire, ateşe buluyordu ama asıl zaman alan ölülerin ordusuydu. İskeletler ve zombiler bazı noktalarda iskelet yüzbaşıların ve iskelet büyücülerin çevresinde guruplanıp organize karşılıklarla bela olabiliyordu. Althar ve Akıncıları sonuna kadar Savunuculara yardım ettiler. Aygazabı'nın savaşa geri dönüşüyle Rom'un iyi olduğu haberini alan Jeena, Althar'ın izin vermesine rağmen arkadaşlarını yalnız bırakmadı ve işler iyice düzene girene kadar sahada onlarla beraber dövüştü. Sonunda üç saat geçince ortalık iyice toparlanıp çok az iş kaldığında, Althar Akıncılarını sahadan geri çekti ve dinlenmeleri için emir verdi. Savunucular da aynını yaptılar ve yedek kuvvetler yerlerini aldı, kalan temizlik devam etti. Savaş daha bitmekten uzaktı ve casusluk ile sabotaj seferlerini durmadan sürdüren gececilerden gelen bilgiler, sonraki saldırının bundan bile daha büyük olacağını işaret ediyordu. Elde fırsat varken herkes olabildiğince dinlenmeli ve hazırlanmalıydı. Jeena'nın istirahat emri aldıktan sonra yaptığı ilk iş hemen çantasındaki ulaşım aygıtını çalıştırıp Rom'un çalışma odasına bir kapı açmak oldu. ***** Romulion burada geçirdiği üç saate karşılık gelen on beş gün içinde iyileşmiş ve kötüleşmişti. Bedeni iyileşip kendini toparlarken Kan Ejderi'nin Laneti de üzerine çökmüştü. Aldığı yaraların hepsinin ruhunda da bir karşılığı vardı. Geçmişin yeniden açılıp kanamaya başlayan yaraları da buna eklendiğinde Morag'ın anlaşması dişlerini zevkle geçirmişti Romulion'un ruhuna. Yalnızlık ve karanlık acı hatıralarla beraber çökmüştü gölgeörücünün üzerine. Rom tek kaçışı ve sığınağı eski bir dostta bulmuştu. Tabii onun da ne derece dost ve sığınak olduğu çok tartışmalıydı. Ama canı cehennemeydi... *********** Odaya giren dişi savaşçı, yatağın üzerinde elindeki koca şişeyi kafasına dikmiş adamı gördüğünde, bunun ne olduğunu çok iyi biliyordu. Bu konuda daha önce pek çok kez konuşmuş ve ateşli kavgalar vermiştiler. Kadın artık yorulmuştu. Kadın artık sabrının sonundaydı. Kadın için yolun sonu burasıydı belki de. Cehennem gibi bir kavgadan çıkmış gelmiştiler ve şimdi bunun sonunda bulduğu şey hiç hoşuna gitmeyen, nefret ettiği bir manzaraydı. Bunu çok gerilerde bırakmış olmaları gerekiyordu ama işte tam karşısındaydı. Yine aynı yere geri dönmüştüler. "Çilekeş Romulion," diye seslendi Jeena'nın hayalkırıklığına uğramış ve kızgın sesi. Rom dalgınca kapanmış gözlerini açtı, kendi kendine küçük şarkılar mırıldanan sarhoşluğunu biraz araladı. "Bak bak, kimler var burada... Gel Jeena. Yeşimkılıçlı Aşkım. Biz de tam sevgili Disana ile geçmiş günlerden konuşup dertleşiyorduk," diye hafif sarhoş, gülümseyen bir sesle konuştu Rom. Sesinde hüzün ve batıklık vardı. Rom'un zebani evcili olan çekici sukubus Disana, kolunun altına girmiş, başı Rom'un göğsüne yaslanmış uyukluyor gibi görünüyordu. "Onu bıraktığını sanıyordum Rom. Bunu aştığını sanıyordum,"diyerek Rom'un elindeki çok güçlü ve mistik özellikleri olan kara şöhretli içkiyi işaret etti Jeena. Kanlı Aşk olarak bilinen içki, içeni efsunlu rüyalar alemi ile gerçeklik arasında tehlikeli bir yolculuğa çıkarması ile ünlüydü. Bağımlılık yapıcı ve ruhu tüketici doğası nedeniyle bu içki, İldar'ın pek çok yerinde çok yasaktı. Sarhoşluk çizgisi ile bağımlılık çizgisini tutturmak herkesin harcı değildi. Bu yolun sonu bazen kişinin kendini kaybedip bir yaşayanölüye dönüşmesine kadar giderdi. Efsunlu karanlık yan ile yaşayan yan kaynaşıp bir olduğunda, kişi yaşam ile beslenen lanetli bir varlığa; bir "yansıkişiye" dönüşürdü. Büyücüler ve büyü kullanıcıları zaman zaman güçlerini arttırmak ve yeni sınırlara erişmek için bütün risklerine rağmen bunu kullanırdı... Ya da sadece derin bir sarhoşluğa dalıp bir süre kaybolmak için... "Bu acı, Jeena. Bu, benim. En saf halimle bu benim. Acı... Bunu aşmak beni aşar," diyerek zayıf ve sarhoş, güçsüz bir kahkaha ile güldü Romulion. "Yeter Rom. Bırak artık. Kurtar kendini bundan. Bu gerçek değil. Seni kandırıyor sadece. Olmayan bir acıya kendini köle ediyorsun, kendini yok ediyorsun yok yere..." diye boş yere olduğunu bilerek konuştu amazon. "Yok yere mi dedin?" diyerek güldü Rom."Yok yere öyle mi? Yaşadığım şey bana oldukça gerçek geliyor Jeena. Yıllardır içimde taşıdığım bu acı oldukça gerçek. Her nefeste kaç farklı kavga verdiğimi biliyor musun? Gülümseyebilmek için içimde kaç iblisi zincire vurduğumu biliyor musun? Sana dokunabilmek için her an kaç canavarla boğuştuğumu biliyor musun?" "Yeter Rom. Yeter," diye zayıfça konuştu Jeena. Çaresizliği hissediyordu. Acı duyuyordu. Rom'u seviyordu ama bunu sevmiyordu. "Acıyı arkamda bırakmayı çok denedim Yeşil Prenses. Ama ben acının ta kendisi olmuşum. Acı içimdeki tek gerçek ve benim benden büyük bir parçam. Artık o ve ben biriz. Bazı yaralar hiç kapanmıyor Jeena. Yıllar geçtikçe bizimle beraber büyüyor. Acısı ve kanayan tazeliği hiç tükenmiyor. Bunlar kimliğimizin bir parçası haline geliyor. Ben buyum. Değişemem Yeşimkılıçlı. İstesem de değişemem. İstemem de. Ben... Bana... Hem... Hem sana ne demeli Prenses? Ben kendimi acıya mahkum ettim belki. Evet. Doğru. Ya sen? Sen de kendini kaçışa mahkum etmedin mi? Her nefesinde arkana bakmadan kaçmıyor musun? Sürekli kendine kaçmadığını ispatlamaya çalışırken aslında durmaksızın, olanca gücünle kaçmıyor musun?" "Bunu istemiyorum artık Romulion. Bununla daha fazla başa çıkamam," diye kararlılıkla konuştu amazon. Artık daha fazla yürümeyeceğini biliyordu, bunu hissediyordu. Bu istediği şey değildi. Rom onun doğrusu değildi. Ne yazık ki bunu artık kabul etmek zorundaydı. Rom derin bir nefesle bezgin ve mutsuzca inledi. "Tekrar..." diyerek bir koca yudum içki daha dikti kafaya koca şişeden. "Herşey yine aynı noktaya geri dönüyor. Hayatımın s...ilmiş hikayesi... Tekrar ve tekrar ve tekrar ve tekrar... Çok sıkıcı." Jeena suskunca dikildi ve gözlerini onun gözlerinden almadan gölgeörücünün karşısında durdu. Veda eder gibiydi. Sessiz bir veda... Rom bunu görebiliyordu. Jeena orada dururken ondan uzaklaşıyordu ve hatta gitmişti bile. Yine de ayağa kalkıp ulaşmaya, tutmaya çalışmaktan, denemekten kendini alamadı. "Jeena , neden birbirimizi olduğumuz gibi kabul etmiyoruz. Seni seviyorum. Deniyorum. Elimden geleni samimiyetle yapıyorum. Senin için yapıyorum. Bu yetmiyor mu? Kusurlarımızı görmek yerine neden iyi yanlarımızı parlatıp barış yapmıyoruz? Sadece hayat var Jeena, hepimizin kendi eşsiz ve görkemli biricik hayatı var. Zor, biliyorum. Ama birbirini kucaklayarak daha kolay olmuyor mu? Sevgi yetmiyor mu? Yetmeli. Kusursuz diye bir şey yok. Elimizdekinin kıymetini -olduğu kadarıyla- bilsek olmuyor mu?" "Bu şekilde yaşayamam, Rom. Sen kendini bu şekilde mahfederken buna çaresizce seyirci kalarak seninle olamam. Üzgünüm," diye açıkça konuştu güzel amazon. Yeşil gözleri nemliydi. Sesi aşırı kontrollü haliyle duygularının fırtınasını açığa vuruyordu. Jeena daha fazla durmadı. Arkasını dönüp uzaklaşırken Rom kendisinin bile duymakta zorlandığı bir fısıltıyla kendine konuştu. "Seninle yaşayamam demek istedin yani... Öyle olsun," diye iç çekti. Acımıştı içi. "Acı ve yalnızlık eski ve çok gerçek yoldaşlar. Kadim dostlar bunlar. Değerlerini daha iyi bilmeliydim," diyerek bir koca uyudum dizisiyle şişeyi kafasına dikti Rom. "Barışalım eski doslar. Karanlık, acı, yalnızlık ve gözyaşı. Hoş geldiniz. Bakın işte yine beraberiz." *** Althar, Jeena çıktıktan kısa bir süre sonra içeri girdiğinde Rom aslında pek şaşırmamıştı. Althar bu gemide olan herşeyi bilirdi. Hem de bu kadar çabuk. Bir ara bunu nasıl yaptığını ona sormayı kendine not aldı Rom. Ama şimdi değil. Şimdi hiç mi hiç havasında değildi. "Althar!!! Naber len seni açgözlü çılgın cüce? " diye gülerek, sarhoş kahkahalarla karşıladı Rom. Gözleri nemli ve sesi yorgundu. Disana hala göğsünde uyukluyordu. "O rüyaların gerçek olmadığını biliyorsun değil mi Çilekeş? Onlar sadece koca birer yalan," diyerek içkinin çok güçlü olan uyuşturucu, yalan mutluluk efsununa işaret etti cüce. Kanlı Aşk hem mutluluk hem acı vererek eşsiz bir karışımla ruhlara pençesini geçiren bir efsundu. Hem unutturup hem hatırlatarak korkunç bir hüküm kuruyordu kişinin üzerinde. "Elbette. Yalan olduğunun çok farkındayım sakallı dostum. Gerçek olan tek bir şey var Althar. Ne olduğunu bilmek ister misin? Ahh, ama bunu sana söylememe gerek yok. Sen zaten biliyorsun değil mi?" diyerek şişeyi Althar'a uzattı Rom. "Sadece doğru cevabı hala bildiğinden emin olmak istedim seni kıç kafalı gölgeörücü..." diyerek dostça söylendi Althar. Rom'un uzattığı şişeyi tereddüt etmeden aldı ve homurdanıp söverek Rom'un yanına oturdu paladin. Koca bir yudumla şişeyi kafasına dikti. Uzun bir yolu savaş alanlarında yürümüş paladinin hayatının kolay ve sorunsuz olduğunu kimse iddia edemezdi. "...Acı... Sadece acı. Tek bir gerçek var dostum. Onun adı acı. Başka herşey yalan. Herşey yalan..." diye dalgınca, derinlerden seslenerek konuştu gölgeörücü Çilekeş Romulion. Beraber içmeye başladılar. Koca şişeyi karşılıklı yudumlarla dibine kadar içerken efkarlı iki dost sessizliği paylaşıp geçmişlerinin muhsebesine tekrar ve tekrar battılar. Kayboldular. Acıda ve kederde boğuldular. Hem herşeyi, her yüzü ve her duyguyu tekrar tekrar şiddetle hatırladılar ve hem de unutup bir süre için çok mutlu oldular. Althar sızdığı köşeden saatler sonra uyuklayan gözlerle kalkarken arkasına döndü ve sordu. "İyi olacak mısın Rom?" "Hayır. Bir süre için hiç iyi olmayacağım Ateşsaçlı dostum. Onu özleyeceğimi biliyorum. Çok hem de. Sonra bir süre geçince biraz daha iyi olacağım. Ama bir süre hiç iyi olmayacağım," diyerek gülümsedi Rom. Gözünde iki damla kurumuş yaş vardı. Şişeye uzandı ve kafasına dikti. S..tiğimin şişesi bomboştu. Tek bir damla bile kalmamıştı. Rom koca bir küfür etti. "Hepsini bitirmişsin s...k kafalı cüce!" diye küfürlerle sitem etti. Althar güldü. Hain bir gülümsemeyle konuşurken dayılandı dostuna. "Bir an evvel ayıl ve savaşa hazırlan. Önümüzde zorlu bir gün var." Rom sadece küfürlerle karşılık verdi. ********* Althar kapının dışına çıkıp koridorda yürürken aklında düşünceler resmi geçidi vardı. Yıllar yıllar önce, Acıgetiren Romulion ismiyle bilinen karanlık bir paralı asker yüzbaşısı ile karşılaşmıştı. Bir cadı tiranın zindanında hapsedilmiş işkence gören Romulion'u orada bırakması işten değildi. Romulion'un şöhreti hiç de parlak değildi. Ama orada Rom bir engeli kırmıştı. Fedakarlık. Bir 'hiç' için; Sadece ve sadece diğerleri için fedakarlık. Ölümün, acının, nefretin ve intikamın ötesinde Rom'un içinde parlayan şeyi görmüştü Althar. Sevgi vardı orada. Karşılıksız sevgi. Althar daha genç bir savaşçıyken o iki kelimenin anlamını öğrendiğinde, savaş alanında bir paladin olmuştu; hem de ne paladin, tanrı Durathar'ın bu çağdaki en sıradışı ermişiydi Althar. Althar o tezahür anından sonra Romulion'u orada bırakamazdı ve bırakmamıştı. O günden sonra Romulion Althar'ın Akıncıları'ndan biri olmuştu. Althar yürürken burnunu çekti ve nemli gözlerindeki yaşları tuttu. Yaşlanıyordu. Sulugözlü bir ihtiyara dönüşüyordu. Cehennem ateşleriyle kavrulup yanan, kirli bir hayatın içinde yoğrulmuş ve gözyaşları ile yıkanıp bütün o kan ve kirden arınmış nice gölgeli dostunu beraberce andı savaşçı ermiş. Ruhlarına içten; ateş gibi yanan, tertemiz saf bir dua okudu. "İyi ki vardınız, iyi ki varsınız. Hep olacaksınız. Taaaaa burda..." diye kalbine sertçe, kuvvetle vurarak konuştu cüce. Yüzü güçlü duygularla sertleşti ve düşmanlarına karardı. Hatıralar içinde kükreyen kudurmuş bir deniz gibi coşarken savaş salonuna doğru hışımla yürüdü Althar. ********* Büyük Şef Rorklutch ve Albay Duumkla alçıdan dökülmüş ve bütün kıvrımları mükemmel bir ölçekle yerine oturmuş, kabartma bir Altıngöl haritası gibi görünen, büyülü savaş salonu zemininin üzerinde dikilmiş konuşuyordular. Birliklerini topladıkları yerleri ve gelecek günlerdeki hareket rotalarını kararlaştırıp sayıları ayarlıyorlardı. İkisi de savaşın gidişinden hiç mi hiç memnun değillerdi çünkü kayıpları çok yüksek rakamlara çıkıyordu. Yüz elli bine yakın kayıpları vardı ve bu rakam Rorklutch için kabul edilebilirin çok ötesindeydi. Hele ki daha ortada bir zafer yokken. Elbette bu bir yıpranma savaşına dönüşmüştü ve bu noktadan sonra kazanacaktılar. Ama ne pahasına? Aptalca acelecilik ve eksik bilgiyle tam hazır olmadan yola çıkmanın bedelini ödüyordular. Altıngöl çok pahalıya mal olacaktı. Bu sefer bir felakete dönüşüyordu. İkisi de saldırı planıyla ilgili konuşurken söylemeden aslında bunu konuşuyordular satır aralarında. İşte bu konuşmalar olurken içeri bir hışımla girdi Rahip Leşkesen! Gelişi çok aceleli ve çok öfkeliydi. Tek gözü tehlikeli biçimde kısılmış ve yüzü öfkeyle çarpılmıştı. Diğer gözü soğuk ak bir alevle yanıyordu. Varlığının kokusu ve güç etkisi eziciydi. O yaklaştıkça Duumkla elinde olmadan Rorklutch'dan usulca uzaklaştı ve kenara çekildi. Bu salondan hemen kaybolabilse ne iyi olurdu... Leşkesen korkutucu yürüyüşünün sonunda tam Büyük Şefin önünde durdu. Pis kokusu ve öfkesi adeta Rorklutch'a hücum ediyordu. Fareadamların Şefinin tüyleri ürperdi. Elinde olmadan bir adım geri çıktı. Leşkesen'in sesi soğuk ve hiddetli bir tonda, karanlık ezgilerle konuştu. "Neden saldırmıyorsun? Birliklerini neden geri çektin?!" diye Şefin yüzüne tipiler estirerek, leş nefesiyle tükürerek konuştu Rahip. Rorklutch korkuyor olabilirdi ama o hala bir seçilmişçene idi ve içindeki dikbaşlı yanı öne çıktı. "Senin sabırsızlığın yüzünden hazır olmadan harekete geçtik ve sonucu gördük! Bu defa birliklerin hazır olmasını bekleyeceğim!" diye hiddetle konuştu Rorklutch. Leşkesen bir an durdu ve seçilmişçeneye ilgiyle baktı. Sonra hışımla öne çıktı ve eliyle kendisinin beş altı katı olan şefi boğazından yakaladı. Soğuk ve acı dalgaları Rorklutch'ı sararken şef inleyip acı ile kükredi, ciyakladı, kırılıp yarıldı, boş yere çırpınmaya çalıştı ama o derece güçlü ve çaresizleştirici bir pençe ile yakalanmıştı ki sadece çaresizce uzun uzun acı çekti. Duumkla bir adım öne çıkıp sadakat göstermek, Rahibe saldırmak istedi ama sonra bunu düşündüğü için kendine küfredip başını çaresizce öne eğdi. Dişini sıkmaya devam etti. Nefretle dişini sıktı. "Ben... Ne diyorsam... Onu yapacaksın!!! Ve ben sana, 'saldır' diyorum!!!" diyerek kükredi ses. Rorklutch acıdan bilincinin kaybetmenin eşğindeydi. Aklına hücum eden korkunç görüntü ve sesler, çektiği acı ve vaad edilen acının sözleri seçilmişçeneyi kuşatıp ezmişti. Rahip kavrayışını bıraktığında büyük şefin ayakta durmaya gücü yoktu. Gözlerinden ve kulaklarından, burnundan kan geliyordu. Vücudu istemsizce kasılıp duruyor ve nefes almakta zorluk çekiyordu. Boğazı kötü biçimde ezilmiş ve rahibin pençesinden derin yarıklar kazanmıştı. Leşkesen arkasını dönmüş ve yürüyüp uzaklaşmıştı. Kapıdan çıkmadan önce durup geriye dönmeden son sözlerini tükürür gibi söylüyordu. "Savaş makineleri karaya çıkar çıkmaz Derindere'ye saldırı başlayacak. Ölümün ordusu merkezi alacak ve sen kanatlardan saldıracaksın. Sıradaki hatanda öleceksin Rorklutch. Artık hata yapmasan iyi olur." Rahibin varlığının soğuk ve karanlık, leş kokan izleri havadan silinene kadar kendini toparlamaya çalıştı Rorklutch. Duumkla saygılı bir mesafeden sadece emredildiğinde yardım ederek gururu parçalanmış, öfkeden kuduran efendisiyle mesafesini korudu. Nefesi düzelip konuşabilecek kadar kendini toparladığında işaret ederek Albayını çağırdı Büyük Şef. Duumkla eğildi ve bitkin, yaralı, öfkeden kudurmuş Büyük Şefinin sözlerini bekledi. Duyduğu sözleri daha önce bir kez konuşmaya cesaret etmiştiler ama nasıl yapacakları hakkında hiçbir fikirleri yoktu. "Kurtulmamız gerek bundan Duumkla. Bu anasını yatırdığımın iblisinin dölü Yeşilçukurlar aşiretlerinin sonu olacak," diye konuştu Rorklutch. Duumkla başını onayla salladı. Aklına şimdi bir fikir geliyordu. Bu savaşı yakından izlemişti ve liç hakkında edindiği bilgileri de düşündüğünde aklında bir şeyler şekilleniyordu. Düşüncelerini sessizce fısıldayarak kısaca anlattı Albay. Bu ellerindekinin en iyisiydi. Aslında bu ellerindeki yegane şeydi. Ona sarılmaktan başka seçenekleri yoktu. Rorklutch sadece başını salladı ve güçlükle yaralı boğazından çıkan kin dolu sesiyle, hırlayarak kısaca emretti. "Yap." ***** Aslında duruma pek bir fayda sağlamamış olan ilk toplantılarının üzerinden çok kısa bir süre sonra Althar ve Sözcüler hemen ikinci bir toplantıya acilen çağırılmıştı. Bu defaki toplantı Derindere savaş salonunda yapılıyordu. Bu toplantıda Sözcülerden başka sadece Althar vardı ve çok gizli bir görüşme söz konusuydu. Althar havadaki büyüleri koklayabiliyordu. Koruma ve saklama, karıştırma büyüleri çok yoğundu ve delinemezliğe yakın sıklıkta örülüydü. Daha ilk sözlerin ardından herkes bu kadar korumanın nedenini anlayabiliyordu. Ortada çok garip, çok alışılmadık, çok inanılmaz şeyler dönüyordu. Burada üç fareadam vardı ve bunlar elçiydi. Bir ittifak anlaşması sunmak için gizlice taa Derindere şehrinin içine kadar girmiş ve görüşme talep etmiştiler. İçeri nasıl gizlice girdikleri ayrıca bir sorgulama konusu olurken asıl geliş amaçları ortalığı karıştırmıştı. Bu gurubun sözcüsü gibi öne çıkan Mühendis büyücü, yüksek gizlilik ve acil görüşme talep etmişti. Üç korven birbirinden çok farklıydı. Bir mühendis büyücü, bir seçilmişçene ve bir gece avcısı vardı burada. Eski püskü görünüşlü yırtık pırtık bol giysiler giyiyordu Mühendis büyücü. Adı Levye idi. Sırtındaki çift askılı kocaman silah çantası, elindeki rissli silah asası ve boynundaki madalyonlar koleksiyonundan başka kokusu ve üzerindeki ateşli silahlar koleksiyonuyla da göze çarpıyordu. Hayır, bu silahların hiçbirini teslim etmemişti ama boynuna bir ölüm tasması takılmasına izin vermişti. Bu düşmanca hareketlerini engelleyip takanı tek bir emirle öldürebilecek bir tasmaydı ve seçkin gececilerden adambaşı üç muhafız da onların nefes alışını bile izliyordu. Seçilmişçene olan Hrar, üzerinde ağır zırhı ve ellerinde kalkanlı yumruk silahları olan pençevenler ile dikkat çekiyordu. Üç metrelik koca bir kıyım silahı olan yaratık adını sürekli ve sadece hrar diye hırlamasından alıyordu. Bu hrar sesi hem onay, hem küfür, hem şikayet, hem soru ve daha bir dolu anlama geliyordu... Hrar dehşetli pek çok yara izine sahipti ve yüzü de bu yaralardan payını almıştı. Gözleri en korkutucu yanıydı. Şiddete açlığı ve şiddeti şiddetle uygulamaya kabiliyeti gözlerinde ateş gibi yanarak kendini gösteriyordu. Gece avcısı ise Törpü adıyla tanıtılmıştı. Simsiyah ve büyülü olduğu anlaşılan giysilere bürünmüştü. Üzerinde bir dolu küçük ve nahoş silah göze görünüyordu ama göze görünmeyenlerin yanında bunlar bir hiçti. Uzun kamalar ve sessiz arbaletler yanında bombalar ve büyülü silah kristallerine sahip bir katil, bir suikastçiydi Törpü. Çok işinibilir, çok sakınılası bir hava yayıyordu korven. Konuşan Levye idi. Diğerleri sadece sessizce ona eşlik ediyor ve yeryer onay nidaları ve baş sallamalarla ona eşlik ediyordular. Levye bu belayı başlarına nasıl sardıklarından, kemm ve ork savaşlarında yaratılmış mührü kırmalarından söz etti. Saklamadan şeflerinin nasıl rahip Leşkesen ile tuzağa düştüğünü ve liçin pençesinde nasıl esir olduklarını, durumdan hiç memnun olmadıklarını ama ellerinden bir şey gelmediğini anlattı. Fareadam açık, net ve dolandırmadan konuşuyordu. "Daha önce de dört kez anlattığım gibi yine kısa ve öz biçimde anlatacağım. Savaşın gidişi ortada... Yüz bin hatta iki yüz bin korven bile öldürseniz sonuç değişmeyecek. Üç yüz bin korven öldürseniz de sonuç değişmeyecek. Çünkü hala korven olacak orada. Hem, bütün şehirlerinizi ele geçirmek için Rorklutch'ın bütün ordularının ölmesi gerekse bile bu olacak, kayıplar dikkate alınmayacak... Sadece sonuç, sadece sonuç dikkate alınacak," diyerek üzerine yapılmış gerçeklik ve yalanı hissetme büyülerinden hiç rahatsızlık duymayarak anlatmaya devam etti mühendis büyücü Levye. "Kaybediyorsunuz. Biz de kaybediyoruz. İki taraf için de bu kazananı olmayan bir kavga. Kazanan üçüncü taraf olacak. Biz bunu istemiyoruz. Siz de bunu istemiyorsunuz. Bizim istediğimiz şey, bizi bu liç belasından kurtarmanız. Biz denedik. Başaramadık. Oradaydım. Üzerine çullandık ve bizi yokmuşuz gibi silkeleyip üzerinden attı. Çok kayıp verdik ve üstelik o tek başınaydı. Ne liçlerini ne de jareslerini çağırmıştı. O lanet melez dev bile yanında yoktu. Bize güldü, bizi cezalandırdı. O saldırıdan hayatta kalanlar ya ihtiyaç duydukları ya da ibret olsun diye yaşamasına izin verdikleriydi. Biz üçümüz oradaydık..." "Büyük Şef Rorklutch sizin yaptıklarınızı izledi. Sizi gördü. Bu durumun nahoşluğu karşısında yegane çıkış yolu olarak, güç birliği yapmamızı gördüğünü söyledi. Sizin elinizdeki güçlerin onun jareslerine ve liçlerine yaptıklarını gördü. Bunu sonsuza dek yapıp bu orduları durduramazsınız, ama doğru yere indireceğiniz tek bir darbe ile bütün o namevt ordular ve liçler ile savaşmadan bu savaşı kapınızdan sürüp atabilirsiniz." "Elbette teklif ettiğimiz bu birlik, bu ittifak, gizli tutulacak ve herşey bittiğinde hiç olmamış gibi olacak. Ama Liç belası başımızdan atılana kadar sizler ve biz kardeş olacağız. Evet, teklifimiz bu. Ne diyorsunuz?" diye gülümseyerek ve heyecanla, merakla sordu korven büyücü. Sözcülerin hepsi önce bu korven ile ilk konuşan olan Neekor'a baktı sonra Neekor sorulmamış sorulara cevap olarak başını çevirdi ve Althar'a sordu. Neekor eskiden bir akıncısı olduğu bu çılgın cüceye gülümseyerek sormuştu. "Ateşsaçlı Althar, ne diyorsun?" Althar bir Neekor'a baktı ve bir de Levye'ye. Yürüdü ve pis kokulu fareadamlara yaklaştı. Büyücünün önünde durdu. "Bu iş tam olarak nasıl olacak?" diye sordu Althar. Althar için durum oldukça basitti. Bunun bir korven oyunu olduğuna inanmıyordu ve her nasılsa kaderin onları çok garip ve gönülsüz bir ittifaka ittiğini hissediyordu. Zaten bu teklifi denemekten başka şansları yoktu. Daha kaç dalga saldırıyı durudurup püskürtebilirdiler? Arka arkaya kaç kez kıyamet büyülerini çağırabilirdiler... Sonunda direnemeyecekleri kadar yorulacak, tükenecek ve korven pençe ve dişlerinin önünde düşecektiler. Ama burada bir şansları vardı. Liç giderse namevt ordu da giderdi ve namevt ordu olmadan sadece korvenler ile dövüşme düşüncesi bile çok sıcak baktığı bir şeydi... Ama, korvenlerin ağır kayıplarını ve tanıdığı kadarıyla Rorklutch'ı düşününce savaşın liç ile biteceği üzerine bahse bile girerdi... "Liçin ininde bir şansımız var Althar Paladin. Nauzor Rushnill(Kan Tabyası) denen o koca piramit şehirde liçin filakterisi var. Kendisi de her zaman orada. Sadece bir kez dışarı çıktığını biliyoruz ve hepsi o. Ayrıca jaresleri, liçleri ve melez dev de orada. Piramit tabyanın çevresi ölüm ordularıyla çevrili. İçerde sadık ve seçkin kemm taburları var." "Buraya doğrudan saldırı önermiyorsunuz heralde," diye çatık kaşlarla sordu Althar. Uzatma da asıl konuya gel demek istiyordu. Bu korvenlerin bir süredir fırsatını kolladıkları bir planları vardı zaten, bunu görebiliyordu. "Gizli bir girişin bilgisine ve içeride yön bilgisine sahibiz. Eğer yeterince hızlı hareket edebilirsek kısa sürede daha ne olduğunu anlamadan Liç ile yüzleşebiliriz. Biz üçümüz ve senin seçkin adamların hızlı ve sert vuracağız. Liçi öldürüp filakterisini yok edeceğiz. Kuşatma kaldırılacak. Fareadamlar Yeşilçukurlara geri çekilecek. İttifakımız unutulacak. Yeniden eskisi gibi düşman olacağız,"diyerek anlattı Levye. "Oldukça düz ve standart bir plan gibi görünüyor. Karmaşıklık yok, şüphe yok, ince ayarlamalar ve hayati dakik düzenlemelere gerek yok. İçeri dal, öldür ve çık. Bence çok güzel ve uygulanabilir bir plan," diye konuştu Althar. Sözcülere döndü ve başını onaylayan bir nida ile salladı. Sözcüler bu kadar hızlı bir biçimde Althar'ın onaylamasına şaşırırken Neekor bilmişçe gülümsüyordu sadece. Althar gibi o da durumun umutsuzluğunun ve korvenlerin bu noktada oyun oynamaya ihtiyaç duymayacağının farkındaydı. Hem şimdi garipliklerin hepsi bu hikaye ile yerli yerine oturuyordu. Liç hem kilit hem de anahtardı. Busenger başının kendini kontrol edemeyen, inanmayan bir eda ile gülümsüyor ve başını iki yana belli belirsiz sallıyordu. Bu olanları zavallıca bir girişim olarak gördüğünü belli ediyordu. Busenger hala kendini bu işten sıyırabileceğini düşünüyordu ve durumun ciddiyetine rağmen elindekilere fazlasıyla güveniyordu. Diğer sözcüler onun halk üzerindeki gücüne ve kontrol yeteneğine iğrenerek saygı duysa da askeri yönden bu adamın tam bir moron olduğu ortadaydı. Uğultuluşehir saflarındaki bir avuç fedakar ve cefakar subay olmasa şehrin ordu ve donanması bu adamın ellerinde heba olurdu. Althar sadece gözlerini kısıp delici bir bakışı uzun uzun sözcünün gözlerine kilitleyerek cevap verdi. Gözlerin çarpışmasında Busenger direnmeye kalktı ama sonunda elinde olmadan kaybetti ve gözlerini kaçırmak zorunda kaldı. Cücenin iradesi çelikten daha kararlıydı. Althar homurdanarak başını çevirirken Busenger memnuniyetsiz bir ifadeyle kendine sessizce sövmekle meşguldü. Kaybetmeyi sevmezdi Sözcü. Az sonra bu iradalerin beklenmedik karşılaşması çok geride kalmıştı ve yola çıkış planları yapılıyordu. Nelerin gerekeceği ve nasıl olacağı konusunda epey bilgi vermişti üç korven. Hrar bile konuşmuştu ve bir kaç kelime ile ağzını açmıştı. Bunu nadiren yapardı seçilmişçene. "Hrar! Ejderha bağlı. Kesmeli... Hrar!" "Elbette," demişti Althar dev fareadama, teskin edici babacan bir ses tonu ve ifadeyle. "Keseceğiz evlat, merak etme..." Bir saat kadar sonra planın ayrıntıları konuşulup kararlaştırılıyor ve son düzenlemeler yapılıyordu. Son kararlar ilgili yerlere bildiriliyor ve süratle hazırlıklara başlamak için emirler sağa sola fısıldanıyordu. "Sayıca yirmi beş kişi kadar olmalıyız. Daha fazlası hem fark edilmemizi hızlandırır hem de fark edildiğimizde alacağımız tepkiyi şiddetlendirir. Bu sayı ilk görüşte bizi hem cüretli biçimde kalabalık hem de zavallı biçimde zayıf gösterecek bir rakam," diyerek yılların tecrübesiyle konuştu Althar. Sayısız kavgada komutanlık yapmış cüce paladin bu konuda kendinden son derece emindi çünkü liçler ile daha önce de karşılaşmıştı ve nasıl düşündüklerine dair berrak hatıralara sahipti. "Efendiniz sizi bizimle oraya gitmek için gönderdiğine göre sizin yeteneklerinize oldukça güveniyor demektir, ya da belki de sizi çok harcanabilir görmüş de olabilir? Belki de her ikisi birden?" diyerek sordu Althar. Sadece üç fareadam göndermişti Rorklutch. Elbette saflarında bu olayda güvenebileceği ve işe yarar adam bulmakta zorlanmış olması doğaldı; böyle bir ittifak teklifini taşıyacak, ittifakı sindirebilecek ve liçle yüzleşecek kuvvette korvenlerin sayısı çok değildi. Karşısındaki gurubu daha ilk gördüğü andan itibaren zaten keskin gözleriyle, yılların liderlik ve savaş alanı tecrübesiyle tartıyordu ama bir de onlardan duymak istiyordu. Mühendis büyücü Levye'nin ses tonunu ve cevabındaki kelimeleri duydu Althar. "Saygıdeğer cüce Şef, ikisi birden demek çok daha isabetli olacaktır. Bizler Büyük Şefi temsil edeceğiz. Onun gücünü göstereceğiz ama aynı zamanda her bir korven gibi bizler de çok değersiz sefil kullarız. Hayatımızın ne Büyük Şef Rorklutch, ne de Kemirgen Baba Schpidemos'un(korven tanrısı, büyük fare tanrı; kirlilik, kemirgenlik, hastalık, bozulma ve kan, ölüm onun alanları...) gözünde hamamböceği kadar kıymeti yok," derken bir seçilmişçene olan Hrar öfkeyle hırladı mühendise. "Bazılarımızın hamamböceği kadar değeri olabilir..." diyerek pis bir gülümsemeyle Althar'a sırıttı ve Hrar'a başıyla selam verdi mühendis. Hrar bundan biraz daha memnun kalmış gibi daha az öfkeli bir hrar sesiyle hırlayarak homurdandı. Diğer köşede, pis pis sırıtıp hançerilerini yağlayan sessiz ve ürkütücü bir korven olan Törpü, sadece izlemekle yetiniyordu. Althar göreceğini görmüştü. Duyacağını duymuştu. Notlarını vermişti. Bir korven gurubu için ziyadesiyle iyiydiler. **** Althar dahil hepsi yirmi beş kişiydi. Bunlar çok iyi hazırlanmış ve planı çok iyi ezberlemiş, çok iyi organize olmuş bir topluluk idi. Kısaca bir iki yeni düzenleme yapılmıştı. Althar'ın Mavicadı'dan getirdiği yirmi dört akıncıdan sekizi Derindere'de destek gücü olarak bırakılmıştı ve yerlerine Altıngöl ile Korveni temsil eden sekiz yeni akıncı gelmişti. Süratle yeni gelenler beşerli savaş guruplarına bölünmüş ve süratle akıncıların temel yaklaşım ve taktikleri üzerinde bilgilendirilmişlerdi. Birlikte ne yapacaklarını ve neye nasıl tepki vereceklerini, hangi emrin ne anlama geldiğini kısa sürede yeni gelenler hemen öğrenmişti. Sonuçta bu katılanlar da seçkin büyücü ve savaşçılardı ve gurup içinde bir makinenin parçaları gibi uyum içinde dövüşmenin gücünü hepsi biliyordu. Mühendis Büyücü Levye'nin getirdiği bir diğer haber korvenin saldıracağıydı ve bu defa dinmeyen bir saldırı sonuna dek Derindere'ye vuracaktı; Liç kemm Auruz Vektashi öyle buyurmuştu ve Büyük Şef Rorklutch'ın öyle yapmaktan başka şansı yoktu. Althar küfürler ederek başını anlayışla sallamıştı buna. Zamanları çok azalıyordu. Çok hızlı olmalıydılar. Her geçen an Altıngöl saflarının katliama daha çok yaklaşması demekti. Althar'ın Akıncıları olan bu gurup ilk önce, düşman büyücülerin uzun mesafeli bir nakil büyüsünün büyülü ezgilerini duymaları ihtimaline karşı, Kabukada üzerine geçit ile nakledildiler. Sonra süratle, buradaki Altındiş Çukuru'nun perdeleyici etkisinden faydalanarak, ileriye bir sıçrama gerçekleştirdiler. Bu nokta korven desenleriyle işaretlenmiş kararlaştırılan iniş noktasıydı ve tam Karaboğaz'a tepeden bakan bir uçurumun tepesindeydi. Bu ikinci sıçrama noktasında geçit üstadı olan Cens kenara çekilmişti çünkü sıradaki geçit büyüsünü yapacak olan kişi Levye idi. Bunun nedeni buradan ötedeki iniş noktalarının tam korven bölgesinin derinlerindeki, geçitkıran dikitlerle korunan bir kavşak bölgesi olmasıydı. Cens bile -nereye ineceklerini tam olarak biliyor olsa bile- sayısız geçitsavar dikit ve güçlü tılsımlarla korunan böyle bir yere geçit açamazdı İndikleri yerde yaşadıkları sürpriz karşısında Althar ne diyeceğini bilemeden sadece sessiz kalmıştı. Kırk beş fare binek ve süvarileri basit bir kamp kurmuştu ve onlar geldiğinde kampın büyük bölümü uyuyordu. Bu kamp genç ve tecrübesiz, daha yeni kılıçlarını kuşanmış çocuk yaşta korvenlerden oluşuyordu. Ve Levye'nin süratle bir büyü taşıyıcı kristalden celp ettiği, bir büyük ateş elementalinin ellerinde can verdikleri için bunların hiçbiri yetişkin olamayacaktı. Korvenler daha Althar ve gurubu bir şey söyleyemeden başlayıp biten gerçek dışı bir katliam ile süratle ölmüştü. Böylece farebinekler sorunsuzca artık onlarındı. Bu ayarlama daha üç korven yola çıkmadan yapılmış ve Duumkla tarafından planlanmıştı. "Tanrılar kurban istiyor Althar Paladin," diye söyleyen seste iğrenme tınısı duyduğunu sanmıştı Althar. Sanki bu korven az önce yaptığı şeyden iğrenmiş gibiydi ve Althar buna inansa mı yoksa inanmasa mı karar veremedi. "Tanrılar kurban almalı. Schpidemos onları aldı. Hem, bu gençler anlamayacaktı Paladin Şef, onlar düşman diye eğitildi ve akılsız genç kafaları ittifak gerekliliğini bile anlamayacak kadar dar ve küçüktü. Biz onları böyle istedik ve onlar hep böyle olacak. Sadece savaş ateşine daha çok odun olması için, gencecik fidanlarımızı içi boş kafalarıyla hep savaşa sürüyoruz. Sağ kalıp dönenler daha güçlü ve daha korkunç savaşçılar oluyor. Ölenler ise sadece ölüyor..." diye karanlık, bezgin tonda bir tirad okumuştu Levye. Sonra kendiyle alay eden bir kahkaha patlatmış ve binekleri işaret ederek gülmüştü. "Törpü yolu biliyor. Bu devfare binekler bizi götürecekler. Nauzor Rushnill sınırlarına çok kısa sürede taşınacağız." Gerçekten de fare binekler, sırtlarındaki binicilere itaat etmelerini fısıldayan Törpü'nün ardından sorunsuzca ve süratle geliyordu. Sırtlarında düşmanlarını taşıyan bu binekler inanılmaz yaratıklardı. Yüzme, tırmanma, dalma, hız ve dayanıklılık gibi konularda çok güçlü olan bu fare bineklerin en iyileri özellikle Duumkla tarafından seçilmiş ve bunların sırtlarına tılsımlı eyerler vurulmuştu. Herşey bu planın yürümesine bağlıydı ve Rorklutch ile Duumkla bunun için ellerindeki herşeyi ortaya koyuyordu. *****
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent Ölçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |