Umutsuz Bekleyiş
Romantizmden ne kadar az anladığımı bu öyküyü okuduğunuzda görebilirsiniz... Bunu da lisede yazmıştım.
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
Romantizmden ne kadar az anladığımı bu öyküyü okuduğunuzda görebilirsiniz... Bunu da lisede yazmıştım.
Darağacına salıncak kurup sallanan iki rengin hikâyesiydi aslında Yeşil ve Mavi'nin hikâyesi. Aylardan hüzün, mevsimlerden hüsran, yıllardan cereme iken başlamıştı bir gün ansızın. Rüzgâr çıkmıştı en kuvvetlisinden ki darağacının kurumuş dalarını bile bir oyana, bir bu yana savruluyordu. Kalemini kırmış hâkimin idam onayı savcının ellerinde ve savcının dilinden
O da gülümsedi. Yüzünde hoş ve babacan bir ifade vardı. Daha sonra da, kulübesine girdi. Ardından bakarken nedense içimde ki bir ses; bu insanın farklı bir öyküsü olabileceğini düşündüm.
Ercan Kesal
Uçsuz, bucaksız topraklarda düşünüyor maganda. Otlayan hayvanlarına bakıyor, çevresine, sağına, soluna, uzaktaki tepelere bakıyor. Sırt üstü çimende uzanmış maganda, bazen ağaçlara, bazen kelebeklere, bazen de aletine bakıyor.
Yol uzundu. Nedense hiç bitmiyordu. Kırk dakika bana saatler gibi gelmişti.
Yüzüm gülmüyordu. Her zaman olduğu gibi şimdi şen, şakrak, mutlu değildim. Etrafımda gördüğüm her şey ve hiç kimse, pek hoş, pek güzel gelmiyordu bu sefer bana. Bir umutsuzluk, bir acı bekleyiş vardı yüreğimde. Sanki önümü
Şimdi iş biraz ciddiye biniyor. Bu zayıf karayağız ,bencileyin Anadolu çocuğu görünümlü genç adam bizi teftiş teftiş edecek anlaşılan. Olur. Devlettir. Başımız üstüne...
Sanki zaman makinasındaydım. Bir ileri, bir geri zamana gidip geliyordum. Okuduğum romanlarda veya seyrettiğim fantastik filmlerde kullanılan bir yöntemdi. Bir manada izleyeni ya da okuyucunun beynini sınama gibi bir şey. Tıpkı o haldeydim. Yine o soru cümlesi aklıma gelmişti. Acaba geri gitmeli miyim? Geri gittiğimde aileme ne diyecektim.
İstifini hiç bozmadan oturuyor. Kalkıyorum. Onu yerden kucağıma alıyorum. Başını koltuğuma sokup gövdesini sevmeme izin veriyor. Bunu yaparken arka ayaklarını yürümeye çalışıyormuş gibi hareket ettiriyor. Ona dokunurken her seferinde bunu yapmasından nefret ediyorum. Kendimi sürekli tecavüz ediyormuş gibi hissediyorum. O da cüssemden korkuyor ve duruma, ben vazgeçene kadar
İnsan, kendisinin tanımadığı bir çok gölgeyi büyütüyor içinde.
‘Zamanın Kısa Tarihi’ni yazmak isterdim. Ancak, Profesör Stephen Hawking benden önce davranıp popüler bilim kitabı olan bu çalışmasını 1988'de yayınladı. Bana da popüler olmayan bu öykümü sizlerle paylaşmak düştü.
Hayat, güneş ışınlarının fütursuz foton tacizine uğrayan pangaea çölünde başlıyor. Kaktüsümüz çölün merkezinde çevresinde kerpiç duvarlar olan
"Ey oğul sana ben ne demiştim?..Küffar toprağı Konstantinopolis seni bekliyor. Bir görevin vardı senin. Sen öncüsün, arkandan gelecekler var demiştim. Ama sen ne yaptın, bre şerefsiz?.. Sen Allah'tan korkmaz mısın, bre kafir, bre dürzü, bre namussuz, şerefsiz, haysiyetsiz sapık. Karın Haticeye acımaz mısın?.. Oğlun Hıdır'dan kızın Fadime'den utanmaz
Halid Ziya Uşaklıgil