Her gün yeniden doğmalı. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
Kemal Kılıçdaroğlu'nun iyi niyetli ama temeli çürük olan çıkışlarının ardından esen özgürlük rüzgârı; CHP içindeki ve dışında başka mevzilerde konuşlanmış birtakım tutucu ve bağnaz kişilerce fırtınaya dönüştürülmeye başlandı bile... Birtakım dediğimize bakmayınız, aslında bunlar, parti içinde ve tabanında en az yüzde 15'i, parti dışında ama partiye yön vermeye çalışanların da neredeyse tamamını oluşturuyorlar. Bunlara rağmen parti içinde yeni politikalar geliştirmek, radikal değişimlere gitmek, yasakçı ve dayatmacı zihniyetin yerine özgürlüğü ikâme etmek öyle sanıldığı kadar kolay değildir... Yani, sizin anlayacağınız: Kafalardaki putları yıkıp, yerine özgürlük âbidesi dikmek her babayiğidin harcı değildir; adı Kemal Kılıçdaroğlu olup, üfüre üfüre şişirilmiş olsa bile... Cumhursuz bir cumhuriyet sistemi tesis etmedeki tescil edilmiş maharetleriyle; bu sistemin devamını sağlama manevraları uzun bir süre daha devam edecektir... *** Bir zihniyet düşünün ki çağdaşlığı ve uygarlığı: İçki içmek, dans etmek, mayo veya bikiniyle denize girmek, barlarda ve gece kulüplerinde tepişmek ve sair toplumsal aktivitelerin düzeyine indirgeyerek savsaklatsın... (Yahu... Bunlar Saddam döneminin Irak'ında, Zeynel Abidin Bin Ali'nin Tunus'unda, bilmem kaçıncı kral Muhammed'in Fas'ında da var!) Ve aynı zihniyet aynı zamanda: Din ve vicdan hürriyetini yok sayan, ülke içindeki farklı etnik kökene bağlı toplum kesimlerinin dilini, dinini, örf ve adetlerini yaşamasını yasaklayan, kendi dillerinde eğitim ve öğretim haklarını gasp ederek ellerinden alan, toplumun tamamını bir pota içinde eriterek tek tip robot-insan haline dönüştürmek isteyen, aykırı sesleri zindanlarda çürüten, darağacına gönderen, gençliği izci kampında yavrukurt yetiştirir gibi eğitip bilimden ve dünyadan koparan, dayatan, zorba, despot bir sistemin ve yönetimin bekasını isteyen zihniyettir... Bir avuç elitin, eline geçirdikleri devlete kutsiyet atfedişleri, devlet kavramını putlaştırmaları, devletin birey için güvence veren, bireyin refahı için hizmet eden bir kurum olmadığı tezini işlemeleri, aksine bireyin devlet için var olduğunu, varını yoğunu devlete borçlu olduğunu, putlaştırılmış devlete tapması gerektiğini dayatmaları, devleti kendi vatandaşından soyutlamaları, elde ettikleri imtiyazları kaybetmeme savaşının gereğidir... Bu ülkede ne vakit özgürlükçü hareketler azıcık filizlenmeye başlasa, sesler az biraz özgürlük için yükselse; bu yasakçı ve dayatmacı zihniyet ayağa kalkmakta ve “Bölünüyoruz, parçalıyorlar bizi, vatanı satıyorlar! Ayağa kalk ey ehl-i vatan!” feryatları ile korku pompalayıp, ortalığı velveleye vermektedir. Halbuki bütün korkuları elde ettikleri imtiyazların ellerinden gitmesinden başka bir şey değildir... *** Bugünlerdeki “Bunların gizli gündemleri, örtülü planları var; şeriat devleti kuracaklar. İlköğretime, yargıya, hastanelere, postanelere kadar başörtüsünü sokacaklar... Yavaş yavaş devleti ele geçirecekler. Kamusal alan diye putlaştırdığımız mabedimiz elden gidecek!” gibi vaveylâ koparmaları da boşuna değildir. Korku aynı korku, amaç aynı amaçtır... Maalesef bir başka husus: Bunlar, kendi imtiyazları için çırpınırlarken; sadece ve sadece önyargılarını kıramayan bir kesim de; bunların bu sahte çığlıklarını kutsal metinler gibi algılayan kesimdir... Elin oğlu, toprağı, taşı, graniti parçalayarak yerin 700 metre dibinden 33 canı çıkarıp onlara yeniden can verirken; bizdeki bu kesim, beyinlerine monte ettikleri önyargıları parçalayacak irâdeyi dahi göstermiyorlar... İşin daha da hazin olan tarafı: Bir zamanlar Franco'nun faşizmine direnen İspanyol devrimcileri için destan yazan, “no pasaran” şarkıları söyleyen, Arjantin'de ve Şili'deki faşist diktatörlerin zulümlerine karşı çıkan, darbeci alçakların zulmüne maruz kalan Arjantin ve Şili mağdurları için ağıtlar yakan bu kesimin, kendi ülkelerindeki dayatmacı ve despotik bir sisteme alkış tutmaları değil midir?! Üstelik bu kesim, “çok okuyan, aydın” diye lanse ediliyor. Yüz bin kitap okumuş olsalar bile, pas tutmuş önyargılarını yenemeyenler nasıl aydın olarak nitelenebilir?! Hoş, çok okuyan herkes aydın olsaydı eğer; yeryüzü Konfüçyüs'den, Sokrat'tan geçilmezdi!.. Hem, hukuku katleden hukukçular, tıbbı katleden hekimler, ve nice farklı meslek erbabı içinde hakkaniyeti göz ardı eden, menfaatlerini ön plana çekip insan hak ve hürriyetlerinin kıçına tekmeyi yapıştıranlar orta yerde cirit atarlarken; okumuş aydınların her konuda haklı olmasını kabullenmek, onların her dediğine kayıtsız şartsız inanmak bir teslimiyetçilik olmaz mı? Bu teslimiyetçilik, özelde kişinin kendi inancına ve bilincine, genelde de insanlık ve gerçekler adına bir zül sayılmaz mı? Burada, elbette ki doğruyu ve yanlışı ayırt edebilmek, doğrunun kimden geldiğine bakmaksızın yanında olmak, açık yüreklilikle savunmak ve demokrasiye dolayısıyla da insan hak ve hürriyetlerinin gelişmesine katkıda bulunmak insan olarak hepimizin görevi ve amacı değil midir! *** Hâl ve vaziyet bu iken; yapılacak şey demokrasi mücadelesine devam etmektir... Kısaca “insan hak ve hürriyetleri” diye tanımladığımız, içinde her türlü özgürlüğü barındıran ve adı demokrasi olan bu yönetim biçimini sağlamak, yerleştirmek ve gelecek nesillere aktarmak için elbette mücadele vermek gerekir... "Yan gel yat veya armut piş ağzıma düş" diyerek demokrasi sâhibi olamayacağınıza göre; ister Batılı demokrasileri ve kriterlerini referans alın, ister İslâm'ın temelini oluşturan “eşitlik, hak ve hürriyetler, barış ve hoşgörü” felsefesini... Yolunuzu demokrasi ve hürriyetler yolu olarak belirleyip bu yolda mücadele edeceksiniz... Bu arada, İslâm dediğimiz için bir parantez açmayı da ihmâl etmeyelim ki kafalar karışmasın. Sakın, İslâm adı altında terör ve zulüm estiren yönetimleri veya örgütleri önümüze sürmeye kalkmayınız. Onların, gerçek İslâm ile de, İslâmın gerçek “barışçıl ve adaletli ruhu” ile de uzaktan yakından ilgileri yoktur. Birtakım cânileri, ahlâksızları, diktatörleri, hûnharları, sapkınları İslâm'a ve onun gerçek felsefesine mâl edemezsiniz... *** Sonuç olarak: Bu ülkede, yani, her bir birey olarak ortak sâhibi olduğumuz bu ülkemizde; inancımızın, dinimizin gereği ibadetlerimizi, hayır ve hasenatlarımızı özgürgüce yapmak, dilimizi özgürce kullanmak ve muhafaza etmek, örf ve anânelerimizi özgürce yerine getirmek, dünyaya ve çağdaş uygarlığa entegre olmak, bilime dayalı eğitim almak ve yıldırım hızıyla ilerleyen teknolojiye ayak uydurmak ve kısaca insana yaraşır şekilde özgürce yaşamak istiyorsak: Demokrasi mücadelesini A ya da B partisinin üstüne ihâle edip sonra da yan gelip yatmayacağız... Okumuş ya da okumamış her insanımızla, elimizi taşın altına koyacağız, dayatmacı despotların karşısına dikileceğiz, kendi çabalarımızla toplumsal çabaları birleştireceğiz ve gerçek demokrasiyi ülkemizin kalbine oturtacağız... Laikliği tekile indirgeyip putlaştıracağımıza, devletin laiklik ekseninde kalmasını sağlayarak bireyin inanç özgürlüğüne halel getirmeyeceğiz. Tam tersine, onu demokratik sistemin içinde kanun ve hukuk yoluyla güvenceye alacağız. Beğenseniz de, beğenmeseniz de: Budur, ey âzizan!.. Cahit Kılıç İstanbul, 16.10.2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cahit KILIÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |