..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Aşık olmayan âdem / Benzer yemişsiz ağaca. -Yunus Emre
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > İnternet > Yûşa Irmak




8 Mart 2021
Cluphouse’da Konuşmak  
Yûşa Irmak
Rusların büyük şairi Vladimir Mayakovski sıkılıp bunaldığı bir anda: “İnsanlar hiç konuşmasa birbirleriyle geçinmeleri kolaylaşır, yeryüzünde bu kadar felaket de olmazdı.” demiş. Yine Fransız şairlerinden Francis Jammes de bir şiirinde: “Tuhaf! Biz neden böyle düşünüp konuşuruz? Gözyaşları, öpüşler, onlar konuşmazlar ki!… Ama gene anlarız; ayak sesini bir dostun, En tatlı sözlerden de daha tatlı değil mi?” diye konuşmak yerine, hissedip yaşamayı tercih ettiklerine şahit oluyoruz.


:HFH:
Rusların büyük şairi Vladimir Mayakovski sıkılıp bunaldığı bir anda:
“İnsanlar hiç konuşmasa birbirleriyle geçinmeleri kolaylaşır, yeryüzünde bu kadar felaket de olmazdı.”
demiş.
Yine Fransız şairlerinden Francis Jammes de bir şiirinde:
“Tuhaf! Biz neden böyle düşünüp konuşuruz?
Gözyaşları, öpüşler, onlar konuşmazlar ki!…
Ama gene anlarız; ayak sesini bir dostun,
En tatlı sözlerden de daha tatlı değil mi?”
diye konuşmak yerine, hissedip yaşamayı tercih ettiklerine şahit oluyoruz.

Doğrusu, her milletin kitaplara konu olmuş-olmamış boş yere konuşmayı yeren, insanları susmaya davet eden özlü sözleri ve deyimlerini bulabilirsiniz. Bazen hiçbir şey söylemeden, birbirimizin yüzüne bakmanın bile doğal akışın içinde kendimizi kaybetmenin bir lezzeti olduğunu düşünenlerdenim. Bazen duruşumuzla birbirimize, fikirlerin kavrayamayacağı, dilin anlatamayacağı hazları sezdirdiğine çok kere şahit oldum. Böyle olmasına rağmen ben de çoğu insan gibi konuşmayı sevenlerdenim. Yani öyle bir şey ispat etmek için de değil, söylediklerimi anlayıp, anlamasam da söylenenleri kavrasam, kavramasam da severim. Bu konuşmalarda esas arzu ettiğim ya da sevdiğim şey sevdiklerimin sesini duyabilmektir. Bana göre, sesini duymadığım insan, yüzüme bakışı ne kadar tatlı, elimi tutuşu ne kadar sıcak olursa olsun, bir tablo gibi benden uzaktadır. Bu sebeple bana yabancı gelir. Ben, muhataplarımın var olduklarına, yüzlerinden, ellerinden ziyade, sesleriyle inananlardanım. Bu yüzden değer verdiğim insanlarla muhabbeti çok severim. Şimdi biri bana: “Yuşa, iyileşmen için görme veya işitme kabiliyetinden birini kaybedeceksin hangi organını ameliyatla alalım” diye sorsa hiç düşünmeden, gözlerimi feda edebilirim, duymamaktansa görmemeyi tercih ederim…

Bendeniz yapı olarak tanış olmadığım kimselerle samimi iletişim içinde olamam. Hatta onlarla ne konuşacağımı da bilemem. Ancak ilk tanıdığım insanlarda samimilik sezdi isem bu sefer dilimin bağı çözülür… Bu sefer bilmediğim şeyleri bile onlara bilirim gibi göstererek anlatmaya çalışırım. Bunu yaptığım zaman nefsimin istediği gibi davranmaktan pişman olur kendimden nefret edercesine uzaklaşırım… İlk konuşmada kendimi karşımdakine beğendirmek, onda benim hoş, parlak sözler söyleyebilen bir insan olduğum fikrini uyandırmak arzusu birçokları gibi benim de kişiliğimde bulunan bir zaaf olsa gerek. Bu düşünce nedeniyle ikili diyaloglarımda çoğu insan üzerinde etki bıraktığımı söyleyebilirim. Ama böyle kendimi beğendirebilirsem, istediğim etkiyi yaratabilirsem, kendimden olduğu kadar, muhatabımdan da nefret ederim… Demek o da böylesi tipleri seven biriymiş diye düşünürüm. İlk tanışıklıkta o gösterişli, süslü kelimelere rağmen, basit hükümler verdiğini hissetmiş insanlara gıpta ederim! Yer yer kendi hükümlerini değiştirmesini istediğim insanlarda olmuştur, ancak böylesi durumlarda ya onlar ya da ben muhabbeti terk ederim. İşte asıl sevilesi konuşmalar düşünmeye mecbur olmadan, söylediklerime değer verilmediğini, unutulacağını bilerek rahat rahat konuşabildiklerimden ibarettir.

Bazı tipler de vardır ki onlar, derin dinleyip, derin düşünerek, cevap verirler. Esasen bu hal onların karakteridir. Bu tipleri yadırgamıyorum fakat, böyle olunca ne oluyor? Kendilerini bu denli önemli hisseden tipler, dünyanın hangi meselesi çözüme kavuşturmuş ki? diye düşünürüm… Esasen bu tipler kendilerini rahat bıraksalar: belki konuştuklarıyla, sırlarını faş etmek için değil de içinde taşıdıklarıyla çoğu insandan farklı olmadıklarını, aslında sıradan insan olduklarını göstermeliler. Zira bütün sözler er ya da geç unutulur… Oysa havadan, sudan bahsederek, hiçbir ehemmiyet vermeyerek söylenilmiş sözler, insanın hem rahat konuşmasını, hem espri yapmasını, hem de insan üzerinde silinmez izler bıraktığını söyleyebilirim.

Her ne ise, işte Cluphouse’da ben de iletişim alanında ki eksikliklerimi, fazlalıklarımı, insanları, konuşmacıları, dinleyenleri analiz edebilme imkanına kavuştum. Bu mecrada yeni olmama rağmen hasbelkader güzel dostlar da edindim. Edebiyat, sanat alanında yürüyen kütüphane Orçun Üçer, öğretim görevlisi Mehmet Yalçın Yılmaz hoca, Türk müziğinde bir üstad Harun Korkmaz, yazar Ahmet Demirhan, vekillerimizden Necip Fazıl Kurt Bey, hattatlarımızdan Ruhi Açıkgöz, Ortadoğu uzmanımız akademisyen Gökhan Cinkara, müzik öğretmenimiz Eşref Berk Türkoğlu, meraklı öğrencimiz Agah Enes gibi daha ismini sayamadığım birçok kıymetli kişilerle bir aile gibi her gece edebiyat, sanat ve müzik alanlarında sabahlara kadar sohbetler edebiliyoruz. Ben kendi adıma çok şey öğreniyor, çok farklı alanlarda daha çok okuma yapabilme imkanı buluyor, hepsinin de bilgisinden istifade ediyor notlar tutuyorum… Cluphouse’da yeni dostlarımızın yer aldığı bu odanın adı: “SERBEST CAGRİSİM”. Buranın kalitesi, keyfiyeti, bilgilendiriciligi, eğlendiriciliği zaman içinde ilgi çekerek dalga – dalga yayılıp büyümeye devam edecektir…

Cluphous’de farklı alanlarda konuşabileceğiniz, dinleyebileceğiniz yüzlerce sohbet odaları var. Bu odalarda konuşanlarda, konuşulanlarda bana çok hitap etmiyor. Bunun iki sebebi var. 1. Ben artık siyaset konuşmaktan, siyaset konuşanlardan tiksiniyorum. Kim olursa olsun sevmiyorum. 2. grupta olanlarda lak lak peşinde… İşte boş sözleri satın alacak kadar ömür zengini bir insan değilim. Sevmiyorum boş konuşmaları. Susalım daha iyi diye düşünüyorum. Bu sebeple farklı odalara ilk zamanlar girip saatlerce dinlemişliğim konuşmuşluğum da olmuştur. Önceleri buradan tanıştığım her saça tarak olmuş kişilerin bile hikayesini onlarca kez dinlemiş katlanılmayacak olmasına rağmen hiç gücenmeden tekrar dinlemişimdir. Ancak böylesi tiplerin siz söz alıp konuşmaya başladığınız da sizi ses tonuyla susturup başından savmak istemesi saygısızlıktan başka birşey değil. Ulen ne yani neyi kurtaracaksın değil mi? Oturup konuşacağız, boş saatlerimizi birlikte geçireceğiz işte daha ötesi var mı? Yok olmasına yok da onlarda beni, ben de onları sıkmadan birbirimize, hiç olmazsa ilgi uyandıracak güzel şeyler söylemeli değil miyiz? İşte böylesi tiplerde bu nezaketi göremeyince benden beklentileri hiç duymadığı şeyler olunca samimi konuşmalar da ister istemez uzun sürmemiştir. Hem şu gökkube altında söylenilmedik söz mü kalmış arkadaş? Biz de birbirimizden imkânsız meziyetler beklemeden karşımızdaki kim olursa olsun nezaketen konuşmasına müsaade etmeliyiz…Eh işte herkes aynı yapıda değil! Cluphouse da bazı tipler birbirini ihtar ederek uyarma ve ayar verme olayından kimse kurtulamıyor. Hafızamızın, karşımızdakinin hafızasından daha kuvvetli olduğuna bir delil göstererek kendimizde bir üstünlük payesi vermeyi neden isteriz? nedir sorun bilmiyorum ama hemen bir itiraz sesi, yükseliveriyor. Bana öyle geliyor ki bu tiplerin ömründe birçok defa o ihtara uğramış, bu durumdan üzerinde yara kalmış olmasından dolayı böyle davranıyorlardır. Kendisi de bir ihtarda bulunmaya hak kazınınca ister istemez bu psikoloji ile fırsatı kaçırmadan, gönlünde ki o yarayı açandan çekinmeden intikamını almak istiyor. Şimdi şöyle bir bakınca bu insanı durumun da lazım olduğunu görüyorum. Karşımızdakine, bir söylediğini tekrar anlattığını ihtar etmek huyundan vazgeçecek olursak, konuşmanın akışında zaten sayılı olan konulardan biri eksilir. Bırakalım canı ne isterse konuşsun… Bu sebeple erkeklerden ziyade kadınlarla konuşmayı seven erkekleri yadırgayamıyorum. Kadınlar bu hususlarda daha anlayışlı, daha olumlu ve olayı her açıdan stabil tutabiliyorlar. Onlar, erkeklerin katıla katıla güldüğü, ciddiye almadıkları birçok konuyu, can kulağıyla dinleyerek takdire şayan işler ortaya çıkartabiliyorlar. Acaba diyorum kadınlar da bir araya geldiklerinde kendi aralarında bazı erkekler gibi kaba saba konuşurlar mı? bilmiyorum ama; herhalde erkeklerin yanında küfürlü konuşmaktan en azından çekinirler. Halbuki erkeklerin çoğu en pis muhabbetten, en iğrenilecek kelimelerle bahsetmeyi meziyet sayıyorlar. Sonra da katıla katıla gülüp; terbiyesizlik etmeyi marifetmiş gibi, göstermeye çalışıyorlar. Erkek milletinin zekâsı ile övünmek istemesi bunun için yeri gelsin gelmesin sürekli zekasını ispat etmeye çalışması trajik geliyor bana. Kadınlar arasında öyle sürekli nükteli, üst perdeden konuşmak isteyen kişi az. Onlar, zekaya erkek milleti kadar değer vermiyor, itibar etmiyor. Böylece tabii kalmanın sırrına eriyorlar. Diğer taraftan Cluphouse’de konuşan erkeklerin içinde insan kendini imtihan oluyor gibi hissediyor! Erkekler bu sebeple kadınlarla gönlünce konuşabiliyor. Kadınlar arasında da bazı erkekler gibi ar perdesini yırtarak konuşmaya çalışanları dinleyince onları bir kadın gibi göremiyor, en küçük bir nezaket de gösteremiyorum… Çünkü bu tipler aslında kendilerinden aşağı olanı taklide kalkıştıkları için o naif kadın kimlikleriyle adeta bir zavallı durumuna düşüyorlar.

Cluphous’da dedikodudan kim hazzetmez? Ben severim. Hatta burada dedikodu etmeyenlerden hoşlanmam.
Anlatayım. Burada “dedikodu etmeyenlerden” dedim, “yapmayanlardan” demedim.
Sorarım; dedikodu etmeyenler ne konuşurlar?
Ya kendilerinden bahsederler ya önünüze bilgilerini döküp ders vermeye kalkarlar değil mi? Öylesi tipler de çekilir mi sizce?
Bir kere insanın konuşurken sürekli kendinden bahsetmesi ayıptır ve bu durum karşısındakilerin beğenmedikleri bir noktaya ses çıkarmalarını da zorlaştırır. Hatta, kendilerini bilen insanlar, mecliste hazır bulunan herhangi bir kimsenin sözünü pek etmezler. Hâl hatır sorarsınız, öğrenmek istediğiniz bir şey varsa onu sorarsınız, sonra başka şeye geçersiniz. Ama öyle konuşmayı bilen adam kaldı mı? Kaldı ise de bir elin parmak sayılarını geçmez herhalde. İşte üç-beş kişi bir yer odaya geldi mi, bakıyorsunuz, hemen birbirinden övülmeyi bekliyorlar. Şahsen beni biri yüzüme karşı övse rahatsız olurum. Çünkü ne diyeceğimi bilemem ve muhabbeti değiştiririm. Bu noktadan Cluphouse’da her çeşit insan tipinin olduğunu söylemeliyim. Ama ben öğretmek için konuşanları dinlemenizi tavsiye ederim. Çünkü bu kişiler size bilmediğiniz yerlerin adetlerini, okumadığınız kitaplar hakkında size fikir verebilirler. Öyle ukalalık etmeden söylüyorlarsa zaten dinlemek de oldukça keyifli olabiliyor. Bu da tabii ki bir süre sonra sıkmaya başlayacaktır. İnsan nihayet kendi bildiği şeylerin, kendi bildiği kimselerin sözünün de açılmasını ister. Ders, konferans dinleyecek değil! Bu sefer de diyeceksiniz ki, hepimizin bildiğimiz kimleri çekiştirmeden, iyi taraflarını söyleyerek konuşmak ne kadar iyi? İyi değildir elbette! Hele bir deneyin, iyi bir adam için iyidir dersiniz, üç beş söz daha bulursunuz, sonra hep birlikte susar kalırsınız. Halbuki bir kimsenin münasebetsizliklerini, budalalıklarını, densizliklerini söylemeye kalktınız mı, söz sözü açar, karşınızdakiler de anlatacak çok şey bulunur. İşte dostların, kendilerini görmediği zamanlar da sizi anlamalarını, sözünüzü etmelerini istiyor iseniz onlara bazı kusurlarınızı belli edip, yanlarında birkaç münasebetsizliğinizden, kusurlarınızdan hatta budalalıklarınızdan söz edebilirsiniz. Böylece sizi hatırlasalar bile gıybetinizi yapmaya bir sebep bulamayacaklardır.

Dedikodu bilirsiniz o bir nefis sanatıdır ve bu sanatın ilk şartı da dürüst olmaktır. Bir gaye uğrunda, yani birine kötülük için dedikoduya kalkan kişiler dedikodu etmeye layık insanlar değildirler. Öylesini Cluphouse’da çok gördüm ve çokça dinledim. Örneğin konuşmasını sevdiğim biri vardı ama konuştukça pek de öyle akıllı olmadığını o derin fikirlerin de kendine ait olmadığını öğrenince takip etmekten ve dinlemekten vazgeçtim. Aslında özü itibariyle iyi biridir derdim ama bir gece, alanında uzman başka bir abimizin bulunduğu odada kimseye ağız açtırmadı, 1 saat mi desem, 2 saat mi desem kendi meslektaşını o abimize çekiştirdi durdu. Yani resmen ona bir kötülük edilmesi için anlattıkça anlattı. Şok oldum. Dinleyenler de bir süre sonra bunaldı. Çok şükür onca kişi söylenen bu sözlere itibar etmedi. Ben de ister istemez kendisini sevip değer verdiğim için pişman olup utandım: şimdi nerede görsem nefret ederim, hatta bir konuşma odasında rast gelsem oradan hemen uzaklaşırım.

Bir de bir insanın ahlakı, namusu, şerefi ve iffeti üzerinde dedikodu eden babam da olsa X’tiri çekerim. Herkesin namusu ve şerefi kutsaldır. Sözü edilen kişiler öyle olsalar bile ancak birinci dereceden ailesi karışabilir! Başkalarının bu tarz mevzuları konuşmaya ne hakkı var? Biz böylelerinin konuşmasına, yaptığı işte bir eksiklik görürsek konuşma hakkını kendimizde bulabiliriz. Ötesi onun özel hayatıdır ve burun sokulması saygısızlıktır. Ama derseniz ki: “Bu zamanda ahlak satıp ahlaksızlık yapan kişileri de faş etmek gerekir” ah işte buna da cevap veremem. Böyle düşünenlerden de tiksinir, kaçabildiğim kadar kaçarım…

Cluphouse’da konuşmaların arasında hikâyeler de çok iyi gidiyor. Ben de anlatmadan ziyade burada dinlemesini severim. Hoş yer yer çıkıp ben de anlatırım birşeyler ama dinlemek daha zevkli. Zira hikaye anlatmak ya da anlatmasını bilmek ayrı bir sanat… Bazı kimselerin bir hikayeyi lastik gibi sündüre sündüre anlatması: üstüne herkesin bildiği bir hikâyeyi anlatması insanı çileden çıkartıyor. Bu mecrada hikayeleri uzatan tipler iki türlü. Bir kısmı zihinlerini toplayamadıkları için hikayeyi uzatıyorlar. Bunlar aslında iyi niyetli kimseler, kendilerinin hoşlandıkları bir fıkraya sizin de gülmenizi isterler, ikide bir: “Nasıldı, dur, unuttum…” gibi sözlerle kesip düşünerek konuşurlar. Ben böyle tipleri şahsen severim, çünkü böylelerin bir iddiaları yoktur; insanın zihnini toplayamaması, hikâye anlatmakta hüneri olmaması bana göre ayıp değil. Ama diyeceksiniz ki: “Yetenek yoksa anlatmasın, sussun, kim ondan hikâye istedi?” Bakın işte burada haksızlık yapmış olursunuz.
Neden? Buraya gelen insandan, bir iş görme noktasında haddini bilmesini istemek sizin en tabii hakkınız. Fakat konuşmak öyle bir iş değil herkes için konuşmak aslında bir hak ve ihtiyaçtır. O adam da hikâye anlatanlardan heves etmiş, doğru olan zamanda bir hikaye anlatmışsa dinlemek gerekir. Çünkü o aslında ne hikayecilik yapmakta ne de hikâye yazmaktır. O bu mecliste içinden gelenleri konuşup rahatlamak istiyor hepsi bu…

Son tahlilde Cluphouse işte böyle bir yer. İster severseniz ister sevmezsiniz burada nezaketsiz, kaba, haşin, gardiyan üsluplu kişilere müsamaha gösterilmiyor… Ağzı olan değil, fikri olan, üslubu olan dahası hikayesi ama özellikle de gerçek hikayesi olanlar konuşup kaynaşabiliyorlar… Bu açıdan ne twitter’a, ne facebook’a ne de linkedin’e benziyor…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İnternet kümesinde bulunan diğer yazıları...
Metropol İnsanlarının Sosyal Medya Molası

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
13 - 14 Yaşındaki Kız Çocukları Hakkında…
İşlenmemiş Cevherler Ülkesi: Türkiye
Sonbahara Birlikte Yürümek
Günbatımı Eski Bir Masada Başladı Her Şey
Yağmurda Koşamayanlar
Geçmişi Geçmişimiz Olan Şehir: Bosna - Hersek
Kaygı ve Endişe İnsanı İnsanlıktan Çıkartır
Ruhu Vurgun Yemiş Dalgıçlar
Abdülhamid, Abdülhak Hâmid ve Karındeşen Jack
Ezberlerin Bilimsel Kılıklısı Bir Felakettir

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bir Hicran Nağmesi [Şiir]
Geldim [Şiir]
Sakin Bir Acı [Şiir]
Sözün Çiçeği [Şiir]
Sevgiliye Hasretle [Şiir]
Geceye Kâside [Şiir]
Benimle Ölür Müsün? [Şiir]
Gözbebeği Turşusu [Şiir]
Beste-i Nigar [Şiir]
Bilemezsiniz [Şiir]


Yûşa Irmak kimdir?

Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.