Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Dalganın kırıldığı, beyaz köpükleri kumlara serdiği yerin bir karış ilersinde küçük bir çam dalı parçası vardı. Bir ucu bıçakla kesilmişçesine düz, öteki ucunun ise kabuğu sıyrılmış, teni görünüyordu. Dalga kumsalı yalamadan önce kıyıya koşan suyun en hızlı yerine biniyor ve kıyıya doğru yüzüyordu. Kumlara erişemeden köpük köpük suyun içine bata çıka karışıp sonra yeniden geri dönüyordu. Bir kayanın üzerine oturup o küçük dalı izlemeye başladım. En fazla on beş kez dalganın ucunda gidip gelerek kumsala ulaşır diye bir tahminde bulundum. Bir o yana, bir bu yana çalkandığı hafif dalgaları ve dalı izlemeye başladım Yalı’da sen canımı sıkmasaydın eğer ben bu gün Askeri Karakum’a kadar yürümezdim. Üstelik tartıştığımız şey fındıkkabuğunu bile doldurmayacak bir sorundu. Ben o lafı seni kızdırmak için söylemedim. “Yeşil pantolonun altına bu ayakkabılar hiç gitmemiş.”deyince ne oluyor sanki? Ben öyle dediğim için sen birden zevksiz, görgüsüz biri mi oldun? Beni bilirsin. Ben yıllardır gömleğime uygun kravatı seçmesini bile bir türlü becerememiş biriyim. Her sabah bağlayacağım kravatı bile sana sorarım. Bir cümle söyledim, boşboğazlık ettim diye demediğini bırakmadın. O kadar insanın içinde beni küçük çocuk gibi azarladın. Ne oldu peki? Şimdi rahatladın mı? Aferin sana, aferin. Az bile yaptın. Bana iyi bir ders verdin. Umarım şimdi keyfin yerine gelmiştir. Öfkemin içinde boğulurken küçük çam dalı hiç durmadan kumsala gidip geliyordu. Artık eskisinden daha çok kıyıya yaklaşıyor, hatta bazen kumların üzerinde yuvarlanıyor ama son anda geriye çekilen su onu yeniden kucaklayıp denize sürüklüyordu. Deniz küçük dal parçasıyla kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor, onu ne kumlara atıyor, ne de götürüp derin suların dinginliğe salıyordu. Ayrılmak, çekip gitmek öyle sandığın kadar zor değil. Bazen gözümü karartıp, “Adam sende ucunda ölüm yok ya:” deyip sensiz bir yaşama başlamayı çok istiyorum. Olmuyor işte, gitmiyor, seninle bu ilişkiyi artık götüremiyoruz. Olan olsun, giden gitsin razı olayım istiyorum. Ben gitmekten değil daha önce yaşadığımız o alışmış hikâyelerin içinde çalkanıp durmaktan yoruldum. Kavgalar, kırgınlıklar ve pişmanlıklar sonrası çıkıp yine bana gelme ihtimalinden korkuyorum. Artık tükendik, kabul ediyorum. Seni düşününce yine de şimdi aklım karışıyor, karar veremiyorum. Aklım karmakarışık düşünceler içinde alacalanırken küçük çam dalı bir iki defa kumların üzerine ulaşmayı başarmıştı. Dalga önce onu kumların üzerine yuvarlamış, birkaç kez geri gelip ona uzandığı halde ulaşamamıştı. Dördüncü dalga başarılı olunca yine köpük köpük suyun içinde dalıp çıkarak denize dönmüştü. Onun artık dalganın güçlü kollarından kurtulup kumların üzerinde soluklanmasını, deniden uzağa gitmesini görmek istiyordum. Her dalgada umudum azalıyor, dalın kumlarda yuvarlanıp sonsuza kadar denize yeniden geri döneceğini düşünmeye başlamıştım. Seninle son kavgamızı düşünüyorum. Bir kaşık suda nasıl da kocaman bir fırtına koparmıştık. Sabah kahvaltısında fırına gidip sıcak ekmek almadığım için bana kızmıştın. Sadece “İstiyorsan git kendin al.” dediğim için kavga etmiştik. Her kavgamızın içine önceden biriktirdiğin kırgınlıkları da katarak kocaman bir tufan yaratıyorsun. Oysa ben bir kez bile sen filanca zaman da şöyle yapmıştın, böyle söylemiştin demiyorum. Sen konuştuğunda, hatalarımı sayıp döktüğünde ben kendimi çok sefil ve ucuz biri gibi hissediyorum. Güvenimi yitiriyor, kendimi çok beceriksiz biri gibi görmeye başlıyorum. Elbette her insan gibi benim de hatalarım oluyor. Ama ben, senden veya tanıdığım diğer insanlardan daha farklı da değilim. Herkese özgü, sonuçlarına katlanılabilir, hatta sonradan düzeltilebilir yanlışlar yapıyorum. Hiç beklemediğim anda diğerlerinden daha sert, daha köpüklü bir dalga küçük çam dalını kumsalın su izlerinin ötesine yuvarladı. Onlarca dalga bıkmadan, usanmadan gelip onu yeniden yakalayıp suya geri götürmek için kumların üzerinde çırpındı. Hiç biri ona ulaşamadı. Oturduğum kayadan inip kumların üzerindeki küçük dal parçasını elime aldım. Elimde reçine ile karışık deniz kokan küçük dal parçası ile evimin yolunu tuttum. Kapıyı açıp kitaplığın üzerindeki çantamı aldım. Birkaç gömlek, pantolon, iç çamaşır, diş fırçası, tıraş takımı ve ayakkabılarımı çantaya doldurup fermuarını çektim. Salondaki sehpanın üzerindeki kül tablasının içine “Üzgünüm, bu böyle olmayacak. Kalıp iki kişilik bir işkenceyi paylaşmaktansa, bütün hatalarımı toplayıp gitmeyi seçiyorum. Eşyalarımı bir kutuya doldurup kapının yakında bir yere bırakırsan sevinirim. Onları senin işte olduğun saatlerde gelip kimseye görünmeden alıp giderim. Hoşça kal…” yazılı bir not bıraktım. Notun üzerine de küçük çam dalını koydum. Evden çıkıp gittim. O küçük dal parçasının ne amaçla notun üzerine konduğunu hiçbir zaman anlayamayacaktı. Seyfullah ÇALIŞKAN Kasım 2005
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |