Virginia Woolf, Gölgesi Olmayan Kadın
(Aydın Akdeniz) 11 Aralık 2010 |
Varoluşçuluk |
| |
Günlerdir çıkmıyor dışarı. Uzatılan öteberiyi kapıdan alıp odasına çekiliyor yine. Bazen de sayıklarken buluyorum O'nu. Bilseniz nasıl acıyor yüreğim. Üç yıl kadar önce, tiyatro çıkışı arkadaşlarına dönüp " böyle bitirmezdim hikâyeyi, " demişti.
|
|
Tac Mahal'de Med Cezir Manzaraları
(Aydın akdeniz) 22 Aralık 2007 |
Soyut |
| |
Bahçesindeki çiçek tarhları, çakıl taşlarıyla bezenen yol boyunca ortadan ikiye ayrılmış sonbaharın artık kışa yaklaşan bu son günlerinde kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlayan sabah soğuklarına inat, kırmızıdan yeşile bin bir güzellikteki renk tonlarıyla mevsimlik çiçekler geçip giden yaz günlerinin habercisiydi sanki. |
|
Sabri Bey'in Hikayesi
(Aydın akdeniz) 12 Mart 2009 |
Varoluşçuluk |
| |
Akşamları işten döndüğünde eşini oturma odasındaki halının ortasın da dizleri üzerinde otururken bulurdu. Yanından eksik etmediği piknik tüpü, halının bir ucunda durur, yerinden bir milim dahi kımıldamadan günlerce kalırdı orada. Hiç sönmeden kısık ateşte yanan tüp, gün içinde defalarca üzerinde çayın demlendiği odanın demir başlarından biri olmuştu. Piknik tüpün çevresinde ise yine ev halkının görmeye iyice alıştıkları, dağınıklığı tamamlayıcı birer unsur olarak; yarısı boşalmış bir tuz kavanozu, içinde bir kaç sürümlük kalmış margarinin bulunduğu, kırmızı baharatlarla öbek, öbek kirlenmiş bir kâse, ağzı açık, içinde bir kaç kilogramlık toz şekerinin bulunduğu bir çuval, odanın sağına soluna savrulmuş günlük gazeteler ve onlara ait bulmaca sayfaları yer alırdı. Akşam yemeğinde, divanın altına buruşturularak atılmış sofra yaygısı alınır, bulunabilen bir boşluğa serilir, bardaklara boşalan bayat çay ile birlikte, katık olmaksızın ekmeğe sürülen margarinler yenirdi. Derken, ilerleyen zam |
|
Yüz, Yüzü Bilirsen
(Aydın akdeniz) 19 Nisan 2009 |
İlişkiler |
| |
- Doktor grüsülerini iletiyor sana…
- Selamlarını desene sen şuna.
- Öfff, sıcakmış buralar. Orası 18 dereceydi gelirken.
- Eee, kuzeyde kalıyorsunuz biraz, arada o kadarcık fark olacak. İzin ver alayım valizini. Çıkarken hava durumuna bakmış mıydın?
- Bakmıştım ama, yanıldım yine de.
- Spor giyinmişsin, sıcakta rahat eder insan.
- Biliyor musun, seminerleri olmasaydı Beejing’e uçacaktık.
- Öyle mi..! Üzüldüm. Çin’deydi galiba orası. Olimpiyatlara mı gidecektiniz yoksa?
- Evet, ama o bir yolunu buldu. Atları önden gidecek kendisi arkadan.
- Hımmm, demek bunun için buradasın. Hemen dönüyor muyuz ? Yoksa bahsettiğin yerlere mi bakacağız?
- Biraz dinlenelim, tatil bu kez uzunca.
|
|
Sezonluk Fındık İşçilerinin Hayat Öyküsünden Bir Kesit
(Aydın akdeniz) 21 Nisan 2009 |
Gerilim |
| |
Kim bilir kaç yıldır giyiyordu ayağındaki kadife pantolonu. Çok sevmişti onu, komşuları bir bayram arifesinde modası geçtiği için annesine verdikleri zaman. Önce büyük ağabeyi atılmış, ne kadar zorlasa da bir türlü sığdıramamıştı bedenine. Sonra da onun bir küçüğü olan denemişti üzerinde. Olmuyordu işte. Ertesi gün ve bir sonraki gün, defalarca elden ele dolaşmış, yine de bir yolu bulunarak uydurulamamıştı irice kıyım vücutlara. Kızgın, öfkeli homurtular, odaların duvarlarında küfürle karışık bir uğultuyla dolaşmıştı. Nedense hiç kimsenin aklına evde küçük bir çocuğun daha bulunduğu gelmemişti. Büyük kardeşlerin kirli sokaklarda boğuştuğu bir sırada, küçük olan korkarak yaklaştı pantolona. Usulca eline aldı. Ne kadar da yumuşaktı kumaşı. Sonra bu yumuşaklığı, yüzünde dolaştırdı. Kokladı. Annesi içeri girdiğinde, panikle attı elindekini. Kadın öfkeyle; “ Ne o! Her şeyi tastamam yaptın da, sıra ağabeylerinin giysilerini karıştırmaya mı geldi?” dedi. O ara içeri girmiş olan kardeşler ; “ Elleme ana, zatı ayâmıza olmadıydı.” Dediler. |
|
Kuzey İkliminin Zemherisin de Bir Başkadır Anıları Düşlemek!
(Aydın Akdeniz) 8 Mayıs 2009 |
Sevgi ve Arkadaşlık |
| |
Ne kadar geniş bir otlaktı burası. Neredeyse diz kapaklarına dek yükselen otlar arasında iki kardeş, bir birlerine baka kaldılar. Vakit bir hayli geç olmuştu. Çiftlik evine dönmekle, önlerinde güneşin battığı yöne doğru uzayıp giden çayırlığı keşfetmek arasında ikilemde kalmışlardı. Gittikçe kuvvetlenen esinti, yemyeşil çimenleri bir oraya bir buraya savuruyor, yüzeyde dalgalanmalara neden oluyordu. Az önce buraya gelirken bir hat boyunca önünden geçtikleri orman, rüzgârın etkisiyle uğulduyor, çocukların endişesini bir kat daha arttırıyordu. Çocuklardan irice olanı, ürpermesine rağmen korkularıyla yüzleşmek ve sınırlarını keşfetmek istiyordu. Bakışlarını uğultunun geldiği karanlığa çevirdi. Onun bu vahşi görüntüsü, sanki kendisine meydan okuyordu. Evet, evet her ne bahasına olursa olsun dalacaktı bu ormana. Kardeşine bakarak ; “ sen artık istersen dön eve.” Dedi. |
|
Diasporada, Yalnız Bir Türk`ün Sevdası
(Aydın Akdeniz) 24 Mayıs 2009 |
Varoluşçuluk |
| |
Kumral saçlarını şöyle bir üstünkörü tarayarak bir daha baktı aynaya. Orada, yüz hatları boyunca uzanan kederli anların derinleştirdiği çizgiler şimdi artık eskisine göre daha bir belirginleşmiş olarak durmaktaydılar öylece. Bakışları, ya onlara ne demeliydi! Neşe ve umut kıvılcımlarının beslediği bu zinde bakışlar, mevsimin henüz kışa dönmediği şu hazan günlerinde böylesine yorgun ve yalnızlığın pençesinde böylesine bezgin bir bitkinliğe mi düşmeliydiler? Yaz günlerinin neşeli koşuşturmaları arasında kışın o zemheri soğukları hep böyle bir işgüzarlıkta bulunup, hazırlığının bulunmadığı bir boş anında mı yakalar insanı? |
|
Doğa İle Başbaşa
(Aydın Akdeniz) 4 Haziran 2009 |
Pastorel |
| |
Ne kadar geniş bir otlaktı burası. Neredeyse diz kapaklarına dek yükselen otlar arasında iki kardeş, bir birlerine baka kaldılar. Vakit bir hayli geç olmuştu. Çiftlik evine dönmekle, önlerinde güneşin battığı yöne doğru uzayıp giden çayırlığı keşfetmek arasında ikilemde kalmışlardı. Gittikçe kuvvetlenen esinti, yemyeşil çimenleri bir oraya bir buraya savuruyor, yüzeyde dalgalanmalara neden oluyordu. Az önce buraya gelirken bir hat boyunca önünden geçtikleri orman, rüzgârın etkisiyle uğulduyor, çocukların endişesini bir kat daha arttırıyordu. Çocuklardan irice olanı, ürpermesine rağmen korkularıyla yüzleşmek ve sınırlarını keşfetmek istiyordu. Bakışlarını uğultunun geldiği karanlığa çevirdi. Onun bu vahşi görüntüsü, sanki kendisine meydan okuyordu. Evet, evet her ne bahasına olursa olsun dalacaktı bu ormana. |
|
Telefon Kulübesinde, Ölüme Çeyrek Kala!
(Aydın Akdeniz) 22 Temmuz 2009 |
Gerilim |
| |
Kadın, yanındaki adamla birlikte olay yerinden hızla uzaklaşırken yüreğinin derinliklerinde yükselen o sese kulak kesilmiş, yakında evleneceği bu adamın o talihsiz kaza nedeniyle girdiği şokun etkisinden kendisini kurtarmak için yaptığı telkinleri artık duymaz olmuştu.
— Keşke o telefon kulübesine hiç girmeseydik diye sayıkladı kendi kendine.
Her şey o kadar ani gelişmişti ki, daha ne olup bittiğini anlamaya fırsat dahi kalmadan hayatın baharında, gencecik bir sokak çocuğu arabanın altında kalarak yitirmişti yaşamını. |
|
Zemheride Koca Dağ"ın Çağrısına Kulak Vermek!
(Aydın Akdeniz) 4 Şubat 2010 |
Pastorel |
| |
Gece boyunca lapa lapa yağan kar, ufuk çizgisine dek görebildiği her şeyi bembeyaz bir renge mahkûm etmişti. Doğmakta olan güneşin, yoğun bulutların arasından sıyrılarak çehresini gösterebildiği günün şu ilk ışınları altında köy sakinleri bu canlılıkla tezat oluşturmak istercesine derin bir sessizlik içerisinde geceden kalma uykusuna devam etmekteydi henüz. Bu sükûnet çalılıklar arasında daldan dala sıçrayarak birbirine kur yapmaya hazırlanan birkaç göğsü kınalı çalı kuşunun neşeli ötüşleri ile bozuluyordu. Yeni günün bu erken saatlerinde köyün kenar mahallelerinden Ahmet’in bulunduğu yere kadar havlamaları işitilen köpekler vardı sokaklarda. Üşümemek için kabanına iyice sarıldı Ahmet. Elindeki tek kırma av tüfeğini sol omuzu üzerinden çaprazlama olacak şekilde sırtına astı. Sırt çantasını tekrar gözden geçirdi. Yolculuk boyunca ihtiyaç duyabileceği her şey, akşam hazırladığı şekilde tas tamam yerli yerindeydi. Günün sonunda büyük bir yabani dağ keçisini avlamak göze aldığı bunca yorgunluğun ardından kim bilir ne kadar eğlenceli olacaktı. Heyecanla yola koyuldu. Kaybedilecek zamanı yoktu çünkü. Aşılacak ilk engel, köye uzaklığı yaklaşık beş kilometre olan ve zirvesinde yaz, kış karın hiç eksik olmadığı şu heybetli sıradağların yamaçlarıydı. |
|
Kız Kulesi"nden St. Morritz"e Bir Akşam Yemeği
(Aydın Akdeniz) 24 Ekim 2010 |
Aşk ve Romantizm |
| |
Yatak odasının açık unutulan kapı eşiğine ulaştığında Agâh Bey’in bakışları gayri ihtiyari komedin üzerinde durmakta olan valize kaydı. Evet, eşi yine her zamanki gibi çıkacağı yolculuk öncesinde hiç üşenmeden titizlikle hazırlayıp şimdi bulunduğu o yere bırakmıştı onu. Fakat nedense bu kez valiz olduğundan daha bir şişkince görünüyordu gözüne. Eline alarak önce şöyle bir ağırlığını yokladı ve sonra yatağın üzerine bırakarak içinde, bulunması gerekenlerin dışında başka bir şeyin olup olmadığını kontrol etti. Birer çift ütülü gömlek, pantolon, çorap, iç çamaşırları, havlu, bornoz, diş fırçası, parfüm ve o çok sevdiği spor ceketi, kısacası yolculuğu sırasında ihtiyaç duyabileceği her şey unutulmaksızın tastamam yerleştirilmişti valizine. Şişkinliğe neden olabilecek ise hiçbir fazlalık yoktu içinde.
O halde valiz neden böylesine büyük gözükmüştü gözüne. Karşısındakini yutmaya hazırlanmış bir canavar hayal etti bir an için. Yüzünde bir tebessüm belirdi fakat çok sürmedi bu. Aklına düşen şeyden utanmış olacaktı ki ciddileşti birden. Eee, nede olsa altmış yaşını devirmek üzereydi artık. Böylesi saçma sapan yakıştırmalarla oyalanacak çağda değildi. Ne bu türden bir laçkalaşmaya nede evden ayrılacak olmanın anlamsız duygusallığına yenik düşmemesi gerekiyordu. İlerleyen yaşla birlikte akılda da bir çözülme hali mi yaşanır nedir! İnsan kendini bir kere kaptırmayadursun bu akışa, nerede, nasıl duracağı ve sonrasında ise ne yapacağı hiç belli olmazdı. Bu düşüncelerle irkilerek kendine geldi. Valizin fermuarını çekip kapatırken zorlandığını fark etmedi bile.
|
|
Konakta Bir Başkadır Gecelemek…
(Aydın Akdeniz) 6 Kasım 2010 |
Gerilim |
| |
Ahşap basamaklarda yükselen gacırtılar, sıvası artık iyice dökülen evin üst kat duvarlarını yalayıp geçmiş, kapı eşiğinden sinsice odasına ulaşarak sonunda o derin, tatlı uykusundan uyandırmıştı kendisini. Küf kokan rutubetli yorganın altında kımıldamadan öylece kıvrıldı bir süre daha. Oda içerisinde şuraya buraya bıraktığı kovalara çatıdan sızarak düşen damlaların çıkardığı tıp tıp sesleri uyumak için gösterdiği tüm o çabayı boşa çıkarıyordu ne yazık ki. Baktı ki olmayacak, doğruldu yatağından. Elleri, duvardaki çiviye asılı pantolonun ceplerini yokladı. İçinde bir kaç tek kalmış sigara paketini kavrayarak, tütünü şöyle iyice dolgunca olanlarından rastgele çekip aldı birini. Ciğerlerini yakarak dolduran derin bir nefes ile şimdi ayılmıştı artık. Sokak penceresinden dışarı baktı. Sabahtan beri lapa lapa yağan kar sokaktaki kirli çöp bidonlarının üstünü örterek kesilmişti. Kaldırdığı paltosunun yakasına başını iyice gömen kambur görünüşlü birkaç gölge, kayarak düşmemek için kaldırımları dikkatle arşınlıyordu. |
|
Fatmagül"ün Rüstem"e Ettikleri…
(Aydın Akdeniz) 14 Kasım 2010 |
Halk Öyküleri |
| |
Bir sıçrayışta üç adam boyunda ki buğday yığının tepesindeydi. Bıldır vakti şu Kara Memetlerin Rüstem’iyle sırf bu yüzden dalaşmışlardı. Rüstem, topal ayağıyla koşup sıçrayacağım derken tökezlemiş sonrada kaşları çatık ağlamaklı sesiyle,
“ Ölçtün de mi biliyorsun sanki Süleyman!” diye bağırmıştı.
“ Ölçtüm, ölçtüm. Hem de şu gördüğün sırıkla,”
“Haydi, oradan be! İyice odun belledin sende galiba adamı,” diyerek ayrılmıştı yanından.
|
|
İnce Hastalıkmış Bağrına Düşen…
(Aydın Akdeniz) 16 Kasım 2010 |
Halk Öyküleri |
| |
Mevsimin ilk karı yağmıştı. Geceleyin kuvvetlenen fırtına, buz tutmuş dere yatağındaki kar tümseklerini küreyip kuzeye çevresi meşe ağaçlarınca kuşatılan köye doğru savrulmaktaydı. Kıvrıldığı çatı altlarından karanlığa kulaklarını diken birkaç çoban köpeği yerlerinden doğrulup uğultuya karşı isteksizce havlıyordu. |
|
İsterik Kadın, Haydi Oradan Sen De!
(Aydın Akdeniz) 18 Kasım 2010 |
Sürrealizm |
| |
Kirli, yorgun bir gündü tamamlanan. Çiseyen yağmur egzoz ve homurtulara karışarak benim gibi evinin yolunu tutan kent sakinlerinin tepesine inmekteydi. Çöp yığınlarından yükselen şu iğrenç kokuyu saymazsak özlemişim tozun toprağın kokusunu. Derin bir nefesle çektim doyasıya içime; dağı ovayı vadiyi. “Ah ulan ” dedim kendi kendime “ kaz dağlarının tepesinde olacakta, iki yana açtığın kollarınla bir kuş gibi süzülecektin şimdi gri bulutların arasında”
Yolun öte yakasına geçiyormuşum fark etmedim, ıslak zeminde kayan bir fren sesi. Şoför el kol hareketleri içerisinde yanındakine sürekli beni işaret etmekteydi. Açılan camdan dışarı bir baş sarktı. Bağırırken büzülen ağzındaki ağır makyaj ıslanmış, kandamlaları gibi hızlanan yağmur akıntısına karışmaktaydı. Aldırmadım, duymadım söylediklerini. İltifat edecek hali yoktu ya! Bu kez uzaklaşan araçtan aynı baş, orta parmağını kaldırmış sallamaktaydı ortalık yere. Patladım ben de “Haydi oradan isterik cadı sende. Dikleşerek sallananlarla bozmuşsun kafayı!”
|
|
Düşleriniz "Ferrari" Kadar Ulaşılmaz Olmalı
(Aydın Akdeniz) 27 Kasım 2010 |
Varoluşçuluk |
| |
“ Bakın” dedi. “ Herkesin gerçekleşmesini umduğu düşleri olur. Düş kurmak iyi oyuncular için yalnızca bir oyalanmaca dan ibaret değildir. Gençsiniz, eminim ki anlıyorsunuz beni. Şirketimizin bunca yıllık başarısının ardında gerçekle düş arasındaki espriyi yakalayabilmiş dinamik bir kadronun payı olduğuna inanıyorum. Kendinizden bahsederken lütfen bunu da dikkate alın! ”
Mülakata gelen gençlerden kravatlı olan öne çıkarak,
“ Çok iyi bir not ortalamasıyla bitirdim fakülteyi. Kötü alışkanlıklarım hiç olmadı. Ev ile okul arasında gidip geldim dört yıl boyunca. Bilgisayar programlarını kullanmasını bilirim. Az çokta yabancı dil,”
“ Adınız neydi? ”
“ Mete efendim.”
“ Nereyi bitirmiştiniz? ”
“ İktisat bölümü mezunuyum.”
“ Geleceğe dönük beklentileriniz?”
“ Ferrari marka arabam olmalı ve bir dediğimi iki etmeyecek çalışanlarım.”
“ Peki, anlaşıldı. Ya siz?
|
|
Kadeh Ustası
(Aydın Akdeniz) 23 Şubat 2011 |
Varoluşçuluk |
| |
Üç aydır ağzına bir yudum almamıştı. Tuhaftır, şikâyetçi değildi halinden. Daha önce bırakmayı denemişti. Hem de kaç kez. Peki, yakasını kurtarabilmiş miydi illetten? Elbette hayır. Çabaladıkça batmıştı yalnızca. Oysa küçücük bir kıvılcımdı aradığı ya da yüreklendirici birkaç cümle. Fakat hastane odasında çakacaktı o kıvılcım. Olmasını umduğu şeye değil de kendi gerçekliğine ayıltacak olan, ( kadeh sayısınca artan baş ağrılarıydı gerçeği.) Oraya nasıl geldiğini sormayacaktı. Reddetmişti tedavisini. İçindeki şeyle savaşamazdı ki. Ele güne karşı rezil olmak da vardı sonra. |
|
Baştan Karaymış Baştankaralar
(Aydın Akdeniz) 10 Mart 2011 |
Varoluşçuluk |
| |
Ne kadar çok anlatacak şeyi de varmış diye geçti aklından. Çocuklarına mı anlatıyordu bu hikâyeleri yoksa içinde o yaşına dek bir yerlerde sakladığı çocuksuluğa mı? Neşeyle gülüyor, burnunu, kulağını yakalamak için uzanan solucan parmaklardan bir türlü sakınamıyor kendini. Bir vakitler saçlarına düşen aklara takılırdı bakışları, şakaklarının üzerinde gençliğinin henüz yabancısı olduğu bir renk iken, aklık. Siyahın zıddı, yağan karın sıcacık rengi. Ulu dağlara nasıl yakışırsa öylece yakışırdı şakaklarına. Yelkovanın akrebi kovalamacasın da zaman da erirmiş meğer ve beyazın aynı zamanda renksizliğinde adının olduğunu öğrendiği yıllar geldi peşinden. Parmaklardan sakınmaya çalışıyordu hala o baş kendini, omuzlarına tüneyen diğer torunu almaya çalışana gözdağı vererek. |
|
Kömür Karasıydı Elleri
(Aydın Akdeniz) 19 Mayıs 2011 |
Varoluşçuluk |
| |
Adımları hızlanırken, nedir çilesi şu kadının diye düşündü. İlle de ütülü olacakmış giysileri. Ütüye kömür doldururken solgun parmakları sımsıkı kavrardı kırık ahşap sapı. Nasırlaşan avuçları bazı geceler yüzüne kapanırdı. Evden uzakta koca iki yıl. Neler değişmişti yokluğunda kim bilir? Topuk sesleri zeminde yankı bulurken vızıltılar bahçenin her yanında. Başının üstünde uçuşan saydam kanatlar göğün maviliğinde kararan beneklere dönüşerek vızıldıyordu. |
|
Kapela
(Aydın Akdeniz) 12 Temmuz 2011 |
Varoluşçuluk |
| |
İteklemesiyle açılıyor kapı. Eve uzanan yolda ıhlamur kokusu, çok sever. Çayını değil de kendisini. Koca birer ağaç olmuşlar şimdi. Dolgun tanelerde dolaşan elleri “ Haticeee!” haykırışıyla utanıp kavrıyor valizi. Yüksek topuklar zeminde sendeleniyor. “ Patlama geliyorum.” Baş başa vermişte gelişinden habersiz çekişip duruyorlar. İnatçı iki keçi gibiler. Anası başlamasın bir kez, söyleniyor yine “ütüsüz pantolon giymezmiş şu yaşta.”
Vızıltılar perde olup örtüyor mahremiyeti. Bahçenin her yanındalar, en çok salkımlarda. Uğuldayan saydam kanatları ile göğün maviliğine dalıyorlar. Ağaç kovuğu, bir kaya dibine ulaşana dek öylece uçacaklar.
|
|
E. T
(Aydın Akdeniz) 2 Ekim 2012 |
Varoluşçuluk |
| |
Duman koca bir leke olup düşüyor aramıza. Konuşmalarımız kuru dal ve yaprak yığınına gömülü. Kırılgan. Tetikte. Kıvılcımla harlamaya hazır. Geceyle iplik iplik dağılmasa sabaha dek ateşin başında öylece kalabilirdik. Gözlüğüyle oynamaktan usanıyor sonunda. Dili çözülüyor. Öksürüklerin arasında işittin mi ? Şeytanın aklına gelmeyecek şeyler anlattı. Hem, yüzünde gölgeler dolaşmıştı konuşurken. Ateşin şavkı mı düşmüştü, yoksa öyle mi görmüştüm. |
|
Tabelacı
(Aydın Akdeniz) 7 Nisan 2012 |
Varoluşçuluk |
| |
Sarktığı camdan yerine oturan biri " Abi, yine yanıldın" der. Ağzım kulaklarıma varır. Nasılsa bir kaç dakikalık yolu vardır böylelerinin, önemsemem. Bir tabela gölgesinde frene basmamı isteyecekler. Kitabı defteri dağıldığı yerden toplayıp, kırpışan gözlerle bir bana bir plakaya bakacaklar. |
|
Paltomun Yakasında
(Aydın Akdeniz) 10 Ağustos 2012 |
Aşk ve Romantizm |
| |
Dudak büküp sırt dönmelerin olurdu dargınlığı oynarken. Sonra aynada bir çift göz belirirdi.
Unutmuşsun gibi, orada öylece bana bakardı. Karanlığa yaklaştıkça irileşiyor gözbebeklerin. Derinliğine çekiliyor, giderek ufalıyor yansımam. Tutup gazete geriyorum araya küçüldüğümü sanarak. Altta kalır mısın hiç. Elin tarağa uzanıyor, bakışların ise saçlarına doğru kayıveriyor üzerimden.
Sehpaya bırakılan fincan tıkırdıyor da ayılıyorum. Adımlarınla karşı odaya geçiyorum bu kez.
Oda soğuk, üşüyeceksin. Canlandırmak gerekecek sobayı. Olabildiğince bakınıyorum loş ışıkta, göremiyorum. Yer yarıldı içine mi girdin ne, hiçbir yerde yoksun. Sokak lambasının aydınlattığı köşe de boş.
|
|
Maça Kızına
(Aydın Akdeniz) 29 Ocak 2013 |
Varoluşçuluk |
| |
Nehir kıyısındaki kayalığa indiğimde suya düşen gölgeyle başını farkediyorum. Eğilmiş, akıntıya bakıyordu. Yaklaşmak istedim, elinin işaretiyle vazgeçtim. Dediğine göre balıkları ürkütebilirmişim. Poşet dolusu erzağı görebileceği bir ağaç dalına iliştirip uzaklaşacaktım. Cebime uzanıyorum. Kahretsin. Boş. İkisi de. Sigara atmasını istiyorum. Kımıldamıyor. Gözleri hep akıntıda. Birden sevinçle doğruluyor. İnlerini buldum diyor.
Balık ağını kıyıya doğru çekişini görseler, kahvede günlerce konuşulurdu bu. Eli boş döndü dedirtmemek için miydi yoksa üç beş balığa mı telaşı. Aklından ne geçiriyor bilemezdim. |
|
Gün Görmezdi, İda'dan
(Aydın Akdeniz) 2 Şubat 2013 |
Başkaldırı |
| |
Kırık döküklük var dilime düşenlerinde. Tekrar denemeliyim. Sorun seçtiklerim olabilir. Hafızam. Dur bakayım. Zorluyorum, ama… Sözcükler, derinlere inmiş gibi. Çıkarabilseydim. Soğuktan dilim de tutulmuş olabilir. Az sonra kalmaz bir şeyciğim. Evet evet.
Yere yuvarlanmıştım. Bunu nasıl düşünemedim. Kanayan yerim yok ki. Çarpma derinde eser bırakmıştır belki. Yolunda sanırdın her şeyi ama içten içe kanayabilirdi damarların.
|
|
Ahlatın Yanı
(Aydın Akdeniz) 16 Mart 2013 |
Bireysel |
| |
Yol boyunca dalıp dalıp giderdi . Dizlerine, ayakkabısının tokasından vazgeçince pencere dışına . Kızıyordum konuşmamasına. Dikiz aynasına öksürebiliyordum. Kızıla mora bürünürken yüzüme, çizgilerine, egzoz dumanının dağılmasına rağmen bir türlü göremediğim köyün boşluğuna doğru bakabiliyordum. |
|
Zühre"ye Kanat Çırpmak
(Aydın Akdeniz) 10 Eylül 2013 |
Varoluşçuluk |
| |
Cama düşmeye başlayan kar tanelerini görünce dönmek istedi. Yolun kapanmasından çekiniyordu. Bir süreliğine daha misafirim olmaktan...Sanırım. Evden ayrılalı nefes alıp verirken çıkan o hırıltısını saymazsam yanımda ki koltukta oturduğu gerçeğini büsbütün unutabilirdim. Sileceklerin hareketlenişine takılmıştı bakışları. Onu böyle görünce baktığı şey hakkında düşünüyorum. Nesnenin devinimi, düşen kar, anıları, türlü türlü şey geçiyor aklımdan. Bunlardan biri ya da tümüne bakması kabulümdü, ama hiçbirine bakmıyorduysa. O zaman unutmalıyım işte; kışkırtıcı bulacağım için. Sinirlenmemle eğlenir gibi. Hayra yormayacağım sessizliğini. Çünkü bilmek hakkımdır. Açıklamalı. Etiyle kemiğiyle –“ şey” demeye yine de varmıyor dilim – düne kadar tanıdığımı sandığım kişiyse, çekinmezdi. Dilindekini söylerdi.
|
|
Deve Dikeni
(Aydın Akdeniz) 1 Şubat 2014 |
Gerilim |
| |
Hava kara dönmüştü. Üşümüş ve acıkmıştım. Beklemekten de sıkılınca çantayı açtım, sucuğu parmak kalınlığında kesip çubuğa sıraladım. Ucunu ateşe doğru yere batırmıştım. Ekmeği de o şekilde. Dilimlemeden ortasından bölerek. Dallar kırılıyordu o ara, sesini duymuştum. Önce boz renkli şu köpek sandım. Sonra gövdesi dışında vücudundan kalanları bir gün kara gömülmüş halde bulduğumu hatırladım. Çok olmamıştı öleli. Vücudu bile soğumamıştı. Kızarttığım dilimleri artık paylaşamayacaktım. O değilse dedim, kim ya da neydi dalları kıran şey.
|
|
|
Hayatın kendisi mi sorgulanır satırlarda, geçip giden zaman mı? cevap mıdır önemli olan yoksa yaşanan anlar mı?
|
|