• İzEdebiyat > Öykü > Kent |
121
|
|
|
|
Bir gün farkına vardı: İnsan en çok ihtiyaç duyduğu sürprizin ne olduğunu en iyi kendisi bilirdi. İşte o günden sonra karar verdi kendi hediyesini yapıp bir köşeye saklamaya ve sonra onu bulmaya. |
|
122
|
|
|
|
Çıplak ampulun yaydığı ışık sigara dumanlarını yararak tipik öğrenci evi salonunu soluk bir şekilde aydınlatıyordu. İki arkadaş kıçlarını halının üstüne koymuş, sırtlarını da ucuz çekyata vermişlerdi. Gece henüz çok ilerlememişti, ama iki kafadarın içmeye erken başladıkları çekyatın her iki yanındaki boş biralarının çokluğundan belliydi. Belki de bu şişelerden bazıları önceki gecelerden kalmıştı. |
|
123
|
|
|
|
Herta Müller'in kısa bir öyküsü. |
|
124
|
|
|
|
İnsanın ademden gelmemiş olabileceğine dair bir başka kuşkum da bu. Asiler her dönem olmuşlardır ve gerçek asiler (ben bunlardan biri olmayabilirim) pes etmiyorlardı. Bir de asileri sindirmeye yeminliler vardı. Bunlar da her dönem oldular (ki ben bunlardan da olmayabilirdim) ve asilerle binlerce yıldır savaş halindeler. Bu savaş, görüntüsü aynı olan iki ayrı türün savaşı gibi. Asiler mi onların postunda, onlar mı asilerin postundalar bilmiyorum. Tek bildiğim her iki türün de postunu sıkıca sahiplendiği.
|
|
125
|
|
|
|
El salladı otobüsün ardından. Gözleriyle “uğurlar ola” dedi. Yüreğiyle sadakat yeminleri etti. Otobüs kaybolunca dağların arasından, bir boş yola bir de şehre baktı. Öylece dimdik durdu bir süre. O olmadan atılacak ilk adımdaydı sıra. |
|
126
|
|
|
|
Bir zamanlar vapurlarda üzerinde “Şiir yazan şair” yazılı çantasıyla şiirlerini gençlerle paylaşan yaşlı bir adama ithafen… |
|
127
|
|
|
|
Bayram, kendisi için bambaşka bir dünyanın kapılarını açacak olan müjdeden habersiz, son zille birlikte defterini, kitabını çantasına doldurdu. Neredeyse bir komandonun dağlarda gezerken sırtında taşıdığı kadar ağır olan çantasını omzuna atarak sallana sallana dolmuş durağına doğru yürüdü. Durakta kendilerini alacak servisi bekleyen diğer öğrencilerin aralarındaki konuşmaları duyduğu her sefer, yaşadığı hayata lanet okuyor ve bir gün hayal ettiği hayatı yaşabilmenin umuduyla kendini avutuyordu. |
|
128
|
|
|
|
Bir sokak, yaşamların paylaşıldığı, belki de zaman zaman birçoğumuzun defalarca geçtiği ama yaşanılanları farkedemediği... Yaşam kavgası içinde gözümüzden kayıp giden değerlerin öyküsü... |
|
129
|
|
|
|
Varlık ve Yokluk. İki zıtlık, iç içe. Göz önünde. |
|
130
|
|
|
|
Bir gazate haberinden yola çıkarak yazılmış 19 yaşında ölümü seçen bir simitçinin öyküsü... |
|
131
|
|
|
|
Gerçek bir yaşam öyküsü... |
|
132
|
|
|
|
Yaşadığım ve aşık olduğum şehire nağmeler... |
|
133
|
|
|
|
Sessizlik içinde duraksıyorum. Bir şey arıyorum; bulamıyorum. Yan tarafımdaki oturan amca, nefes almakta zorlanıyor. Motor sesi gibi hırıldıyor boğazı. Bağırıyor; sesi çıkmıyor. Ağzından köpükler akıyor. Çırpındıkça çırpınıyor. Yüzü gözü mosmor ka |
|
134
|
|
|
|
Tırnağımı kutunun üstündeki kilide taktım. Soğuktu kutu. Hafifçe kaldırdım ve kilit esneyince parmağımın ucunu kutuyla kilit arasına sıkıştırdım. Biraz daha zorladım. Tuhaf bir tahrik hissi... kilit kutunun üstüne baskı yapınca kapak içe doğru yırtıldı. Hava sesiyle birlikte parmağımda soğuk biranın ısınmış beyaz köpüğünü hissettim. Yerden yaklaşık otuz metre yüksekteki dairenin balkonunda dimdik ayakta dururken, kendimi bir minare gibi hissettim. Büyük, alkolik bir minare. Aşağıdaki insanlar bana bakıp haşmetimle sarsılıyorlar mıyıdı, yoksa farketmeden geçiyorlar mıydı?
|
|
135
|
|
|
|
bir bakışa anlam verme çabası olsa gerek |
|
136
|
|
|
|
Beyoğlu’nun arka sokakları…
Bütün azınlığın olduğu yer… Bütün yasadışılığın tek çatı altında olduğu yegane yer. Travestisiyle, tinercisiyle, kaçakçısı ve mafyasıyla, Beyoğlu… Ve diğerleriyle… |
|
137
|
|
|
|
Öğle vakti bu ufak şehirde bana, zamanın durduğu hissini veren, şu anda karşısında durduğum eski okulumun bahçe duvarları, duvar kenarlarinda birikmiş tozlar, rüzgarın sürüklediği kağıt parçaları, boyası dökülmüş bahçe kapısı, beyaz direkte rüzgarla hafifçe sallanan bayrak, uzaktan gelen ezan sesi, toz ve at dışkısı kokulu sarı güneş sıcağı. |
|
138
|
|
|
|
Arkasına baktı yolcu. Geride bıraktıklarına… Bir fotoğraf karesine sığabilecek kadar küçük şehrin, sokak lambalarının cılız ışıklarıyla bıraktığı gölgesine… Zifiri karanlıktan şehre ve otobüsün camına düşen kar tanelerini fark etti sonra. Titredi. Soğuğun |
|
139
|
|
|
|
Bütün bu çile niyeydi. Oda dediğin tuğlalarla örülü bir hücre değil midir? Çoğu zaman üstüme üstüme gelen bu tuğla yığınlarını diğerlerinden farklı kılan neydi ki. Galiba bütün gizem pencerelerde saklı. Bu hücre bir mezara dönüştüğü zamanlarda yaşadığıma ve hayatın devam ettiğine şahitlik eden bu pencereler soluk veriyor bana. |
|
140
|
|
|
|
elalemin dedikodularından kaçıp sığındığı bu odaları, çivi izleriyle dolu duvarlarını,
çarpık kapaklı mutfak dolaplarını,
eşikteki kırık mermeri,
şu anlamsız uzun koridoru bile çok seviyor. |
|