Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir. -Puşkin |
|
||||||||||
|
Aşk ne çok fitne, ne çok fesat, iftira, yalan biliyor? Ne çok oyun, ne çok düzenbazlık biliyor diye düşünenler olacaktır. Aşk sadece acemi bir çocuktur. Bütün numaralarını bizden öğrenen sakar bir illüzyonist…. Sık sık sopasını elinden düşürür, tavşanı seyircilerin arasına kaçar. Aşk, kocaman beyaz bir boşluktur. Bütün renkleri alıp bir gök kuşağı yaratabilirsiniz. Kurgusu, repliği, kostümü, dekoru kendi yaratıcılığımıza kalmış bir oyundur. Finalde her şeyi geride bırakıp yeni bir hayata başlayabilirsiniz. Yada son perdede zehirli şarabı içerek bütün düşlerinizi ölüm denilen sonsuz bilmeceye katıp yere yığılırsınız. Esas kız eski hevesini yavaş yavaş yitiriyordu. Sevgilisi onu öve öve bitiremiyordu. Günlerdir ayna karşısına geçip uzun uzun kendini inceliyordu. Sadece alt çenesindeki bir dişi çarpıktı. Kendisinde başka hiçbir kusur bulamadı. Bu kadar kusur kadı kızında bile olurdu. Evet, o adamdan daha iyilerine layıktı. O daha zengin, daha yakışıklı, daha asil ve itibarlı insanlara layıktı. Uzun saçlarını at kuyruğu yapan, kulağında küpesi, kendine özgü sakalları ile değişik imajı olan erkekleri daha çok beğeniyordu. Onun sevgilisinin kendi tarzı, giyinme zevki, her ortama ayak uyduracak becerisi de yoktu. Dans etmeyi bile beceremiyordu. Zaten dansı sevmediğini söylüyordu. Israrı üzerine bir arkadaş toplantısında dans etmişlerdi de onun beceriksizliği yüzünden utanç içinde kalmıştı. Sıkmaya başlamıştı aslında. Daha da sıkarsa ondan önce davranıp tekmeyi basarım diye düşünüyordu. Esas oğlanı bu ilişkide en çok mutlu eden şey bir sevgilisinin olmasıydı. Ondan söz etmekten, buluşacakları zaman arkadaşlarına “yengenizle buluşmaya gidiyorum” demekten, telefon ederken “susun, yengenizle konuşuyorum” diye onları uyarmaktan, armağan aldıysa vermeden önce onlara “bakın, bunu yengenize aldım,” diye göstermekten çok hoşlanıyordu. Sevgilisinin olması sanki onu çevresindeki insanlardan üstün kılıyordu. Kız aslında tam olarak onun tipi değildi. Aklı iki karış havadaydı. Gezmek, tozmak, eğlenmek dışında hiçbir şeyi kafaya takmıyordu. Ama bütün yaşamı boyunca süt gibi beyaz tenli sarışın bir sevgilisi olsun istemişti. İşte sonunda olmuştu. Esmerler zaten çok tüylü oluyordu. Erkek gibi bıyığı olanlarına bile rastlamıştı. Deli , dolu, gamsız olsa bile onunla birlikte hoş vakit geçiriyorlardı. Biraz daha sıcak davransa, her şeye mırın kırın etmese hiç fena olmayacaktı. Sonraki günlerde hava iyice tersine dönmeye başladı. Esas kız telefonlara daha az çıkmaya başladı. Esas oğlan ona neden telefonlara yanıt vermediğini sorunca da bakkala ekmek almaya çıktığı, telefonunu kapalı unuttuğu, ya da yanında ailesi olduğu için telefonunu açamadığı gibi envai çeşit bahane buluyordu. Hafta sonu gezintileri ise, aileden birlerinin aniden hastalanması, yakınların cenaze törenleri, hava muhalefeti ve daha sayamayacağım önemli önemsiz binlerce mazeret nedeniyle iyice azaldı. Romeo, artık bu ilişkinin suyunun çıktığını anlamaya başladı. Asıl anlaşılmaz olan, kısa görüşme anlarında bile Romeo ve Juliet’in hala en yaldızlı sözlerle karşısındakine aşkını anlatma çabasıydı. Liseli öğrencilerin münazaraları gibi tutarlı ve kocaman cümlelerle ikisi birden büyük aşklarından ve sevdalarından söz ediyorlardı. Davranışta, özveride değil ama edebi alanda büyük bir aşk yaşanıyordu. Esas oğlan kızın içten olmadığını düşünüyor ve ondan intikam almayı istiyordu. “Sen busun işte,” diyebilecek bir fırsat istiyordu. Zamanı gelinceye kadar, uygun koşullar oluşuncaya kadar oyunu sürdürmeyi düşünüyordu. Kızı telefonla aramayı ısrarla sürdürdü. Her gün sabahtan başlayarak birkaç kez güzel mesajlar yazdı. Hafta sonları görüşmelerini sağlamak için gerektiğinde yalvardı. Yüzlerce vaatte bulundu. Çiçekler, hatta pahalı hediyeler aldı. Gerektiğinde duygu sömürüsü bile yaptı. Gerçekleşmesini düşlediği sahne, kafasında kurguladığı o gün bir türlü gelemiyordu. Romeo bir punduna getirip kızla sevişmek istiyordu. Sevişmek ve sonrasında çekip gitmeyi… Bu kendini beğenmiş kızın burnunu yere sürtüp, oyunun galibi olmayı düşlüyordu. Haftalar sonrası bir gün kızı ikna etmek için akşama kadar yalvardı. Her yolu denedi. Bildiği bütün cümleleri kullandı. “Eğer beni seviyorsan bunu kanıtla.” dedi. Esas kız ikna olmak bir yana “Bir daha benimle sevişmek istediğini söylersen senin yüzüne bile bakmam.” dedi. Söz dönüp dolaşıp, “Sen beni anlamıyorsun. Beni sevmediğini zaten anlamıştım. Seven insan her şeye razı olur.”gibisinden alengirli cümlelere takılıp kaldı. Hatta konuşma biçimi iyice bayağılaştı. “Ben senin için bunları yaptım, şunları aldım,”edebiyatına kadar dayandı. Bütün yaşananlar, beklentiler, gizli hesaplar binlerce kör düğümden oluşan o kocaman yumak çözülüvermeye başlamıştı. Ayrılma kararını ve bu gergin konuşmayı bir hafta sonraya erteleyip yavaş yavaş karanlık çöken sokaklarda kayboldular. Bir haftalık erteleme ilişkide hiçbir değişim yaratmadı. Aralarında bir uzlaşma zemini de oluşamadı. Zaten uzlaşmak istedikleri konunun ne olduğunu bilen de yoktu. Kız bir ara ağlamaklı oldu. Bir iki damla göz yaşını yanaklarına kadar indirmeyi bile başardı. Bir erkeğin kendisinden ayrılmasının bu kadar kolay olacağını düşünmemişti. Aslında esas oğlan ilişki bitmeden önce bir kez olsun kızla sevişmeyi istiyordu. Ama artık bunun imkansız olduğunu gördüğü için ısrarından vazgeçmişti. Esas oğlan “dost kalalım” önerisiyle ilişkiyi bitirdiğini ilan etti. Kız birkaç cılız ve isteksiz cümleyle karşı çıktığını söylemeye çalıştı. Son bir kez birbirlerine sarılıp ayrıldılar. Hüzünlü bir yüz ifadesi takınıp buluşma yerini terk ettiler. Ayrılık için fazla dokunaklı bir sahne sayılmazdı. Kız ayrılığın bu kadar acısız olmasına inanamadı. Olaya melodram havası katmak için sevgilisine gece telefon mesajı yazdı. “Beni durup dururken neden terk ettin. Hayatında başka bir kız varsa açık söyle. Ben bu acıya dayanamıyorum. İntihar etmeyi düşünüyorum. Yarın sabah güneş doğmadan ben ölmüş olacağım.” diye yazmıştı. Esas oğlan bir an gerçek olabileceğini düşünüp çok korktu. Kızı defalarca cep telefonundan aradı. Her seferinde kız telefonu kapatıyordu. En sonunda ne hali varsa görsün diye düşünüp aramaktan vazgeçti. Romeo ertesi gün de kızı aramadı. Juliet de zaten ölmedi. Sen ne büyüksün ey aşk. Bütün canlıları kendine çeken sonsuz tuzak. İlk önce sineklerin üzerine üşüştüğü sihirli iksir…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |