..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. -Atatürk
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Anı > Hakan Yozcu




14 Mayıs 2024
Adını Sen Koy  
Bir 74 Barış Harekatı Öyküsü

Hakan Yozcu


Komutan, burada kendilerine heyecan verici bir konuşma yaptı: “Arkadaşlar, büyük ve kutsal bir görev için burada toplandık. Biraz sonra Kıbrıs’a bir çıkarma yapacağız. Orada bulunan soydaşlarımıza özgürlük, huzur ve barışı vermek için bir harekât yapacağız. Bu harekât, tamamıyla Barış amaçlı bir harekât olacaktır. Kıbrıslı Türkler zulüm altındadır. Tedhiş altındadır. Her gün onlarca, yüzlerce Kıbrıslı Türk öldürülüyor. Bizim bu harekâtımız, buna bir son verecektir. Adada huzuru ve barışı sağlayacaktır. Size silah sıkılmadıkça siz de karşı tarafa silah sıkmayınız. Size karşı gelinmedikçe siz de karşı gelmeyiniz. Yaşlılara, kadınlara, çocuklara dokunmayacaksınız. Sizden aman dileyenlere kötü muamele etmeyeceksiniz. Türkün insanlığını, şefkatini ve sevgisini onlara göstereceksiniz. Unutmayınız, biz oraya istila için değil, barış için gidiyoruz. Sizlerin sayesinde adaya barış, huzur ve mutluluk gelecektir.


:EEF:

               
“Bir 1974 Barış Harekâtı Öyküsü.”

Uçak, havada kuş gibi süzülerek hareket ediyordu. Yolcuları normal yolculardan çok farklıydı. Bildiğimiz turistik yolcu değildi bunlar. Uçaktakiler, büyük bir amaca hizmet etmek için uçağa binmişler, sonunun ne olacağını bilmedikleri bir yolculuğa çıkmışlardı.
Uçakta yaklaşık 50 kişi ile birlikte uçak personeli vardı. Büyük bir sessizlik içinde yolculuk ediyorlardı. Kimseden çıt çıkmıyordu…
Esat, Tekirdağlı idi. Yanında eğitimlerde tanıştığı Nusret vardı. Her ikisi de komando idi. Eğitim taburunda tanışmışlar çok iyi iki arkadaş olmuşlardı. Çok yakın geçmişte birlikte paraşüt eğitimi de almışlardı. Her ikisi de sessiz sedasız yan yana oturuyordu.
Esat, düşüncelere daldı. Gerilere, çok gerilere gitti. Çocukluğu gözlerinin önüne geldi. Evlerinde bulunan tahta kaplı büyük radyoyu dinliyordu. Evin tek eğlencesi bu radyo idi. Bu radyo sayesinde dünyadan haber alıyorlar, müzik dinliyorlar ve hoşça vakit geçiriyorlardı.
O gün, radyoda haber programı dinliyordu. Haberlerde: “Kıbrıs’ta toplumlar arasında çatışmaların olduğu, Burada yaşayan Türklerin Rumlar tarafından hunharca taciz edildiği, onların acımadan öldürüldüğü, burada yaşayan Türklerin yardıma muhtaç olduğu, bu amaçla Türk uçaklarının Kıbrıs semalarında uçtuğu, Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağının bu esnada düştüğü ve Yüzbaşının Rumlar tarafından esir alınarak işkenceler sonucu öldürüldüğü” bildiriliyordu.
Esat, bu haberi duyunca heyecanlanmış, Yüzbaşının şehit olduğunu duyunca üzülerek gözyaşlarına boğulmuştu. Küçücük yüreği bu acıyı kaldıramamış ve hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. İşte o zaman içinden Tanrıya dua etmiş “İnşallah komando olur, Kıbrıs’a giderim” demişti.
Askerlik yoklamasına gittiğinde “Komando olmak istediğini söylemişti. “Neden?” diye sorulduğunda “Komando olmayı çok sevdiğini, bunu çok istediğini ve çocukluğundan beri hep bunun hayaliyle yaşadığını” belirtmişti.
Esat, iri yarı, güçlü bir gençti. Uzun boyluydu. Çevik biriydi. Taşı sıksa suyunu çıkaracak gücü vardı. O, bir komandonun olabileceği her türlü özelliğe sahipti . Bu isteği kabul edildi. Onu komando olarak yazdılar.
Komando belgesini alarak Eğirdir’de bulunan Komando Okuluna gitmişti. Orada uzun bir eğitimden geçmişti. Her türlü zorluğa göğüs germesini öğrenmişti. Zorluklar karşısında neler yapılacağını çok iyi biliyordu. Açlığa, susuzluğa, işkenceye nasıl karşı koyabileceğini, neler yapması gerektiğini çok iyi öğrenmişti.
Esat, komando eğitimini tamamladıktan sonra Paraşüt Komando Taburuna verildi. Burada da paraşüt eğitimini aldı. 15 günlük bir eğitimden sonra tüm komandolar, 19 Temmuz akşamı Kayseri’deki askeri havaalanına götürüldü.
Komutan, burada kendilerine heyecan verici bir konuşma yaptı: “Arkadaşlar, büyük ve kutsal bir görev için burada toplandık. Biraz sonra Kıbrıs’a bir çıkarma yapacağız. Orada bulunan soydaşlarımıza özgürlük, huzur ve barışı vermek için bir harekât yapacağız. Bu harekât, tamamıyla Barış amaçlı bir harekât olacaktır. Kıbrıslı Türkler zulüm altındadır. Tedhiş altındadır. Her gün onlarca, yüzlerce Kıbrıslı Türk öldürülüyor. Bizim bu harekâtımız, buna bir son verecektir. Adada huzuru ve barışı sağlayacaktır.
Size silah sıkılmadıkça siz de karşı tarafa silah sıkmayınız. Size karşı gelinmedikçe siz de karşı gelmeyiniz. Yaşlılara, kadınlara, çocuklara dokunmayacaksınız. Sizden aman dileyenlere kötü muamele etmeyeceksiniz. Türkün insanlığını, şefkatini ve sevgisini onlara göstereceksiniz. Unutmayınız, biz oraya istila için değil, barış için gidiyoruz. Sizlerin sayesinde adaya barış, huzur ve mutluluk gelecektir. Allah bizimle beraberdir. Hakkınızı helal edin. Benim, size bir hakkım geçmişse helal olsun.” dedi.
Tüm askerler hep birlikte “Helal Olsun” diye bağırdı.
Komutan, askerlerin içinde bulunan imamı çağırdı. Kur’an okumasını istedi. İmam Besmele çekip Kur’an okumaya başladı. Büyük bir sessizlik çöktü birliğe. Kimseden çıt çıkmıyordu. Sadece ulvi bir ses yayılıyordu havaya. Kur’an ayetleri askerleri duygulandırıyordu. Birçok asker gözyaşlarına hâkim olamamıştı. Biraz sonra bir bilinmezliğe uçacaklardı. Bu yolun sonu nereye varacaktı kimse bilmiyordu. Birçoğu şehit olacak ve cennet makamına ulaşacaklardı…
Kur’an okunması bitince askerler, yakın arkadaşlarıyla birbirine sarılarak helalleşiyordu. Çünkü onurlu, büyük bir amaç uğruna canlarını hiçe sayıyorlardı. “Vatan sağ olsun” sesleri göğü çınlatıyordu.
Helalleşmeden sonra herkes kendilerine düşen uçağa biniyordu. Esat da Nusret ile aynı uçağa binmişti. Kader, bu iki arkadaşı hiç ayırmıyordu.
Esat, çocukluğunda “İnşallah komando olur Kıbrıs’a giderim” diye dua etmişti ya, işte bu duası kabul olmuştu. Komando olmuş ve Kıbrıs’a gidiyordu.
Askerler sessizce oturuyorlardı. Hepsi farklı düşüncelerdeydi. Kimisi, anasını babasını düşünüyor, kimisi de karnı burnunda olan eşini düşünüyordu.
Mehmet, bunlardan biriydi. Teskeresi gelmişti. Bu harekât olmasaydı. Teskeresini alıp köyüne gitmiş olacaktı. Ama gidememişti işte. Tüm izinler ve teskereler ikinci bir emre kadar iptal edilmişti. Mehmet “Vatan sağ olsun” diyordu.
Esat ile karşı karşıya idi.
Esat: “Memleket nere hemşerim?” diye sordu.
Mehmet: “Adanalıyıg gardaş?”
Esat: “Allahına gurban. Desene Allahın adamıyık?”
Mehmet: “He baba. Aynen. Allahına gurban” dedi.
Biraz sonra Mehmet başını öne düşürmüş öylece düşünüyordu.
Esat: “Daldın” dedi.
Mehmet: “Yok Gardaş. Askerliğim dün bittiydi. Hanım, garnı burnunda beni bekliyor. Allah nasip ederse bu gün yarın baba olacağım. Onu düşünüyordum. Çocuğumu gucağıma alacağım anları hayal ediyordum” dedi.
Esat: “Allah nasip eder inşallah. Ben bekârım. Geride bir anam, bir de babam var. Tek isteğim, şehadet şerbetini içmek. Bu kutsal uğurda şehit düşersem ne mutlu bana. Allah nasip eder de sağ kalırsam Gazi olurum.”
Mehmet: “Vatan sağ olsun gardaş. İnşallah Allah bize de nasip eder.” dedi.
Uçağa yine bir sessizlik çöktü. Uçağın içinde çelik bir halat vardı. Askerler, bu halatın yanlarındaydı. Çünkü paraşütleri bu halata bağlıydı. Asker aşağı atlayınca, paraşüt, bu halattan kurtuluyor ve otomatik olarak açılıyordu.
İşte o an gelmişti. Önce serbestçi paraşütçüler atladı. Onlar daha yüksekten uçuyordu. Yere önceden inip geriden gelenlere toplanma yerlerini hazırlıyorlardı.
Serbestçiler atlamış, aşağıda çalışmalarını yapmış ve toplanma yerlerini hazırlamışlardı. Bu arada uçaktan atlayan askerlere Rumlar, bulundukları siperlerden silahlarla ateş açmaya başladı. Uçaktan atlayan askerlerimizde korkunun zerresi yoktu. Büyük bir cesaretle atlıyorlar ve canlarını hiçe sayıyorlardı.
Esat da ilk atlayan askerlerden biri oldu. Sıra Nusret’e geldi. Fakat Nusret bir türlü atlamıyordu.
Komutan: “Nusret, niye atlamıyorsun? Hadi atla” diye bağırdı.
Nusret: “Komutanım, çok yüksek. Bende yükseklik korkusu var. Atlayamıyorum” dedi.
Komutan “Atla!” diye emir verdi.
Nusret: “Korkuyorum” dedi.
Komutan, Nusret’i uçağın kapısından aşağı doğru itti: “Türk askeri korkmaz!” dedi.
Nusret aşağı düştü. Paraşütü otomatik olarak açıldığı için hiçbir sorun olmadı. Nusret’te artık korku denen bir şey kalmamıştı. Burada yaşayan, zulme uğramış, tedhişe uğramış, cinayete uğramış soydaşları için mücadele edecekti. İçinden Allah’a dua etti: “Allah’ım, sen bizi muzaffer eyle!”
Gökyüzü binlerce paraşüt ile dolmuştu. Adeta aşağıya yağmur gibi asker yağıyordu. Dua ederek nazlı nazlı süzülerek iniyorlardı.
Rum askerleri, Beşparmak Dağlarından ağaçlar içinden silahlarla ateş ediyordu. Binlerce mermi askerlerimizi hedef almıştı. Daha aşağıya inmeden isabet alıp da şehit olan askerlerimiz oldu. İsabet almayan askerler, büyük bir cesaretle aşağıya iniyorlardı
Kısa bir süre sonra hepsi aşağıya indi. Paraşütlerini toplayıp harekete geçtiler.
Nusret, inince yaşlı bir kadın gördü. Kadının başında beyaz bir yazma vardı. Üzerinde tek parça, siyah bir elbise bulunuyordu. Kadın Türk müydü; yoksa Rum muydu bilemiyordu. Kendilerine kesin talimat verildiği için herhangi bir şey yapmıyordu. Kendilerine ateş edilmediği sürece kimseye ateş açmayacaktı. Üstelik bu bir kadındı. Kadına şiddet göstermek onun zihniyetinde yoktu.
Kadın, Nusret’e sevinerek baktı. Büyük bir heyecanla:“ Türk müsünüz?” diye sordu.
Nusret: “Evet, Türk’üz” dedi.
Kadın: “Hoş geldiniz, Sizi bekliyorduk.” dedi.
Nusret “Hoş bulduk” dedi.
Nusret: “Türkçe konuştuğuna göre Türk olmalısın” dedi.
Kadın elbisesinin içinden bir Türk Bayrağı çıkardı: “Türküm” dedi. “Hep sizi bekledik. Gözlerimiz havada kaldı. Ellerimiz Tanrıya açıldı. Hep dualar ettik. Çok çektik. Çok zulüm gördük. Rumlar, bizi öldürecekti. Adada bir tane Türk bırakmayacaklardı. Onlar için en iyi Türk, ölü Türk idi. Şükürler olsun geldiniz.” dedi.
Nusret ”Geldik bacım. Artık acılarınız son buldu” dedi. “Huzura ve barışa kavuşacaksınız.”
Kadın: “Ölülerimiz var. Rumlar, kaçarken önüne gelen her türkü acımadan öldürdü. Eşimi ve kardeşimi vurdular. Lütfen bize yardım edin” dedi.
Nusret, kadını alıp komutana götürdü. Telsiz ile yapılan haberleşmeden sonra şehitler alınarak defnedilmek üzere güvenli bölgeye götürüldü.
Bölük, St Hilarion Kalesinin yakınına konuşlandı. Orada bir Rum mevziisi vardı. Bu mevziden kendilerine silah sıkılıyordu. Komutan, bu mevziinin susturulması için emir verdi.
Yapılan bir müdahale ile bu mevzi ele geçirildi. Mevzide Rum askerleri ve Yunanistan’dan gelmiş askerler vardı. Türk askerlerini karşılarında görünce korktular. “Bizi öldürmeyin” diyorlardı kendi dillerince… Bilmiyorlardı ki Türk askeri, dünyanın en merhametli askeriydi. Onlar, kendilerine teslim olan düşmanı öldürmez, onları korur ve onlara misafir muamelesi yapardı. Nitekim bunlara da öyle yaptılar.
Esat, Mehmet ile birlikte bu esirlerden sorumlu oldular. Bunları alıp kontrol altında tuttular. Diğer askerler dinlenmeye çekilmişti.
Çok geçmeden 3 Rum askeri gizli olarak farklı yerden geldi. Sessizce Türklere yaklaştılar. Esir Rumları kurtarmak için Türk askerlerine ateş açtılar.
Mehmet, bu ateş sonucunda göğsünden isabet aldı. Mehmet’in acı çığlığı Esat’ın yüreğine dokundu: “Yandım anam!” diye bağırdı Mehmet.
Esat haykırdı: “Dayan Adanalım. Dayan gardaşım! Allah’ın izniyle kurtulacaksın” diyor, bir yandan da düşmana ateş ediyordu.
Diğer askerler de hemen silaha sarılmış ve ateşe karşılık vermişti. Kısa bir süre de düşman etkisiz hale getirildi.
Esat Mehmet’in yanına koştu. Onu kucağına alarak “Kurtulacaksın gardaş” dedi.
Mehmet tatlı bir tebessümle “ Hiç kendini yorma gardaş. Buraya kadarmış. Allah, bana şehitlik rütbesini nasip etti.” dedi.
Esat: “Dayan gardaş, dayan. Kurtulacaksın” dedi.
Mehmet: “Oğlumu cennette görmek nasipmiş. Hakkını helal et. Vatan sağ olsun. "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü.” dedi. Ruhunu teslim etti.
Esat, sessizliğe gömüldü. “Ruhun şad olsun” dedi.
Harekâtın ikinci günü 28. Tümene bağlı askerler aldığı emir üzerine ilerliyordu. Beşparmak Dağları sarp dağlardı. Ağaçlık yerdi. Pusuya elverişli bir yerdi. Rumlar, ağaçlar arasına gizli mevziler yapmış gördüğü Türk askerine ateş açıyorlardı.
28. Tümen askerleri ilerlerken mevzilere siper almış Rum askeriyle karşılaştılar. Rumlar uzaktan havan atışları yapıyorlardı. Türk askeri hemen siper alıp savunmaya geçti.
Nusret de bir kayanın arkasına siper aldı. Karşısındaki tepede bir Rum mevziisi vardı. Burada 3 düşman askeri görünüyordu. Durmadan ateş ediyorlardı. Havan toplarıyla Türk askerini zorluyorlardı.
Komutan, koşar adımlarla Nusret’in olduğu yere geliyordu. Gizlenen Rum askerlerini görmemişti. Havan mermileri komutana isabet edecekti. Nusret bunu anlayınca, komutana zarar vermemesi için “Siper alın komutanım!” diye bağırdı.
Havanlar tekrar gelmeye başlamıştı. Olacak gibi değildi. Komutanları mermiler altında kalacaktı. Nusret, komutanını korumak amacıyla ona doğru koştu. Sarılarak onu yere yatırdı. Ama bu arada mermilerden biri Nusret’in sağ koluna isabet etti. İkisi bir yuvarlanarak yere düştü.
Nusret: “ Komutanım, iyi misiniz?” diyordu.
Komutan: “Ben iyiyim. Sen nasılsın?” diye sordu.
Nusret: “Benim için sorun yok komutanım. Siz iyisiniz ya Allah’ıma şükürler olsun” diye acılar içinde kıvranıyordu.
3 Rum askeri etkisiz hale getirildi. Yaralılar hemen alınarak tedavi için hastaneye gönderildi.
Nusret de bunlar arasındaydı. Sağ kolu gitmişti. Kolun ne önemi vardı ki onun için. Önemli olan vatandı. Önemli olan komutanıydı. Bu vatan için asker yetiştiren, canını hiçe sayan, ölmeyi kutsal bir görev bilen komutanı kurtulmuştu. Gerisi teferruattı.
Birkaç gün içinde savaş hızını düşürmüş ve barış görüşmeleri için ateş kes ilan edilmişti. Komutan sabah askerlerini toplamış ve onlara teşekkür ediyordu.
Komutan: “Yüce Türk Milletinin kahraman evlatları. Kısa bir süre içinde büyük bir kahramanlık örneği gösterdiniz. Vatanımızı, bayrağımızı, onurumuzu en iyi şekilde korudunuz. Büyük acılar çeken Kıbrıs Türküne barışı, huzuru, güveni ve mutluluğu getirdiniz. Bu millet, size minnet duyuyor. Sizlerle gurur duyuyor. Şehit düşen arkadaşlarımıza Allah’tan Rahmet diliyorum. Biliniz ki onlar ölmediler. Kutsal kitabımızda da söz edildiği gibi onlar yaşıyorlar. Onlar doğru cennete gideceklerdir.
Nusret arkadaşımız çok şükür gazilik mertebesini almıştır. Bu vatana borcunu sağ kolunu vererek ödemiştir. O, kahraman bir gazimizdir. O, bu onuru, ömrünün sonuna kadar beraberinde taşıyacaktır. Sağlık durumu gayet iyidir. Merak etmeyiniz.
Şimdi, size, elimize ulaşan bir mektubu okumak istiyorum. Bu mektup, iki gün önce şehit düşen Adanalı arkadaşımız Mehmet’in babasından geliyor.
Şöyle diyor: “Oğlum Mehmet. Askerliğin bitti ama eve dönmedin. Biz biliyoruz ki, kutsal bir amaç uğruna terhisini biraz geciktirdin. Olsun. Vatan uğruna biz her şeye katlanırız. Yiğidim, aslanım, artık sen de bir babasın. Çocuğun dünyaya geldi. Senin gibi yiğit bir erkek çocuğu verdin ailemize. Adını daha koymadık. İstedik ki adını sen koyasın. Kulağına ezanı sen okuyasın. O nedenle sana sormak istedim. Çocuğun adını ne koyalım? Sen ne dersen onu koyacağız. Düşün taşın, ne dersen onu koyacağız. Allah, çocuğumuzun adıyla, analı babalı yaşamasını nasip etsin inşallah. En kısa zamanda görüşmek üzere Allaha emanet ol.
Baban”
Birliğe derin bir sessizlik çöktü. Kimse ağzını açmıyordu. Nefes dahi almıyorlardı sanki. Mehmet ve onun gibi birçok kahraman arkadaşları artık yoktu. Onlar ecel şerbetini içmişlerdi. Onlar sorgusuz sualsiz cennete gitmişlerdi.
Komutan devam etti: “Bu babaya bir cevap vermek lazımdı. Ben de bu görevi yerine getirdim. Ona şu cevabı yazdım:
“Saygıdeğer büyüğüm, oğlunuz büyük bir amaç uğruna Yavru vatana geldi. Allah’ın çok sevdiği bir kul imiş ki birçok kimseye nasip olmayan şehitlik mertebesi ona nasip oldu. Oğlunuz, kahramanca mücadele etti. Vatanı için, bayrağı için, namusu için canını hiçe saydı ve bu uğurda şehitlik şerbetini içti. Ben de onun komutanı olarak diyorum ki çocuğun adını sen koy. Ona, babasının adını koyun. Kahraman Mehmet’in adı bundan böyle oğlunun üzerinde yaşasın. Ne mutlu o çocuğa ki böyle kahraman bir babanın evladı olarak dünyaya geldi. Mehmet’imizin ruhu şad, mekânı cennet olsun. Başımız sağ olsun. Vatan Sağ olsun.”
Bu gibi kahramanların sayesinde Kıbrıs’a barış, huzur ve mutluluk geldi. O tarihten itibaren Türkler kendi bölgesine, Rumlar kendi bölgesine taşındı. Ve o günden bu güne, bir daha tedhiş olayları yaşanmadı. Hiç kimsenin burnu dahi kanamadı.
Bugün Kıbrıs’ta barış, huzur, güven ve mutluluk vardır. Herkes sevgi, saygı ve huzur içinde yaşamını sürdürmektedir.

1974 Mutlu Barış Harekâtı Gazilerimizden
Nusret Yuca, Esat Dünki ve Kadir Dedeoğlu’na Barış Harekâtıyla ilgili anılarını benimle paylaşıp bu esere hayat vermeme vesile oldukları için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Hakan Yozcu
28 Nisan 2023
Gazimağusa



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Vatan Sağ Olsun
Kadirli'de Bir Gece
Iskadro (Siğil)
Kıbrıs Ada Kışı
Cassandra Hotel Bodrum
Güzel Bir Dünya
Futbol Maçı
Lahmacun
"Kuzucuk Köyü"nde Sabah Kahvesi
13. Maaş

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dut Ağacına Asma Aşısı
Ritsa Gölü Efsanesi
Nur - Işık
Güle Güle Omarım
Sevgisiz Sevgi
Gulit
İran’dan Acı Bir Aşk Hikâyesi
Sevginin Adı Başka
Emanet
Aksilikler

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
El Eder [Şiir]
Vakit Gelince [Şiir]
Acı Ektim [Şiir]
Hayallerim [Şiir]
Gönlümün Tacısın Yar [Şiir]
Kara Güzel [Şiir]
Kurban Olurum [Şiir]
Nerdesin? [Şiir]
Yüreğimde İhtilal Var [Şiir]
Hayat Seni Çözemedim [Şiir]


Hakan Yozcu kimdir?

1964 doğumluyum. Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyorum. 1988 Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldum. 20 yıl çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yaptım. Uzun yıllar Yenivolkan ve Güneş Gazetelerinde köşe yazarlığı yaptım. Şu an Habearkıbrıslı ve Güncelmersin Gazetelerinde yazıyorum. Birçok internet gazete ve sitelerinde yazılarım yayınlanıyor. Şiir, öykü ve tiyatro oyunları yazıyorum. Bu alanlarda çeşitli ödüllerim var. Kendime ait basılmış "Güzel Bir Dünya" ve "Mesela Başka" isimli iki adet öykü kitabım var. 7 tane tiyatro oyunum var. 6 yıl Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü görevinde bulundum. Halen Başbakan Yardımcılığı Ekonomi, Turizm, Kültür Ve Spor Bakanlığı'na bağlı Müşavirim.

Etkilendiği Yazarlar:
...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.