Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Balkanlardan kar geliyormuş, ardından da Sibirya soğukları… Dikkatli ol emi. Mart’ın bir yarısı yaz, öteki yarısı kıştır derler. Badem ağaçları gibi aldanma sakın. Uzun zamandır yazamadım ama aklım hep sende. Seni boşladığımı, sana olan ilgimin azaldığını aklına bile getirme. Son zamanlarda bana ne olduğunu bilmiyorum. Hiçbir şeye yetişemiyorum. Aklım kırk yamalı bir bohça gibi. Ne olup bittiğini anlamadan gün akşam oluyor. Her şey yarım yamalak kalıyor. Hiçbir şeye yetişemiyorum. Ama inan bana her an, her saat sen aklımdasın. Buralar, bizim mahalle, her şey bıraktığın gibi… Arada bir ölen kalan, evlenen, nişanlanan da oluyor elbette. Ama hiçbir şey değişmiyor. Herkes birbirinin dedikodusunun peşinde zamanını geçiriyor. Birkaç hafta önce Bakkal Tahir yetiştirme yurdundan evlatlık aldı. Üç yaşlarında sivri, söbelek kafalı, zıpır bir oğlan. Komşular geldiğinden beri sabiyi konuşuyorlar. Herkes, gerçek anası, babası kimmiş, niye çocuklarını yetiştirme yurduna vermişler bunu merak ediyor, Bilirsin bizimkiler her şeyin dibine darı ekmeye çak meraklıdırlar. Tahir’in karısı Naciye’yi her fırsatta sorguya çekmekten bir türlü vazgeçmiyorlar. Kadının ziyaretine gidip “Allah anala babalı büyütmek nasip eylesin.” demek bahanesiyle meraklarını tatmin etmeye çalışıyorlar. Yetiştirme yurdundan çocuk alanlara zaten her şeyi anlatmazlarmış. Naciye’nin anlatacak bir şeyi olmadığından belki, bizim sokağın kadınları kendi uyduruk senaryolarını yazıyorlar. Çocukcağız hakkında her gün bir hikâye uydurup anlatıyorlar. Her akşam eve geldiğimde anamdan başka bir melodram dinliyorum. “Ayıptır, günahtır… El kadar yavrucak işte. Bu kadar dile dolamaya değer mi?” deyince de darılıyorlar. Geçenlerde “Ayıptır yahu, insanları rahat bırakın.”dedim. Bana sen niye merak etmiyorsun, ne kadar vurdumduymaz birisin, der gibi gücenerek yüzüme baktılar. Mahalleli senaryolar yazadursun Tahir ile Pakize pek mutlu görünüyorlar. Ufaklık sokağa bir hareket, başka bir canlılık getirdi. Geçen hafta Almancıların Nebahat Kasap Yaşar’ın Timur ile nişanlandı. Yaza düğünleri olacakmış. Almancı Ali söz keserken biraz insafsız davranmış. Kasap Yaşar’ın ciğerini söküp alsa daha iyiydi diyorlar. Listeye sekiz tane burma bilezik, bir tane takı seti, bir tane beşi birlik, on tane de sarı lira yazmışlar. Sadece bu kadarla kalsalar yine iyi… Oturma odası koltuk takımı, yatak odası mobilyaları, buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, fırın da yazmışlar. Nişanı kız tarafı yaptı. Düğün de oğlan evine kaldı. Kasap Yaşar’ın ağladığına bakmayın diyorlar. Domuzdan kıl koparmak sevapmış. Onun dededen kalma küp küp altınları, bankalarda çuval dolusu parası varmış. Almancı Ali listeyi uzun tutarak pintiye kesenin ağzını azıcık anca aralatabilmiş. Ben yine de yaz gelince ortalık karışacak, bu düğünde çok cıngar çıkacak diyorum. Gazcı Şerif’in torunu Cemal’a bir buçuk ay önce sayısaldan tam sekiz yüz elli bin lira çıktı. Çıkarsa çıksın, zenginin parası züğürdün çenesini yorar diyeceksin ama kazın ayağı öyle değil. Sayısal Kuponu Manisa’da bir bayiden çalınmış. Meğer bizimki de kuponu kendi oynamak yerine sokaktaki bir gezici bayiden almış. Sayısalı kuponunu makinesinde oynayan bayi “Kuponlarımı çaldılar, para benim.” diyerek polise şikâyet edince işler iyice karıştı. Karakol, mahkeme falan derken en sonunda Cemal haklı çıktı. Yasa gereği kupon kimin elindeyse ikramiye onun sayılıyormuş. Bizimki bir ay uğraştıktan sonra ikramiyeyi almaya hak kazandı. Bu sefer de yok spor kulübü, yok yardım kuruluşları, akrabalar, hısımlar birden oğlanın üzerine üşüşünce aklını oynattı. Paramı elimden alacaklar diye kayıplara karıştı. Kimse nerde olduğunu bilmiyor. Cemal şimdi zengin ama buralarda değil. Mahallenin istihbarat teşkilatı verilerine göre Kıbrıs’a kaçmış, oraya yerleşecekmiş. Annesi de oğlana darılmış. “Bize Manisa’dan bir ev alacaktı. Yer yarıldı içine girdi. Böyle evladın Allah belasını versin. İki kuruş para görünce anasını bile unuttu. Analık hakkımı helal etmem.” diye bütün mahalleliye malzeme oluyormuş. Kırlı Osman geçen yıl Manisa’ya taşınmıştı. Şimdi kasabadaki bütün bağlarını ve zeytinliklerini satıyor.. Kahvelerin aylardır en önemli gündemlerinden biri de bu. Sende bilirsin bizim buralarda babadan kalma toprakları satmak haysiyetsizlik, şerefsizlik gibi algılanır. Osman aslında iki ayrı gündem. Kasabalının bir kısmı onun ne kadar hayırsız bir evlat olduğunu konuşuyor. Diğer kısmı ise Osman’ın sattığı bağ ve zeytinliklerden bir iki parçayı kelepire getirmenin peşine düşmüş. Osman Manisa’da kendine ev aldıktan sonra bir de dükkân açmış. Toptan temizlik maddeleri satıyormuş. Kızlarını da özel okula yazdırmış. “Kasabanın dedikodusundan kaçtım başımı dinliyorum. Burada ne karışanım nede görüşenim var. Anca rahata erdim. Bütün toprakları altın olsa o kasabaya bir daha dönmem.”diyormuş. Kasabalılara kalsa kazın ayağı başka… Sözde Osman süslü bir baldırı çıplağa abayı yakmış. Kadın bizim salağın bütün parasını, pulunu yiyormuş. Yarın, öbür gün çırılçıplak soyup bırakıp gider. diyorlar. Hatta bu dedikoduları Osman’ın karısı Cemile’ye bile çıtlatmışlar. Cemile söylenenlere inanmak bir yana dursun söyleyenlere kocasını savunmuş. Yemin billâh etmiş. “Böyle bir şey olsa ben anlamaz mıyım? Yirmi yıldır aynı yastığa baş koyduğum herifi siz benden daha iyi mi bileceksiniz? Yalan bunlar, adamcağızın günahını alıyorsunuz?”bile demiş. Sakız Sardunyam, Sana buraların bütün gündemini anlattım ama kendimden söz edecek zaman bulamadım. Görüyorsun işte, mektubum bile etrafımda çalkalanan dedikoduların rengine boyandı. Deli Durmuş’a “Askerliğin nasıl geçti.” diye sormuşlar. “Sabah kalkıyodum. Elimi yüzümü yıkayıp yemamı yiyodum. Sıra oluyoduk. Koşuyoduk, yürüyoduk, yemaa geliyoduk. Öğlen yemamı yiyodum. Sonra yine sıra oluyoduk. Yürüyoduk yürüyoduk geliyoduk. Akşam yemamı yiyip yatıyodum.”demiş. “E başka, başka bir şey olmadı mı?” demişler. “Yok, hepsi böyleydi.” demiş. Benim yaşantımın da Deli Durmuş’un askerliğinden pek bir farkı yok. Neredeyse altı aydır dayımın dükkânında takılıyorum. Benim yaptığıma çalışmak mı denir yardım etmek mi bende bilmiyorum. Dayım sık sık diğer işleri ile ilgilenmek için dükkânı bana bırakıp gitmek zorunda kalıyor. Bir yere gitmediğinde de bana izin veriyor. Paradan yana hiç sıkıntım olmuyor ama ben yine de şöyle herkes gibi sekiz-beş bir işte çalışmak, hafta sonları ve yazın tatilim olsun istiyorum. Üniversite okuyup kasabaya geri dönmek iş değil. “Biz okumadık, sen okudun da ne oldu? Bizim gibi işe yaramazın teki oldun.”deyip takılmaları çok gücüme gidiyor. Şimdilik bu kadar yeter. Sana yakında yine yazarım Sakız sardunyam… Sağlıcakla kal emi… Seyfullah Mart 2006
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |