Olgular görmezden gelindikleri için var olmaya son vermiyorlar. -Huxley |
|
||||||||||
|
Sınıftaki öğrencilerin kapasiteleri , elbette birbirlerinden çok farklıydı. Bir derste her öğrencinin aynı başarıyı göstermesi beklenemezdi. Yetişme tarzları, aile yapıları, maddi olanakları , zekâ düzeyleri farklı olan öğrencilerin, aynı başarıyı göstermeleri mümkün değildi. Bir derste hepsine aynı konuyu vermek , bana göre boş bir çabaydı ve en büyük hata. Bütün sınıfa aynı numaralı ayakkabıyı giydiremezdim. Her öğrenciye, ayağına uyacak ayakkabı giydirmeliydim. Konular bazıları için çok basit, bazıları için ise, öğrenilmesi mümkün olmayan konulardı. Konuyu zaten çok iyi bilen bir öğrenciyle yapılacak çalışmanın, ne amacı olabilirdi? Ya da; işlenecek konuyu öğrenmeye henüz hazır olmayan bir öğrenciyle boşa çalışmak, zaman kaybetmek değil miydi? Çocuğu bıktırmak, dersten ve okuldan soğutmak değil miydi? O nedenle seviye grupları ile çalışmam gerekiyordu. Özellikle Matematik dersinde en az dört seviye grubu oluyordu. Her grubun işleyeceği konu ayrıydı. Bir derste bütün sınıfı karşıma alıp, aynı konuyu işlemiyordum. Bir derste, birkaç grupla ayrı ayrı çalışıyordum. Bu, benim için elbette çok yorucu oluyordu. Ve de çok iyi bir planlama gerektiriyordu. Ama, çalışmaların sonunda başardığımızı gördüğümde, hem yorgunluğumu unutuyor, hem de çalışma isteğim artıyordu. Aynı zamanda kendime olan saygım da. Kişinin işinde başarılı olması için, önce kendisiyle barışık olması ve kendisine hem saygı hem de güven duyması gerektiğine inanıyordum. Sınıf ; beş-altı kişilik gruplardan oluşan öğrencilerin birlikte çalıştığı atölye gibiydi. Ben bir grupla çalışırken, diğer gruplar kendi başlarına çalışıyorlardı. Ben de onları arada yokluyor, bir müddet sonra birlikte çalıştığım grubu bırakıp, diğer gruba geçiyordum. Her öğrenci, kendi düzeyine uygun çalışmalar yapıyordu. Matematik dersinde kullandığımız en az dört çeşit kitap vardı. Her öğrencinin seviyesine uygun kitabı alıyordum. Ev ödevlerini bu kitaplardan veriyordum. Her grubun ödevi ayrıydı. Ödevleri de tenefüslerde kontrol ediyor,böylece ders saatini boşuna harcamamış oluyordum. Her öğrenciden yapabileceği şeyleri bekliyordum. Bir grup, bulunduğumuz sınıfın seviyesinin altındaki konulara çalışırken, başka bir grup, bir üst sınıfın konularına çalışıyordu. Çocuğu, alabileceği kadar yüklüyordum. Ne kadar alabilirse. Ağır bir yükü kaldırabilecek bir çocuğa hafif bir ağırlık vererek, onun pek yorulmadan bir şeyler yapmış olmasına, dolayısıyla kolaycılığa alışmasına, ya da sıkılmasına engel oluyordum. Ağır bir yükü kaldıramayacak çocuğa ise, yavaş yavaş artırarak ağırlık yüklüyordum. Birdenbire ağır yük vererek, onun bu ağırlık altında ezilmesini, kendine olan güvenini, öğrenme isteğini kaybetmesini engellemiş oluyordum. Seviye grubu ile çalışmalara, daha birinci sınıfın ikinci döneminden itibaren başlıyordum. Ferdi farklılıklar, birinci sınıfta hemen kendini gösteriyordu. Yalnız, seviye grubu ile çalışmanın bana verdiği bir sıkıntı vardı. Benimle birlikte çalışan grubun dışında kalanlar, gürültülü bir ortam oluşturuyorlardı. Bu kaçınılmazdı. Yarı kontrollü çalışmak , öğrencileri daha rahat davranmaya yönlendiriyor, fakat ,sıkılganlıklarını üzerlerinden atmaya da yardım ediyordu bu arada. Yalnız başlarına çalışırken, daha rahat davranıyorlardı. Ben de zaten kuzu gibi öğrenci istemiyordum. Zaman zaman taşkınlıklar yapmalarına göz yumuyordum, şımarmalarına izin veriyordum. Onların sosyalleşmeleri ve kişilik kazanmaları için, biraz gevşek davranıyordum. Sonunda öğrencilerin medeni cesaret kazandıklarını görüyordum. Özellikle birinci, ikinci sınıfta yapıyordum, küçük yaramazlıklara göz yummayı. Üçüncü sınıfa geçince, yavaş yavaş, onları sıkmadan kuralları daha etkin kılıyordum. Onları, mutlaka kurallara uymaya yönlendiriyordum. Ancak arada bir şımarmalarına mutlaka izin veriyordum. Bunun gerekli olduğuna kesinlikle inanıyordum. Hepsinin kanı kaynıyordu, bir şekilde boşalmaları gerekiyordu. Biz yetişkinlerin bile, çok ciddi durumları bazen hafife aldığımız zamanlar olmuyor mu? Yorulduğumuzda, bunaldığımızda, kendimizce bir espri ya da kaçamak yapmaya ihtiyaç duymuyor muyuz? Hangi sınıfta olurlarsa olsunlar, arada bir gösteriyordum bu hoşgörüyü. Böylece çocuklar, içinde biriktirdiklerini kurulmuş bir saat gibi boşaltıyorlar, kendilerini derse vermedeki engeli aşıyorlar, derse hazır duruma geliyorlardı. Yapacaklarını yapmış oluyorlardı. Gülmekse gülmek, konuşmaksa konuşmak, bağırmaksa bağırmak. Öğretmenin yapacağı ise sabretmek. Bana göre bu, eğitimin bir kaçamağıydı. Şimdi sıra artık bendeydi. Hemen devreye giriyor, zamanında ağırlığımı koyuyordum. Planımı, programımı istediğim gibi uyguluyordum. Öğrenciyi Ruhsal Yönden Tanıma: Başarılı olmanın bir başka yolu da, bana göre, öğrenciyi çok iyi tanımaktan geçiyordu. Ancak biz öğretmenler, bu konuda yeterli değildik. Öğretmen Okulundan bu yönümüz eksik olarak mezun olmuştuk. Öğrencinin ilgi ve ihtiyaçlarını, ruh dünyasını,beklentilerini, korkularını bilmediğiz için; onları kişilik olarak tanıyamıyorduk. Rehberlik yönümüz zayıftı yani. Bu durum, öğrenciye nasıl yaklaşmamız gerektiği konusunda tereddüte düşürüyordu bizi. Ya da, onların bilmediğimiz özelliklerini, içinde bulunduğu psikolojik durumu, mecburen gözardı etme yanlışına götürüyordu. Ve buna bağlı olarak, başarı oranı düşüyordu. Aynı şey benim için de geçerliydi. Bu yöndeki eksikliğimi farkettiğimde, bu eksikliğimin çok büyük bir handikapım olduğunu anlayabildiğimde, ne yazık ki oniki yıllık öğretmendim. Belki geç kalmıştım ama, eksikliğimi farketmiştim ya. Bunu, mesleki kitapları okurken anladım. Bulabildiğim her türlü mesleki kitabı okumak gibi bir alışkanlığım vardı. Öğrenciyi daha iyi tanımak ve dolayısıyla onlara daha yararlı olmak için, “Öğrenci Tanıma Teknikleri” olduğunu öğrendim. Bu tekniklerle ilgili , öğrenme güçlüğü çeken öğrencilerle ilgili kitaplar buldum ,okudum. (Okuduğum bu kitaplardan birinde, öğrencilerin gözlerinin iyi görüp görmediğini anlamak için yapılacak, bir çeşit deney diyebileceğim çalışmalar vardı. Birinci sınıf çocuğu, henüz göz gelişimini tamamlamadan okula gelmiş oluyordu. Ayrıca, çocukların gözlerinde bir bozukluk varsa, çocuklar bu bozukluğun farkına varmıyorlardı. Ne öğretmen , ne anne- baba da çocuğun gözlerindeki bozukluğu farkedemeyebiliyordu. İşte bu bozukluğu anlayabilmek için kullanılacak çeşitli yöntemler vardı. Öğrendiklerimi, sınıftaki her öğrenci üzerinde tek tek uyguladım. Birinci sınıfı okuttuğum o yıl, bir öğrencimin gözlerinin ileri derecede bozuk olduğunu, o nedenle bu öğrencimin fişleri yazamadığını anladım. Ne öğrenci, ne veli bunun farkında değildi. Ne acı ki ben de farkında değildim. Gerçi okullar açılalı üç ay olmuştu, bu öğrencimin gözlerinin bozuk olduğunu anladığımda. Geç bile kalmıştım. Ama daha geç kalmadığım için, bunu bir başarı saydım. Eğer bu kitabı okumasaydım, öğrencimin gözlerinin bozuk olduğunu çok daha geç anlayacaktım.) Okuduklarımdan öğrendiklerimi uyguladım. Öğrencileri daha iyi tanıyabilmek, onlara nasıl yaklaşabileceğimi anlamak için çeşitli anketler, cümle tamamlama testleri uyguladım. Tenefüslerde onları, kendilerine farkettirmeden gözledim. Çocukların ders dışı davranışlarının, sınıf içindeki davranışlarından çok farklı olabildiğini gördüm. Çocuk sınıfta sanki rol yapıyor, ama tenefüste, gerçek kişiliğiyle hareket ediyordu. Öğrenci, dersteki davranışları ve başarı düzeyi ile, kişilik özelliklerini yansıtmıyordu. Okuduğum kitaplardan öğrendiğim yöntemlerle; yaptığım ders dışı gözlemlerle her öğrencinin korkularını, beklentilerini, sevdiklerini, sevmediklerini, hobilerini, arkadaşlarının ona- onun arkadaşlarına bakış açısını öğrendim. Her öğrenci için bir sayfa açarak, yıl boyunca yaptığım gözlemlerden, öğrenci tanıma tekniklerinden vardığım sonuçları yazdım. Öğrenci beşinci sınıftan mezun oluncaya kadar, bu çalışmayı bıkmadan sürdürdüm. Böylece öğrencinin davranış gelişimini ve bunun başarıya yansıma derecesini takip ettim.Onların bu göstergelerinden yola çıkarak, her birine nasıl yaklaşmam gerektiğini anladım. Bunun sonucunda da, öğrencilerime daha yararlı oldum. Geç de olsa, yeni bir şeyler öğrendiğim için mutluydum. Ne yazık ki; o öğretim yılında gelen müfettiş, yaptığım bu çalışmaları görünce bana , gereksiz bir çalışmayı yapmışım gibi, ”Bunları yapmanızı kim istedi sizden?” diye sordu. Çünkü hiçbir öğretmenden böyle bir şey istenmiyordu o yıllarda. İstenmeyen bir şeyi yapmaya ne gerek vardı? (!) Başına buyruk olmaktı bu.(!) Ya da eski köye yeni âdet getirmek. Sizden istenmeyen bir şeyi yaptığınızda, bazıları sizi anlayamıyordu. Bu hem müfettişler hem de bazı meslektaşlarım için de geçerli. Bilinenlerin, sizden istenilenlerin dışına çıktığınız için, hem yadırganıyordunuz, hem de yalnız kalıyordunuz. Yazıp çizmeye ve göstermelik şeyler yapmaya meraklı olduğunuz izlenimini verebiliyordunuz. Bu kadar gayretli olmanıza rağmen, çevrenizdekiler tarafından yanlış anlaşılıyordunuz. Çalışma şevkiniz kırılabiliyordu. Ben bu ve buna benzer durumlardan etkilenmemeye, çalışma zevkimi kaybetmemeye özen gösterdim... Aradan birkaç yıl geçtikten sonra; biz öğretmenlerden, benim yıllar önce yapmaya başladığım bu çalışmayı istediler. O zaman, bizi yönlendirmesi gereken kişilerden daha ileride olduğum için, kendimle gurur duydum. Çünkü bunu hak etmiştim. Ben, benden istenildiği için değil, böyle bir çalışmanın yapılmasına gerek duyduğum ve yararına inandığım için yapıyordum bu çalışmayı. İşin güzel yanı da,bunun gerekliliğini , kendi çabalarım sonunda keşfetmiştim. Devamlı okuyarak ve araştırarak. KAYNAKÇA: İlkokul Programı (Milli Eğtim Bakanlığı Yayını) Öğrenci Tanıma Teknikleri ( S.Kantarcı) Rehberlik ( S.Karagöz) Psikolojik Danışmanlık (Milli Eğitim Bakanlığı Yayını)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |