"Kirazlar ve dutların tadını çocuklar ve serçelerden sor." -Goethe |
|
||||||||||
|
Hasan TÜLÜCEOĞLU İletişim ve bilgilenmede internet, taşrada bulunmanın dezavantajlarını kaldırmakla birlikte İstanbul’da bulunmak elbette artı bir avantajdır. Nerede olursak olalım internet sayesinde tüm dünyadan anında haberdar olabilmekte, istediklerimizle hemen iletişime geçmekteyiz. Bu sayede 2009’da açılan ‘Panorama 1453’ten haberdar olmuşken benim için bu mekânı görmek taşra dezavantajından dolayı iki yıl gecikti. Üniversite öğrenciliğimde taşradan 303 otobüslerle gelip indiğim Topkapı otogarının izlerini ararken çocuklarla birlikte Panorama 1453’ün kümbet görünümlü binasında buldum kendimi. Panorama müzesine girdiğinizde, İBB Kültür A.Ş.’nin internet sitesinde açıklanan “İSTANBUL 1453 Panoramik Müzesi’ndeki çalışmada resmin bittiği yer diye bir şey olmadığı için, resme bakan kişi optik alışkanlıklarıyla eserin gerçek boyutlarını kavrayamayacaktır. İzleyici, platforma çıktığı anda 10 saniye kadar sürecek bir şok yaşamaktadır. Bu durum, resmin gerçekliğini ve boyutlarını kavramayı sağlayacak referanslar, başlangıç ve bitiş gibi dayanak noktaları bulamamanın şaşkınlığıdır. Burası insana, kapalı bir mekâna girildiği halde, bir şekilde tekrar üç boyutlu dış mekâna çıkılmış duygusunu yaşatmaktadır.” olgularını aynen yaşıyorsunuz. İlk girişteki o on saniyelik şaşkınlık zaten sizi büyülüyor. Bir gökyüzü algısında yerleştirilen resimlerle ve ses efektleriyle İstanbul’un fethi ifade edilmeye çalışılmış. Geri fonda sürekli çalan mehter en başta size geçmiş ve fetih duygusunu veriyor. Gerilerde nizamlı şekilde yer almış yeniçeri ordusunu mehterle daha bir canlandırabiliyorsunuz. O an fetih için surlara hücuma hazırlanıyorlar. Orduların önündeki Fatih resmi, ders kitaplarında Fatih’in İstanbul’a girişi resminin benzeri olması surlara saldırı hazırlığının gerçekliğini biraz bozuyor. Zihninize yerleştirilen tarih anlatımıyla burada resmedilen tarih bu resimde çelişiyor ve savaşın ortasında duygunuz birden bozuluyor. İstanbul fethedilmiş, surların içine geçilmiş ve Rum kızlarını Fatih’e çiçek vermeye çalışırken hayal ediyorsunuz. Marmara tarafında surların hemen yanında top ateşleyen, yaralı askerlere yardımcı olan askerler size sur gerisinde zorlu bir mücadeleyi anlatıyor. Sol tarafınızda Edirnekapı tarafında resmedilen süvariler hiçte bizden yeniçeriden biriymiş görüntüsü vermiyor. Ortaçağ Hıristiyan şövalyelerini daha çok andırıyor. Surlara Yeniçeriler mi, Hıristiyan ordularımı saldırıyor bir türlü çıkaramıyorsunuz. Gemilerin karadan Haliç’e indirilmesi ise çok gerilerde siluet gibi resmediliyor. Tarih kitaplarında vurgu ve tüm ayrıntısıyla anlatılan Ulubatlı Hasan’ın surlara bayrağı dikmesini, diktikten sonra şehit edilmesini, Topkapı surları önündeyken hatırlıyorsunuz ama gördüğünüz resim tarih anlatımından yine uzak kalıyor. Surların tepesinde çok uzaklarda ayakta çok rahat bayrak direğini dikmiş belli belirsiz bir Ulubatlı Hasan’la karşılaşıyorsunuz. Surları aşma mücadelesindeki askerlerde nedense ben yeniçeri askeri pek göremedim. Resmedilen askerler yeniçerilerden, Anadoluluktan çok uzak duruyor. Bayrakların çiziminde üzerindeki şekilden adeta bilerek kaçınılmış; ne hilale ne haça benziyor. Bayraklar üzerine belli belirsiz siluetler yerleştirilmiş. Yanılmıyorsam o gün Osmanlılar hilal resmi içeren bayrak kullanıyorlardı. Nafile burada resmedilen hiçbir bayrakta hilal izini dahi göremedim. Dairesel bu mekanda hemen etrafınıza yerleştirilen eski savaş aletleri resimdeki renkliliğe maalesef uyum sağlamıyor. Yığma toprak üzerine sonradan yerleştirildiği çok aşikar olan bu gerçek görüntüler sizi resimlerin savaş gerçekliğinden uzaklaştırıyor. Bunlar daha düzenli çimlendirilmiş doğal toprak üzerine yerleştirilmiş olsalardı daha gerçekçi bir görüntü ortaya çıkardı. Top sesleri, at puflamaları belli belirsiz gerilerden gelen bir uğultu ve bizden olan mehter marşı bu küçük mekanda sürekli duyduğunuz sesler. Biz biliriz ki savaşan askerlerimiz ‘Allah Allah’ diye nara atar. Şehit olma aşamasındaysa kelime-i şahadet getirir. Biraz cephe gerisindeyse Kuran okur. İstanbul’u fetheden Müslüman Türk askerlerinin resmedildiği bu mekanda bunların hiç sesini duymuyor ve işaretlerini de göremiyorsunuz. Anlaşılan bu mekan hazırlanırken laiklik ilkesine uyulmaya azami gayret gösterilmiş. Allah sesinden kim rahatsız olacak. Eğer bu askerler bizim askerlerimizse ve Allah için savaşmışlar ve en büyük hedefleri Allah yolunda şehit olmaksa bu şahadete giderken elbette Allah diyecek, besmele çekecek kelime-i şahadet getirecek. Dindar bir insan olarak bu eksikliği çok fazla hissettim. Tek teselliniz mehterin çalması oluyor. Sanal dünyayla iç içe büyüyen çocuklarım bu sanal mekana elbette bayıldılar. Hayal kırıklığına uğramış olarak sanal ortamdan gerçek ortama çıktığımda yıllar önceki öğrencilik günlerimin nostaljisini o günkü gerçeklikle örtüştürmeye çalışarak yaşadım. Bakımı yapılıp sağlam kalan Topkapı surlarını, Marmara’ya doğru gittiğinizde artık iyice yıkılıp dökülmüş surlar takip ediyor. Sanal ortamlardan gerçek tarihi yapı ve mekanları korumak elbet daha önemlidir. Mevcuttaki İstanbul surlarının bakım ve korunması daha öncelikli gerekli ve önemlidir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © hasan tülüceoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |