"Yumuşak olma ezilirsin, sert olma kırılırsın." -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Laboratuarda çalışan bir Türk profesör vardı. Prof. Haşim Bilir, herşeyi tekrar kontrol etti. Deneyin yapılacağı, neredeyse bir gece kondu büyüklüğünde ve en az onun kadar elektrik tüketen makinenin içine girdi. Herşey yolunda görünüyordu. Ama görünmeyen şey, profesörün tırnak makasının –ki Türk kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır- makinenin içine düştüğüydü. Makine çalıştırıldı ve bilimadamlarına, evrenin yaşı, geleceği gibi konularda yardımı olacak bazı önemli veriler sağladı. Bu sırada, deneye dâhil olduğu farkedilmeyen tırnak makası, yine farkedilmeyen bir KURTÇUK DELİĞİNDEN geçerek, zamanda geriye doğru bir yolculuk yaptı. Yani bilimadamları aslında zamanda yolculuk yapmak için bir yol keşfetmişlerdi. Ama zaman makinesini keşfettiklerini anlamaları için zamana (epey uzun) ihtiyaçları vardı. Böylece tırnak makası, insan medeniyetinin ilk zaman yolcusu olmuştu. Gerçi bu tür ilk ve tehlikeli denemelerde, insan kullanmamak alışıldık birşeydi. Ama yine de geçmişe gönderilecek ve medeniyetimizi temsil edecek “şeyin” bir tırnak makası olması, olsa olsa kaderin cilvesiydi. *** Arkadaşları ona Woaho diyordu. O da arkadaşlarına… Zira türlerinin çıkarabildiği yegâne ses buydu. Bunlar, varolup-olmadığını bilmedikleri beyinlerini kullanarak hayatta kalan ilkel atalarımızdı. Aynen şimdilerde bazı insanların, varolup-olmadıklarını bilemediğimiz kavramları (tanrı, uzaylılar göl canavarları vs.) kullanarak hayatlarını kazanmaları gibi… Woaho, yiyecek arayışından dönüyordu. Sizi, terden sırılsıklam yapacak kadar sıcak bir gündü. Öyle sıcaktı ki bu mağara adamına, medeni bir insan gibi takım elbise giydirilseydi, gömleğindeki terde yüzebilirdi. Elbette, medeni bir insan gibi giydirilseydi, yaşayacağı panik ve heyecan nedeniyle bu kadar terlemesi için güneşe gerek kalmazdı. Ayrıca ilkel bir mağara adamı olmasaydı, yerde duran parlak tırnak makasıyla ilgilenmezdi. Zira medeni insanlar, kimsenin onlara “Yerden alan yer köpeği!” demesini istemez. Ki zaten her medeni kişinin yanında, kendine ait bir tırnak makası olurdu. Hem bildiğiniz gibi medeniyetimiz, insanların aynı anda iki tırnak makası taşıdığı bir düzeye ulaşmadı henüz… Zaten başkasının tırnak makasını kullananlar ancak; “ne tür hastalıklar kapacağını bilmeyen, cahiller” veya “daha önce böyle parlak bişey görmemiş mağara adamları” olabilirdi. Woaho, yerden aldığı garip şeye bakarken, adını tekrarlıyordu. Ama bu sefer, eşine az rastlanır bir şaşkınlık ve merak seziliyordu çıkardığı “Woaho” da… “Bu ne?” diye düşündü. “Bu” ve “ne” kelimelerini bilseydi, birine sorabilirdi de… Parlaklığı, onu cezbetti. Ansızın, tanıdık bir yüz gördü. Bizler için genelde rahatlatıcı bir şey olan bu deneyim, onu ürküttü. Makasın parlak arka yüzeyi, bir ayna gibiydi. Daha önce su içerken de görmüştü kendi yansımasını. Ama elinde tuttuğu şey suya benzemiyordu. Aslında, daha önce gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. Gerçi, dünya, onun için “daha önce gördüğü şeylere benzemeyen şeylerle” doluydu. İnanılmaz keşfini alarak mağaraya döndü. Henüz ateşi keşfetmemişlerdi. Bu nedenle güneş batmadan önce mağaraya dönmek daha güvenliydi. Woaho, diğer Woahoların da orda olduğuna emin olunca, küçük hazinesini çıkardı. Herkes şaşırmıştı. Şaşırmaları pek şaşırtıcı değildi çünkü şaşırmak sıradan bir deneyim hatta bir refleksti onlar için… Daha geçen gece, gökyüzünden, ışıklar saçarak gelen ve içinden, uzun süre aç kaldıkları belli olan yaratıkların indiği, uçan bir kaya görmüşlerdi. Gerçi yaratıklar, karşılaştıkları bu ilkel canlılar nedeniyle, düş kırıklığına uğramışlardı ama yüz ifadeleri (mimikleri) olmadığı için muhtemelen, medeni bir insan bile bunu farkedemezdi. Herkes, gözünü bu parlak şeye dikmişti. Aslında mecazi anlamda da “göz dikmişler” di. Ama henüz, gerçek anlamlar konusunda bile o denli beceriksizlerdi ki bu mecazi anlamın dikkatlerden kaçması kaçınılmazdı. Bir süre elden ele dolaştırdılar. Ama her elde, daha uzun süre kalmaya başlayınca ortam gerildi. Woaho (makası bulan) durumu farketti ve tırnak makasını ellerinden aldı. Tüm gözler onun üstündeydi. Popülerlik hakkında iyi şeyler düşünmeyen modern bir insan gibi Woaho da durumdan tedirgin oldu. Grubun genç erkeklerinden biri, zor kullanmanın iyi bir fikir oladuğundan hareketle, harekete geçti. Ardından bir arbede yaşandı. Woaho, ganimeti kurtarmak için dışarıya kaçtı. Diğerleri de peşindeydi. Akşam olmak üzereydi. Daha da kötüsü, fırtına bulutları göğü kaplamıştı. Woaho, son çare olarak kullandığı yönteme başvurdu. İçlerinde en iyi tırmanan oydu. Yakınlardaki en yüksek ağaca çıktı. Bir süre sonra diğerleri sıkıldı ve mağaraya döndüler. Hava tamamen kararmak, fırtına kopmak üzereydi. Ağacın tepesindeki ilkel adam, mağaraya makasla birlikte dönmemesi gerektiğini düşündü. O yüzden küçük hazinesini, ağacın en ucundaki dala takıp aşağıya indi. İlkel insanların belki de tek iyi yanı, kin tutmamalarıydı. Zira hafızaları henüz buna uygun değildi. Zaten fırtınadan korunmak için birbirlerie sokulma zorunda olan bu yaratıklar için nefret bir lükstü. NOT: “Birbirine sokulma”nın, kesinlikle matruşka bebeklerininki ile bir benzerliği yoktu. *** Rüzğar estikçe esiyor, şimşekler birbiri ardına çakıyordu. Bu böylece sabaha kadar sürdü. İlk ışıklarla birlikte, mağaradakiler uyandı. Dışarı bakarlarken son bir yıldırım, yakınlardaki en yüksek ağaca düştü. Woaho dehşete kapılmıştı. Dün bulduğu parlak şeyi sakladığı ağaçtı bu… Aslında o sırada ilk paratoneri keşfetmişti. Ama bu keşfin anlaşılması için zaman (epey uzun) gerekiyordu. Aynen zaman makinesinin keşfinde olduğu gibi… Woaho hemen ağacın olduğu yere koştu. Ağaç ikiye ayrılmış şekilde yanıyordu. İlkkez ateşle karşılaşmıştı. İlkel adam, rüzgârda sallanan bu şeyi tutmaya çalıştı ve tarihte elini yakan ilk insan oldu. Tabi bundan gurur değil acı duydu. Bu yeni şey, ısıtıyordu. Bir dal payçası alıp dürtükledi alevi… Ama dal parçası da yanmaya başladı. Bu şey bulaşıcıydı. Hemen birkaç dal parçası daha yaktı. O sırada diğerleri de olay mahaline ulaştı. Birkaç dakika sonra insanlık tarihi; Ateş Dansı ve Nevruz Kutlaması gibi şeylerin ilkkez ortaya çıkışına tanık oldu. O esnada, Woaho, yerde duran kararmış tırnak makasını buldu. Hala sıcaktı. Üstüne yıldırım düşen metal nesnelerin genel görüntüsüne sahipti ama ilkel adam bu genel durumdan habersizdi. Akşamleyin, mağarada gürül gürül yanan bir ateş vardı. Belki tek eksik, Akdeniz Akşamları şarkısını çalan ve gitarla çalınacak daha iyi şeyler olduğundan habersiz bir gitarcı çocuktu. Gitarcı çocuk dedim zira gitarı olan birinin, gitarist olabilmesi için Akdeniz Akşamlarını çalması değil çalmaması gerekir elbetteki… Woaho ise bir köşeye çekilmişti. Son günlerde olanları düşünüyordu ve bu sırada tırnak makasını açıp kapatıyordu. İlginç bir sesi vardı; “Çıt, Çıt, Çıt…” Aniden içinde, bu sesi taklit etme isteği duydu. Dört, beş denemeden sonra “Çıhış!” benzeri bir ses çıkarabildi. Bu yepyeni bir şeydi. Farklı sesler çıkarıyordu. Neden bunu daha önce düşünmemişti ki? Belki de artık, yeni şeyler bulup, sürekli şaşırmaya bir son vermeliydiler. Zira artık şaşırmak, tüm şaşırtıcılığını kaybetmişti. Şimdi taklit edecekti. Sesleri taklit ederek başlayacaktı… Woaho düşündü; “Acaba herşeyin sesi var mı?” Diğer yaratıkların ses çıkardığını hatırladı. Suyun şırıldadığını, kayaların bile birbirine çarpınca ses çıkardığını… Tırnak makası onlara önce“ateşi” vermişti. Şimdi de ses çıkarmaları konusunda bir fikir… Woaho, buluşunu diğerlerine göstermek (duyurmak?) için yanlarına gitti. Ama geç kalmıştı. Zira hepsi “ÇIT” sesi çıkarıyordu. Bu nasıl olabilirdi? Tırnak makası ondaydı ve bu sesi sadece o biliyordu. Düşünceli bir şekilde, çıtırdayan ateşin karşısına oturdu ve çıtırdayan diğer mağara insanlarına katıldı. Belki de bu olay, insanların bir araya gelip, sessizce oturup ve çekirdek çıtlatmasının nedenini açıklayan, çıkış noktasını gösteren olaydı. Bu davranışın, insanın gelişimindeki yeri ve tarihsel çıkış noktası böylece anlaşılabilirdi. Ne de olsa insan gibi zeki varlıkların bir araya gelip, çekirdek ÇITlatmasının nedeni hep bir fenomen olagelmiştir. Kısacası, ateşi kontrol altına alışımızın ve iletişim için sesleri kullanmaya başlamamızın hikâyesi böyledir. Sonuçta 2735 yılında; 2005’te bir fizik laboratuarında yapılmış olan deneyde kullanılan teknik ile ilgili tez hazırlayan genç bir fizikçi, bu deneyde kullanılan yöntemle zaman yolculuğu yapılabilineceğini farkedip, insan türünün böyle bir medeniyet kurmasını sağlayan şeyin; “Türk Malı Bir Tırnak Makası” olduğu anlaşılınca, herkes şaşırdı. Bu öyle bir şaşırmaydı ki bir benzerine bundan çoook uzun yıllar önce bir mağara adamı ilk kez tırnak makası gördüğünde rastlanmıştı… THE END GELECEK PROGRAM: Muz Kabuğuna Basıp Düşen Maymunun Hikâyesi
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer kırat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |