Egoistlerin en güzel yanı başkaları hakkında konuşmuyor olmaları. -Lucille S. Harper |
|
||||||||||
|
Toplu taşıma merkezi, kentin tam ortasındadır. Otobüsler oradan kalkar, dönüp dolaşıp oraya gelirler. Kısır bir döngünün başlama ve bitiş noktasıdır burası. Ya da tilki ile kürkçü dükkânı hikâyesinin bir tezahürüydü bu durum. Şehrimizin tek kültür ve sanat merkezide buradadır. Yaz kış telaşı hiç bitmez. Bir hengâme bir koşuşturma. Arabaların izi insanlarınkine karışır. Bir nisan akşamıydı... Hava Serin ve gri. Akşam yavaşça çökmek üzere... Bir tiyatro oyununu seyretmiş geri dönmekteydim. Otobüsün gelmesine daha vardı. Bu gibi durumlarda, vakit geçirmek için yolumu gazete ve kitap satan yerlere düşürürüm. Etrafıma şöyle bir baktım Bu saatte ne bir gazeteci açık ne de yakınımda bir kitapçı var… Bildiğim bir tanesini gözüme kestirip yürümeye başladım. Biraz uzak ama olsun. Otobüs kaçarsa diye geldi aklıma. “Boş ver tekrarı her yarım saatte var nasılsa”. Bu düşünceyle içim rahat. Bildik gazeteciye doğru yola koyuldum. Ormanda yolunu yitirenler hep aynı noktaya başlangıç yerine geri dönerler. Tecrübeli kayıplar aynı yere defalarca dönmemek için çalılara, toprağa, ağaçlara adak bezleri misali emareler bırakırlar. Bende şehrin bu kesimini avucumun içi kadar iyi bilip tanısam da gözüm ile tanıdık yerlere kendi bildiğim işaretler bırakıp yürüdüm. Durakların ışıltısından epey uzaklaşmıştım. Elim ceketimin iç cebine uzandı. Ama cebim boştu. Bilmiyormuşum gibi hayret ettim bir an. Oysa sigarayı bırakmıştım epeydir. Babamın mesleği ile başladığım o illetten kurtulmuştum uzun zaman önce. Ayrılmayı düşünmeyen iki sevgili gibiydik ama ayrıldık zorda olsa. Hoş, sabahları başlayan öksürük nöbetlerini sigaraya bağlayan doktorun tavsiyesi olmasa beraberliğimiz eminim hala sürüyor olacaktı ya neyse. Bu akşam ayda yok. Karanlık her yan. Sokak daha da bir uzadı gözümde. Korktuğumu açıkça belli etmemeye çalışsam da dudaklarımdan aniden çıkan ıslığa engel olamamıştım. İşaretleri kaybolan bir orman gezgini gibiydim sanki. Korktum. Korkularım ıslık çalışımın gölgesinde gizliydi. Korktum. Korktuğum başıma gelmişti: Yerde biri vardı. Evet, hem de tam yolumun üzerinde yerde biri vardı. Yanan tek sokak lambasının cılız aydınlığında yüz üstü yatan biri. Yerde kımıldamadan duran biri… Kafası, oyuncak bir bebeğin hırçın sahibi tarafından zorla çevrilmişçesine. Sağ tarafına dönük. İki kolu vücudunun yanlarında... Ayakları dizlerinden bükülmüş kımıldamadan öylece yatıyor. Bir insan nasıl bu hale gelebilir. Düşündüm. Ne kadar sürdü düşünmem bilmiyorum. Başka şeylerde geldi aklıma: Bir binanın çatı katındayım. Karanlıktan korka korka çıkardım her seferinde. Ama yine de çıkardım. Terasta ışık vardı çünkü. Kırık dökük merdivenleri, örümcek ağlarını, korkularımı peşime takmış terasa çıkmıştım yine. Neden buradaydım? Çocuktum kuşları hele de güvercinleri çok seven bir çocuk. Apartmanımızın çatı katındaki terasa onları seyretmek için çıkardım çokça. Işık bir mazeretti benim için. Asıl güvercinler için çıkardım terasa. İki daire bloğunu birleştiren geniş bir terastı burası. Güvercinler de yan bloktaki yaşlı adamın. Terası kendine mekân güvercinlere yurt bilmişti uzunca bir süredir. Köşelerden birine derme çatma bir kümes kurmuş güvercin yetiştirirdi adam. “Onlarla bende uçuyorum” derdi. Anlamazdım. Çocuk aklım kocaman bir insanın uçabileceği ihtimalini almadı ilk an. “Kuşlar güvercinler insanlar gibi değildirler” derdi. “Bak elimle salıveriyorum. Uçup uçup geri geliyorlar. Kuşlar vefalıdır da ondan”. Oysa ben güvercinlerin onu takip ettiğini… Yere düşen yemlere geldiklerini biliyordum. O’ da benim bunu bildiğimi biliyordu. Yaz, kış demeden. Her gün öğleden sonraları kuş hapishanesinin kapılarını açar onları azad ederdi. Ama onlar kapalı bir dam ve hazır yem varken uçup gitmektense gökyüzünde kısa bir volta atıp avluya geri dönmeyi yeğlerlerdi. Bazen uzunca bir sopanın ucuna tutturduğu bez parçasıyla kuşları yüreklendirmek için terasta turlar atardı. Kendi ördüğü yüksek duvarların kısa mesafelerinden bir anda kurtulur bir güvercin olurdu. Özgürlüğe kanat açardı. Günün birinde tüm güvercinleri öldü. “Hastalık vurdu” dedi. Sesi vurgun yemiş dalgıç tonundaydı. Fırtına öncesindeki deniz sakinliğine büründü bir zaman. Vefalı dostlarının yerine bir şey koyamadı. Mavi gökyüzüne bakıp güvercinlere eşlik ettiği demleri anımsardı. Vücuduna balmumu ile tutturulan kanatlarının güneşte eridiği fikri onu da eritiyordu. Günden güne eriyip acı çekmesine üzülsem de elimden gelen bir ey yoktu. Bende o’ da çaresizdik. Güvercinleri olmadan yaşamak eziyet… Çocuklarını salgında kaybeden bir babanın ruh haldeydi. Boş kümesin önünde ağladığını görürdüm. “Ağlamak arınmaktır” derdi. Beraber ağlardık. Arınırdık. Ağlardık… Yaşlı adam elindeki bez parçalarına kalemle kanatlar çizdi bir gün. Ertesi günü yine bir sonraki gün tekrar kanatlar çizdi. Bezler gittikçe çoğaldı. Her parça bez her türlüsünden güvercin oldu. Renkli bezlerle terasın her tarafını donattı. O rüzgârda uçuşan bezler onunda kanatları haline dönüşmüştü. Güvercinleri o bezlerde can buldu kanat açtı yeniden. Delirdi mi diye hiç düşünmedim. Hangimiz başkalarına göre biraz deli değiliz? Ya da deliliğin tarifi nasıl yapılır. Hem kuş olup uçtuğunu ilk fark eden o değildi ki. “ Uçmak için kimileri kuşlardan medet umar, kimileri rüyasında kendi kanadını kendisi takar derdi”. Oysa o kendi kanatlarını yine kendi var etmişti. Nisandı. Hiç unutmadım. Geceleyin acı bir çığlıkla gelen ambulansın sesi sokağımızı doldurdu. Komşular yolda bir adamın yüz üstü yattığını haber vermişler. Sokak lambasının ışığında elindeki bez parçalarını gördüm. Pencerenin ardındaydım. Hemen anladım yaşlı adam olduğunu. Sokağın her yanı kanat doldu. Adamın güvercinleri kapladı sokağı. Baştan sona. “ Kuşlar insanlar gibi vefasız değildirler” deyişi geldi aklımın köşesine çöreklendi. Kuşlarla uçtuğunu söylediği günü anımsadım. Ağzımdan burnumdan gözümden kanatlar fışkırdı. Odamı ak kanatlar doldurdu. Odam güvercin doldu taştı. “Sarhoştu ondan düştü” dedi komşular. O hiç içki kokmazdı ben biliyorum. İyi ama şimdi bunları anımsamanın sırası mıydı? Yerde tam önümde yüz üstü yatan bir adam vardı ve ben neler düşünüyordum. Dikkatli bakınca adamın ellerindeki bez parçaları ilişti gözüme. Korkum yok oldu. Bir insanın bu hale gelmiş olabilmesine şaşırmışlığımda geride kaldı. Arkamda düzinelerce vefalı göz bıraktığımı bilerek gönül rahatlığı ile durağa doğru yürümeye başladım. Otobüsümün vakti yaklaşmıştı. Nöbetçi gazeteci aramaktan vaz geçtim. Duraklara doğru yürüdüm. Işıkları görünce bir bilgenin çığlıkları yankılandı kulaklarımda: “Işık! Biraz daha ışık!” .
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © eyyüp yıldırmış, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |