Bilge kişi her şeye şaşan kişidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Köylü bir kadın olan annem herhalde bu üç insanın asılmasından etkilenmiş, belki de acımıştı. Babama sormuştu: "Neden astılar?". Yüzü bir türlü gülmeyen babam ise bu soruya sert cevap vermişti: "Komünist onlar. O yüzden astılar." "Ne demek komünist. Ne iş yapar onlar?" Komünizmin "K" harfinden haberi bile olmayan babam ise büyük bir bilgiçlikle kulaktan dolma bilgilerle cevaplamıştı: "Bunlar var ya ne yapıyorlarmış. Rusyada doğan bütün çocukları evlerden toplarmış devlet. Sonra da bunları büyüttükten sonra birbirleri ile evlendirirmiş. Kimse annesini, babasını tanımazmış, kardeş kardeşle evlenirmiş." dediğinde annemin ağzından çıkan kelimeleri hiç unutmuyorum: "Tüh Allah belalarını versin inşallah." demişti. Babam Süleymaniye Camii’sinin tam altında bir sokakta lokantada aşçılık yapıyordu. Küçük Pazar semti ile Şehzadebaşı arasında, bu bölgede büyümüştüm. Burada vahşi bir yaşam vardı. Binlerce ahşap binalar, köşkler, tarihi yapılarda bu ülkenin sorunu yaşanıyordu. Bu yerlerin asıl sahibi olan yahudiler, ermeniler ve ya diğer azınlıklar Amerika’da, Avrupa’da güvence içinde yaşarken, kiralarını gelirlerini Malatyalılardan alıyordu. Her bir hanı ve ya işyerini mutlaka bir Malatyalı çalıştırıyordu. Zengin yahudiler zamanında yanında çaycılık, hamallık yapan Malatyalılara güvenmiş olacak ki terörün hızla ilerlediği yıllarda, mallarını büyük bir güvence ile bu insanlara emanet ederek yurt dışına kapağı atarak, toz olup gitmişlerdi. Ben de Malatyalıydım. Malatyalıların İstanbul’a ilk göç ettiği yerdi. Vefa, Küçükpazar, Süleymaniye, Tahtakale, Sirkeci, Eminönü. Ünlü hemşerilerimizin izlerini de takip etmiştim. Kemal Sunal’ın ünlü olduğu yıllarda öz abisi kafasında kasketi ve ayağında şalvarı ile bizim lokantada yemek yerken görmüştüm. Kemal Sunal da burada yetişmişti. Vefa lisesi mezunuydu. Buna rağmen abisi aç ve sefildi. Kardeşinden şikayetçiydi. Mehmet Ali Ağcalar, Oral Çelikler, Beyazıtta cirit atıyordu. İlk akıncılar (IBDA-C) ocağını kuranda hemşerilerimizdi. Birgün bu ocakta toplantıya zorunlu olarak götürülmüştüm. Toplantı bittiğinde, lokantaya döndüğümüzde ise bir bomba patlamıştı. Dev-Sol militanları idi bu işi yapan. Üç beş dakikalık zamanla paçayı yırtmıştık . On iki yaşındaydım. Ölüm bu bölgede seyir halinde yoluna devam ederken, bizler sağ kalma telaşındaydık. Bölge çevresi adeta Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından abluka altına alınmıştı ama kimse de birşey yapmıyordu. Askeri reolar sokak aralarında arılar gibi vızıldayarak dolaşıyordu. Askerler sokaklarda G3 piyade tüfeklerini sivillerin üzerine çevirmişti. Kulağımızın dibinden geçiyordu mermiler. Hedef falan yoktu. Kaçanı vurmak serbestti. Alt sokağımızda yaşlı bir adamı vurmuştu askerler. Kaza kurşunu dediler. Rapor bile tutmadılar. Evler basılıyordu, kapılar dipçiklerle, tekmelerle kırılırken, insanlar yatağından, karısının koynundan, çocukların feryatları arasında alınırken, normal yaşantımız devam ediyordu. Arada bir bazı tanıdıklarımız da ortadan kayboluyordu. Gözaltına alınan insanlardı bunlar. İstanbulda adeta bir iç savaş yaşanıyordu. Babam yaz tatilinde beni her sabah kaldırır, lokantaya götürür çalıştırırdı. Sabah karanlığında Şehzadebaşı sokak aralarında yürürken, yazı yazan sağcı-solcu militanları görürdük. Gölgemizi gören militanlar hemen silahını çekerdi. Gözcü olanlar ikaz ederdi. Bizi artık sağcısı-solcusu,şeriatçısı, herkes tanıyordu. Gözcüler: "Tamam birşey yok, aşçı ve oğlu geliyor" derlerdi. Yanlarından geçerdik korku içinde. Belki de babam benden daha fazla korkuyordu. Belki de beni yanına güvenlik sigortası olarak alıyordu. Babamın korkak bir adam olduğunu hissetmiştim o yıllarda. Gece karanlığında lokantanın kepenglerini açarken kamyonlar gelirdi, yanaşırdı diğer hanlara. Büyük bir hızla Marlboro, Kent sigaraları koliler halinde inerdi bu hanların depolarına. Sigara kaçakcısı, mafyöz hemşerilerimiz, akrabalarımızdı bunlar. Malatyalı Celal bu işlerin başıydı. Bizim akrabamızdı. Gurur duyardım, onun gibi olmak isterdim. Kalın bıyıklı, takım elbiseli adamları vardı Celal’in. Sanki Cüneyt Arkın’ın filmlerde dövdüğü kötü adamlar gibiydi bunlar. Ama herkes onlara saygı gösterirdi. Daha sonra Celali’ de öldürdüler tabii ki. Su testisi misali. Ama ona hayrandım, onu seviyordum. büyüyünce onun gibi olacaktım. Cuma günleri sayısız polis aracı gelirdi Celal’in bürosuna. Zarflar hazırdı. Zarfları alan polisler çekip giderdi. Ne büyük adamdı bu Malatyalı Celal. Bir gece gelmişlerdi. Fatihteki evimizin kapısını çalmıştı Celal’in adamları. Korkak babam panikle kapıyı açtığında babama talimatlarını iletmişti: "Hacı, Celal abinin selamı var. Depoya yine baskın yapıldı. Bir geceliğine senin eve koyacağız malları" dediğinde babam hiç ses çıkarmamıştı korkudan. Hızlı bir şekilde, bir odadaki eşyaları diğer odaya taşımıştı adamlar.Yatak odası tavana kadar sigara kolileriyle dolmuştu. Ertesi gece geldiklerinde aynı hızla malı çıkartırlarken babama beş yüz lira vermişlerdi. Bir aylık maaştı. Bu durum her sene üç beş defa yaşanırdı. Babam bu gecelerde, on beş yıl hapis cezasını cebinde taşıyordu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |