Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
GÖLGE: SEN ve O Dost olamayacak kadar kendisini yitirenlere… Neden sana ezberleyeceğin bir tanım ya da zorlanmadan elde edeceğin bir bilgiyi vereyim ki? Çözmen gerekeni kendin gör!.. Sen ve O, mekânın zamansızlığını yaşarken, yaşamın sizin için hazırladığı yaşam örgüsünden habersizdiniz. İki farklı dünya aynı düzlemde tarzlarınızı oluşturuyordu. Farklılığın uzlaşamadığı ama birbirinden kopamayacağı ve birbirine muhtaç yaşam tarzları idi bunlar. Sen ve O, hiçbir zaman yönlerin zıtlığına aldırış etmeyecektiniz. Ama zıtlıklar ihanetin çarklarını sessiz mi sessiz çevirmeye başlayacaktı. Masumiyet yitirildiği zaman, sessizlik kefenini yırtıp bütün korkunçluğu ile karşınıza çıkacaktı. Vakit vardı. Gökyüzünü kızıllık kaplamıştı. Kızıllıktan sonra olması gerekeni zaman, mekân ve benlikler değil, Sen ve O belirleyecektiniz. Peki, Sen ve O kimdiniz? Sen patika yollardan korkarak uzaklaşırken, düz yollar bile seni ürkütüyordu. Yürümeyi sevmiyordun. Durduğun yerde kendine çukur kazarak içinde oynamayı tercih ediyordun. Yüksekleri arzulayan ama yüksekliklerin sana gelmesini bekleyen anlayışın çukurunu daha da derinleştiriyordu. Çukurunda gördüklerin senin sonsuzluğunu oluşturuyordu. Varolanı bundan ibaret sanıyordun. Gün geldi kendi haklılığının sesini duyuracak kimseyi bulamadın. Sen sadece suçladın. Kendi gerçeğini algılamayan sen, başkalarını algılamaya yöneldin. Basit hesaplarla kendi gök kubbeni evren sandın. Duyum ve algı arasında hapsoluşun seni tüketmeye başladı. Sana ait olmayan yere kendini aitmiş sandın. Köklerinden kendini koparmaya yöneldin. İntikam alırcasına kendine yüklendin. Yabancı topraklarda kendine kök aradın. Sen de dahil olmak üzere herkes senin yabancı olduğunu biliyordu. Bunu dile getirdiklerinde sen isyanları oynayarak inkâr ettin. Belki utanıyordun, belki acı çekiyordun, belki seni mutlu etmiyordu bütün bunlar, belki sana yaşatmadıklarını yaşamak için çırpınıyordun, belki monotonlaşan dünyana farklılık, renk katmak istiyordun, belki oluşan baskılardan bunalmıştın, belki beklentileri karşılayamamak sana acı veriyordu. Ne olursa olsun sen kaçıyordun. Kendini kabullendirmek için onlara ait olanları yaşamaya çalıştın. İlk zamanlar yüzüne gözüne bulaştırdın. Şaşkındın. Gidip geliyordun iç dünyandan. Kararlıydın. Pes etmeyecektin. İnatçılığın, kopma dürtün peşini bırakmadı. Eskiyi yavaş yavaş yitirmeye, bedeni sana uymayan seni sürekli rahatsız edecek olan yapay kumaşlarla kendini süslemeye başladın. Aynada gördüğün çizgiler hoşuna gitmiyordu. Yüzüne hüzün çöküyordu. Sesler geliyordu, ama düşünmeyi unutmaya başladığından dışın gibi içinde suni boyalarla boyandığından kararlısızlığın yabancı topraklarda yaşamını sürdürdü. Aslında o topraklardan içeriye doğru ilerlemek istemiyordun. Çünkü sana uymuyordu. İki sınır arasında kalmak, iki tarafı da tatmin etmek istediğin gibi, iki tarafı da kaybetmek istemiyordun. Bunu da görüyordun ki ortada olmak hiçbir yerde olmamaktı. Çünkü ortada olanları kimse sevmezdi. Ortada bulunmak hiçlik demekti. Kendine ait bir şeyleri olmayanları kim ciddiye alırdı ki. Ortada olmak sabun köpüğü olmaktı. Çoğu gibi bunu sen de biliyordun. Peki buralara nasıl gelindi? Duvarların ışığa perde çektiği köşelerde yumurtanın içinde kabuğunu kırmaya hazırlanırken, sen yoktun. Varlık senden habersizdi. Tohumun, gübreni bilmiyordu. Oluşumun gizemliğini yavaş yavaş araladığın zaman ışığı hisseden gözlerinin kamaşmasından olsa gerek, annesini kaybeden ördek yavrusu gibi sağa sola yöneldin. Kendine ait olan sürüyü arıyordun. Kritersiz, amaçsız, hedefsiz arayışlar seni sürükleyip götürüyordu. Sen farkında mıydın bilinmez;ama bilinen tek şey gözlerindeki kamaşmadan kaynaklanan geçici körlüğün kendisiydi. Kapıldığın girdap, senin saflığınla birleşince seni giderek diplere çekiyordu. Karşılıksız yapılan eylemlerin varlığı tek yönüyle –algı diyemiyorum- duyumlaştırdı. Arzularını karşılama adına koşuşturdun. Buna rağmen fark ediyordun ki ciddiye alınmıyor, kendini kabullendiremiyorsun. En güzel şakaları, esprileri sen yapıyordun. En çok sen konuşuyordun, en çok sen sosyal aktivitelerde bulunuyordun. Ne çare ki her şey boştu. İstediğin yere gelemiyordun. Hiç durup da gidişatını sorgulamadın. Aynı yolu uzattıkça uzattın. İyi niyetini korudun. Gün geldi kötüyü tanıdın. Varlığın çıkarını, benliğini, ihanetini, vurdum duymazlığını, yalanı, retoriği, kaçamak cevaplarını ve yapılanların çabuk unutulduğunu gördün. Bu artık rast gele davranman gerektiğini öğretti. İşte tam bu nokta da düşündüklerinin sana ait olmadığını sadece özünden gelenlerin kanalize edilişinin korkunçluğunu fark ettin. Birileri sana nasıl düşünmen gerektiğini öğretmişti. Öğrenmiştin öğrenmesine ama onlara göre düşünmekti bu. Kaçtın. Sana ait olanı yaşamanın zor olduğu dönemde O, sana gölge olmama telkinlerini veriyordu. Kulağı bulan her sözcük seni yönlendiriyordu. Doğru bulup tepki veriyordun, duygularına yönelen her ok seni okşadığı için sahipleniyordun. Bir yandan aklın var ettiği değerler ve bunların birazda özünde kendine yer etmesi bunun yanında heveslerini okşayan seni başka diyarlara çeken, seni düşünmekten, hissetmekten, sorumluluktan, okumaktan, ciddiyetten uzaklaştıran kahkahalar diyarı idi. Acı ve ikilem, heyecanın kaybolmaya başladığını ve sloganın iflasını haber veriyordu. Terk edilişi ve inkârı meşrulaştırmaya başlayan sözcükler dökülmeye başladı dudaklarından. Soğuk, biçimsiz kayalara yaslandın canını acıtmasına aldırmadan göğün masmavi sonsuzluğuna gözlerini dikip, dudaklarının titreyişini, gözlerindeki buğulanmayı saklamaya çalıştın. Değişimin gerekliliğinin hayallerini kurdun. İçindeki aşk sönmeye başladı. Artık oyalanma, duyarsızlaşma zamanı idi. Masumiyetine darbeler indirmeye başladın. Geçmişin küf kokan ağırlığını üzerinden atmak için sana ait olmayan eylemlere girişmeye başladın. Önüne çıkan her şeyi basitliği tercih ederek yıktın. Bir kahkaha, bir taş parçası, olgunlaşmamış cinsellik adına fedakârlığı, paylaşmayı ya unuttun ya işine gelmiyordu ya da erdemlerini yitirmeye başladın. Verilen sözler unutuluyordu. Artık çekememezlik, kıskançlık, değişen önceliklerin belirginleşti. Maskeler takmıyordun. Gerek görmüyordun maske takmaya. Kendini yaşamak(!) peşinde koşuyordun. Ne çok söylenir olmuştu, aman bana ne? Boş ver? Takma kafana? Düşünmek, sorgulamak seni rahatsız ediyordu. Kaçıyordun. Sıradanlaşıyordun. Daha önce beğenmemezlik ettiğin şeylere koşar adımlarla gitmeye, kopmamacasına sarılmaya başladın. Artık senden iki tane vardı. İki söylemin, iki arkadaş çevren, iki davranışın, iki düşünüşün, iki giyim tarzın...her şeyinle iki işte. Bunların ezikliği hiçbir şey kadar sana acı, ıstırap vermiyordu. Koşuşturmalarından unutmak hissi okunuyordu. Bütün bunların sınırı, ölçüsü yoktu. Hayatına baştan aşağıya düzensizlik, plansızlık hakimdi. Yarını okuyamayacak kadar körleşiyordun. Önünü göremiyordun. Yarınlardan ne istediğini bilmiyordun. Bilmemene rağmen yarınların korkunçluğu karşına çıkınca saldırıyordun. Basit hesaplarla karar verip, karar değiştiriyordun. Taktığın gözlükler varlığı siyah beyaz gösteriyordu. Kurtuluş vadeden gözlükler seni yanıltmıştı. Ama değişim canına kancayı takmıştı. Yabancılaşma, uzaklaşma sonra fildişi kulendeki pencerene tül perdeyi çekerek varlığı seyretmeye başlaman bitişin habercisi miydi bilemiyorum? Devam edecek... OSMAN TATLI osmantatli@gmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © osman tatlı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |