Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
Kemal Düz Mehmet emmim aklıma gelince, onunla ilgili anılar akın ediyor beynime. Onu anlatmak anılarla mümkün olabilir. Başka türlüsü zor. Onu tanımak yaşadıklarıyla mümkündür. Bafra’da köyde, bir gün evinin önünde serili olan kilimin bağdaş kurmuş vaziyette; kevüklerden mısır tanelerini ayırıyordu. Yanına gittim, bana güldü, ” otur” dedi. Oturdum. Hemen yanında sinide yemekler vardı. Gülümseyerek “Yemek ye” dedi. “Yok” falan dedimse de ısrarıyla yedim. Çok konuşmazdı, birkaç cümle konuştu. Sonra sessiz konuştuk. Biriketten yeni yapılan evleri henüz tamamlanmamıştı. Pencerelerin çerçeveleri, camları yoktu, çulla kapatılmıştı. Böylece bu evde oturuyorlardı. Sıgarası hep dudaklarının arasında gezinirdi. İkinci anım; 1967 yılı aylardan Ağustos olmalı. Perşembe yaylasındayız. Turan ağabeyimin düğünü var. Düğün yemeklerinin bir kısmı Mehmet Amcamlarda pişiriliyor. Tam hatırlayamıyorum: Beni bir şeyler almak için Mehmet amcamlara evine gönderdiler. Sanırım bir yemek veya ekmek olmalı. Akşamın karanlığı iyice basmıstı. Evin yanında iki üç tane erik ağacı vardı. Erik ağaçlarının altından bir ses duydum. Önce korktum, sonra yanaştım baktım, bir adam! Baktım; Mehmet Amcam: yattığı yerden bazı şeyler mırıldanıyor. Elini tuttum. Çok sarhoştu, ayağa kalkamadı. Sonra hemen evdekilere haber verdim. Bir-iki kişi yerden kaldırdılar aldılar eve getirdiler, ayıltmaya çalıştılar, baktılar olmuyor, yatırdılar. Daha önce; “Kadir düğün yapsın, onun düğününde rakı içeceğim.” şeklinde konuştuğu dillerdeydi. Başka bir hatıramda: Astsubay Okulunda okuyordum. Yıl 1975 veya 76 idi. Bir okul arkadaşımı ziyaret etmek için Sivas’a gitmiştim. Dönüşte; Reşadiye, Yayla, Aybastı üzerinden Bafra’ya gidecektim. Aybastı’ya geldim, çarşıda dolaşıyordum, öyle çok tanıdığım da yoktu, çünkü bir şekilde bu topraklardan kopmuştuk. Caddede Mehmet emmimi gördüm. Elini öptüm, hoş beş derken bir kahveye oturduk, çay içtik. Bana, “Bafra’ya ne zaman gideceksin?” dedi. Ben de “Bugün (o gün Cuma idi) gideceğim” dedim. “Yarın Aybastı’nın pazarı var, bazı işlerim var. Onu halleder birlikte gideriz.” dedi. Bende “olur” dedim. “Ben dedi bir ev de kalıyorum. Gece orada kalırız.” dedi .’Olur’ dedim ve o gün akşam o eve gittik. Evin anahtarını Mehmet amcama vermişlerdi. Evde kimse yok du. Ben yoldan gelmiş ve çok uykusuzdum. Dürülü yataklardan yere iki kat yatak indirdik ve yattık. Ben hemen uyumuş olmalıyım. Seslerden olacak. Gece yarısına doğru uyandım. Mehmet emmim küfür edip duruyordu. Gözlerimi ovuşturarak baktım. Başındaki papağıyla, yorganla bir şeyler yapıyordu. Dedim “Emmi ne var niye uyumadın” yine bir küfür patlattı. Küfür ettiği, bitlermiş, “Hiç uyuyamadım, yorganlar bit dolu.” dedi. Oysa ben hiç fark edememiştim. Bende baktım yorgana evet, bütün yorgan bit kaynıyor. Ben de başladım bit kırmaya… sabaha kadar hiç uyuyamadık. Hep bit kırdık. Hayatımın en berbat gecelerinden biriydi. Hatır hatır kaşındık, durduk. Sabaha kadar süren bir çaresizlikti bu. Sabah saatin 4’ mü idi 5’ mi idi hatırlamıyorum. Kalktık evi kilitledik bir kahveye gittik. Hava aydınlanıncaya kadar kahvede kaldık, o gün birlikte öğleye doğru birlikte Bafra’ya gittik. Rahmetli Temel Ağbinin düğünü olacaktı. Mehmet emmim düğün için, dikiş makinesi, kilim gibi bazı eşyalar alacakmış. Tapularını göstererek, o zaman ki parayla 2000 lira civarında bir bankadan kredi alır. Babam’da kefil olur. Tabi hayatlarında ilk defa bir bankayla karşılaşmışlar, bilemiyorlar, günü geçmiş, parayı zamanında yatıramamış. Banka Mehmet emmiyi icraya vermiş, aldıkları paranın çok üstünde bir borç çıkmış karşılarına. Babamla birlikte bankaya giderler. Durumu öğrenirler. Sonraki günlerde bir şekilde bankanın borcunu kapar. Mehmet emmi ve Babamdan hep duyardım; küfreder, kızarlardı, bankaya kesinlikle bulaşılmamasını nasihat ederlerdi. Tabi bizimkilerde küfretmek ibadet gibi bir şey idi. Ağızlarından hiç eksik olmazdı. Mehmet emmi, torununun iyi bir bankacı olacağını öngörseydi, ne derdi acaba. Çok ilginç bir durum. Bizden de bir bankacı çıkmıştı. Okuryazar olmadıkları için kandıran kandırana, nereye ne neden imza ettiklerini de bilmezler. Attıkları imza ile Bafra’da sattıkları tarlanım bir- iki misli fazlasını tapusunu verirler. Düştükleri tuzağın farkına vardıklarında, çoktan iş işten geçmiş, zamanaşımına uğradığını öğrenirler. 1968 yılında Yaylada bir müddet Mehmet amcamlarda kalmıştık. Dini bilgileri öğrenelim diyerek, bir iki ay camiye gitmiştik. Biz cami de oturuş biçiminden ayak parmaklarmızın çok ağrıdığını, oturamadığımızı belirterek camiye gitmeyeceğimizi, Bafra’ya döneceğimizi emmime söyledik. O’da da gitmiş bizi okutan hocaya söylemiş. Camiye gittiğimizde, Hoca bize: “Bafralılar camide rahat otursunlar onlar serbest.” demişti. Bize böyle bir yardımı da olmuştu. Anılar çok, ilerde kısmet olursa başkalarını da anlatırız. Mehmet Emminin mezarı, Bafra Doğanca Beldesi mezarlığındadır. Yine aynı mezarlıkta, ağbisi Yusuf, küçük kardeşi Aliosman ve yeğeni Kani’nin de mezarları bulunmaktadır. Bence bu yazıyı okuyan bütün akrabalar bu güzel insanların mezarını uygun oldukları bir tarihte ziyaret edip, bildikleri duaları okuyup onları ansınlar. Mehmet amcanın doğum tarihi, nüfus kayıtlarında, 1904 yılı görünüyor. 03.11.1980 tarihinde vefat ettiği. Ömer- Narin kızı, 1907 yılı Kumru doğumlu Maviş(1907- 1975) ile, 1927 yılında evlenir. Penbe(1931), Ethem(1933- 15.07.2009 ), Selahattin(1935), Emine( 1938- 1966), Temel( 1940- 2010), Cemal( 1942) olmak üzere 6 çocukları olur. Mehmet Amcam sessiz bir adamdı. Kimseye zararı dokunmazdı. Diğer kardeşleri gibi ömrü, yokluk ve sefaletle uğraşarak geçti. Şeker gibi bir adamdı. Hep gülerek konuşur ve gülümserdi. Öyle çok toplum içinde olmazdı. Babam ve Aliosman Amcam birlikte çok gezerler, çok ortakça işler yaparlardı, fakat Mehmet amcam onların yanında yer almazdı. Mesala Babam ve Aliosman amcam her Pazar günü zikir törenlerine, derse yapmaya giderlerdi. Mehmet amcam ve Yusuf amcam bunlara hiç katılmazdı. Ben bu iki amcamı namaz kılarken oruç tutarken çok nadir hatırlamıyorum. Babam’da rahmetli Annemin zoruyla namaz kılar, camiye giderdi. Başkasının işinde de çalışmaya sevmez ve gitmezdi. Mesela Babam Aliosman amcam Bafra da hep pirinç işi olsun, ayçiçeği olsun yevmiyecilik yaparlardı. Yusuf amcam ile Mehmet amcam hiç işe gitmez, çalışmazlardı. En azından ben öyle hatırlıyorum. Bu yüzden mi nedir, hep sıkıntı içinde olurlardı. Emmimlere en çok Temel Ağbi bakardı, çok emeği ve katkısı olmuştur. Temel Ağbi inşaatlarda, tarlalarda çalışır evin geçimini sağlamaya uğraşırdı. Mehmet Amcam ve Yusuf amcamın bir diğer ortak özelliği de sıgarayı çok sevmeleriydi. Burada Maviş Gennabu(gelinabu) bahsetmek de gerekir: Biz çocuklar ondan çok korkardık, çok otoriterdi, Tam bir Osmanlı kadını idi. Nedense sık sık başını sallardı. Evde hep onun sözü geçer gibiydi. Hiçbir hatayı kabul etmezdi. Bizlerin yaptığımız yanlışları görür ve kızardı. Allah rahmet eylesin annemden korkmazdım, ondan korkduğum kadar. Başında beyaz çemberinin üzerinde sarık olurdu hep. Esasında bizim Düz ailesi eskiden kel değilmiş, ben anlatanların yalancıyım; bu hastalığı Düz ailesine Fatsa’dan Maviş gennabu getirmiş. Yusuf Emminin, Fatsalı olan Zehra isimli karısıyla bir tartışma sırasında.(1950’li yılların ortası) ocaktan aldığı öğsö (yanan odun) ile Aynı zamanda Gülperi(Mahperi)nin annesi de olan Zehra’nın gözünü çıkardığı ve bunun üzerine kadın babaevine geri dönmüş. Bütün bu olup bitenler zamanına göre değerlendirilmeli. Hepsinin kaynağında yoksulluk ve dönemin koşulları yatmaktadır. Onların hepsi de güzel insanlardı. Onlar aynı çatı altında kavga dövüş anlaşmışlar, gün geçirmişler, şimdi bizler bin kilometre öteden kavgalıyız birbirimizle, oysa paylaşacak bir şeyimiz e yok. Omlar dört çandu arasında yine de iyi ve güzel yaşamışlar. O güzel insanlar için bir şeyler yapmak gerekir. Hatıralarını yaşatmak lazım. Torunları var, evlatları var. Bir şeyler yapmak lazım. O insanlar çok sıkıntı çektiler, çok acılar yaşadılar. En azından bütün Düz sülalesi her yıl olmasa da; 2 veya 3 yılda Perşembe yaylasında, bir defa da Bafra’da bir araya gelmeli, o insanların ayak izlerinin olduğu, havasını kokladıkları suyunu içtikleri topraklarda anmalıyız. Yoksa yeni kuşaklar, birbirine tanımadan, birbirinden uzaklaşacaklar. Bu da insanın köksüzleşmesine, mutsuzluğuna, yabancılaşmasına yol açacaktır.20.03.2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |