..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Şiir, duyguların dilidir. -W. Winter
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > İstanbul > Yûşa Irmak




22 Nisan 2024
İstanbul’u Düşünmek  
Yûşa Irmak
Şimdi saat sabahın dördü. Hava sert. Rüzgar esiyor. Ha yağdı yağacak bir hava var gökyüzünde. Balkonum soğuk, bu soğukluk sanki onu hüzünlendirmiş, hani bir şeylerden korkup çekiniyormuş gibi bir ruh haline bürümüş…


:DGA:
Her zamanki gibi bugün de sabaha kadar uyuyamadım. İstanbul’a ne olduysa soğuk hava dalgası geri geldi. Her yer buz kesmiş olmasına rağmen İstanbul uyumaya devam ediyor mışıl mışıl… Beylikdüzü’nden, Avcılar’a oradan Adalar’a kadar uzanan bir görüntü var ama benim için İstanbul, içime her zaman sığacak türde büyük bir şehir zaten. Bugün 30 milyon nüfusa da ulaşsa bu fikrimi asla değiştirmez. Bu şehir ne kadar bozulursa bozulsun, bana karşı yabancı davranamaz. Çünkü ben ona ilk günden beri: sevgiyle şefkatle, merhametle, aşkla baktım. O da bana öyle baktı.

Şimdi saat sabahın dördü. Hava sert. Rüzgar esiyor. Ha yağdı yağacak bir hava var gökyüzünde. Balkonum soğuk, bu soğukluk sanki onu hüzünlendirmiş, hani bir şeylerden korkup çekiniyormuş gibi bir ruh haline bürümüş…

Hayır! Mevsimin bahar olmasından kaynaklanmıyor bu. Kar kış içinde de iyimserlik ve yaşama sevinci duyguları ışıklanabilir, gösterişle değil, sıcak bir tevazuuyla bu mümkün. Zira böyle havalarda bedeniniz üşüse de yüreğiniz içten içe ısınıverir. İstanbul’a ilk geldiğim yıllardan beri bu şehir hep böyledir. Örneğin kış gecelerinde perdeyi aralayıp etrafa şöyle bir göz gezdirince içim ısınırdı… İstanbul, Beşiktaş’tan, Küçükçekmece Kartaltepe mahallesine taşındığımızda evimizde sobada kuruluydu. Doğalgaz sobasını sağlıksız bulurduk. Bu yüzden daha çok odun sobasını yakardık. Genelde sobayı annem istediği için yakardık. Ateşte ısınmak daha iyi gelirdi herkese. Özellikle annem üşüyünce hiç üşenmeden kalkar, sobayı yakar bir taraftan da sobada bir iri odunun korunu bırakır, sobanın güldür güldür yanmasını engellerdi. Sonra: “Soba kontrol ister, uyurken güldür güldür yakılmaz, bu ateş sabaha kadar idare eder ve yeniden yakmaya gerek olmadan az bir odunla yine yanmaya devam ettirilir ” derdi ablamlara.

Oturduğumuz evin taban kısmı ahşaplarla kaplıydı. Evin penceresinin kenarlarını bizzat ben kağıtla güzelce kaplamıştım. Patates, soğan, un balkondaki cam dolapta hazır kıta beklerdi. Annem, bazen sobadan aldığı közü mangala taşıyıp mangalın içine de patatesleri gömerek bize harika bir ziyafet çektirirdi. O sıcacık patatesin kabuğunu soyar üzerine azıcık tuz döker ağzım, dilim yana yana zevkle yerdim… Babam sabah namazına kalkar aç karnına zift gibi kaçak çayından iki bardak içer, daha sonra 250 metre uzaklıktaki camiiye namaza giderdi. Evden çıkmadan önce kömürlükten alıp getirdiği iki odunu sobaya atar, çaydanlığı üstüne koyar öyle giderdi… Evimiz büyüktü. Yönetilmesi çok zor olsa da annemin girişkenliği ve tez canlılığıyla tıkır tıkır çalışan ve çok iyi yönetilen bir işletme gibiydi. Hiçbir işte en küçük bir aksama yaşanmazdı.

Aşırı yağmurun yağdığı zamanlarda bile örneğin sokaklarda büyük çaplı sel yaşanmazdı. Çünkü yağmur sularını çekecek toprak zemin, beton yapılardan daha fazlaydı. Kışın kışı, yazın da yazı yaşardık. Yani öyle kar yağsın, yağmur yağsın diye iç geçirmezdik. Deprem korkusunu da çok dile getirmezdik. Sadece bunlar bile, değeri büyük olan bir mutluluk sebebiydi benim için. Hiç linyit yakmazdık. Ya tahsisli taş kömürü ya da odun yakılırdı sobamızda. Bunlar da çok fazla hava kirliliği oluşturmazdı. Çeşme suyundan rahatlıkla su içerdim. Çay da yapardım, kahve de, yemekte. Damacana su yaygın değildi. Ya da arıtma sistemleri. Dershaneler çoktu belki ama binamızda Google gibi abilerimiz ablalarımızdan illaki bir iki kişi olurdu. Divanlar sayesinde her oda hem yatmaya hem oturmaya elverişliydi. Bu, “oda” fonksiyonelliğinin iki katına çıkması demekti. Şimdi herkesin bir odası eksik! Evlerimizi de gönüllerimizi de yeterince dolduramadığımızın farkında bile değiliz ama olsun…

***

… Bu şehir ve diğer büyük şehirlerin hiç biri böyle kalamazdı elbette. Ama bazı değerler korunabilirdi ve korunabilseydi değişimler daha sağlıklı olurdu diye düşünüyorum. Merkez sağ iktidarların en büyük icraat veballeri, İstanbul’u yeterince koruyamamasıdır bu yüzden! Popülist eğilimlere yenik düşerek İstanbul’u büyük bir barınağa ve sığınağa çevirdiler maalesef. Gerçek şehirleşme, insanları hesapsız tedbirsiz şehirlere göç ettirmek değil, oralara şehirleşme imkânlarını götürebilmektir asıl. İstanbul bir fabrikalar şehri, bir sanayi havzası da değildi doksanlı yıllarda. Bu kadar iş imkanı, bu kadar çok insan da yoktu. Haliyle iş imkanları ile nüfusu da doğru orantılı bir şekilde seyrediyordu. Sonra olanlar oldu. Şehri tıka basa doldurdular. Bunca insan doldurulunca haliyle iş ve buna bağlı olarak barınma ihtiyacı da ayyuka çıktı. Derme çatma yapılan dikey binalar, yeşil alanların yok edilişi, çileden çıkartan trafik, alt yapının yetersizliği, yetmezmiş gibi enflasyona bağlı olarak değişen gıda ve ev kiralarının artışı hangi aklın ürünüydü bilemiyorum, çözemiyorum…

Bugün 11 katlı binamızın ön balkonundan bakarken 6 tane başı gökte başkaca sitelerin balkonlarından başka birşey görmeyorum. Oturduğum ev dahil bütün beton yapılar ne için böylesine dik yapıp neden bizleri böyle iç içe yaşamaya mahkum ettiler? Rahmetli Menderes olsaydı ve bunları görseydi eliyle işaret edip! “Kaldırın bunları, arter açılsın, burası soluk alıp vermeye başlasın!” der bir iki günde de söylediklerini hayata geçirirdi eminim. Beylikdüzü, Esenyurt ve günümüzde İBB’nin sorumluluğunda olan kentsel dönüşüm, hiç kimsenin umurunda değil artık. Herkes birşeyleri seyrediyor. Bir depremin gelip insanları yok etmesini bekliyorlar. Önceden ön balkondan baktığımda E5’in oradaki Tatilya bugünkü adıyla Marmara Park’ı görüyordum ama bugün balkonun perdesini açamıyorum karşı binadakilerle göz göze gelmemek için.

Evet, gerçekten şehrin bu hayatı bildiğiniz leş gibi geliyor artık bana. Ama ben de artık herkes gibi boş veriyorum. İçimdeki İstanbul’un ve Türkiye’nin içindeyim, her yerindeyim bir şekilde. Münasebetsiz perspektiflerin ve can sıkan görüntülerin canı cehenneme! İçime bakmamı ve oradaki İstanbulumla söyleşmemi Allah’ın hiçbir kulu, bürokratı, siyasetçisi engelleyemez.
Her neyse…
Ne demişler? “Gönül huzuru kışın insanın içini ısıtır, yazın da serinletir.” demişler.
Ne kaloriferlerle ne klimalarla yenebiliriz içimizdeki hoyrat huzursuzluğu.
Bu yüzden iyi ki hatıralar, hayaller ve dualar var…
Kalın sağlıcakla…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İstanbul kümesinde bulunan diğer yazıları...
İstanbul Dinmeyen Bir Esinti Bir Devam Ediştir
Yedi Emirler Sokağı, Fatih
İstanbul’un Soluğu Her Zaman Canlıdır…

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
O Kelime!
Geçmişi Geçmişimiz Olan Şehir: Bosna - Hersek
Kaygı ve Endişe İnsanı İnsanlıktan Çıkartır
Ruhu Vurgun Yemiş Dalgıçlar
13 - 14 Yaşındaki Kız Çocukları Hakkında…
Abdülhamid, Abdülhak Hâmid ve Karındeşen Jack
Ezberlerin Bilimsel Kılıklısı Bir Felakettir
Gidene Yol, Kalana Yer Vermek
İşlenmemiş Cevherler Ülkesi: Türkiye
Eşek Edebiyatı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Geldim [Şiir]
Bir Hicran Nağmesi [Şiir]
Sakin Bir Acı [Şiir]
Sözün Çiçeği [Şiir]
Sevgiliye Hasretle [Şiir]
Geceye Kâside [Şiir]
Benimle Ölür Müsün? [Şiir]
Gözbebeği Turşusu [Şiir]
Beste-i Nigar [Şiir]
Bilemezsiniz [Şiir]


Yûşa Irmak kimdir?

Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.