Tutabildiğince Uzun Tut Nefesini
uçurtmam gökyüzünde asılı kalır,
yolluk birkaç bahane bulunur;
ve gitmeler gelir giderim....
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
"Kelimelerin gücüyle dünyaları değiştirin."
uçurtmam gökyüzünde asılı kalır,
yolluk birkaç bahane bulunur;
ve gitmeler gelir giderim....
Hangi kentin hangi yüreğinde yaşadık, sevda dediğimiz yanlışları? Artık hatırlamıyorum.
Aklıma geldikçe canımı yakan bir şeyler var hâlâ. Neler olduğunu asla öğrenemeyeceğim sorulara eklenen, kime olduğunu çoktan unuttuğum özlemler.
Çok istediği ama bir türlü yapamadığı şeyi yapıyordu şimdi.İçindeki yabancıları imha ediyordu.
Ademle Havva’dan kalan ayrılık mıdır,yoksa kaybolan bir yalnızlık mıdır bana senden kalan?Tamamlanmadan dudaklarda kalan bir sözcük müdür bana söylemeye çalıştığın?
Geceyi vagonlara sığdırmak,tüm uykularımı sollamaksa niyetin,başardın solladın uykularımı.Yastığımın altında,baş ucumda biriktirdiğim çocukluktan kalma hayallerimi de götürdün giderken.
Hayat kelimelere ayrı ayrı takılmaz.Ne "aşk" kelimesine ne "iş" ne de başka bir kelimeye... Hayatın takıldığı; yeryüzündeki tüm kelimelerin, tüm duygu ve düşüncelerin, tüm cümlelerin 'içiçe geçmişliği'dir.
Orta boylu,buğday tenli başka bir tabirle kılıksız bir adam oturuyordu çınarın dibinde.Ak sakalında oldukça seyrek siyah teller vardı.Hareketten yoksun,cansız gözleri boş boş uzaklara bakıyordu.Bakışlarında ki karanlıkla uzaklara bakan,bir balıkçıyı andırıyordu.Üzerinde uyumsuz kıyafetler vardı.Yanına yaklaştığımda fotoğraf olduğuna inandığım kağıt parçasını yırtık ceketinin iç cebine koydu.Yanına oturdum,o hareketsiz boş gözlerle
Yıldızlar, soğuk ve uzak değil, neşeli ve sıcaktılar. Ve küçük kız bunun farkındaydı. Onlarla konuşabilirdi, dokunabilirdi, eteklerine toplayıp gideceği yere götürebilirdi onları...
Di’li geçmiş bir zaman olarak kalacak şimdi her şey. Bırakmaya söz verdiğiniz tütünün dumanını andıran bir duman olarak kalacak. Her hatırladığımızda yüzümüzde bir gülümseme ve sonrası yaşanacak birkaç damla gözyaşı belki de. Her duyduğumuz Fransızca şarkı, boğazımıza düğüm üzerine düğüm atarken, o düğümler arasından akan bembeyaz rakının tadı
Kızıl, dalgalı saçlı yüzünde belli belirsiz çiller bulunan Havva çantasından neredeyse elmayı çıkarıp uzattı uzatacak Âdem’e...
“Sonbahar, hep sonbaharlardı beni yıkan. Neden ben? Neden bu kadar çaresiz? Kendimi kendimle bırakabildiğim tek anımı da siz bozdunuz. Kimsiniz siz?”
...Ötenazinin hoş görülmediği bir kara parçası üzerinde konuçlandığımızı biliyorum ama bazen, fişi çekmek en iyi karardır...
Bu mevsimde bizim oralarda güneş pırıl pırıl parlar; bulutlar yükseklerde, çok yükseklerde uçuş uçuştur, dans eder; hava iğdelerle, ıtırlarla mis gibi kokar, demeyi ne çok isterdim..
Tabiat benim için artık makinelerin yıkımından kurtulabilmiş, ya da ticaret amacı güden makineleşmiş tarımın yeknesak hâle getirmediği “kırlar”ı seyrederken düşüncelere
Benim sokağıma ulaşabilmek için içi ten dolu araçlara gerek duymazsınız.Bizim sokağın hikayesine ulaşabilmek için; karanlığın otomatik bir lambayla kaybolduğu apartman merdivenlerini, boş arsaları, korna çığlıklarını, yürüyen çanta ve kitapları, başıboş müzikleri, tuşlanarak gönderilen sevgi sözcüklerini itina ile geride bırakmalısınız.
ıssız, ıpıssız bir adada, yaşamın kıyısında bir yerlerdeyim. açıklardan gemiler geçiyor irili ufaklı, görüyorum. el sallasam görecek, bağırsam duyacaklar belki; ama fark edilmek, fark edilip buradan kurtulabilmek için çaba göstermeyi çoktan bıraktım. sonsuza dek burada kalabilirim.
Ne zaman
Ne zaman kapıyı çarpsa çıksa
Arkasına dönüp bir baktı ürpererek
Bir kedi var mı diye..
Kulübesine doğru yürürken onun da gözünden saklamaya bile gerek görmediği yaşlar akıyordu...
Yer, gök, kış, kıyamet. Günler kısaydı; hemencecik akşam oluvermişti işte. Ev ile ahır arasında mekik dokuyordum. Bir Canıman’ı, bir de atı yokluyordum. Ata suyunu, yemini verip tekrar kızın yanına koştum. Çocuğun öksürüğü devam ediyordu. Anası yakama yapıştı; daha ne bekliyorsun, ölsün mü istiyorsun diye bağırdı.
M. Kemal Sayar