En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller |
|
||||||||||
|
İskenderun'da 17 yıl yaşadım. Bu sürenin 6 yılı İskenderun Merkez Komutanlığında Astsubay olarak, kalan 12 yılını da ortalama yaşam düzeyinde biri olarak yaşadım. İskenderun'u seviyorum, Hatay'ı seviyorum. Kendimi; Hataylı, İskenderunlu olarak hissediyorum. Orada pek çok arkadaşım, ahbabım var, bu toprakların havasını soludum, suyunu içtim, ekmeğini yedim.Çocuklarım orada okudular meslek sahibi oldular. Minnettarım Hatay'a, Hataylı'ya... İskenderun'da yaşadığım süre içinde yaşadığım, bende derin iz bırakan kişilerin, olayların; pek çok güzel, ilginç ve önemli anılarıyla doluyum. Bunları mümkün olduğunca yazmak istiyorum. En azından benimle birlikte yokolup gitmezler. Bunlar aslında önemsiz görünebilirler. Ancak bugün çok önemsiz gördüğümüz ayrıntıların ne kadar önemli veya önemsiz olduğunu tarihi süreç değerlendirecektir. Kültür sanata gönül vermiş biri olarak özellikle İskenderun'un kültür sanatına katkı yapmaya çalıştım. Ferda Kitabevi sadece kitap satılan bir yer değil, kültürel ve sosyal bir ortam yarattı; yeni düşüncelerin ortaya çıktığı, paylaşıldığı ifade edildiği günlük hayatın içinde yer bulabildiği bir mekandı. Hatay ve İskenderun'un tarihi ve kültürel mirası hep ilgimi çekti. Zengin bir tarihe ve kültürel birikime sahiptir. Bunları elimden geldiğince kendimce günışığına çıkarılmasına yardımcı olmaya çalıştım. Düşüncelerimi, değerlendirmelerimin bir kısmını gazetelerde, dergilerde ve internet ortamında paylaştım. 1995 Temmuz ayının başında geldiğim İskenderun'dan, 2012 yılının Mart ayının son günü ayrıldım. Her insanın yaşadığı çok önemli önemsiz bilgiler vardır muhakkak. Her kişi yaşadıklarını; konuşarak, şu veya bu biçimde kağıda aktararak yarınlara taşır. Günümüzde internet ortamı var; kağıt kalem de artık hayatımızdan çıkmak üzere. Sanal ortam artık bir gerçek ve sesimizi dünyaya yaymak imkanını veriyor. Oysa konuştuklarımızı bazen en yakınımıza bile duyaramıyoruz. İnternet iyi bir imkan. Bilgi yaygınlaşıyor, körlük ortadan kalkıyor. Daha önce ki yazılarımı da belli bir süre geçmeden yayınlamadım. Çünkü yazılarımı da turşu gibi iyice olduktan sonra tekrar tekrar kontrol etmiş ve paylaşmışımdır. Bu yazılar güzellikten, hoşgörüden, insaniyetten sözeden yazılar olacak. En azından ben böyle yazmak istiyorum. Kalem bu, istemeden de olsa birilerini üzecektir, ancak içinde gerçek hep varolacaktır. Kimi itiraflarımı ve keşke yapmasaydım dediğim bir kaç örnekle başlamak istiyorum; Son yerel seçimlerde şimdiki Belediye Başkanı'nı destekledik, yanında yer aldık. Seçim öncesi; eşimle birlikte seçim çalışmalarına katkı verdik Çoğu kez işyerimizi kapattık, mahallelerde, meydanlarda hep olmaya çalıştık. Bu süreçte ve daha sonra pek çok dostumuzdan eleştiri aldık; yanlış düşündüğümüzü,yanlış hareket ettiğimizi belirttiler. Bu nedenle üzülen-darılan arkadaşlarımız dostlarımız oldu. Dinlemedik, inatla çalıştık. Uğraş verdik. Şimdilerde geriye dönüp baktığımda bu konuda, ne büyük hata yaptığımızı anlıyorum. İyi niyetliydik, idealisttik, hep iyi şeyler düşündük. O çabalar, o koşturmalar bizden çok şey götürmüş. Birileri makam mevkii sahibi olacak diye çırpınmanın bir anlamı yokmuş. On yıla yakın süredir kimi zaman haftada, kimi zaman ayda bir kez veya daha uzun sürede köşe yazısı yazdığım yerel bir gazetede de; yazmam nedeniyle, tanıdık tanımadık pek çok kişiden olumlu olumsuz tepki aldım. Neden yazdığımı, sorguladılar, eleştirdiler, yazma dediler, Bunları kaale almadığım için için, selamı sabahı kesen pek çok kişi oldu. Hatta bu konuda kimi kurumlar, dolayısıyla engellemelerle yarattı.Yine dönüp geriye baktığım da, yazı yazmakla da, çok yanlış yaptığımı düşünüyorum. O yapılan eleştiriler çok haklı olduğu kanaatindeyim. Şimdi o emeklerime, çektiğim sıkıntılara ah ediyorum.Yine kuruluş aşamasında ve sonrasında büyük çaba ve özveri gösterdiğim, günlerce aylarca emek sarfederek kuruluşuna katkı verdiğim dernek için, çabalarımı gören arkadaşlarımın eleştirilerine uğradım. 'Doğru bildiğim yolda gideceğim' dedim onlara. Şimdi düşünüyorumda, nasıl gece gündüz demeden uğraş verdiğime, emek verdiğime pişmanım. Bu ve benzeri konularla uğraşırken esas işimizden kopmuşuz, onu yok saymışız. Eşime ait kitabevinin yukarıda sıraladığım nedenler başta olmak üzere, benim bu yanlışlıklarım ve hatalarım yüzünden işleri azaldı, kirasını bile karşılayamaz duruma düştü ve kapanmak zorunda kaldı. Sonuçta bu kitabevi İstanbul'da yine kitap satış işine devam ediyor, ancak İskenderunlu okuyucular, kitapseverler bir kitabevinden bir kültür yuvasından mahrum kaldılar. Üzüntüm bu... UZUN UZUN ON YIL: 1999-2009 YILLARI 1996 Mart ayı idi, Abim, düzenleyeceği kitap sergisi için afiş bastırmak istiyordu, bende görev yaptığım kuruma gelen, beğenerek okuduğum Ses gazetesi'ne gitmesini, orada bastırmasını söylemiştim. Kendisi gazeteye gitmiş, afişleri sipariş etmiş. Bir-iki gün sonra da afişleri teslim almak üzere gittiğinde, kendisine çok ilgi gösterildiğini, az da bir ücret talep edildiğini, hatta kağıt parasınının altında bir para aldıklarını anlatmıştı. Bu durum beni çok etkilemişti, Ses Gazete'sine karşı içimde çok büyük bir sevgi ve saygı oluşmuştu. Haluk Beyi ve Ses Gazetesi'ni kitabevi açıldıktan sonra tanımaya başladım. 1999 yılı Temmuz'unda kitabevi'nde bize yardımcı olan bir üniversite öğrencisi( Gürhan) vardı. Bir nedenle gazeteye gittiğinde Haluk Bey, ona gazetede yayınlanmak üzere kitaplar hakkında, yazı yazmasını önermiş, o da bana sormuştu, bende yazmasını tavsiye etmiştim ve bir- kaç köşe yazısı yazmıştı. 2000 yılı yazında Arsuz'da kaldırımda bir masanın üzerinde Bijuteri sergisi açan Eskişehirli iki genç (Kaya- Ayten) arkadaşla tanışmıştık. Kaya, aynı yılın Kasım ayında Bijuteri satışı için, Vakıflar Bankası karşısında köşedeki binada hediyelik eşya sergisi açacağını, istersek bizim de aynı yerde kitap sergisi açabileceğimiz, önerisiyle yanımıza gelmişti. Bizde kabul ettik, Orada kısa bir süre kitap sergisi açtık. Bu mekan Figen Hanımlara aitmiş, Orada Figen Hanım'ı tanıdım. Aslında daha önce bir kaç kez kısa görüşmelerimiz olmuştu. Yine Arsuz'da 2001yazında kitap sergisi açmıştık, sergiye zaman zaman Figen Hanım uğrardı. Yine bir Eylül ayı akşam üzeri eşiyle birlikte gelişinde şiddetli yağmur yağmış, küçücük alanda dükkanda mahzur kalmıştık hep birlikte. İşte o akşam Figen Hanım, bana gazete de yazı yazma önerisinde bulunmuştu, hiç düşünmediğim bir bir konuydu bu. İşte ondan sonra, elimizden geldiği kadar Ses gazetesi'nde yazı yazmaya çalıştık. Sağolsun, beni yazı yazmaya teşvik etti, kendisine şükran borçluyum. İlk zamanlarda çok zorlandığım yazılar, sonralarda kolaylaşmıştı adeta. kültür-sanat konularında aşağı yukarı her hafta yazılar yazıyordum. O dönemde bende bilgisayar olmadığından veya ben bilgisayar kullanmasını bilmediğimden olacak, yazıları hep elde yazar kimi zaman kendim götürürdüm, kimi zamanda gazeteden görevliler gelip yazıyı alırlardı. Tabi o yıllarda İskenderun'da kitabevi'nde işlerimiz, satışlarımız çok iyiydi, iyi kitap okunurdu. Kitabevi, İskenderun'da kitapseverlerin, okuyucuların, aydınların, demokrat insanların uğrak yeriydi. Çeşitli kültür sanat etkinlikleri gerçekleştiriyor ve bunlar oldukça da ilgi görüyordu. Krizler, bunalımlar sıkıntılı dönemler... Ülke bir dönüşüm geçiriyordu... İskenderun, aydınların kendilerini rahat hissedecekleri bir ortamdan mahrum idi veya çok azdı. İşte bu, 1999- 2009 yılları arasında ki 10 yılda; Atatürkçülerin, demokratların, solcuların en azından uğradıkları, bilgi alışverişinde bulundukları yerlerden biri idi kitabevi. 29 Mart 2009 yerel seçimleri İskenderun'da yeni bir umut yarattı. Seçim sonuçları, 15 yıl sonra yerel yönetimi tekrar alan kesimde büyük sevinç ve heyacan yarattı. CHP ile seçim kazanılmıştı. Ancak çok kısa bir süre sonra sonra CHP'liler çok büyük hayal kırıklığı yaşadılar. Kazanan CHP 'miydi, Dr. Yusuf Civelek mi? Bu sorunun yanıtı hiç bulunamadı. Belediye Başkanı Yusuf Civelek kerameti hep kendinde gördü. Ancak yinede kulaklara hep fısıldandı bu seçimde CHP'nin reylerimi yoksa Doktor'un reyleri mi reyleri belirleyici oldu, diye. Seçim sonrası, artık kitabevi'nin bir kıymetiharbiyesi kalmamıştı. Kitabevi'ne hemen hemen hergün gelen gidenlerin bir kaçı makam mevkii sahibi olmuş, diğerleri de artık hedefe varıldığından, muhalefet edilecek kimsede kalmadığından kitabevinden ayaklarını iyice kesmişlerdi. Oysa, seçim öncesi; adaylar üzerine, seçimler üzerine ilk sohbetler önemli kararların alındığı mekanlardan birisi de burasıydı. Yusuf Beyle, Haluk Beyle, Hayati Beyle ve diğer kimi kitabevi müdavimleriyle görüşmemiz çok zordu. Artık öyle çatkapı devri bitmiş, onların da zaten böyle kaygısı de yoktu. Sağolsun, o günlerde kişiliğinden taviz vermeyen bir tek kişi vardı; o da Figen Hanım'dı. O her zamanki gibi yine kendisiydi. Birgün kendisi bir öneriyle geldi, dernek kurmadan söz etti. Yıl 2010 mevsimlerden yazdı. Sahilde Belediye'nin çay bahçesinde yaklaşık iki ay süren görüşme ve toplantılar sonucunda dernek düşüncesi düşünceden, gerçeğe dönüştü... Dernek kuruldu, geçici başkanlığa beni uygun gördüler... Üsküdar: 29 Mayıs 2013 İSKENDERUN ANILARI 2: GÖRDÜKLERİM DUYDUKLARIM OKUDUKLARIM O gün İskenderun daki bütün muhalifler kazanmıştı. Sevinç çığlıkları ıslıklar korna sesleri sokaklar coşku seli... Oysa kazanan bir kişi belki de, bir kaç kişi idi. Oysa ben dahil herkes sevinç içindeydik. Sanki biz kazanmıştık. Öyle bir hava verilmişti. Belediye başkanı seçilen Dr. Yusuf Civelek, gayet sakindi. Hiç de heyacanlı görünmüyordu. Seçim sanki önceden mi kazanılmıştı? Politika bu muydu? Oysa biz onun adına ne çok heyacanlıydık. CHP binasının önünde, kalabalığın arasında akşam saat 22 sıralarında yapayalnızdı, Ümran Hanım; yanına gittim, kutladım kendisini. Kitabevine gelirdi, bazen bir kaç kitap alırdı. Seçim çalışmaları başlarken Yusuf Bey'ide hastaları dışında tanıyanı azdı. Ben de tanımazdım. Hayati bey tanıştırmıştı. Seçim çalışmalarında habira anlatır, tanıtırdık. Hayati Çepni, dört yıl mı, beş yıl mı olacak haftanın bir-kaç günü bizim kitabevine gelir, sohbet eder, dertleşirdik. Kimi zaman arkadaşları gelir; hep kitabevinde buluşurlardı. Çoğu arkadaşı da kitabevinin sahibinin Hayati bey olduğunu sanırdı. Bazen de Yusuf Bey'in yanına giderdi. Milletvekilliğine adaylığı öncesi, Yusuf Bey de kimi zaman uğrardı. Kültür sanat etkinliklereine kendisini davet ederdim; ilgi gösterir gibi yapardı, ancak hiçbirine de katılmazdı. Biriki davetiye alır – almazdı. Henüz adaylar kesinleşmemişti; 10 gün kadar, Ordu'ya gitmiştim. Kitabevi'ne Hayati Bey bakıyordu. Geldiğimizde kitabevini çok dağınık görünce; Hayati Bey, seçim çalışmalarını burada yaptıklarındanı söylemişti. Yine o tarihlerde Haluk Bey'in yanına gitmiştim. Yusuf Civelek de oradaydı. Haluk Bey, bir hikaye anlattı. Hiç unutmam şöyleydi. Bir fabrika müdürü varmış, sabah işine gider akşam dönermiş. Fabrika ile hiç ilgilenmezmiş. Sonra fabrikanın sahibi; “Bu müdür herhangi bir iş yapmıyor... çıkaralım.” demiş Ve işten çıkarmışlar. Adam ayrılmış, sonra, fabrika da herşey ters gitmiş; işler yavaşlamış, üretim düşmüş, arızalar meydana gelmiş. Ne yapsalar etseler olmamış. Çözüm olarak tekrar çıkardıkları müdürü çağırmışlar. Müdür gelmiş oturmuş koltuğa. Fabrika tekrar eski günlerinde olduğu gibi çalışmaya ve üretimde bulunmaya başlamış. Bunu nasıl başardığını sormuşlar. Müdür de demiş ki ;Ben fabrikanın hep bacasına bakıyorum, eğer duman varsa, sorun yok, işler de yolunda. Böylece anlıyorum fabrikada problem olmadığını üretim yapıldığını... demiş. Hep beraber gülmüştük bu hikayeye. Hastaneye gitmiştik Eşimle birlikte, orada Yusuf Beyle karşılaştık, bize çok nazik davrandı, odasına davet etti. Mesai bitmek üzereydi, görevli yoktu. Kendi elleriyle bize kahve yaptı. Gerçekten çok güzel bir kahve yapmıştı. Birlikte içtik. Bir seçim öncesi bir gün kitabevi'nin önünden geçerken eşim “Çok baskı yapılıyor, kitabevini kapatacağız Yusuf Bey” dedi Yusuf Bey'de “Hayır .. biz kazanacağız, kitabevi de kapanmayacak.” dedi. Oysa öyle hiç olmadı. Seçimler kazanılıp da ertesi günü kutlamalar yapılırken Yusuf Bey'den ilk yasak geldi. Kutlama için “Sadece tokalaşılacak” dedi, “Öpüşmek yok” dedi. Ancak bir yığın sıkıntı içinde kurduğumuz Derneği, yaptığımız etkinlikleri bile kendi döneminde olduğunu ileri sürerek bundan bile kendisine pay çıkarmaktaydı. Seçimlerden bir kaç gün sonra ilk eleştirimi yapmıştım, internet ortamında buna çok üzüldüğünü söylemişlerdi. Burada biraz ara verelim. Bir kitabın sayfalarında biraz mola verelim. Ali Göçmen'in, çok güzel roman tadında anılarını kaleme aldığı ; “Olaylar, Tanıklıklar Aleviler” kitabından söz edelim. Bu kitabı daha basılmadan taslak halinde okumuştum. Çok beğenmiştim. Ali Abi tarihin sayfalarına not almış adeta. Her insanın yaşadıkları önemli olaylar vardır. İnsan bu dünyadan ayrılınca onlar da yok olur. Gider, oysa anıların içinde gelecek kuşaklara kılavuz olacak bice bilgiler vardır. Kitabın dokuzuncu sayfasına bir göz atalım: 1971 yılının 5 Mart'ında yaşanan Kırıkhan olaylarını anlatırken, 1938 sonrasından başlar anlatmaya.. Ermenilerin, Fransızların desteği ile evlerini, işyerlerini terkederek, Suriye'ye ve Lübnan'a gidişlerini, Bunun neticesinde de malın mülkün nasıl el değiştirdiğini, de anlatıyor: “Tek “görevli” hekim Pratisyen Doktor Ali Civelek (halk ona Ali Muharrem derdi) Kırıkhan'a doktor ve iğnecinin gelmesini istemiyordu. Ayrıca MİT'e “ Türklük karşıtı” diye sevmediklerini ihbar ediyordu. Önce rakibi Dr. Nazaret'i sınır dışı ettirdi.. Manolyan'ın yerine yaşlı bir eczacı buldu. Manolyan ile birlikte kalfası Giragosu (herkes onu eczacı bilirdi) uzaklaştırdı. Dr. Muharrem Civelek yalan yanlış raporlar düzenleyip, Ermeniler ve Aleviler'i şehirden atmayı planlıyordu. Kendisinden yaşlı, saraylı bir çerkez kadınla evli idi. Kendisi parayı seven, muayenhanesinde ölen fakir hastayı, parayı almadan cenazeyi teslim etmeyen özelliğe sahipken, yaşlı olmakla güzelliğini kaybetmeyen karısı Nuriye Hanım şefkatli ve yardım sever biri idi. Yoksul hastalara gizlice para vediği söylenirdi. Ali Civelek Antakya'da liseyi bitirince, İstanbul'daki eğitim masraflarını üstlenen Nuriye Hanımla evlenmiş, tıbbiyeyi bitirince de Kırıkhan'a gelmişler. Nuriye Hanım, Abdulhamid'in cariyesi iken sevdiği bir Kürt paşa ile evlenmiş. Paşa ölünce kendisine yüklü bir mal bırakmıştı. Paşa ile mutlu hayat sürdürmüş olan, öldükten sonra da “Kürt Teali Cemiyetide” görevini sürdüren Hanım Doktor, doktorla barışık değildi. Doktor Sünni Türk ağaları ile ile ilgi kurarken, Hanım Kürtlerle ilgileniyordu. “...” Ali Göçmen, kitabında 1940'lı yılları sosyo-ekonomik yapısını da anlatıyor. Haçadur Karabacakyan'ın çiftliğinin el değiştirerek, Doktor Ali Civelek'a nasıl geçtiğini ayrıntılarını veriyor. Günümüz Hatay'ının siyasal ve sosyolojik yapısını nesnel olarak anlayabilmek için, Hatay'ın son yüzyılını iyi kavramak gerekiyor. Yusuf Civelek'i milletvekilliğine adaylığını ona ilk defa kim önermiştir. Belediye Başkanlığına aday olunca yanında kimler vardı. Aday adayı iken, Ankara yollarını kimler aşındırmıştır. Bu ve benzeri soruların cevapları bulunmadan bugünkü İskenderun yerel yönetimini anlamak zordur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |