Kürtaj sadece kendileri bir zamanlar doğmuş insanlar tarafından savunuluyor. -Ronald Reagen |
|
||||||||||
|
1 Sıcak bir yaz olacağa benziyordu. Havadaki esintiler bile buraların o hep bildik dağ serinliğini taşımıyordu. Ağaçların güzel yeşili ve bahçelerdeki çiçekler dalgalanıyordu. Güzel bir cuma akşamıydı. Kendi öz oğlu gibi sevdiği tatlı Mike'ı ve kocası 4*4'lerine kamp malzemelerini büyük bir heyecan ve neşe ile yüklemişti. Jenny 10 yaşındaki oğlunu, iki arkadaşını ve kocasını kampa uğurlarken gülümsüyordu. İçinde onlarla gidemeyeceği için bir burukluk vardı doğrusu. Ama yapacak bir dolu kağıt işi vardı. Hem baba oğulun yalnız vakit geçirmesi de iyi olurdu. “Geç kalmayın! Pazartesi sabahı dönmüş olun!” diye patronca konuştu kocasına.. “Ama Jen!...” diye bağırdı Mike. “Patronla asla tartışma evlat. Sana öğrettiğim ilk dersi hep unutuyorsun.” diye oğluna gülerek hatırlattı Brad. Jen onlara gülümsüyordu. Hayatının ışığıydı bu ikisi. Onlarla 5 yıl önce tanışması başına gelen en güzel şeydi ve dahası hayatının o döneminde ruhunu da kurtarmıştı. Sonuda bütün hazırlıklar tamamlanmıştı ve diğer çocukların aileleri yaramazlık yapmamaları ve Brad'in sözünü dinlemeleri için onları tembihlerken Brad ve Mike da Jen'e son öpücükler için koşmuştu. “Keşke sen de gelebilseydin Jen,” diye tatlı tatlı konuştu Mike. Annesi öldükten sonra Mike için annesinin yerini almıştı Jennifer. Jen Mike'a annesinin yokluğunu hissettirmemek için saçını süpürge ediyordu ve Mike da ona adeta tapıyordu. Brad ikisi bu kadar iyi anlaştığı için her gece tanrıya şükrediyordu. Bu mutluluklarının bozulmaması için Tanrıya duaları hiç bitmiyordu. “Jen'in yapacak işleri var biliyorsun Mike. Hem kamp erkek işidir.” diye yapmacık pozlara girdi Brad. Mike gülmeye başladı. “Pazartesi günü için verdiğiniz yemek siparişlerinizi hazırlarken bu sözlerinizi hatırlayacağım Bay Ashwood.” Bu tatlı tehdit üzerine Brad ve Mike gülerek Jen'e sarıldılar. “Ahh, sizi özlicem.. Hadi çabuk gidin çabuk gelin..” diye sevgiyle kucakladı ve ikisini de öpücüklere boğdu Jen. Mike arabaya doğru koştururken Brad eşine sıkıca sarıldı ve fazladan birkaç öpücük daha çaldı. Bu ikisi birbirine dokunmadan fazla uzun süre yapamazdı. İkisi de birbirine öyle derin bir aşkla tutkundu. “Seni özlicem,” dedi Brad. “Sana sözünü ettiğim o geceliği sipariş ettim. Pazartesiye elimde olacak,” diye çapkın bir gülümseme ile kocasının kulağınas fısıldadı Jennifer. Brad'in yüzünde güller açmıştı. Brad; “Seni seviyorum” diye içtenlikle söyledi ve ayrılmadan önce bir kez daha sarıldı eşine. “Haplarını unuttun,” diye azarlayarak kocasının eline bir kutu mide ilacı tutuşturdu ve kendinden itikleyip uzaklaştırdı Jen. 2 İkisi de gülüştürler. “Sen olmasan ne yapardım bilemiyorum Jenny,” diye koca sevgisini safça söyledi Brad. Jennifer gülümsedi ve dudaklarından bir öpücüğü kocasına doğru üflerken sessizce fısldadı. “Seni seviyorum.” Güneş birkaç saat içinde batacaktı ve bu güzel kır kasabasında gece olacaktı. Kamp yeri sadece bir saat uzaklıktaki göl kıyısındaydı. Şu anda civarda pek çok kampçı çoktan yerlerini almıştı. Brad arabayı çalıştırdı ve kampçılar bir kamp şarkısı söylemeye başladı. Aileler kamçıları el sallayarak gün batımına doğru uğurlarken Jenny sessice mırıldandı; “Asıl ben, siz olmasaydınız ne yapardım bilemiyorum..” Gece sıcaktı. Esen rüzgara rağmen ve açık kapı ve pencerelere rağmen hava hala sıcaktı. Daha yazın ilk günleri böyleydi. Son birkaç on yılın en sıcak yazı olacağı yolundaki meteorolji tahminleri tutacak gibiydi. Bilimadamlarının güneş patlamaları ile ilgili yaptığı tahminleri ve tatsız senaryoları da ekleyince bu yazın cidden sıcak olacağına çok kişi inanıyordu. Hükümet güneşteki faaliyetin karşısında gerekli önlemlerin alındığını ve altyapı sistemlerinin bundan etkilenmeyeceğini açıklasa da İnternet, Hükümet ve Bilimadamlarının büyük çoğunluğunun aksi biçimde felaket senaryoları yazıyordu. Jenny kocasından uzak olduğu her gecede olduğu gibi bu gece de o eski kabusla sıçrayarak uyandı. Sesi kilitlenmişti. Konuşamıyordu. Hatta ağlayamıyordu bile. Çok zayıf ve çaresiz kalmıştı. Korkuyla inledi ve sonra yavaşça kendine geldi. Vücudunu kontrol etti. Eski yara izlerinden bazıları hala yerindeydi ama kanaması yoktu.. Yaralar iyileşmişti. En azından bedenindekiler. Yüreğindekilerin iyileşmesi mümkün müydü.. Jenny bir CIA ajanı olarak çalıştığı dönemde gelecek vaad eden bir ajandı. Ama son aldığı görev CIA'in elinde patlamıştı ve ona en yakın kişi olan Jen'de bu patlamada nefretin gözlerinin içine bakmıştı.. 7 yıl olmuştu ve Jen hala o nefreti içinde duyuyordu. O kadar soğuk ve kararlıydı ki bu nefret.. Jen ondan önce korkuyu hiç tatmadığını görmüştü. Onun nefreti ve öfkesi karşısında bildiği bütün kıyametler bir çocuk gibi masum kalıyordu.. Jen ter içindeydi. Geceliğini üzerinden çıkardı. İç çamaşılarını yenisi ile değiştirmeden hızlı bir duş aldı. Uyku hapı için bir bardak su aradı ama su bardağını bulamadı. Yine doldurup buzdolabı yanında unutmuştu. Alt kata inerken evin içindeki esintiyi çığlak omuzlarında hissetti. Sarı saçları pencerelerin cereyanında tatlı tatlı dalgalanıyordu. Güzel bir kasabada, kocaman bir bahçesi ve havuzu olan güzel bir evde yaşıyordu. Kocası kasabanın eski ve hali vakti yerinde bir ailesinin tek oğluydu. Jen bu asabayı seviyordu ve kasabada da çok seviliyordu. 3 Buzdolabının yanında dolu bardağı görünce kendine söylendi. “Bu haplar olmadan bile çok unutkanım.” Bardaktaki ısınmış suyu döktü ve buzdolabındaki soğuk su ile yeniden doldurdu. Hapı ağzına attı. Tam bardağı dudaklarına götürürken oturma odasından gelen bir melodi duydu! İlk şaşkınlığının ardından bunu dehşet takip etti! Bir cep saatinin melodisi idi bu. Bu çok tanıdık ve çok güçlü bir melodiydi! Elindeki bardak yere düşerken dehşetle yurkundu ve uyku hapı boğazından aşağı gitti. Jen donup kalmıştı. Aklında kıgın kazanlar kaynıyordu ama buz gibi terliyordu. Kıpırdayamıyordu. Kimsenin ve hiç birşeyin onu böyle korkutabileceğine inamamazdı. O gözüpek bir ajandı bir zamanlar ama artık korkuyu biliyordu. Dehşet ile tanışmıştı. Adı Nikola Milankoviç idi. 3 Yıl önce- Rusya. Moskova. Devlet görevlileri için korumalı bir yaşlılar yurdunun hasta koğuşu. Adam orta boyluydu ve dikkat çekici hiçbir fiziksel özelliği yoktu. Temiz ama sade giyimliydi. Bir hasta ziyaretine gelmiş aile üyesinden farklı görünmüyordu. Sandalyeyi çekip yaşlı adamın yanında oturdu. Onu yumuşak bir dost gülümsemesi ile selamladı. Elindeki çikolata kutusunu uzattı. “Profesör Oparin. Ortak bir dostumuz İsviçre çikolatasından hoşlandığınızı söyledi. Umarım yanlış bilgi almamışımdır.” Adam öksürdü. Kanserdi. Öksürüğü bir dizi öksürük izledi ve sonunda temkinli sert bir bakışla cevap verdi. Eli yine de çikolatalara uzanıyordu. “Buraya bunları sokabilmek için iyi rüşvet vermiş olmalısınız. Kapıda gizli servis ve askerler bu tür şeylere izin vermez..” Kel kafalı ve artık eski iri yapılı halinden eser kalmamış Profesör çikolataları temkinle tattı. Yüzünün şekli biranda değişti. Memnuniyet dolu bir gülümseme bitkin suratına yayıldı. “Benim dostum yoktur bayım. Kimse beni sevmez, ben de kimseyi sevmem. Sevgili anneciğim dışında hiçbir insan beni anlamadı. Burada bakılıyor olmamın tek nedeni ise beni öldürmek ile yaşatmak arasında kararsız olmaları. Sonunda işleri doğal akışına bırakmaya karar verdiler.” “Bay Sundance sizden söz ederken huysuz ama çok gerçekçi bir kişidir diye söz etmişti. Haklıymış,” diye güllümsedi Ziyaretçi.” “Sundance. Adi herif,” diye konuştu ve ağza alınmayacak bir sürü hakaret ile küfür saydı Profesör.. “Bir zamanlar tatlı işler yapmıştık kendisi ile. Tabii sonuçları onun için bana olduğundan çok daha faydalı oldu. Şimdi nasıl p..ç kurusu?” “Çok iyi, size selamları var.” “Si.. in selamları.” diye söylendi Sergei. Sonra kendinden geçercesine sayıklarcasına konuşmaya devam etti.. “Bir silah kaçakçısı, bir ölüm taciri, bir kan emici.. Ondan ne eksiğim var? O para içinde yüzüyor ben sefil bir ölümün kucağında acıyla inliyorum. Ben ondan daha çok adam öldürdüm, ondan çok daha fazla insanın kanı ellerimde.. Ölümün asıl taciri benim! Bir de şu gördüğüm muameleye bak. Saygı... Saygı kalmadı.. Eski günleri gördüm.. Gençtim ama gördüm.. Soğuk savaşı gördüm! Ahh, ne günlerdi onlar. Saygı vardı. Ölüme ve yıkıma saygı vardı. İnsanlar önümüzde korku ve dehşetle eğilirdi... Günler.. Eski günler...” diyerek öksürdü Sergei ve bir öksürük krizi daha geldi.. 4 “Profesör, ben de bunun için buradayım,” diyerek konuya yavaşça girdi ziyaretçi. “Bay Sundance ile iyi iş ilişklilerimiz vardır. İhtiyaç duyduğumuz çeşitli araçları bize genelde Bay Sundance sağlar. Bu defa talep ettiğimiz şeyi karşılama konusunda sıkıntı yaşadığını söyledi bize..” Sergei koca bir kahkaha ile güldü. “Büyük Bay Sundance birşeyi bulamıyor mu?” kahkahaları gerçekten de kocaman ve içtendi. Sonra cidden bir merakla ilk kez bu ziyaretçiye dikkatle baktı ve sordu Sergei; “Söyleyin bana bayım.. Bay.. Adınız ne demiştiniz?..” “Henüz söylemedim. Bağışlayın, heyecanlıyım. Kabalık ettim. Benim adım Nikola Milankoviç.” “Adınız tanıdık geldi..” diyerek durakladı Sergei.. Sonra hafızası birden ona gösterdi. “Ah, şu Sırp dahi.. Çağın en büyük beyinlerinden birisi.. Bütün ışıldayan teklifleri geri çevirip ülkenizde bir okulda öğretmenlğe başladığınızı duymuştum.. Sonra.. Sonra..” diye konuşmadı Sergei. Sustu. İç savaş patlamıştı Yugoslavya'da.. “Sonrası acı ve ölüm Profesör. Bir Ölüm taciri olarak siz de takdir edersiniz ki acı ve ölümün insan ruhu ve beyni üzerinde çok aydınlatıcı bir etkisi var. Genç beyinleri okullarda aydınlatıp daha güzel bir dünya yaratabileceğime inanmıştım. Çok saftım..” diyerek anlatıyordu Nikola.. Şimdi Sergei can kulağı ile dinliyordu. “Artık aydınlandım. Ve gördüm ki dünyanın kurtuluşu aydınlanmada. Bütün dünyayı aydınlatmak ve onu kurtarmak için yegane yol onu acı ve ölüm ile aydınlatmak!” Nikola'nın bunu saf bir inançla ve tutkuyla söyleyişi Sergei'i derinden etkilemişti. “Evet! Evet! Evet!” diye onun sihrine kapılmışça heyecanla güldü ve tutkuyla konuştu Sergei. “Sonunda denk bir beyin.. En azından denk bir beyin ile karşılaştım. Dostum gerçekten aydınlanmışsınız.. Bizi anlamıyorlar.. Ölüm ve acının ötesini görmüyorlar.. Yalancı dünyalarını yıkıp onları acı ve ölüm denizinden kılavuzluğumuzla geçirmediğimiz sürece bu zavallı ruhlar için kurtuluş umudu yok! Tek yolu aydınlanma!” “Dünya'ya bunu vermeye karalıyım Profesör. Bunun için uzun zamandır bu davaya inanan arkadaşlarımla çalışıyorum. Bu çabalarım son dönemece girmek üzere. Sadece son birkaç araca ihtiyacım var.” “Neye ihtiyacın var Nikola?” diye gerçekten şevkle sordu Sergei. “Bay Sundance'a çok güçlü bir silah sordum. Ciddi anlamda bir kıyamet silahı... Halkları cidden silkeleyip acıyı tattıracak ve hepimize özümüzde aynı olduğumuzu hatırlatacak bir silah.. Acıda ve gözyaşında bütün dünyayı birleştirecek, günahlarımızı gösterip bizi doğruya yönelendirecek bir silah..” diyerek durakladı Nikola “Bir nükleer silah. Bunu Sundance sağlayabilir. Ama bunun hedefe ulaştırması büyük sorun olacaktır sanırım..” diye konuştu Sergei. Nikola gülümsedi. “Bir nükleer silaha ihtiyacım yok Profesör. Yıllar önce hatırı sayılır sayıda ve güçte nükleer güce kavuştum. Nükleer silahları üretmek ya da satın almak ya da Dünyanın herhangi bir liderinin yatak odasına sokmak da sorun değil. Nükleer silahlar sadece insanı değil, dünyayı da yok ediyor. Dünyayı yok etmek istemiyorum. Ben daha büyük bir şey arıyorum. Dünyayı yeniden kurmak istiyorum. Bunu söyledim Bay Sundance'a. Ona dünyayı uyandıracak ve bütün halkları silkeleyecek birşeye ihityaç duyduğumu söyledim. Bir süre düşündü ve sonra bana sizden ve Zürih'deki bir restorandaki konuşmalarınızdan söz etti..” “Adi herif. P..ç kurusu.. O..pu çocuğu.. Biliyordum böyle birşey olacağını. Kızlar ve içki.. Çok ama çok içki. Beni çok konuşturdu. İçince çenemi pek tutamıyorum ama hayır efendim ona hepsini söylemedim.. Hayır.. Asla.. Ben o kadar aptal değilim..” şimdi yine adeta transa girmişti Sergei.. “ Hayır o kadar aptal değilim.. Saygı.. Saygı yok.. Saygı önemli.. Ben ölümü gördüm.. Ölüm.. Dünyanın kıyametini gördüm.. Kızıl Kıyamet! Kızıl Kıyamet! Kızıl Ölüm.. Onu gömdük.. Çok derine gömdük.. Benden çok önce, yaşlılar onu bulmuş.. Yaşlılar onu daha da beslemiş.. Şimdi çok daha güçlü! Çok aç.. Açlığı kocaman. O kadar aç ki bütün dünyayı yemeden doymaz.. Bütün insanları yemeden asla doymaz! Kızıl Kıyamet.. Gömdük.. Korktuk.. Stalin bile korkmuş.. Stalin bile korkmuş. Gömün ve adını silin demiş.. Ama yaşıyor.. Hala orada.. Kızıl Ölüm.. Kızıl Kıyamet..” 5 Nikola adamın kısmen delirdiğini düşünse de ölmek üzere olan öfkeli-yalnız ve çok zeki bir bilimadamı ile karşı karşıya olduğunun farkındaydı. Adamın sözlerinden etkilenmişti. “Kızıl Kıyamet, nedir Profesör?” diye sordu. Bir iki tahmini vardı aslında. Stalin sözü birşeyler çağrıştırıyordu.. “Kızıl Ölüm.. Nikola, onu gömdük ve unuttuk. Ama ben unutmadım.. Hayır ben değil. Ben unutmadım. Ben onu çıkardım. Ben onu mükemmelleştirdim. Ben onu korudum. Onu sakladım.. Birgün biliyordum.. Biliyordum.. Birgün.. Günü gelecekti..” diye konuşuyordu Sergei.. Sonra aklı biraz daha başına geldi ve daha tutarlı anlatmaya başladı. “Ortaçağda Avrupa'yı vuran şey kara veba değildi Nikola. Nereden nasıl geldiğini bilmediğimiz bir virüs. Çok kıyıcı bir virüs. Ortaçağ'a ait çok iyi korunmuş bir gurup ceset bulunmuş Norveç buzullarında. Arkeolojik keşif kısa sürede salgına dönüşmüş ama arkeologlar ve Alman bilimadamları hızlı davranıp karantinayı başarı ile kurmuşlar. Virüs onca zamana rağmen yaşıyordu. Naziler ve Mengene bunun üzerinde çok ciddi araştırmalar yürütmüş ama Hitler denen o deli bile bunu kullanmaya cesaret edememiş. Sonra da zaten bir şekilde bilimadamları bunu Nazilerden kaçırmayı başarmışlar.. Rus bir ajan savaşın sonlarına doğru bu son örneği Moskova'ya ulaştırmış.” “Sovyetler bunun üzerinde uzun yıllar araştırma ve denemeler yapmış ama Sibirya'daki kaza ile patlayan salgın Stalin'i bile ürkütmüş. Kızıl Kıyamet'i kontrol etmenin yolu olmadığı görülmüş sonunda.. Sonunda Stalin araştırmayı bitirmiş ve bilimadamları farklı yerlere sürülmüş ya da öldürülmüş.” “Soğuk Savaş yıllarında canavar saklandığı mezardan bir kez daha çıkarılmış ama yine kontrol için bütün çabalar boşa çıkmış. Deri üzerindeki irin kabarcıklarının patlaması ile ya da öksürük ile atmosfere spor gibi yayılıp uzun süre hayatta kalıyor. Hava ile, temasla, vücut salgıları ile bulaşıyor. Son derece bulaşıcı, hızlı, çok dayanıklı ve belirtiler ortaya çıkana kadar kişi yaşadığı ortama bunu kelimenin tam anlamı ile saçıyor.” “Bir kez belirtiler görülmeye başlayınca da kişi acılı bir sürecin sonunda ölüyor. İzlemesi hiç hoş bir süreç değil itiraf etmeliyim.. Sonuçta; Düşmanı öldürdükten sonra durmayan ve onu ateşleyen elleri de öldüren bir silah haliyle işe yaramayan bir Kıyamet Silahı olarak damgalanmış.. Ama ben .. Ben başardım.. Gizlice onu mükemmelleştirdim.. Ben, burada pislik ve sefalet içinde yatan, saygı görmeyen Sergei Oparin bunu başardı.” “Tam olarak başardığınız neydi Profesör?” diye ciddi bir merak ve hasta bir saygı ile sordu Nikola. Sesindeki samimi saygıyı Sergei de hissetmiş ve uzun yıllar sonra içinde insanlar için bir umuda dair ışık yanmıştı. “Bir aşı.. Bir aşı geliştirdim.” diye gülümsedi Sergei. Nikola şimdi cidden etkilenmişti ve bunu açıkça gösteriyordu Sergei'e.. “Bu çok büyük bir başarı ama bunu neden gizlediniz Profesör? Bu size büyük saygı kazandırabilirdi.” “Saygı yok.. Artık saygı yok.. Onlar bunu gömecekti. Onlar bunu kullanmayacaktı. Dünya kötü. Dünya çirkin. Dünya kurtarılmalı. Sen bunu yapabilirsin. Senin de gözlerinde gördüm. Sen bunu yapabilirsin!. Söyle bana, yapacak mısın? Onu kullanacak mısın? Dünyayı aydınlatacak mısın!?” Nikola hasta bedenli ve hasta zihinli bu adama çok büyük bir sempati beslemeye başlamıştı. Bu hastacaydı. Birbirlerine benziyordular. “Eğer o onuru bana bahşederseniz, onu bana verirseniz size söz veriyorum. Onu kullanacağım.” Sergei hiç beklemeden şevkle cevap verdi. İçinde heyecan ve sabırsızlık vardı! 6 “O halde senindir,” diyerek güldü Sergei ve kahkahalarını bir öksürük krizi takip etti. Sergei varisini bulduğunu biliyordu. Onunda gözlerinde aynı derin karanlık kuyu vardı.. Gözlerinin içine dikkatli bakanın vay halineydi. Orada en derin karanlığı görmüştü Sergei.. Dünyaya mirası Nikola olacaktı.. “Sana bunu nasıl ödeyebilirim Profesör? Benden ne diliyorsunuz? Para? Daha iyi tedavi? Gücüm dahilindeki herşey? Ve ben çok güçlüyümdür sizi temin ederim..” “Gücünün büyük bölümü cüretinde gizli. Onu kullanacağını biliyorum. Dünyayı aydınlatmak için onu cayır cayır yakmaya hazırsın, bundan çekinmeyeceğini görüyorum..” “Sen Dünyayı yakmadan önce Amerika'yı görmek istiyorum. New York'u.. Son günlerimi orada geçirmek fena olmazdı. Zaten son aylarımı yaşadığımı söylüyor sevgili doktorlarım..” diye konuştu Sergei. Ağzına bir çikolata daha atıyordu. Neşe ile gülümsüyordu. Nikola elini cep telefonuna attı. “Tam donanımlı en iyi ambulans uçağını bul. Profesör Sergei Oparin Moskova'dan New York'a tedavi için nakledilecek. Kendisine en yüksek ve en güzel New York manzarasına sahip çatı katını kiralayın. Tedavisine orada devam edecek..” Sergei gülümseyerek konuştu. Sonra da kahkahalara boğuldu. Nikola da gülümsüyordu. “Onlara cehennemi ver!” Nikola şöminenin yanındaki koca koltuğa kurulmuştu. Elinde antika bir cep saati vardı. Melodi usul usul şakıyan bir ninni gibi çok rahatlatıcı ve yumuşaktı.. Çok ürkütücüydü burada.. Jen karanlığın bir iblisini görmüş gibi donmuştu. “Otur Jennifer,” diyerek eliyle karşıdaki koltuğu nazikçe işaret etti Nikola. Jennifer kararsızdı. Kontrolünü ele geçirmek için savaşıyordu. CIA yıllar sonra bugün bile hala 3 ajanı ile onu 24 saat gizlice izliyor ve koruyor olmalıydı. Yaşlı Adam öyle söylemişti ve o söylüyorsa öyle olmalıydı.. Şimdi neredeydi bunlar. “Jennifer, o 3 CIA ajanı gelemeyecek. Kocan ve küçük Mikey'nin de ölmesini istemiyorsan lütfen söylediklerimi harfiyen yap. Şimdi. Otur lütfen.” Jennifer'ın gözleri dolmuştu. Kocası ve Mike'ın adı geçince elindeki azıcık cesaret de avuçlarından kayıp gitmişti ve yeniden kölelik zincirleri ile bağlanmıştı. Jennifer yavaşça odaya yürüdü.. Teslim olmuş, boynu bükülmüş çok çaresiz bir hali vardı. Nikola onu izliyordu. Jennifer vücudunu pek de örtmeyen yazlık bir gecelik giyiyordu. Brad onu bunlarla görmeye bayılıyordu ve Jen de onu mutlu etmeyi seviyordu. Vücudunu cömertçe sergileyen bu gecelikle ay ışığında yürüyüp Nikola'nın işaret ettiği koltuğa oturdu. “Seni iyi gördüm Jennifer. Son defaki talihsiz karşılaşmamızda sana..” diye durakladı.. Açıkça kelimeleri doğru seçmek konusunda kendisini zorladı Nikola.. “hiç iyi davranmadım..” sesinde sanki bundan o da şimdi çok rahatsızmış gibi bir hali vardı. Jennifer o günlerin hatırası üzerine gelince sessizce hıçkırdı. Tamamen kırılmıştı şimdi ve gözyaşları iki gözünden sessizce dökülüyordu. 7 6 yıl önce Yaşlı Adam'ın ekibindeki en iyi 3 ajandan biriydi Jennifer. 5 yıldır dünyayı kasıp kavuran terörist eylemler ve suikastlerin mimarı olarak aranan Nikola'ya çok yaklaşmıştılar. Ne yazık ki Nikola da bunun çok farkındaydı. Ekip üyelerinden birini vahşice katletmişti. Diğeri şans eseri ağır yaralı olarak saldırıyı atlatmıştı. Jennifer ise 3 gün ortadan kaybolmuştu ve bir ihbar ile bulunduğunda durumu çok kötüydü. Vücudunda bir sürü yara vardı. Çok dövülmüş ve işkence görmüştü, tecavüze uğramıştı. Fiziksel travmanın ötesinde psikolojik olarak da tamamen tükenmiş haldeydi. Bir yıl boyunca Yaşlı Adam üzerine titreyerek onu geri getirebilmişti.. Yine de Jennifer o 3 günde eski Jennifer'ın çok fazlasını kaybetmişti. Asla aynı kişi değildi. CIA'deki aktif görevden çekilmiş ve alt seviye önemsiz kağıt işleri ile evden çalışabileceği bir göreve getirilmişti. Nikola ona yaptığı uzun işkencenin sonunda kendisi de bir noktada bundan etkilenmişti. Karanlık kocaman, bomboş bir depoda tek bir lambanın küçücük ışığında geçen uzun saatlerin sonunda kırılan sadece Jennifer'ın ruhu değildi. Nikola bütün ruhunu çoktan kaybettiğine inansa da Jennifer'ın gözlerinde karısının gözlerini gördüğünde ruhunun hepsini kaybetmediğini anlamıştı. İşte o anda ruhunun son kırıntıları da onun içinde parçalanıyordu.. Nikola adeta çıldırmıştı o anda. Kendini kaybetmiş bir çaba ile Jennifer'ı kurtarmak için 2 gün boyunca uğraşmıştı.. Sonra da hayati tehlike geçince onu bırakmıştı.. Nikola ölümün eşiğindeki Jennifer'i bıraktığında yeni kararlar ile kendini yeraltına çekmişti.. O günden sonra Nikola bir daha bugüne kadar ortada görülmemişti..7 yıldır ondan ses ya da haber yoktu.. “Senden özür diliyorum Jennifer. Çok üzgünüm..” diye içtenlikle adeta küçülerek söylemişti Nikola.. Bu sözleri duyduğunda Jennifer'ın içinde adeta bir bomba patlamıştı. Nasıl olduğunu o da sonra şaşkınlıkla merak edecekti. Jennifer ayağa fırladı ve Nikola'nın karşısına dikilip suratına okkalı bir tokadı yapıştırdı. Bir anlık patlamanın ardından Jennifer korku ile geri çekilip bir köşeye siniyordu. Korku ile hıçkırıyor ve ağlıyordu.. Nikola ayağa kalkarken burnundan akan kanı eliyle siliyordu. “Çok anlaşılabilir bir tepki. Seni suçlayamam. Bundan fazlasını hakettim. Tanrı biliyor.” Nikola cebinden bir mendil çıkardı ve Jennifer'e doğru yürümeye başladı. Jennifer sıkıştığı o küçük köşede küçücük küçülmüştü. Yere küçücük çömelmiş ve korku ile inleyip yalvarıyor ve ağlıyordu.. Sesi bile çıkamıyordu ama durmadan korku ile yalvarıyordu.. Nikola kendinden iğrenerek yere dizçöktü. Dünya umurunda değildi.. Kadın, çocuk, yaşlı, genç.. Canları cehennemeydi. Onların gözünü açmak için hepsini katletmesi gerekirse hepsini cayır cayır yakmaya hazırdı. Ama bu kadına yaptıkları için kendinden öyle iğreniyordu ki o günden sonra bir daha aynaya ne zaman baksa Jennifer'in gözlerini ve eşinin gözlerini beraberce görüyordu. 7 yıldır kabuslarında onları görmediği tek bir gece olmamıştı.. Mendili ile nazikçe Jennifer'in gözyaşlarını silerken artık ölü olan baba-eş-öğretmen Nikola gibi sevgi ve şefkat doluydu. Dokunuşu çok yumuşak ve çok sıcaktı. Samimi bir nezaket ile Jennifer'in saçlarını ürkekçe okşuyor ve gözyaşlarını siliyordu.. “Af beklemiyorum. Sadece çok üzgün olduğumu söylemek isityorum. Karım ve kızımın öldüğü o günden başka hayatımda değiştirmeyi dilediğim tek şey sana yaptıklarım. Yazık ki olanca gücüme rağmen ikisi de gücüm dahilinde değil. Sana bir kez kıyametin ötesinde bir kıyamet verdim. Bunu değiştiremem ama ikinci bir kıyametten azad edebilirim.” 8 Nikola ayağa kalktı ve oturduğu koltuğun yanındaki şömineni üzerinde bulunan bir aile fotoğrafını eline aldı. Fotoğrafta koca bir aile vardı. Kalabalık koca bir Aileydi bu. Brad'in ailesi. “Çok güzel bir aile tablosu. Onları çok seviyorsun. Onlar da seni çok seviyor.” Jennifer ne geldiğini bilmiyordu ama sessizce inliyordu.. Gözyaşları hala sessiz sessiz ağlıyordu. Hıçkırıkları hiç durmuyordu. Yüzü ve gözleri kıpkırmızı olmuştu. Adeta ağlamaktan tükenmişti. “Lütfenn... Lütfen.. Onlara dokunma.. Lütfen..” “Söylediklerimi harfiyen yapacaksın Jennifer. Senin ve Ailenin hayatta kalmasının tek yolu bu.” “Evet.. Yaparım.. lütfen.. Yapacağım.. Lütfen, onlara zarar verme.. Lütfen.. yapma..” Nikola Jennifer'e bir zarf bıraktı şömineni üzerine. “Büyük bir kıyamet zamanı geliyor Jennifer. Aileni bundan korumak için nereye gideceğin ve nelere ihtiyacın olduğu orada yazılı. Orada yazılanları harfiyen yaparsanız yaşayacaksınız. Senin için sadece bunu yapabilirim. Yazılanlara uyduğunuz sürece ailen ve sen orada güvendesiniz. Yazılanlara uymazsanız kendi ölümünüzü kendiniz davet ettiniz demektir.” “Seni bir daha görmeyeceğim. Ne sana ne de ailen bir daha asla yaklaşmayacağım. Sana ve ailene benden ve adamlarımdan zarar gelmeyecek ama talimatlara uymak zorundasınız. Sadece oraya git ve talimatları kendi güvenliğin için uygula.” “Hoşçakal Jennifer. İyi uykular..” diyerek yavaşça ayağa kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı Nikola. Jennifer yuttuğu uyku hapı kadar bitkinlik ve şokun da etkisi ile olduğu yerde kendinden geçiyordu.. Gözleri kapanıyor ve sayıklamalarla bilincini kaybediyordu.. Sabah uyandığında bu kabustan geriye kalan çömine üzerindeki zarfı bulduğunda yine birkaç saat kendine gelemeyecekti. Sonra da CIA'den Yaşlı Adam'a telefon açtığında koruma görevindeki 3 ajanın öldüğü ve yardımın yolda olduğu haberini alacaktı.. “Kanal değiştirmeye çalışmayın. Bütün dünya televizyonlarında bütün kanallarda bu konuşma var. Eğer bu dünyada sevdiğiniz birisi varsa onun aşkına iki dakinanızı ayırıp beni dinleyin, dinlemezseniz çok pişman olabilirsiniz.” “Benim adım Nikola Milankoviç. Yugoslavyalı birSırp'ım. Eminim çoğunuz bu ülkenin adını bile duymamışsınızdır. “ “Amerika Birleşik Devletlerine, Rusya'ya, Çin'e, Avrupa ülkelerine, halkları üzerinde halklarını umursamazca hüküm süren bütün dünya devletlerine; Kısacası bütün dünyaya savaş ilan ediyorum.” “Bundan yıllar önce bir ailem ve bir hayatım varken, bir ülkem varken adamın biri televizyona çıkıp böyle delice şeyler söyleseydi ben de ona inanmazdım. Sizleri ültümatomuma inandırmalıyım. Sizlere tam olarak 3 saat veriyorum. Sevdiklerinizle kucaklaşın, onlara bir telefon ile söylemeyi ihmal ettiğiniz şeyleri söyleyin. Sevdiklerinizle vedalaşın çünkü 3 saat sonra ölüm çekilişi var ve piyango belki de size ve sizin sevdiklerinize çıkacak.. Benim aileme son sözlerimi söyleme şansım olmadı. Size bu şansı veriyorum. Bu isteklerim kabul edilene kadar sizlere göstereceğim ilk ve son merhamet işareti olacak. Şimdiden 2 dakika kaybettiniz.” Amerikan Başkanı George Ford da bu anda televizyon başındaydı ve bu yayını o da canlı olarak izlemişti. 9 “Bu saçmalık da neyin nesi!? Neler oluyor burada!?” Kapı açılıp içeriye gizli servis ajanları girdiğinde yanlarında hatırı sayılır sayıda asker de vardı. “Neler oluyor Jim!?” diyerek koruma şefine bağırdı Başkan. “Sayın Başkan sizi süratle yeraltına indirmeliyiz. Lütfen acele edin efendim,” derken Jim çoktan Başkanın koluna girmişti ve diğer ajanlar da etrafında bir koruma çemberi kurup onunla süratle asansöre doğru yürüyordu. “Jim burası Beyaz Saray! Lanet olsun neler oluyor? Bir delinin ültümatomu ile yeraltına kaçmayacağım!..” diye direnmeye çalışıyordu ama açıkça sürekleniyordu Başkan. Jim'i hiç böyle görmemişti. Jim neredeyse soğukkanlılığını kaybetmek üzereydi. Başkan onun korktuğuna yemin edebilirdi! “Efendim, Sayın Başkan Yardımcısı şu anda Air Force 1 ile havada. First Lady ve Kızlarınız da gizli servis ve ordu eskortunda süratle buraya getiriliyor. Onlar ulaşınca sizi DEFCON 1 Başkanlık Sığınağına nakledeceğiz.” “DEFCON 1 sığınağı mı?! Çıldırdınız mı siz!?” Başkan şimdi asansördeydi ve Beyaz Saray'ın çok derinlerinde kazılı sağlam bir kale olan Başkanlık sığınağına iniyordu. “Jim tanrı aşkına söyle neler oluyor?” “Efendim Sayın Savunma Bakanı ve Generaller kısa süre içinde CIA ve FBI başkanları ile Burada olacak. Anayurt Savunması Subayları şimdiden sığınakta. Size 5 dakika içinde brifing verecekler.” Aslında brifing 45 dakika sonraya sarkmıştı ama Başkan bu arada eşi ve kızlarıyla buluştuğu ve bu konuşmanın dünya üzerindeki yankılarına dair raporları gözden geçirdiği için süreyi fark edememişti. Toplantıda Generaller, CIA ve FBI görevlileri ile Danışmanlar ve uzmanlardan bir heyet varda. Yeraltındaki koca toplantı salonunda 30'a yakın üst düzey yetkili vardı ki Başkan geçen 3 yıl içindeki hiçbir Kriz durumunda bu kadar karanlık tipli ve kalabalık bir gurupla toplantı yapmamıştı. CIA adına bir görevli ilk bilgileri veriyordu.. Büyük ekranda ve bütün katılımcıların önündeki bilgisayar ekranında resimler ve videolar ile belgeler akıyordu. “.. Adı Nikola Milankoviç. Yugoslavya vatandaşıydı. Sırp kökenli. Dahi bir bilimadamı. Yüzyılın en parlak beyinlerinden birisi olarak kabul gördü. Genç yaşta fizik, kimya, biyoloji ve quantum fizik alanlarındaki çalışmaları ile çok dikkat çekti. Gelecek vaad ediyordu. Sonra bir Boşnak ile evlendi ve bütün kariyerini itip üniversitede dersler vermeye başladı.” “Yugoslavya içsavaşının başlarında ailesi Sırp milliyetçi bir gurup tarafından gözleri önünde vahşice katledildi. Gözünün önünde kızına ve eşine tecavüz edildiği bilgisi onaylanmadı ama doğruluğuna inanıyoruz..” “Tanrım,” diye samimice soludu Başkan Ford. Kendi ailesine böyle birşey yapılmasının düşüncesi bile onu korkunç etkilemişti. “..Olay sonrasında Nikola Milankoviç başında bir mermi ile yaralı olarak bulunmuş ve tedavisinin ardından savaşta Sırp güçlerine karşı kendi gurubu ile çarpışmış. Bu dönemde yaptıkları ve kurduğu ilişkiler ile gelecek yıllardaki hareketleri için sağlam bir altyapı kurduğuna inanıyoruz.” “Savaş esnasında ve savaş sonrasında pek çok Sırp komutanın suikaste kurban girmesinde onun parmağı olduğunu biliyoruz.” “Burada durmadı. Yıllarca pek çok terörist eyleme, suikast ve bombalamaya, sabotaja karıştı. Bir noktadan sonra eylemlerinde savaşa geç ve yetersiz müdahale edip milyonlarca sivilin ölümüne göz yumduğu gerekçesi ile Batı'yı hedef almaya başladı. 12 yıl önce eylemleri artan bir dozda Batı'yı ve Amerika'yı hedef almaya başlasa da para karşılığında başka yerlerde pek çok terör eylemini gerçekleştirdiğini de biliyoruz.” 10 “Eylemleri git gide artan dozda şiddet içermeye başladıkça daha sıkı önlemlerle peşine düşüldü. Ama O da gittikçe ustalaştı. Basını sıkı biçimde kontrol altına alma çabalarımız sayesinde pek çok eylemini daha az zararlı gibi göstersek de aslında bombalama ve suikastleri cidden çok etkili ve korkutucu boyuttaydı. Sabotajlar ve şantaj ile Devletlere çok ciddi hasar vermeye başladığında birleşik bir harekat ile durdurulması için çalışmalar başlatıldı.” “Ne yazık ki bu çalışmalar da felaketle sonuçlandı. Timler yok edildi ve operasyonun başındaki 3 ajandan biri vahşice katledildi, bir diğeri ağır yaralandı. Diğer ajanımız aldığı yaralar yüzünden sakatlandı ve masa başı göreve çekildi.” “Nikola Milankoviç çok cüretkar, korkusuz ve becerikli bir düşmandır. Şimdi bütün dünyaya savaş ilan ediyorsa onu ciddiye almalıyız.” “Kesinlikle katılıyorum, onu ciddiye almalıyız,” diyen Yaşlı Adam idi. Yaşlı Adam tekerlekli sandalye ile gezen yaşlı bir adamdı. Yüzü ve vücudunun duruşu sanki iki yüz yaşındaymış gibiydi. Yüzünde derin izler ve gözlerinde durgun bir bilgelik vardı. Tehlikeli bir hava da etrafında adeta dalgalanıyordu. “Sizi tanıyor muyum bayım?” diye sordu Başkan. “Hayır, Sayın Başkan, Sizden önceki Başkanlar gibi siz de beni tanımıyorsunuz ve siz de beni tanımayacaksınız.” Savunma Bakanı Başkanın kulağına eğilip fısıltıyla birşeyler söylerken Başkanın rengi öfke, şaşkınlık ve kararsızlık arasında dalgalandı durdu ve sonra sinirli bir kabul ile sessiz kaldı. Yaşlı Adam başıyla samimice selamlayarak devam etti. “Nikola Milankoviç geri döndü ve geçen yıllar içinde çok fazla güçlendi. Uyarılarımı kulak ardı edenler elimdeki gücü ve kaynakları da kısıtladıkları için onu yeterince takip edemedim. Ama şundan eminim ki bu geçen 7 yıl içinde hiç de boş durmadı. Onun imzasını tanıyabilirim ve biliyorum ki geçen 7 yıl içinde operasyonlarını büyük miktarda para kazanmak için şekillendirdi. Soygunlar, şantaj, rüşvetler ile büyük kar getirecek işlerden pay almak.. Haraç.. Teknoloji ve bilgi hırsızlığı.. Hiç boş durmadı. ABD bunu bir sır olarak saklasa da bizim kaybolan 45 milyar dolarımızın da onun Hacker takımı tarafından çalındığına inanıyorum..” Başkan bu noktada Maliye Bakanına döndü.. Bunu daha yeni duyuyordu.. Maliye Bakanı başını önüne eğmişti ve utanarak açıklama yapmaya çalışıyordu.. “Hesapları tekrar tekrar inceliyoruz. Bir yerde bir hata ile paranın yanlış bir hesaba gitmesi söz konusu olabilir diye düşünüyoruz..” “45 milyar dolar.. 3-5 cent değil 45 milyar dolar Edgar!.. 45 milyar doları kaybettiğimizi mi söylüyorsunuz?! Tanrım.. O kadar güvenlik harcamasını ne diye yapıyoruz!?” diye bu defa da savunma bakanına döndü Başkan. “Aslında Sayın Başkan,” diyerek konunun can alıcı noktasına girdi Yaşlı Adam.. “Amerika yurt Savunmasına para yatırmıyor. En iyi savunma saldırıda gizlidir prensibi ile hareket ediyoruz. Bütçemiz silaha gidiyor. Savunma harcamaları çok uçuk teknolojik gösterilere gidiyor. Cidden o uçuk yüksek teknoloji ürünü savunma silahlarının bizi günümüz tehlikelerinden koruyabileceğine inanmıyorsunuz ya? Lütfen ciddi olun. Soğuk Savaş bitti.. Düşmanlarımızı ufaladık ve korkuttuk, bizi füzeyle vurmayacaklar..” 11 “Gerçekte ülke güvenliğimiz hiç de o kadar sağlam değil. İki Dünya savaşına girdik ama bu topraklar savaş yüzü görmedi. Savaşlar ile aramızda hep iki koca okyanus vardı. Sınır güvenliği hiç ciddi bir sorunumuz olmadı. Kanada sınırımız acınacak durumda, Meksika sınırı kaçak göçmenlerle yolgeçen hanı gibi.. Denizlerden gelebilecek kaçakçılık boyutundaki saldırılara karşı çok savunmasızız. Bir bavul büyüklüğünde nükleer bomba ile koca bir şehrin yok edilebildiğini göz önüne alırsak Amerika aslında çelik renginde boyanmış iskambil kağıtlarından bir kale. Nikola da bunun farkında..” “Abarttınız...” diyerek karşı çıktı CIA başkanı. Sesi sertti ama hala çok büyük saygı ile karşı çıkmıştı. Hatta sesi biraz tereddüt ile titremişti. “Sayın Bay Houston, abartmadığımı en yakından siz biliyorsunuz. Başımızı kuma gömmenin alemi yok. Amerika'nın kendini bu kadar güvende hissetmesinin asıl nedeni büyük vurucu gücü ve coğrafi olarak büyük savunma avantajlarının olması. Asimetrik savaş kavramının hakim olduğu günümüzde bir ülkeyi mahfetmek için ona ordular ile saldırmaya gerek olmadığını biliyoruz. Cüreti olan bir düşman için Amerika, Rusya, İtalya, Irak, Çin, Libya, İngiltere ya da dünyanın herhangi bir ülkesi hiç fark etmez. Ve size söylüyorum ki Nikola Milankoviç de cüret dediğimiz o şey bol miktarda bulunuyor..” Bir süre sessizlik oldu. Sonra Başkan doğrudan yaşlı adama sordu. Herşey bir yana bu televizyon konuşması üzerine süreklenerek yeraltına kaçırılması ve konuşmanın dünya Başkentlerindeki zirvelerde yarattığı etki çok düşündürücüydü.. “Ne öneriyorsunuz?” diye sordu Başkan. Yaşlı Adam lafı hiç dolandırmadan cevapladı. “Sayın Başkan, ok yaydan çıkma üzere.. Belki de çıktı bile. Benim önerim adamı can kulağı ile dinleyin ve ne isterse verin.” Bu öneri üzerine Savunma Bakanı ve CIA Başkanından onaylamayan nidalar yükselmekte geçikmemişti.. Bu öneri başkasından gelse sadece kahkaha ile gülerdiler.. Yaşlı Adam sesinin tonunu yükselterek devam etti. Sesi cidden çok ciddi ve karanlıktı. Tüyler ürperticiydi. “Aksi takdirde çok ağır kayıplar yaşayacağımızı size garanti ediyorum. Bu adam bildiğiniz tehditlerden değil. Bütün güçlerimizi ve zaaflarımızı biliyor. Elbette güç ve zaaflarımızı bilen başka düşmanlar hatta koca ülkeler bile var. Ama fark şu ki, o bu güçlerimizi umursamıyor. O yeraltında. Sahip olduğu bütün gücü sonun kadar kullanmaktan çekinmeyecek. Gücü olmasa böyle bir ültimatom ile ortaya çıkmazdı. Size söylediği herşeyi yapabilir, bundan şüpheniz olmasın..” Yaşlı Adam işaret edince yardımcısı bir İnternet sitesini ana ekrana açtı. 3 Saatlik geri sayım sayıyordu. “İnternetteki gizli bir sayfa bu. 7 yıl önce geri saymaya başladı. 7 yıldır durmadan geriye sayıyor. Bu adresi bana Nikola göndermiş..” Gerisayım televizyondaki ültimatom ile aynı gerisayım idi.. Başkan açıkça ikilemde kalmıştı. Şimdiden bir saatleri gitmişti ve 2 saatten az bir süre sonra ültimatomun ne derece ciddi olduğunu görecektiler. Açıkçası zaman dolana kadar yapabilecekleri çok fazla birşey yoktu. Henüz bir talep gelmemişti. Bekleyip görecektiler. “Bekleyip görelim,” dedi Başkan Ford. Ama bu son darbe canın çok sıkmıştı. Hangi hasta beyin 7 yıl boyunca, böyle ince ince, böyle bir saçmalığı planlardı! Saatler son dakikaları sayarken Dünya genelinde ya panik ya da had safada umursamazlık vardı. 12 Açıçası herkes öyle ya da böyle bu 3 saatin sonunda ne olacağını merak-korku ve heyecan ile bekliyordu. Sattler geriye sayıyordu. Son saniyeler sayarken kimi yerler hakkaha ile gülüyor kimi yerler umursamazca kendi halindeydi, kimi yerlerde ise koca bir endişe ve korku hakimdi.. 6, 5, 4, 3, 2, 1.. “Ne oldu? Ne oldu? Bana birşey söyleyin çabuk! Haberler nedir?” diye soruyordu ve bir elinde de televizyon kumandası ile kanalları karıştırıyordu Başkan .. İlk 10-15 saniye çok umut vericiydi.. henüz haberlerde de birşey yoktu ve bütün kanallar bekleme durumunda muhabirleri dört yana yayılmış bunun nasıl sonuçlanacağını bekliyordu.. Başkan ilk gördükleri ile rahatlar gibiydi.. “Belki de hepimizle oynadı bu adi herif..” diyerek rahat bir nefes almak üzereydi Başkan. New York muhabirinin sesi televizyondan geliyordu ve ses panik içindeydi! “Aman Tanrım! Buna İnanamıyorum! Bomba! Bomba! Bütün binada bomba araması yapılmıştı ama nasıl olduyda bina yaşanan bir patlamanın ardından çöktü! Tekrar ediyorum, New York Birleşmiş Milletler Binası yerle bir oldu! Aman Tanrım! Aman Tanrım koca bina yıkıldı!..” Başka yerlerden de raporlar geliyordu.. Bir iki dakika içinde ortalık alev alev yanıyordu! “Sayın Başkan dünyanın dört bir yanındaki Amerikan Büyükelçiliklerinden bombalı saldırı haberleri geliyor. İngiltere, Fransa, İtalya, Çin, Almanya, Türkiye, Rusya,.. Her yer.. Şimdiden 36 ülkeden saldırı raporu aldık ve yeni raporlar da geliyor.. Raporlar bitmek bilmiyor.. Bu ülkelerin kendi hükümet binalarında da çok büyük hasar veren patlamalar rapor ediliyor.” “Tanrım..” diye inledi Başkan.. “Elçiliklerdeki can kaybı ne durumda?” “Elçiliklerimize ulaşamıyoruz. Üçüncü kişilerden ve dışardaki ajanlarımızdan haberlerini alıyoruz efendim..” “Efendim Başkentteki ve başlıca metropollerdeki önemli devlet binaları da saldırıya hedef olmuş durumda. Şimdiden müttefik ülkelerden ve Rusya ile Çinden de benzer raporlar alıyoruz. Ajanlarımız dünya çapında eşi görülmemiş bir terörist saldırı dalgası rapor ediyor.” Bu saldırı gerçekten de sadece Amerika'yı hedef almamıştı. Amerikan elçilikleri yanında diğer batılı devletlerin elçiliklerinde ve ülkelerin büyük şehirlerinde de patlamalar yaşanmıştı. Ülkelerin devlet binalarında da ciddi can kaybına sebep olan bombalı eylemler yaşanıyordu.. İlk 2 saatin tozu aralandığında dünya çapındaki ölülerin sayısı en iyimser tahmin ile birkaç on bin civarındaydı. Bu daha başlangıç idi.. Yüksek tahrip güçlü bombalar, bombalı araçlar ile gerçekleşen saldırılarda şehirler ve ülkeler derin bir şoka, korkuya kapılmıştı! 24 saat içinde gerçekleşen takipçi büyük eylemler ile stadyumlar ve alışveriş merkezleri, hastaneler, okullar, kilise ve camiler vuruldu.. Ölü sayısı 24 saat içinde yüzbinler sayısına ulaşıyordu. Patlamalar durmuyordu.. 13 Nikola'nın televizyona çıkışından tam 24 saat sonra televizyon ve bazı internet siteleri üzerinden ikinci konuşması yayındaydı.. Dünya bu defa ciddiyetle ve korkuyla, nefretle izliyordu.. “Benim adım Nikola Milankoviç. İsteklerim Dünya'nın büyük devletleri ve onların müttefiklerince kabul edilene kadar ben sizin en büyük düşmanınızım. Kadın, çocuk, yaşlı, sakat, bebek, anne, baba, kardeş.. Hiç kimse ama hiç kimse güvende değil. Ben ölümüm. Ölüm ayrım yapmaz.” “Dünya Devletlerine sesleniyorum. İsteklerimi bütün devletlere bir liste olarak şu anlarda ilettim. Burada bir kez de halk önünde en önemli isteklerimi dile getireceğim.” “Dünyanın kör halklarına sesleniyorum. Bencilliğin ve paranın, kendini beğenmişliğin, umursamazlığın, acımasızlığın ve de merhametsizlğin, cehaletin kölesi olmuş bütün dünya insanlarına sesleniyorum.” “Kör gözlerinizi açın. Devletlerinize koşun ve onlara adil ve güzel bir dünya, merhametli ve bilge bir dünya istediğinizi haykırın. Aksi takdirde bu dünyayı ben sizin pahanıza gelecek nesiller için küllerinizden inşa edeceğim.” “İsteklerimden ilki en önemlisi; Bütün Dünya devletleri sınırları dışındaki bütün askerlerini ülkelerine 72 saat içinde geri çağıracak ve başka ülkelere hiçbir şartta silah satmayacak.” “İkinci ve diğer tartışma kabul etmeyen isteğim; Savaşlar resmen yasaklanacak ve yasağı çiğneyen ülkeye karşı diğer ülkeler birleşik tek bir güç olarak kanun uygulayıcı olarak hareket edecek. ” “Üçüncü tartışılamaz isteğim; Bütün yoksullara devletleri tarafından ücretsiz sağlık-eğitim ve iş kazandırma hizmetleri verilecek. Yoksul ülkelerin bu en temel hak giderleri zengin ülkelerin kuracağı Destek Fonu'ndan karşılanacak. ” “Milli ordulara ait olanlar dışındaki bütün özel silah fabrikaları ve silah şirketleri yasaklanacak. 24 saat içinde çalışmaları ve üretimleri duracak. Bütün bu şirketler Destek Fonu denetimi altında bütün dünyada ortak bir ağa bağlanacak ve insanlığın yararına teknoloji ve bilim üretecek.” “Bunlar en önemli isteklerim. Diğer isteklerim ve ayrıntıları ülkelerin liderlerine şu anda iletildi.” “İsteklerimi duyduğunuzda eğer bunları saçma ya da çok kabul edilemez bulduysanız size şu son 24 saat içinde yaşananları hatırlatmak zorundayım. Şunu da eklemeliyim ki bunlar yapabilceklerim yanında sadece küçük bir gösteriydi.” “Elbette bazı aptal ülkelerin hala beni bulup yok etmeyi, bu saldırıların önüne geçmeyi deneyeceğini biliyorum. Denemekte özgürsünüz ama bu sadece daha çok acıya neden olacaktır ki bunu zaten denediğinizde göreceksiniz.” “Dünya halkları. Güzel bir dünyada yaşamadığımızı biliyorsunuz. Şimdi bilmeyenler de öğrenecek. Tatmayanlar savaşı, acıyı, kanı ve gözyaşını tadacak. Uyuyanlar da kardeşlerinin karanlık dünyasına uyanacak..” “Bu böyle olmak zorunda değil. Liderlerinize bunu söyleyin. Barış ve adaleti sadece kendiniz için değil bu dünyanın diğer halkları için de istediğinizi haykırın. Biri olmadan diğeri olamaz. Aynı dünya üzerinde yaşadığımız müddetçe bir halk açlıktan ve hastalıktan ölürken bir diğeri onu kurtarabilecek kaynakları havaya savuruyorsa bu kötü bir dünyanın kötü insanları olduğumuzun işaretidir.” “Kötülüğe ve ölümlere, akan kana dur deyin. Acılara dur deyin. Ülke liderlerinize barış ve huzur istedğinizi söyleyin. Bütün dünya için barış ve bütün dünyada birlik istediğinizi söyleyin.” “Aksi takdirde hepinizi yok edeceğim.” “Size aklınızı başınıza toplamanız için 1 hafta veriyorum. Bir hafta sonra bugün bu saatlerde Birleşmiş Milletler sözcüsü tarafından ABD ve AB, Rusya ve Çin dahil ülkelerin %75'inin bu şartlarımı kabul ettiğini yönünde bir açıklama dünya çapında yayınlanmaz ise isteklerim kabul edilmemiş sayılacak.” “İsteklerim kabul edilmediği takdirde hepinizin bu dünyayı daha iyi ve daha güzel bir yer haline getirmek istemeyen bencil ve kötü niyetli insanlar olduğunuza hükmedeceğim. Sadece ülkelerinize değil halklara da savaş açacağım. Ben savaştığımda arkamda canlı bırakmam. Sadece mezarlar kalır ben yürüyüşe geçtiğimde. Ben Ölümüm. Ölüm, benim.” 14 Başkan Ford iki saattir ateşli bir toplantının içindeydi ve beyni açıkça kazan gibi olmuştu. Kurmaylar, ajanlar, danışmanlar, askerler, sivil temsilciler ile konuşup duruyordu.. Çıldırma noktasına gelmişti! “Lanet!” diye gürledi ve onun gürlemesi ile bütün tartışma ve konuışmalar sustu.. Bir anda koca salon sessizleşti. İğne atsan yere düşme sesi duyulurdu.. “Bu lanet olası Yaşlı Adam nerede!? Onunda burada olmasını istemiştim!” “Efendim kendisi söyleyeceği herşeyi söylediğini ifade etti ve yapacak başka önemli işleri olduğunu söyledi..” diye çekinerek, fısıltıyla Başkanın kulağına cevap verdi Savunma bakanı. “Önemli işler mi?! Başka ne önemli işi olabilir ki!? Koca bir Terör Krizinin tam göbeğindeyiz! Dünya alev alev yanıyor! Dünya kanıyor.. 24 saat içinde 350 bin kişi öldü. 350 bin lanet olsun.. Sadece 24 saat içinde.. Adam daha başlamadım diyor.. Benim sevgili Yaşlı Adamımın sözlerini dinlersem bu adam bundan çok daha fazlasına da muktedir! Şimdi ne yapacağız!?” diyerek bağırdı Başkan. “Efendim araştırmalarımız sürüyor. Şimdiden bir sürü ipucu elde ettik. 1 Hafta içinde, süre dolmadan sonuca ulaşacağız.” diye konuşuyordu CIA başkanı ama Başkan sadece güldü. “Houston, beni yanlış anlama, kişisel bişey değil ama sen bu adamın dosyasını benim okuduğum gibi satır satır okudun mu? En ince ayrıntısına kadar bütün raporları ve analizleri bütün ifadeleri okudum. Bu adam deli değil. Buna deli diyenler onu anlamıyor. Bu adam tanıdığım en zeki ve en cüretli suçlu. Suçlu demek onu karşılamaya yetmiyor.. Cüretli ve sert bir devrimci. Bütün dünyayı dünya pahasına devirmeyi istiyor. Adam durmayacak çünkü planlarında sahip olmayı hedeflediği güce sahip. Planı işliyor. Bu ipuçlarını görmedi mi sanıyorsun!?” “Adam bize 1 hafta verdi. Yakalanmayacağından, durdurulamayacağından emin.” Başkan ortalıkta gezinerek konuşuyordu ve konuşması bir süre duraklayınca derin bir nefes alıp koca bir of çekti.. “Bayanlar baylar ne yapacağımızı bilemiyorum. Sizleri bilmiyorum ama ben Nikola Milankoviç'in söykediği herşeyi yapabileceğine inanmaya çok yakınım.” “Sayın Başkan, teröristlerle pazarlık edemeyiz. Onlarla konuşamayız.” “Biliyorum Houston. Biliyorum. Ama sen de biliyorsun ki bu durum herhangi bir şekilde bildiğimiz türden bir terör eylemi değil. Dünya çapında sadece ABD değil diğer büyük ülkelere ve müttefiklere karşı da girişilmiş çok geniş çaplı ve çok iyi organize olmuş bir saldırı söz konusu. 24 Saat içinde 350 bin ölü var Houston. Açıkça hiç hazır olmadığımız biçimde vurulduk. Ciddi anlamda asitmetrik bir savaşın içindeyiz. Bir ülke değil de bir kişi olması birşeyi değiştirmiyor. Adam dünyaya savaş açtı. Ve gerçeği söylemek gerekirse elindeki gücün sınırını, daha başka neler yapabileceğini, nasıl karşı koyabileceğimizi de bilmiyoruz..” Başkanın sözlerinindeki haklılığı çoğu kişi kabul ediyordu. Bu dünya tarihinde eşi görülmemiş bir olaydı ve işin gidişi de hiç umut verici değildi. 1 haftalık sürenin daha ilk 48 saati içinde ülkeler arasında süratli bir diplomatik trafik söz konusu idi ve Birleşmiş Milletler(BM) görüşmeleri de aralıksız sürüyordu. Ülkeler ilk sinirli ve şokta hallerinden sıyrılmaya çalışsa da bu hala çok zordu. Şimdiden cepheleşmeler de başlamıştı. 15 Kabulden yana olanlar, ne pahasına olursa olsun bu terörist isteğe karşı duranlar ve sessizce izleyenler-dinleyenler-duruma göre tarafını seçecek olanlar.. Sürenin son 2 günü kalmıştı ve dünya çapında karmaşa da alıp yürümüştü. Televizyonve İnternet üzerindeki tartışmalarda insanlar bölünmüştü. Kimisi bu saldırının ciddiyetine ve tehditlerin gerçekliğine inanıyordu kimisi teröristler ile ne şartta olursa olsun pazarlık etmemekten yanaydı. Çoğunluk bu olanca ölüme rağmen hala bunu sıradan-çok can alıcı-ama hala sıradan bir terörist eylem olarak görüyordu. İşin ciddiyetini anlamamakla birbirini suçluyorlar ya da bu eylem karşısında çabucak teslim olmakla diğerini itham ediyordular.. Göz gözü görmeyen tozlu bir meydandı. . Devletlerarası görüşmelerde de işler çıkmazda idi ama terörsit ile pazarlık yapılmaz diyenler hala çok daha ağırlıkta idi. Başkan Ford işlerin gidişinden hiç hoşnut değildi. Nikola'nın söylediği herşeyi yapabileceğine yürekten inanıyordu. Diğer ülke liderlerini buna ikna etmek için çabalıyordu ama bu hiç kolay değildi. Ve aslında boşuna bir çaba idi. Kendi Bakanları bile Başkan'a karşı önerilerde bulunuyordu.. Verilen süre dolduğunda Birleşmiş Milletler adına açıklamayı yapan sözcü; “..Terörizm karşısında hür dünya boynunu eğmeyecektir,” dediğinde Nikola cevabını almıştı. İnternetten kendi cevabını 45 dakika sonra yayınlıyordu ve bütün ekranlar süratle Nikola'nın cevabına dönüyordu... “Bu cevabı bekliyordum. Merhametli davrandım. Bunu zayıflık olarak gördünüz. Ciddiyetimi anlamadınız. Size üzerinde yaşadığımız ve çok acılar çektirdiğimiz bu gezegen adına bir şans daha veriyorum.” “Bir kurban seçmem gerekiyordu. Kurbanımı seçtim. Üzerinde güneşin batmadığı ülkeyi seçtim. İngiltere.. Üzerinde yaşamın tükendiği bir ülke olacak İngiltere..” “İngiltere toprakları bundan 44 dakika önce Kızıl Ölüm ile tanıştı. XF-666 koduyla saklanan bir kıyamet silahı. Sovyetler bu silahtan o kadar korkmuştu ki onu asla kullanmamaya karar vererek çok derine gömdüler. Üzerine bir dağ kadar toprak örttüler ama ben onu buldum. Rus dostlarınız sizlere larşı karşıya olduğunuz kıyametin boyularını ayrıntıları ile anlattığında diğer ülkelerin çok daha anlayışlı olacağını tahmin ediyorum. Aksi takdirde hepiniz İngiltere ile aynı sonu paylaşırsınız. İngiltere artık ölü bir ada..” Bu sözlerin daha ilk dakikalarında İngiltere'de koca bir panik başgöstermişti ve Başkan birkaç saat içinde sıkı yönetim ilan etmek zorunda kalmıştı. Yine de artık çok geçti. Olan olmuştu. İşler kontrolden çıkmışrı. Kısa süre içinde gösteriler şiddet olaylarına sonra da çatışmalara ve halk ayaklanmalarına gidiyordu. Korku ve bilinmeyenin dehşeti İngiltere'yi sarıyordu. Bir saat sonra Rusya'da ilk bilgiler geldiğinde Rusların hepsinin panik içinde olduğu görülüyordu. Daha Ruslardan cevap gelmeden istihbarat kaynakları Rusların bütün sınırlarını kapattığını ve havadaki uçaklarını geri çağıırdığı gelen bütün uçakları ise yere indirmeden geri gönderdiği yolundaydı.. “Ne kadar kötü?” diye savunma bakanına sordu Ford. 16 Bakanın rengi açıkça soluktu. “Efendim bu bir biyolojik silah. Ruslar bu programı 1970'lerde sonlandırdıklarını söylüyor. Çok tehlikeli ve kontrol edilemez bir virüs. Bulaşıcılığı, öldürücülüğü o derece yüksek ki aşısı ya da tedavisi olmadığından bir silah olarak değeri göz ardı edilmiş. Kıyamet silahı olarak hem kullanılanı hem de kullananı yok edecek bir gücü var. Adına Kızıl Kıyamet diyorlar..” “Ne hoş. Çok cesaret verici bir isim. Söyledikleri kadar umutsuz mu Henry? “Efendim, söylediklerinden çok daha umutsuz. Günümüz teknolojisi ve ulaşım imkanları ile bu virüsün bulaşıcılığı birleştiğinde 24 saat içinde bütün dünya nüfusunun %80'ine bulaşması işten değil.” CIA Başkanı burada araya girdi. Elinde bir telefon vardı.Yeni haberler alıyordu. “İngiltere bütün Havalanı-liman ve kara sınırlarını kapatmış. Ülkede acil karantina uygulanıyor. Bütün yerleşimlerde karantina prosedürü devrede. Havadaki uçaklar, limandan çıkmış gemiler ülkeye geri çağırılıyor. İngiltere'ye geri inmeyen uçaklara ateş açılması için İngiliz savaş uçakları havalanmaya başlıyor. Komşu ülkelerde de karantina prosedürleri aktifleştiriliyor.” Ada, Dünya ile elektronik bağı dışında bütün fiziki bağlarını koparıyordu. Hatta yurtdışına haberleşme bağlantıları bile devletin sıkı yönetimi altına geçmişti.İlk tespitler hava alanları ve limanlarda, nüfusun yoğun bulunduğu alışveriş merkezi gibi büyük kapalı alanlarda ciddi ölçüde enfeksiyon kirlenmesi gösteriyordu! İki ay sonra İngiltere ve Fransanın İngiltere'ye komşu 2 şehrinde Kızıl Kıyamet kol geziyordu. Nüfusun %90'ı virüsten etkilenmişti. Çok küçük bir kesim Devlet güçleri tarafından korumaya alınmış merkezlerde hayatta kalmaya çalışıyordu. Virüs hızlı yayılıyor, yavaşça ortaya çıkıyor ve acımasızca acıyla öldürüyordu. Çok acılı ve kötü bir ölümdü doğrusu. İngiltere Başbakanı da bu hastalığa yakalanmıştı. Bütün önlemlere rağmen bu hastalığı kapmıştı ve tüm tedavi çabaları ile hastalığa daha uzun süre dayanabilmişti ama sonunda o da kaçınılmaz karşısında boyun eğiyordu. Bakanların bazıları ve Başbakan yardımcısı ile onların çevresindekiler de onu takip eden günlerde birbir ölüyor ve İngiltere çokca askerlerin yönetimine kalıyordu. Fransa karantina altındaki şehirlerinin ayaklanan nüfusunun şehirlerden korku ile kaçma çabaları karşısında kendi vatandaşları üzerine atşe açıyordu. Avrupa ve dünya çok karanlık bir dönemin eşiğinde sallanıyordu.. Avrupadan binlerce mil ötede hoş bir tropik adanın bir köy kumsalında küçük bir köpek yeni sahibinin attığı sarı tenis topunu geri getiriyordu. İskelede gölgeye oturmuş adamın oltasına gelen üçüncü balık da adam tarafından oltadan çıkarılıp denize geri atılıyordu.. Küçük köpeğin başını okşadı adam. “Hızlı kerata. Oynamaya bayılıyorsun,” diye gülümsedi Nikola. Bu sokak köpeği peşinden bir haftadır ayrılmıyordu ve sonunda o da arkadaşlığını kabul etmişti. Minik serseriyi kızı görse bayılırdı. 17 Acılı acılı gülümsedi. Kızı cennetteydi şimdi. Ailesi cennetteydi. Ona kalan ise bu kocaman kötü dünyaydı. Topu tekrar bütün gücü ile savurdu Nikola. Küçük köpek de heyecan ve hevesle havlayarak yine güzel mavi sulara atladı. Bütün sabah boyunca balık tutmayarak ve topla oynayarak vakit geçirdiler.. Dünya bilinmezliğin ve kızıl kıyametin eşiğinde sallanırken bu sahilde sadece zamanın içinde donmuş acılı bir adam vardı.. Jennifer Kanada'nın kuzeyindeki güzel bir dağ yaylasındaki koca bir malikanede telsiz başındaydı. Brad de yanıbaşındaydı. Burada ailelerinden ve sevdiklerinden yaklaşık 30 kişilik bir guruptular ve haberleri korkuyla dinliyordular. İngiltere'deki insan yaşamı 6 ayın sonunda sadece Devletin koruma tesislerindeki küçük bir nüfus ile kısıtlıydı. Havadan gelen yardımlar ile hayatta kalan bu insanların hayatı çok umutsuz ve acılıydı. Bu insanlar için kıyamet kopmuştu. Bütün yaşamları silinip gitmişti. Sevdiklerinden çoğu ölmüştü ve dünyaları, şehirleri öldürülmüştü. Yaşamları çekilmez bir hal almıştı. Her nefeslerinde acı vardı ve intiharlar görülmeye başlanmıştı. Umutları tükenmiş ve hayattan beklentileri kalmamıştı. Çocukları için bir yarın umutları hergün daha çok tükeniyordu. Ölümü bekleyerek korku ve dehşet içinde yaşamak büyük bir işkenceydi.. Dünya devletleri İngiltere'de olanlar karşısında şoktaydı ve dünya ağlıyordu. Bütün dünyada bütün dinler ölenler ve acı içinde yaşayanlar için dua ediyordu.. Yine de Nikola'nın isteklerini tartıştıkları ortamda hala sesler öfke ile yükseliyor ve onu bulup bu yaptıklarını ödetmek için ateşli nutuklar atılıyordu.. Nikola tepkileri sessizce izliyordu. Halklar içinde belli bir oranda uyanış görülmüyor değildi ama liderler hala anlamaktan uzaktı. Hala yeterli değildi.. Nikola umutsuzca ve kederle başını salladı. “Yazık. Zavallılar. Ölümden başka çareleri kalmamış. Akıllarının gözünü yanlızca ölüm açabilir. O kadar derin bir karanlık içinde yüzüyorlar ki onları artık sadece ölüm aydınlatabilir..” “Öyle olsun..”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Levent, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |