Sevginin ölçüsü ölçüsüz sevmektir. -Spinoza |
|
||||||||||
|
Demek ki savaş henüz başlamadı. Fakat yaklaşıyor büyük bir fırtına. Bulutları sırtında, başı gökte dev bir hamal. İndirecek yükünü. Bir at buldum meydan var. İlk ok fırlatılmadan, fırlasın yer yayından. Göğe doğru savursun alev yelelerini ki gökyüzü tutuşsun indirip küllerini. Gümüşleri parlatsın, o kararmış gölleri. Diksin bir bir başına. Gümüş maşrapalarla aydınlatsın içini. İşte o anda düşsün atın sırtına damla. Süzülüp maşrapadan. Habercisi yağmurun ölsün atın sırtında. Fırlatsın diye hayvan korkunç kişnemesini, meydandan göğe doğru. Bakın nasıl gidiyor terzi makası gibi susamış bu kişneme. Nasıl kayıyor bakın, ikiye ayırarak göğün mavi tenini. Ayırarak ağzını çığlığını taşıyor. Bir yer gürültüsü gökte. Sarsarak dallarını uyandırıyor bir bir, elma ağaçları bu! Al al yanaklarıyla makası karşılayan. Ve birbiri ardından dövüyor yeryüzünü üç kırmızı yıldırım. Dönerken rotatifler haykırıyor editör: “Manşetler değişecek, baskıları durdurun!” Ne kadar gazete varsa dünyada. O gün aynı sürmanşetle çıkıyor. Renk renk milyonlarca göz, sığınıyor o kırmızı habere: “Gökten üç elma düştü!” Biri deri ciltli sözlüğe; “mesel” den geliyor masal, misalden. Kim demiş masallarla uyunur! Masallarla uyanır aslında insan. Kulaktan kulağa yüzyıllarca esen büyülü rüzgârla, kalbinde uçuran sayfaları. Esasen tek bir masaldır bütün masallar. Ele avuca sığmaz soz konusu kahramanları var. Kısadırlar ve hiç unutulmazlar. Dili bile dönmez tasvirlerin ve anonimdirler, almazlar üzerlerine hiç bir sorumluluğu. Akıl dışıdırlar da aklın merkezinde de onlar oturur. İnanılamayacak kadar liriktirer, şiirseldirler ve gerçekten güzeldirler. Kâh alimlerin dürbünü, kâh şairlerin tütünü, kâh kahinlerin tütsüsüdürler. Hikâyeyle aralarındaki bu sınırı lehlerine bozmuşturlar. Hikâye nedir, masal nedir, kim bilebilir!? Onlar kendilerinden emindirler. Kimseyi inandırmak için uğraşmazlar. Siz onların kapılarını çocuklara açtıklarına bakmayın sakın! Çocuklarla aralarının iyi olduğuna da bakmayın sakın! Bilirler kim anlatır, kim okur aslında masalları onlara. Esas işleri büyüklerledir onların. Kutsal kitaplardan beri çalarlar herkesin kapılarını. Bilirler tersleyemez hiç kimse bir masalı, bir masalı huzurdan kovan görülmemiştir ki hiç. Çünkü meraktan ölür büyükler. Sonunu öğrenemezlerse masalın… “Bir varmış.” Neymiş acaba o var olan! “Bir yokmuş.” Yok olan nedir peki? Evvel zaman içinde ne olmuş? Annesinin beşiğini sağlayan çocuklara sor. Sor anlatsınlar sana Eski Ahid’den: “Ağaçlar arasından bir kral seçmek gerekmiş; ancak ne zeytin ağacı yağıyla ne incir ağacı inciriyle ne asma şarabıyla ne de öteki ağaçlar kendi meyveleriyle ilgilenmekten vazgeçebilmiş; bunun üzerine hiçbir işe yaramayan karaçalı kral olmuş. Çünkü onun dikenleri varmış can yakabilen.“ Biri ceviz kaplamalı masaya; “Masa”yla “Masal” arasında akrabalık var. Masaya düşen kıpkırmızı bir elma “Binbir Gece”den üçüncü geceyi aydınlatabilir. Ay zehirli bir elmaya döner ve kızıl ışıklarını sandalın üstüne serper. Balıkçı ağına takılan şeyin sarı bakırdan bir küp olduğunu görünce tepeden tırnağa titrer. Fakat altın çıkmaz küpten cin çıkar. Yaşlı bir cindir bu yüzlerce yıldır kurtarılmayı bekleyen. Nihayet kurtarıcısıyla baş başadır. Balıkçının gözlerinin içine bakarak tane tane anlatır: “Bil ki ben asi bir cinim ve ben Davud’un oğlu Süleyman’a başkaldırdım. Yenildim. Davud’un oğlu Süleyman, Tanrı’ya imana çağırdı beni, ama ben reddettim. Kral beni bu küpe kapattı ve onun ağzını Yüceler Yücesinin adıyla mühürledi. Sonra, sadık cinlerine küpü okyanusun ortasına atmalarını buyurdu. İçimden, “Kim beni kurtarırsa onu sonsuza dek zengin yapacağım” dedim. Ama tam bir yüzyıl geçti, kimse beni kurtarmadı. O zaman kendi kendime, “Kim beni kurtarırsa ona yeryüzünün tüm sihir sanatlarını açıklayacağım” dedim. Ama dört yüz yıl geçtiği halde ben hâlâ denizin dibindeydim. O zaman dedim ki: “Kim beni kurtarırsa onun üç dileğini yerine getireceğim” Ama dokuz yüz yıl geçti. O zaman çaresizlik içinde Yüceler Yücesi’nin adı üzerine yemin ettim: “Kim beni kurtarırsa onu katledeceğim. Ölmeye hazırlan bakalım, ey kurtarıcım!” Biri perdeyle kaplı göze. Çünkü perdeyi çeker gözden her masal. Ahmed et- Tartûşî Sirâcu’l-Mulûk’ta anlatır: Evvel zaman içinde bir peygamber yolunun üstünde bir ağla karşılaşmış ve bir kuşun şöyle seslendiğini duymuştur: “Hey Allah’ın Peygamberi beni yakalamak için bu ağı buraya asan adamdan daha alık biri olabilir mi? Beni yakalayacak, öyle mi? Hem de ben bu ağı görürken.” Peygamber yoluna devam eder. Ancak dönüşünde kuşu ağa yakalanmış bulur. “Ne tuhaf” diye seslenir peygamber. “Kısa bir süre önce bana yakalanmazlığından, ağı geren adamın alıklığından söz eden sen değil miydin?” “Ey Peygamber!” diye karşılık verir kuş, “tayin edilen saat geldiğinde artık ne gözlerimiz vardır ne kulaklarımız.“ Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |