Uygarlık, gereksiz gereksinimlerin, sonsuz sayıda artmasıdır -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Herşey, sonsuz enerji üretmenin yollarının bulunmasıyla başladı. Enerjiyi hiç bitmeyecekmiş gibi (ki teoride öyleydi) kullanmamızla daha da kötüye gitti. Tahmin edin ilk keşif nereden gelmişti. Evet, doğru tahmin! Japonlar yapmıştı. 1 ton atıktan (çöpten) elde edilen enerji 300 ton kömürden elde edilen kadardı. Çöplerden böylesine büyük enerji elde edilememişti daha önce… Ve tabi ki teorik olarak sonsuz bir kaynaktı. Zira insanların istisnasız başarıyla yaptıkları tek şey varsa o da çöp üretmekti. İlk başlarda herşey yolundaydı. Ama ardından tüketim olgusunun yarattığı başat sorun kendini gösterdi. İnsanlar neye ihtiyaçları olduğunu ancak o piyasaya sürülünce farkeder bildiğiniz gibi… Mesela cep telefonuna veya televizyona ihtiyacımız olduğunu, onlar icat edildikten sonra reklâmcıların yardımıyla öğrendik. Dolayısıyla insanlar sınırsız enerjiye de benzer şekilde yaklaştılar. İnanılmaz enerji tüketimi başlayınca buna bağlı olarak, inanılmaz enerji üretimi de başladı. Enerji üretmek için çöp, çöp olacak şeyleri üretmek için tüketim gerekiyordu. Sonunda iş; her tüketim toplumunda olduğu gibi tüketmeye devam edebilmek için tüketmeye döndü. Harcanan güç ucuz olduğu için üretilenlerin maliyeti düşüktü. Ama insanlar satınaldıkları şeyi hemen tüketmek zorunda kalıyordu. Zira “çöpe” ihtiyaçları vardı. Bir süre sonra çöp olan ürünler, ürünlerin kendilerinden daha değerli hale geldi ve Japonlar bile bunu halledecek bir teknoloji geliştiremediler. Tabi ki sorunu halledememeyi onurlarına “yediremeyince” geleneksel davranışlarını tekrarlayıp karınlarını bıçakla yardılar ve sorunlarını içlerine attılar. O gün tüm dünya, sorunları içine atmanın ölümcül olabileceğini anladı. Diğer ülkeler de ucuz, yenilenebilir, sınırsız enerji araştırmalarına hız vermişlerdi. İkinci keşif ÇİNLİLER’den geldi. Japonlar’a benzerliklerinden dolayı bir süre, Uluslar arası Toplum “Japonlar yine yapmış abi!” şeklinde fikir beyan ettiyse de sonra durum anlaşıldı. Onların enerji üretim yöntemleri oldukça farklıydı. Bildiğiniz gibi insanların diğer ülke insanları hakkında kalıplaşmış fikirleri vardır. Mesela Amerikalılar, dünyada çok fazla RUS olduğunu düşünür. Iraklılar ise (haklı olarak) etrafta çok fazla Amerikalı omasından yakınır. Ayrıca yine istisnasız her ülkeden insan, dünyada çok fazla ÇİNLİ olduğunu düşünür. Hatta Çinliler bile... İşte bu nedenle, doğum kontrol yöntemleri üzerinde araştırma yapılan laboratuarın birinde yaşanan kaza sonucunda, insan sperm ve yumurtasının birleşme anında inanılmaz bir enerji ortaya çıktığını keşfedenin ÇİNLİLER olması neredeyse kaçınılmazdı. Bu keşfin toplumsal yankıları büyük oldu. İnançlı kesim, bu enerjinin “İNSAN RUHU” olduğunu idda ettiler. Tanrı, yarattığı ruhu, sperm ve yumurta birleşirken oraya gönderiyor olmalıydı, inançlılara göre… Bu ilginç bir yaklaşımdı. Ayrıca bu enerjiyi, sadece insan üreme hücrelerinin birleşirken üretilmesi, açıklamayı destekliyordu. Dolayısıyla inançlı kesim, söz konusu enerjiyi lanetledi. Makineleri, insan ruhundan üretilen enerji ile çalıştırmak en büyük günahtı. Mesela insanı günaha davet eden televizyonun, insan ruhuyla çalışması kabul edilemezdi. Ama maalesef bu enerjiyi protesto etmek için yaptırılan ve her yere asılan afişler beklenen etkiyi yapmadı. Zira afişte bir vibratör vardı ve elektrik kablosu, ruh olduğu açıkça belli olan bir varlığa takılmıştı. Afiş, insanların inanç yönüne değil mizah duygusuna etki etmişti. Vatikan’ın “Bu enerjiyi kullanmayın! Çarpılırsınız!” açıklaması da pek etki etmedi. Bilimsel çevrelerden ve “inanmaya” inanmayanlar cephesinden ise farklı bir açıklama geldi. Onlara göre bu güç, “Bilinç Enerjisi” idi. Bu nedenle sadece insan üreme hücrelerinin birleşmesi sırasında üretiliyordu. Demek ki bilinç evrenede nadir bulunan bir tür “enerji” biçimiydi. (Bu, bilinçli tüketicilerin neden enerjik tipler olduğunu da açıklıyor değil mi?) İnsan DNA’sı bir tür paratoner görevi görüp, evrende bulunan bilinç-enerjisini çekiyor olmalıydı. Sonuçta yöntem hayata geçirildi. Çinliler, SPERMO-EGGLEKTRİK SANTRALİ adını verdikleri birimler kurmuşlardı. Burada çalışan erkekler için erken boşalma bir problem değil bir tercih sebebiydi ve kadınlar maaşlarını aybaşlarında alıyorlardı. Ama bu yöntem de bazı sorunlara yolaçtı. Bir kısmı “isim” sorunu gibi önemsizdi. Zaten Çinliler isim sorununa alışıklardı. Zira CHAN isimli kullanıcılar için 26 ayrı telefon rehberi basılmıştı. Bu sefer isimlerle ilgili farklı bir sorun vardı. İnsanlar bebeklerine “ENEGİZER”, “VARTA”, “DURACELL” gibi adlar koyuyordu. Ama yeterli pil markası yoktu… Ardından daha ciddi sorunlar ortaya çıktı. Daha önce söylendiği gibi bu enerji “BİLİNÇ ENERJİSİ idi. Dolayısıyla bir süre sonra elektrikli süpürgeler öksürmeye, çamaşır makinelerinin başı dönmeye, çöp öğütücüler kusmaya ve televizyonlar hangi kanalın seyredileceğine karışmaya başladılar. Bu sırada toplumsal barış da bozuluyordu. Özellikle birkaç kendini bilmez inançsızın, ruh enerjisinin kullanımını protesto etmek için asılan posterdeki vibratöre, orgazm olmuş erkek suratı çizmelerinden sonra… Döllenme yoluyla sınırsız ve maalesef BİLİNÇLİ enerji üretimine son darbe cep telefonlarından geldi. Artık “telefon sapığı” isim tamlaması değil “sapık telefon” sıfat tamlamaları kullanılır olmuştu. Çinlilerin bu başarısızlığa tepkisi, Japonlarınkinden farklı oldu. Onlar, bir sorunun üstesinden gelemediklerinde yaptıklarını yapıp, yeni bir ÇİN SEDDİ inşaa ettiler. Ama bu seferkini Türkler’in saldırılarından değil bilinç sahibi makinelerden kurtulmak için yaptılar... Elbette görece başarılı Sınırsız Enerji üretim çabaları da olmuştu. Mesela Ruslar, votka ile çalışan bir devirdaim motoru geliştirmişlerdi. Ama votkayı, içmek dışında başka işlerde kullanınca, yavaş yavaş ayılmaya başladılar. Rus toplumunda bir tür aydınlanma, daha doğrusu Ayılma Çağı yaşandı. İlk sordukları şey; “Heyy! Sovyetler Birliğine ne oldu?” idi. Ardından büyük şok geldi. Onlar artık kapitalisttiler. Büyük, kapitalist bir devlet olarak (ABD gibi) ne yapacaklarını düşündüler ve demokrasi kavramının ilk çıktığı YUNANİSTAN’a saldırmaya karar verdiler. Amaçları Yunanistan’ı demokratikleştirmek ve sıcak denizlere inmekti. Ama bilmedikleri şey, Yunanlıların korktukları zaman denize atladıklarıydı. Bu atalarından öğrendikleri bir yöntemdi. Özellikle Türklerden kaçmak için işe yaramıştı. Fakat Ruslar, Yunanlıları çoook fazla korkutmuşlardı. Dolayısıyla döküldükleri deniz haddinden fazla ısındı. Kızıl ordu komutanları (ki artık kızıl değillerdi) sıcak denizin sidik kokan bişey olduğunu farkedince, bunca yıl buna ulaşmak için uğraştıklarına pişman oldular. Ardından da Teksas’tan kaçırdıkları bir moronu (Amerikalı da denir) başkan seçtiler. Her büyük kapitalist devletin yapacağı gibi… Ardından da bi daha seçtiler… Sonuçta bu ve buna benzer sınırsız enerji elde etme çabaları insanlığa; tuhaf afişler, garip bebek isimleri, fazla zeki makineler, çöp dağları, etrafta çürüyen Japon cesetleri, ayılmış bir RUS halkından oluşan KÖTÜ BİR RÜYA GİBİ BİR GELECEK getirdi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |