..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Geçmiş ölmedi. Henüz geçmedi bile. -William Faulkner
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Halk Öyküleri > Yaşar ÇETİNKAYA




23 Mart 2011
Vuslat Ümidi  
Öykü tadında yaşanmışlıklar...

Yaşar ÇETİNKAYA


Arabasını bir kenara çekip, kontağı kapattı. Kulaklarında hâlâ aynı sözler yankılanıyordu. “Offf!...” dedi derin bir solukla birlikte “Tam da işler yoluna girmişti.” Cama vuran yağmur damlalarının sesi, şakaklarında başlayan ağrıya eklenince göz kapakları ağırlaşmıştı. Başını direksiyona dayadı usulca. Düşünceleri harmanlanmış, rüzgâra dayanmaya çalışıyordu sanki. Aklından o an onlarca şey geçti ama yorulmuştu. Ne bir şey düşünmek ne de yapmak istiyordu…


:CEIB:


- Hayrola hocam, pek bir sevinçlisiniz?
- Nasıl mutlu olmayayım Bayram Abi? Attığın tohum çatlamış, boy vermiş… Sen olsan sevinmez misin?
- Allah Allah
bak.
- Ah hocam, ah… Şu derdin, gurbetliğin arasında nasıl da neşvelisin. Daim ola hadi, daim ola. Hadi buyu… Hakikaten merak ettim bak, neymiş bu söyle hele hocam.
- Çok şükür Bayram Abi, çok şükür. Müdürüm içeride mi?
- İçeride.
-Gel, gel. İçeride anlatayım r.
- Müdürüm, müdürüm… Oldu; sonunda oldu.
- Hayırdır hocam.
- Oldu müdürüm. Az önce yanımda Jeremiah vardı ve Müslüman oldu müdürüm. İnanabiliyor musunuz Müslüman oldu. Çok şükür ki çekilenlere değdi… Müslüman oldu müdürüm… Müslüman oldu…

*

     Arabasını bir kenara çekip, kontağı kapattı. Kulaklarında hâlâ aynı sözler yankılanıyordu. “Offf!...” dedi derin bir solukla birlikte “Tam da işler yoluna girmişti.” Cama vuran yağmur damlalarının sesi, şakaklarında başlayan ağrıya eklenince göz kapakları ağırlaşmıştı. Başını direksiyona dayadı usulca. Düşünceleri harmanlanmış, rüzgâra dayanmaya çalışıyordu sanki. Aklından o an onlarca şey geçti ama yorulmuştu. Ne bir şey düşünmek ne de yapmak istiyordu…
     Telefonun çalmasıyla irkildi. Eşiydi arayan. Şimdi ona nasıl anlatacaktı bu durumu, henüz kendi içine bile sinmemişken…
Alo !
Alo, Muhsin?
Efendim canım.
Geç kaldın, merak ettim çok?
Geliyorum, bir yere uğradım da. 15-20 dakikaya oradayım.
Sen iyi misin canım, sesin kötü geliyor?
Yok bir şey. Gelince konuşuruz.
Peki görüşürüz canım.
Görüşürüz.
Eşine nasıl anlatacaktı şimdi bunu? Nasıl açıklayacaktı? Ona nasıl diyecekti ‘buradan gidiyoruz’ diye. Nasıl inandıracaktı onu Nijerya’ya taşınmaları gerektiğine? Her soru beyninin içinde fırtınalara sebep oluyordu. “Bunu kesinlikle kabul etmeyecek; zaten işlerin yoğunluğundan, ilgisizliğimden yakınıp duruyordu, şimdi bir de bu… Off… Allah’ım yardım et…”

*

Ne kadar iyi oldu birlikte gitmemiz. İnsan böyle aileleri gördükçe haline ne kadar şükretse az olduğunu bir kez daha anlıyor değil mi müdürüm?
Haklısınız hocam. Yalnız bir şey dikkatimi çekti benim. Jeremiah Hıristiyan’dı, değil mi hocam?
Evet.
Ailesine bizi tanıtırken kullandığı cümlelere dikkat ettiniz mi?
Ben buraların yerel dilini henüz anlayamıyorum ki müdürüm. Ne dedi?
“Dünyanın en yüce milletinin ve en güzel dininin temsilcileri…” dedi
Ah Jeremiah Ah…Anlaşılan Hak yolun hakikatleri inkişaf ediyor hocam?
Hiç şüphesiz…

      *     

Merdivenleri çıkarken her zamankinden daha ağırdı bugün adımları. Bir taraftan ne yapacağını bilememesi, diğer taraftan eşinin göstereceği tepki… Zihninde bin bir hesapla içeri girdi.
Hoş geldin hayatım!
Hoş bulduk canım, nasılsın?
İyiyim, n’olsun işte. Hadi geç hemen, yemek hazır.
Sofraya oturdular birlikte. Hatice Hanım eşini uzun zamandır bu kadar sıkıntılı görmemişti. Yine de bir şey sormadı; kendisinin anlatmasını bekledi. Hiç konuşmadan yemeğe başladılar. Masadaki tek ses çatal kaşık tıkırtılarıydı. Biraz sonra Muhsin Bey, önündeki sudan bir yudum içip eşine döndü:
Hayat, insanı ne zaman neyle karşılaştıracak hiç belli olmuyor.
Sessizliğin ürpertisini bir kat artırmıştı bu söz. Altında çok şeyin olduğu belliydi. Devam etti Muhsin Bey:
Bugün Ahmet Abi’yle görüştük. Şimdi her şey tam böyle düzene girmişken bunu nasıl anlatsam sana bilmiyorum.
Hatice Hanım yemeği bırakmış, eşinin dudaklarından dökülenleri dinliyordu dikkatle.
Biliyorum senin için zor olacak. Farklı bir dünya sonuçta, her şey bambaşka…
Sözü daha fazla yormanın gereksizliği hissetti bir an:
Tayinim Nijerya’ya çıktı, dedi.
Sessizlik bir kat daha koyulaşmıştı odada şimdi. Akşam ezanlarının uluhiyetiyle ferahlarken caddeler, Hatice Hanım’ın yanaklarını ıslatıyordu birkaç damla. Gökyüzüne özenmişti sanki, gözleri akıyordu.
Hatice, dedi Muhsin Bey.
Başını kaldırdı Hatice Hanım, gözlerinde ıslak bir tebessüm vardı.
İki gün önce, dedi usulca. Bir rüya gördüm. Deniz kenarındaydık seninle. Deniz ayaklarımızı ıslatıyordu az az. Ben ağlıyordum, sen bir şeyler anlatıyordun bana. Derken dalgalar ayaklarımızın dibine inciler getirmeye başladı. Pırıl pırıldılar ama farklıydılar. Simsiyahtı bunlar…
Muhsin Bey, gözünü kırpmadan eşinin söylediklerini dinliyordu. Beklediği tepki bu değildi çünkü; şaşkındı. Devam ediyordu Hatice Hanım anlatmaya,
Biz onlara öylece bakarken yaşlı bir zât geldi arkamızdan. Siyah incileri yerden tek tek topladı ve birazını senin avucuna birazını benim avucuma bıraktı. Arkasını dönüp giderken de:
İnciler artık size emanet! dedi.


*
- Hocam yarın okulun arka duvarındaki göçüğü birlikte halledelim müsaitseniz?
- Tabi, olur müdürüm. Yalnız benim de sizden bir istirhamım olacaktı?
- Elbette, buyurun.
- Yarın öğleden sonra bir öğrencimin ailesini ziyaret edecektim: Jeremiah. Maddi durumları onların da çok zayıf. Biraz erzak alıp birlikte gitsek?
- Şu bizim Türkiye sevdalısı Jeremiah öyle mi? Olur hocam olur, birlikte gidelim.


*

     - Hadi canım, geç kalıyoruz.
     - Tamam tamam, şu valizi de sen al.
     - Abim aradı, hava alanında bizi bekliyorlarmış.
     - Hay Allah, niye zahmet etmişler. Hadi çıkalım.
     Akıllarında bilinmedik memleketlerin muammalarıyla yola düşmüştü Muhsin Bey ve Hatice Hanım. Bir anda nasıl değişiyordu insan hayatı. Hayaller, planlar nasıl şekilleniveriyordu suyun akışına göre… İnsan kendi de inanamıyordu bazen zamanın hızına Muhsin Bey gibi.
İşte bak abimler orada.
dedi Hatice Hanım. Ve hızlı adımlarla yürüdüler yanlarına.
Nerdesiniz Muhsin, uçağı kaçıracaksınız yahu?
Ancak gelebildik abi. Ooo… Herkes gelmiş maşallah…
Biz geleli yarım saatten fazla oldu. Babamlar gelemedi sadece. Ha unutmadan onların da çok selamı var, tekrar gelemediler artık.
Sağ olsunlar. Dün görüştük ya zaten. Keşke siz de buraya kadar zahmet etmeseydiniz be abi…
Birlikte tüm valizleri indirdiler araçtan. Uçak saati yaklaşıyordu. Yaklaştıkça da yürekler dokunaklaşmaya, gözler nemlenmeye başlamıştı.
Gitmeseniz n’olacak be Muhsin?
diye söze girmek istedi bir ara Muhsin Bey’in abisi ama Muhsin Bey aslında içine de tam sinmeyen bir sözle susturdu onu. Gitmeliydi… Çünkü; emanet vardı ortada belli ki...
Artık gitme zamanıydı. Hediyeler alındı, verildi. Selamlar söylendi uzaklara. Kucaklaşıldı. Gözyaşları, ardın sıra dökülen bir tas suya karıştı. Ve Nijerya’ya doğru havalandılar.

*

Hocam heyecanlı gibisiniz, hayırdır?
Öğrencilerimi çok merak ediyorum müdürüm. Ondandır herhalde.
Burada öğrenci demek; yavru demek, gözünün nuru demektir hocam. Aileleri bize karşı ne kadar büyük bir iyi niyet besliyor bir bilseniz.
İşte önemli olan da o iyi niyetlere layık olabilmek sanırım.
Haklısınız. Eee… Hadi buyurun gidelim artık sınıfınıza hocam. Bekletmeyelim İncilerimizi değil mi?

“İnciler” … Bu söz Muhsin Bey’in zihninde şimşek gibi çakmıştı. Günlerce öncesine gidiverdi bir anda. Ve o rüya… İşte şimdi o İncileriyle, emanetlerle tanışacaktı… Birlikte yürüdüler sınıfın kapısına doğru. İçeri girdiklerinde tertemiz bakışlar ve dupduru dimağlar karşılıyordu onları. Hepsi de hakikaten Yaradan’ın bir emaneti gibiydiler. Ferhat Bey, yeni öğretmenlerini tanıttı onlara. Ardından hepsi ayağa kalkıp o güzelim Türkçeleriyle kendilerini tanıtmaya başladılar:

Merhaba. Ben Maina
Ben Mohamed.
Benim adim İbrahim Aliyyu

Ben Jeremiah… Nasilsiniz?
İyiyim Jeremiah, sen nasılsın?
Ben de iyiyim, teşekkür ederim.

*
     - Müdürüm aldığınız bütün fidanları bahçeye diktim. Valla pek bir güzel oldu bahçemiz.
     - Hay Allah senden razı olsun Bayram Abi. Okulun tüm yükü de sana kaldı bu aralar. Senin hakkını nasıl öderiz bilmem?
     - Bu yaban elde birbirimizden başka kimimiz var ki müdürüm? Hak mı olurmuş hiç. Allah biliyor ya, yeter. Ha bu arada müdürüm, geçen haftaki selden bahçe duvarının bir kısmı yıkılmış. Biraz çimentoyla tuğla alsak da…
     - Olur, bakalım inşallah. Unutmadan, sen yeni misafirimize kalacak yer ayarlamış mıydın?
     - Ne misafiri?
     - Yarın yeni öğretmenimiz geliyor ya Türkiye’den…
     - Sahiden mi müdürüm yahu…
- Sen bilmiyor muydun?
- Oh çok şükür müdürüm yahu, çok şükür. Ben de dua ettiydim, Allah’ım sen yetiş imdada diye… Okulu yeni yıla yetiştiremedik dediydim. Bak gördün mü hele Allah ne büyük müdürüm…
- Sahipsizlerin, yurdundan hicret etmiş gariplerin dostu O’dur elbet Bayram Abi.
- Şükürler olsun o zaman O’na müdürüm.

*
     
Günün ilk ışıkları Muhsin Bey ve Hatice Hanım’a gariplik getiriyordu sanki bugün. Memleketlerinden kilometrelerce uzakta; dilini, dinini, âdetini bilmedikleri bir yerde karşılıyorlardı yeni günü. Ve hasret gözyaşlarıyla ‘Merhaba’ diyordu onlara Kara Kıta; inceden bir yağmur çiseliyordu.
     Hava alanında ellerinde valizleriyle bekleyen tek ‘beyaz’ onlardı. Gelip geçenlerin tuhaf bakışlarıyla üzerlerindeki yabancılık hissi daha da artmıştı. Her şey, herkes bambaşkaydı.
Ne yapacağız şimdi Muhsin?
Muhsin Bey tanıdık bir yüz arar gibi sağa sola bakınıyordu.
Çalışacağım okulun müdürüyle görüşmüştük. Bizi almaya gelecekti…
Burada onları neler bekliyordu; nasıl bir yerde kimlerle çalışacaklardı; nerede kalacaklardı? … Aklında bu sorular uçuşuyordu hep Muhsin Bey’in. Eşine belli etmemeye çalışsa da endişeliydi yüreği. Az sonra yüreğinin ışığı yüzüne vurmuş iki tanıdık belirdi kalabalığın arasından. Türkiye’de görselerdi birbirlerini, tanımaz geçip giderlerdi belki de ama burada… İki öz kardeş gibi gözleri parlamıştı birbirlerini görünce.
Muhsin Hocam?
Siz de Ferhat Bey olmalısınız?
Evet. Hoş geldiniz hocam. Kara Kıta’nın kara bahtını değiştirmeye hoş geldiniz.
Kucaklaştılar. Yıllardır görüşememiş de yeni kavuşurmuşçasına…
Hoş geldin hocam. Rabbime şükür olsun derdimize ortak etti seni. Ben de okulumuzun mücrim hizmetlisi Bayram.
Hoş bulduk Bayram Abi.

Yolculuğunuz nasıldı, yorgun gibisiniz hocam.
Sağ olun müdürüm. Biraz yorgunluk oluyor tabi.
O halde hiç oyalanmayalım. Hadi buyurun hemen bize gidelim. Hanım, banku pilavı hazırlayacaktı size, çok meşhurdur buralarda; soğutmayalım değil mi?
Vatandan uzaklarda kendi dilleriyle, tanıdık simalarla ve böyle sıcacık bir havayla karşılaşmaları Muhsin Bey’in de Hatice Hanım’ın da yüzünü güldürmüştü. Yürüdüler hep birlikte. Nice hasretlere gebe zamanın ve ‘Siyah İnciler’in topraklarının koynuna doğru…

...





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Süleyman Baba
Kaldırım Taşları 1
Üç Tabak, Üç Ümit...
Resim Altı - Yusuf -
Evlilik Yıldönümü
Sultan Ana
Mutfat Listesi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Zamansız [Şiir]
Konstantinapol'de Bir Sabah [Şiir]
İnsanlar [Şiir]
Nisan Özlemi [Şiir]
Humar Sancısı [Şiir]
Değişiyoruz 2 [Şiir]
Zaman [Şiir]
Dünya Esiri [Şiir]
Mirza ile Meryem... [Şiir]
Merhabâ... [Şiir]


Yaşar ÇETİNKAYA kimdir?

Yazmak. . . Önce hissetmek sonradan kenara köşeye iliştirdiklerini not almak işte. . . Yani 'kâtibiyiz aslında ruhumuzun'. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Fuzûlî, Nefî, Şeyhî, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Cahit Sıtkı, Özdemir Asaf, Orhan Veli Kanık


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Yaşar ÇETİNKAYA, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.